Selahattin Aykurt Adlı Üyenin Nedir Yazıları ...

  • Kolombiya

    05.06.2008 - 20:27

    HALK İÇİN ÖLENLER SONSUZA KADAR YAŞARLAR

    FARC-EP Birinci Komutanı Manuel Marulanda Velez Öldü”

    FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası

    Komutan Timoleón Jimenez tarafından, FARC-EP [Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri - Halk Ordusu] birinci komutanı Manuel Marulanda Velez’in, 26 Mart’ta bir kalp krizi sonucu “yoldaşlarının kollarında” yaşamını yitirdiğine dair bir duyuru yayınladı. “Ona layık bir cenaze töreni yapıldı. Kendisine büyük bir sevgiyle bağlı olan binlerce ve binlerce gerilla tarafından toprağa verildi.”

    Alfonso Cano, Merkez Komitesinin yeni komutanı olarak Marulanda’nın yerini alacak… FARC-EP sıkıca birleşmiş olarak mücadelesini sürdürecektir.

    “Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.”

    —————–

    Komutan Manuel Marulanda Velez: Zaferi Kazanmaya Söz Veriyoruz!

    FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası’nın Duyurusu

    60 yıl önce, oligarşi ülkemizde devlet terörü ve toprak sahipliği ve politik iktidarın hesaplaşmaları uğruna parti hesaplaşmaları yoluyla bir kardeş kavgasını başlatırken, halkımızın büyük güçlerini ve onun şerefinin devasa boyutlarını yabana attı.

    300 bine yakın köylünün yaşamına mal olan ve milyonlarca hektar verimli toprağın güçlü liberal ve muhafazakar politikacılar tarafından boşaltılmasına yol açan, ulusal tarihimizin karanlık bir döneminde, yüz binlerce köylü gibi, Pedro Antonio Martin de, hükümet ve paramiliter kiralik katiller tarafından evini, işini ve toprağını terk etmeye zorlandı ve o kısa süre sonra kendini savunmaya karar verdi.

    O andan sonra, öldürülen bir sendika liderinin anısına Manuel Marulanda Vélez ismini alan bu insan, muazzam liderlik ve siyasal-askeri yetenekleri sayesinde, askeri deneyimini arttırdı ve devrimci ve komünist bir dünya görüşünü benimsedi. Bu da ona yalnızca kendi durumunu değil toplumumuzu kaplayan tüm derin dengesizliklerin, şiddetin ve adaletsizliklerin gerçek temelini kavrama imkanını sağladı.

    1964 yılında oligarşi, Tolima bölgesinin güneyinde köylülere karşı Pentagon’un açık direktifiyle, Plan Laso adı altında yeni bir cani askeri saldırıya kalktığında, Manuel Marulanda Vélez, La Paz’daki sayısız barışçı girişimin bir sonuç vermemesinin ardından, yanına aldığı 37 köylüyle birlikte silahlı ayaklanmayı başlattı ve nihai çözüm yolunu ilan etti: siyasi iktidar için mücadele ve sosyal adalet temelinde sosyalizme doğru yürüyen bir toplumun kurulması.

    Washington ve oligarşi demokratik yollardan mücadeleye en ufak bir imkan tanımadıkları için biz tek mümkün yolu seçtik ve FARC böyle doğdu!

    Eşi görülmemiş stratejist, dahi yol gösterici, 60 yıl boyunca yoksulların hakları için ve güçlülerin şiddetine karşı verilen kavgada sayısız muharebenin yenilgi bilmeyen lideri, büyük düşünürlerin gerçeklere dayanarak kurdukları teoriyi özümseyip onu her günkü pratik mücadelesine uygulamayı bilmiş ve bütün zamanların en önde gelen devrimci liderlerinden biri olarak kendini yetiştirmiş bütüncül bir devrimci.

    İnsanlık tarihi, 60 yıllık silahlı direnişi boyunca, Marquetila’daki Plan Laso, Cordillera Central’deki Sonora Operasyonu, Casa Verde Operasyonu, Destructor 1 ve Destructor 2 operasyonları, Plan Patriota, Plan Colombia gibi sayısız muazzam askeri imha operasyonlarından, onun koşullarında başka bir insanın böylesine yara almadan ve daha da güçlenerek çıkmayı başardığına tanıklık etmemiştir.

    Bütün bu muharebelerde ve başkalarında, Komutanımız bilgeliğini ve yeteneklerini göstermiş ve en zor koşullardan bile başarıyla ve bizlere de yolu göstererek çıkmasını bilmiştir.

    Sonsuz bir üzüntüyle, Komunatımız Manuel Marulanda Vélez’in 26 Mart günü bir kalp krizi sonucunda, kısa bir rahatsızlıktan sonra, yoldaşlarının kollarında yaşamını yitirdiğini bildiriyoruz…

    Onun çapında bir yol göstericiye layık bir cenaze töreni yapıldı. Binlerce ve binlerce FARC gerillası ve Bolivarcı militan ve Kolombiya’da ve tüm dünyada FARC’a karşı yürütülen iğrenç medya kampayasına rağmen kendisine büyük bir hayranlık ve sevgiyle bağlı olan milyonlarca insan adına, onu fiziksel olarak aramızdan uğurladık.

