"Nedir bu düşmanlık?" diye soruyordu Elmas kardeşine. "Biz birlikte oynamadık mı büyürken bahçelerde, okula elele gitmedik mi? Nedir bu, anlat bana?"
"Biz Aleviyiz. Aleviler dışarı kız vermez. Almaz da."
"Neden?"
"Nedenini biliyorsun aptal aptal sorular sorma."
"Bu saçmalığın düzeleceği gün hiç gelmeyecek mi?"
"Gelecek."
"Ne zaman?"
"Bilmiyorum."
Aylan bebeği kaç kere hatırladınız Sn. Puder? Daha öncede sarin gazı atılmıştı kaç kere konu oldu burada? Bu da aynı şekilde 2 gün konuşulacak, 3. gün alışılacak maalesef... :((
insan sanki alışmak için yaratılmış..
alışamadığı acı; alışamadığı zorluk yok.
cenderelerden geçer feryat figan lakin ona da alışır.
"geçer bu da geçer" dediğimiz şeyler alışacağımızı bildiğimiz acılardan başka nedir ki!
biri bitiyor alışmaların, ötekisi başlıyor...
Daha ilkokuldayım.
Evde telefon çaldı. Koştum, açtım.
Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte…
İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başladı...
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?
Hepsini yanıtlıyorum.
Ardından o zaman bana çok garip gelen bir soru geliyor:
-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
Şaşırıyorum.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor.
- Bak, diyor.
- Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
- Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur.
1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii ki yürüyerek.
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş. Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok.
Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar.
İkisi de başarmıştır.
Ancak bilmedikleri bir şey var. Sınav iki gün. Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı'nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı
yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
Babam, öykünün sonunu şöyle bağladı:
- Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime CUMHURİYET denir.
Konuşması gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin pervasızca konuştuğu canım ülkemde; Zeki MÜREN’in de bizi göreceğini zannederdik. Büyüdük, ebemizin kucağını, dünyanın dört bucağını gördük.
Hayatın ne getireceğini bilmesek de; ne'ler götürdüğünü iyi bildik. “Şerefin kadar konuş” deyip sonsuza dek susacak insanların yerine, sen susarsın "ölünün arkasından konuşulmaz" diye. Susunca da “değiştin” derler, seni daha fazla “harcayamadıkları” için. Hiç bir masraftan kaçınmayarak kurduğun hayallerde; ''tam bana göre biçilmiş kaftan'' dediğin kişilerin ''tamda sana göre biçilmiş kefen'' olduğunu anlaman uzun sürmez. Acıyı daha küçükken koluna yapılan “diş izi” saatlerde tadan birine; ne yapabilir ki, bu saatten sonra gelen acının erkeği, dişisi..!
Haydi, arkadaş haydi; hüzünlerin sende saklı kalsın; giy elbiselerini, yap makyajını, tak mutluluk maskeni; palyaço misali insanların yüzüne güleceğiz, yine..!
Abdullah Bey çok ilginç söylemleri var. En son söyledikleri mesela (sanatçı-şeker fabrikası);
"İnşallah bu güzide sanatçılarımız aynı hassasiyeti şeker fabrikaları için de gösterirler. İşçilerimizle beraber emek türküleri söylerler. Biz kendilerini davet ediyoruz. Sanatçılarımızı, işçimizin, emekçimizin, üreticimizin yanında da görmek istiyoruz. Hatay ziyaretleri askerimize nasıl moral olduysa, bir şeker fabrikası ziyareti de emekçilerimiz için moral kaynağı olacaktır. Hem böylece, ‘Külliye’nin değil Türkiye’nin sanatçısı’ olduklarını gösterme imkânı bulmuş olurlar."
serbest kürsü
19.04.2018 - 12:50Ahvalimizi soran olursa;
"Çıkarın kağıtları seçim yapacağım" gibi oldu dersiniz.
Sonra dedim ki
18.04.2018 - 13:10Garson çay uzatırken ben "aklımda" diyorsam
Sende kalmış demektir "ladesim" sende kalmış
Cemal Safi
serbest kürsü
18.04.2018 - 10:37Haydi Git büyük üstad uçmakta aşıklar seni bekler;
Hercai arılara meyahanedir çiçekler
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler...
serbest kürsü
16.04.2018 - 12:34Hayalini yorganına göre uzat...
serbest kürsü
16.04.2018 - 11:06"Ussgelmiş...h o ş g e l m i ş...çokgeçmişolsun...AllahACİLşifalar v e r s i n..."
Sonra dedim ki
12.04.2018 - 11:09Dadaşların dediği gibi "yaz ne zaman gelir bilmem; ama kışa iki ay var"
Buralar da o misal.
serbest kürsü
12.04.2018 - 10:24Bir de kuşlar var hakim bey,
Herşeyin başı onlar.
Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına.
Ahmed Arif
serbest kürsü
11.04.2018 - 14:49"e k s a n t r i k y a z ı l a r ı" ile bir an önce aramıza dönmesi dileği ve duasıyla...
serbest kürsü
11.04.2018 - 13:35Romans yaşatmayı seçti :)
serbest kürsü
11.04.2018 - 09:22"Nedir bu düşmanlık?" diye soruyordu Elmas kardeşine. "Biz birlikte oynamadık mı büyürken bahçelerde, okula elele gitmedik mi? Nedir bu, anlat bana?"
