"Nesine?" dedim hayata,
Kaderine dedi
Ve çekişti serçe parmaklar;
Artık ne yapsam,
Ne etsem hep aklımdasın.
Gönlünden silmedikten sonra,
Yazdıklarını silsen ne olur?
Gün olur, ay olur, yıl olur;
Sen kendini bildikten sonra,
Aranıp, sorulmasan ne olur?
Sır olur, har olur,
Yalnızlık bir ihtiyaçtı belki de onun için. Bir müddet mavi düşler sokağında kalacak, yalnızlığını yeşil yangını yüreğine kabul ettirmeye çalışacaktı. Oysa herkesi ve her şeyi alabildiğine seviyordu.
-Beş parmağın beşi de bir değil ya! Diye söylendi içinden.
Fakat nafile. Her elini uzatışında, sanki kolunu koparacakmış gibi davranıyordu yakınındakiler.
Arama aşkı başka yerlerde!
O, içindedir insanın. Vakti gelince sancılarını doğurur. Dışa yansımaların içe gömülmesi ve içten dışa volkanik birer patlamadır aşk. Her insan doğuştan krateridir aşkın. Acılarsa külden bulutları.
“ Bir merhabayla aydınlanır günümüz.” Diye başlar, bayramlarda ve özel günlerde atılan mesajların çoğu. Aynı mesajı birçok kişiye aynı anda gönderdiğimiz olmuştur muhakkak. Arkadaşlık, dostluk bir mesajla anlatılacak ve paylaşılacak bir şey değil oysa. Peki, sesimizi duyurmak " yok mu? ", en azından telefonun diğer ucundaki şahsa. Aslında atılan her mesaj sessizliğimizin ifadesi. Mecburiyetmiş gibi, çok da hevesli olmuyoruz çoğu zaman iletilerimizde. Sesimizi duyurup “Alo canım arkadaşım nasılsın? ” demek var bir de, şöyle içten yüreklice.
Oyun masasında kare eksik diye arandım çok zaman. Kare tamamlayandan çok, karenin ası olmak isterdim. El üstünde tuttuğum kadar arkadaşlarımı, elin üzerinde birazda ben olmak isterdim. Aman, kime anlatıyorum bunları. Neyse! Ne demek istediğimi anladınız zaten. En azından anlamış olmanız lazım. Evet… Bir merhabayla aydınlanır günümüz. GÜNAYDIN deriz sevdiklerimize. Güneş her ne kadar zirvede dursa da göğümüzde, gün hala aydın değildir KİMİ için. Bekleyişleri vardır KİMİnin hayatın çetrefilli bahçelerinde.
—Sana sesleniyorum gün. Aydınlığına inat sana nispet yapıyorum ve geceleri yaşıyorum gündüzü. Der KİMİLERİ.
Kolay değildi.
Daha yeni yeni unutmaya başlamışken ilk hazzı, ikinci hazzı yaşamak ve başka birine aşk mahiyetinde bağlanmak. Belki de ilk hazzı unutturan da o idi. Fakat uzak tutmak istiyordu bütün güzellikleri, karanlıklarla dolu yaşantısından.
Karanlık dünyasına bir ışık doğmuştu aslında. Lâkin o ışığı da karartmaktan korkuyordu. Yasaklamıştı kendine sevmeyi ve sevilmeyi; kalbinin iniltileriyle uyanıyordu her sabah. Allah’ım bir heves olsun, yaz yağmurları gibi geçici olsun ona olan duygularım diye, geceleri dualar ediyordu ve onu görmemek için köşe bucak saklanıyordu. Nefret etmek istedi ondan, ona daha çok bağlanmamak için. Fakat onun melekler kadar temiz ve güzel yüzünü her gördüğünde santim santim küçülüyor eriyordu.
Nefesinin kesilmesi, dizlerinin titremesi ve o baş dönmeleri var ya heyecandan; o bunları istemiyordu. Sevmeyi hiç istemiyordu.
....................
................................
Kasım yağmurları yağıyordu kente. Gecenin en karanlık ve sabahın en yakın olduğu saatlerde, gizli cebinden çıkardı düşlerini. Üşüyordu… Titrek bir mum alevi gibiydi cadde ışıkları. Gecenin şehri uyuttuğu, sessiz efsun saatlerinde açılırdı düş dünyasının kapıları. “ Yaz beni ” derdi hikayeler. “ Çiz beni ” derdi, şiirden resimler. En yaşanılmamış halleriyle, sanki daha bir mutluydu özlemler. Vuslata uzaktı bu yüzden. İliklerine yerleşen o derin sızı, çoğaldıkça mutlu ediyordu onu. Suskuya amâde olsa da düşünceleri, yine de içinden istemsiz bir haykırış duyulurdu.
“ Kaldırın üzerimden soğuk karanlıkları, dökülür bir bir canımın yaprakları.” diyerek, yükselirdi içinin sessiz çığlığı. Hisler denizinde rotasız bir yolcuydu. Umurunda değildi deniz aşırı ülkeler. Tek sığınağıydı düş dünyası. Yorgundu, ıslak ellerini iç cebine uzattı ve bir düşün daha resmini çizmek için kaleme sarıldı. Kalbinden parmaklarına akan, canının dökülen yapraklarıydı.
“ Kaç? ” yıl geçti böyle suskuyla
Ve göğsümde büyüyen tuhaf coşkuyla.
PLATONYA... Düşler Adası
Sığındığım düşler adasında gördüm güneşi, ayla sarmaş dolaş. Meğer ne çok seviyorlarmış birbirlerini. Işığım sensin diyordu ay. Başını güneşin göğsüne yaslamış, güneşin kalbinin tınılarını dinliyor ve bitmesin diyordu bu an. Masumlukla, sevecenlikle ve duyguyla uykuya daldıkları an; topladım yıldızları bir bir, örttüm üzerlerine. Ayrıldım oradan…
Uyanmıştım. Tatlı bir tebessüm yerleşmişti yüzüme o sabah. İmkânsız bir şeydi gördüğüm düş. Ay, güneşle sarmaş dolaş gezebilir miydi hiç? Hem sonra n’olurdu dünyanın düzeni? Mevsimler küs olmazlar mıydı o zaman? Hangi baharda tomurcuklanırdı çiçekler ya da çiçekler için bir mevsim olur muydu acaba? Yağmur mu yağardı en çok? Beklide en çok kar? Ya! Sahi o zaman dünyayı sarmaz mıydı kardan adamlar?
Bir Hikaye, Bir Şiir.
...............................................
Yaprak dökümü yine!



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!