    Onlara ve ailelerine şükran ve dostluk duygularımızı iletiyoruz.

    Bu büyük lider bize, onun yanında geçen yıllarımız boyunca bize öğrettiği sayısız dersleri bırakıyor, acımızın orta yerinde, bütün gücümüzle onun devrimci ilkelerimiz, planlarımız, tasarılarımız ve halkın davasının zaferine olan derin inancını; zorluklara sabırla göğüş germede gösterdiği sağlamlığı ve varlığımızın bütün anlarında kararlılıkla ileriye yürümemizi mümkün kılan içimizdeki güçlü birliği korumanın can alıcı anlamını vurguluyoruz.
    Şu an sürmekte olan, Latin Amerika tarihindeki bir devrimci organizazyona karşı yürütülen en büyük gerici saldırı koşulları altında, sımsıkı birleşmiş olarak ve tam bir iyimserlikle tüm zorlukları aşarak kavgamızı sürdüreceğiz.

    Simon Bolivar, Jacobo Arenas ve Manuel Marulanda Velez’in bayrakları ellerimizde, Yeni Kolombiya, Büyük Latina Amerika Vatanı ve Sosyalizmi kuruncaya kadar kesintisizce mücadelemizi sürdüreceğiz. Komutanımızın mezarı önünde and içiyoruz!

    Savaş duraklamıyor ve kavga sürüyor. Oybirliğiyle Sekretaryanın ve Ordu Merkez Komitesi’nin başkanı olarak Yoldaş Alfonso Cano seçilmiştir. Yoldaş Pablo Catatumbo tam üye ve Yoldaş Bertulfo Alvarez’in yedek üye olarak MK’ne alınmasına karar verilmiştir.

    Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.

    FARC yanlısı bütün güçler, her bölgede ve bütün ülke sathında, varolan planlar doğrultusunda ve zaferin bir garantisi olarak sivil halkla sıkı bir bağ içinde ileri doğru hareket etmeyi sürdürecektir.

    Oligarşinin bizlerden 60 yıldan bu yana çalmış olduğu demokratik bir barış ve huzurlu bir yaşam için, her fırsatta yeniden gündeme getirdiğimiz insani anlaşmalar ve savaştan çıkış politikalarıyla ilgili önerilerimiz Bolivar Platformunun Manifestosunda ifade edilen biçimiyle geçerli olmaya devam edecektir.

    FARC’ın 44. yılını yaşadığımız şu günlerde, Komutanlarımız Manuel Marulanda Velez’in, Jacobo Arenas’ın, Raul Reyes’in, İvan Rios’un, Efraim Guzman’ın ve yaşamlarını hiç bir karşılık beklemeden yalnızca devrimci kişiliklerinin ayrılmaz bir parçası olan ortak iyilik için mücadele etmek adına yoksulların davasına adayan ve feda eden bütün savaşçıların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

    Commandante Manuel Marulanda Velez: HALK İÇİN ÖLMEK SONSUZA KADAR YAŞAMAKTIR!

    Vatanın kutsal mihrabı önünde: ZAFERE AND İÇİYORUZ!

    FARC-EP ORDU MERKEZ KOMİTESİ SEKRETARYASI

    Mayıs 2008

    Kolombiya Dağları

    çeviri birimi WWW.STALİNKAYNAK.COM

  • işsizlik

    05.06.2008 - 20:11

    Bir ekonomide çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin (15 yaş ve üstündekiler) olması halinde, söz konusu ekonomide işsizlik var demektir.O halde, çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlere işsiz denir.

    Bir ekonomide işsiz miktarı ise, söz konusu ekonomide işi olmayan ve cari ücret düzeyinde çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin miktarıdır.

    Bir ekonomideki işsizlik oranı ise, söz konusu ekonomideki işsizlerin toplam işgücü (çalışanlar + işsizler) içindeki payı ifade eder.

    İşsizlik oranı = (İşsizlerim miktarı/toplam işgücü) X100’dür. İşsizlik oranlarının ülkelere göre listesi bağlantısından işsizlikte dünya sıralaması görülebilir.

    (OCAĞIMIZ VAR AŞIMIZ YOK DEVLETİMİZ VAR İŞİMİZ YOK) ..! ! !

    [email protected]

  • partizan

    04.06.2008 - 20:04

    PARTİZAN (çetecilik)

    İkinci Dünya Savaşında müttefik güçlerine destek olmak amacıyla oluşturulan ve gerilla savaşı ('partizan savaşı' da denir) veren silahlı halk güçlerinin genel adı. Yabancı bir güç ya da bir işgal ordusunun kontrolü altındaki bir bölgeyi kurtarmak için mücadele veren her türlü gayri nizami silahlı birlik için de bu adlandırma kullanılır.