"Biz Aleviyiz. Aleviler dışarı kız vermez. Almaz da."
"Neden?"
"Nedenini biliyorsun aptal aptal sorular sorma."
"Bu saçmalığın düzeleceği gün hiç gelmeyecek mi?"
"Gelecek."
"Ne zaman?"
"Bilmiyorum."
Ayşe Kulin, Köprü
tımarhane duvarı
10.04.2018 - 12:39Herkes kendi vicdanının önünü süpürse, bütün ülke bembeyaz olur...
serbest kürsü
10.04.2018 - 11:31Aylan bebeği kaç kere hatırladınız Sn. Puder? Daha öncede sarin gazı atılmıştı kaç kere konu oldu burada? Bu da aynı şekilde 2 gün konuşulacak, 3. gün alışılacak maalesef... :((
serbest kürsü
10.04.2018 - 10:34insan sanki alışmak için yaratılmış..
alışamadığı acı; alışamadığı zorluk yok.
cenderelerden geçer feryat figan lakin ona da alışır.
"geçer bu da geçer" dediğimiz şeyler alışacağımızı bildiğimiz acılardan başka nedir ki!
biri bitiyor alışmaların, ötekisi başlıyor...
şu an ne dinliyorum
09.04.2018 - 16:37serbest kürsü
09.04.2018 - 14:52Rica ederim Abdullah Bey. Sağolun, varolun.
serbest kürsü
09.04.2018 - 11:56Daha ilkokuldayım.
Evde telefon çaldı. Koştum, açtım.
Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte…
İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başladı...
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?
Hepsini yanıtlıyorum.
Ardından o zaman bana çok garip gelen bir soru geliyor:
-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
Şaşırıyorum.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor.
- Bak, diyor.
- Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
- Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur.
1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii ki yürüyerek.
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş. Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok.
Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar.
İkisi de başarmıştır.
Ancak bilmedikleri bir şey var. Sınav iki gün. Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı'nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı
yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
Babam, öykünün sonunu şöyle bağladı:
- Bak oğlum, köyden on yumurtayla çıkan iki çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime CUMHURİYET denir.
tımarhane duvarı
09.04.2018 - 11:50Konuşması gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin pervasızca konuştuğu canım ülkemde; Zeki MÜREN’in de bizi göreceğini zannederdik. Büyüdük, ebemizin kucağını, dünyanın dört bucağını gördük.
Hayatın ne getireceğini bilmesek de; ne'ler götürdüğünü iyi bildik. “Şerefin kadar konuş” deyip sonsuza dek susacak insanların yerine, sen susarsın "ölünün arkasından konuşulmaz" diye. Susunca da “değiştin” derler, seni daha fazla “harcayamadıkları” için. Hiç bir masraftan kaçınmayarak kurduğun hayallerde; ''tam bana göre biçilmiş kaftan'' dediğin kişilerin ''tamda sana göre biçilmiş kefen'' olduğunu anlaman uzun sürmez. Acıyı daha küçükken koluna yapılan “diş izi” saatlerde tadan birine; ne yapabilir ki, bu saatten sonra gelen acının erkeği, dişisi..!
Haydi, arkadaş haydi; hüzünlerin sende saklı kalsın; giy elbiselerini, yap makyajını, tak mutluluk maskeni; palyaço misali insanların yüzüne güleceğiz, yine..!
Sonra dedim ki
09.04.2018 - 10:46Sonra dedim ki;
Git ötede oyna, deli misin nesin!
Sonra dedim ki
07.04.2018 - 13:47Sonra dedim ki;
Çünkü sen vefasızsın.
Dua ederim ki içine biraz "Vefa" sızsın..!
şu an ne dinliyorum
07.04.2018 - 13:46serbest kürsü
06.04.2018 - 15:44Abdullah Bey çok ilginç söylemleri var. En son söyledikleri mesela (sanatçı-şeker fabrikası);
"İnşallah bu güzide sanatçılarımız aynı hassasiyeti şeker fabrikaları için de gösterirler. İşçilerimizle beraber emek türküleri söylerler. Biz kendilerini davet ediyoruz. Sanatçılarımızı, işçimizin, emekçimizin, üreticimizin yanında da görmek istiyoruz. Hatay ziyaretleri askerimize nasıl moral olduysa, bir şeker fabrikası ziyareti de emekçilerimiz için moral kaynağı olacaktır. Hem böylece, ‘Külliye’nin değil Türkiye’nin sanatçısı’ olduklarını gösterme imkânı bulmuş olurlar."
Temel KARAMOLLAOĞLU
Sonra dedim ki
06.04.2018 - 15:17Nerden baksan tutarsızlık
Nerden baksan ahmakça
serbest kürsü
06.04.2018 - 15:08Saadet Partisinin bile SOLda kaldı günler yaşıyoruz. İlginç vesselam!
aşk
06.04.2018 - 10:21Bu sevdanın bedeli hasretinden yanarak ödeniyorsa gülüm;
Kim bilir ne kadar güzeldir hoyrat bir bakışınla gelen ölüm...
Toplam 1273 mesaj bulundu