    'Partizan' terimi ilk kez John von Ewald tarafından 'Partizan Savaşı Üzerine İnceleme' (1789) kitabında kullanıldı. Von Ewald Amerikan Devrimci Savaşı'nda yer alan Hesse Birliklerinde savaşmış ve 19 ve 20. yüzyılın 'gayri nizami' savaşı denilebilecek olayla bizzat karşılaşmış bir askerdi. Başlangıçta partizan savaşı nizami birliklerin yanında, düşman hatlarının gerisine geçerek düşmanın iletişim imkanlarına ve logistiğine zarar verecek ve düşmanı cepheden çekilmeye zorlayacak gayri nizami birlikler olarak görülüyordu. Bu düşünce daha sonraki Amerikan İç Savaşı'nda görülen 'partisan devriyeleri'ne temel teşkil etti. Bu savaşta yer alan John S. Moby gibi Konfederasyon taraftarı partizan liderleri von Ewald ve daha sonra da ünlü savaş sanatı uzmanları Jomini ve Clausewitz tarafından tarif edilmiştir. 19 yüzyıl ortasındaki Partizanlar akıncı süvarilerden, ya da diğer organize-olmayan/yarı-organize gerilla güçlerinden büyük ölçüde farklıydı.

    Temel olarak 19 yüzyıl partizanları günümüzün Komando ya da Devriye güçlerine benzemekteydi. Partizan terimi -işgalci ordulara saldıran gayri-nizami birlikler biçimindeki- günümüzde hakim olan anlamını ancak İkinci Dünya Savaşındaki Nazi işgaline karşı yaygın direnişle birlikte kazanmıştır. Her ne kadar işgalci güç tarafından çoğu zaman 'terörist' olarak adlandırılabilse de partizanlar savaş hukuku açısından yine de uluslarını yabancı saldırgandan kurtarmak için savaşan, ulusal ordunun üniformalı üyeleri olarak kabul edilir.

    [email protected]

  • kenan evren

    01.06.2008 - 20:51

    YAŞASAYDI ÖLDÜRÜLMESEYDİ ERDAL ABİMİZ OLACAKTI...! !

    (d. 25 Eylül 1964 - ö. 13 Aralık 1980) , 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyl hüküm giyen ve asılarak idam edilen Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.

    Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.[1] Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi.

    Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş Ay'a, 'avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını' söyledi.

    Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.[3] Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.

    KENAN EVRENİ ASMAYALIMDA BESLEYELİM

  • haksızlık

    01.06.2008 - 20:44

    HAKSIZLIK VAR SİVAS MAHKEMESİNDE HİÇ UMUT YOKTU


    Sivas Katliamı veya Sivas Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 33 Alevi yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.

    Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pek çok aydının yanı sıra Aziz Nesin bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti.

    2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinde çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.

    Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10.000'e ulaşan grup, Kültür Merkezi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na geldi. Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlayan grup ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam etti. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak oteli tutusturalan perdelerler ve alt kattaki bulunan esyalarla birlikte yakildi otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen,Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin'in de bulunduğu 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin'i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.

    Olaylar sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ile 2 saldırgan yaşamını yitirdi. Gene olaylar sırasında Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk büstü tahrip edildi. Akşam saatlerinde valilikçe ilan edilen ”2 günlük sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hakimiyet sağlayabildi.

    HAKSIZLIĞIN VE ADALETİN OLMADIĞI YERDE DİRENMEK HAKTIR...! !

  • kavga

    01.06.2008 - 20:40

    KAVGAYI SEÇTiM

    Kata kata katılmış
    Sata sata satılmış
    Bu nebiçim düzen bu
    Çağ dışına atılmış

    Aç doymaz esnemekle
    Yol bitmez beklemekle
    Yıkılırmı bu düzen
    Yıkılasın demekle

    Sen söyle ben yazayım
    Derdi derde dizeyim
    Ver elini ban ki
    Şu düğümü çözeyim

    Toprağı ektim buyur
    Denizi çektim buyur
    Sen efendi ben uşak
    Kavgayı seçtim buyur


    EY DÜNYA KAVGAYI SEÇTİK YAŞAMAK UĞRUNA İNSALIK İÇİN..! !

  • mesut yılmaz

    01.06.2008 - 10:44

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    TÜRKİYE TARİHİMİZN EN ŞANLI HIRSIZ,SİYASET VE BRÜKRASİ ADAMIDIR ONUN GİBİSİ KOLAY ÇIKMAZ....! ! !

  • Bülent Ecevit

    01.06.2008 - 10:41

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    ' HEP HALKINA UMUT BİRİDİR GÜYA' OVAL OFİSTE ÇOCUK GİBİ BİL CLİNTONUN KARŞISINDA HİZAYA GEÇİP HALKIMIZI DAHA FAZLA BORCA BATIRDI ARKASINDA BORÇ HARÇ BIRAKTI HALKINA (DSP'YE 78 TRİLYON BIRAKTI) KRİZLE KUNDAKDA YAVRUCUKLAR AÇLIKTAN ÖLDÜ İŞTE KARAOĞLANIN MİRASI....! ! !

  • Erdal İnönü

    01.06.2008 - 10:33

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    BİR ZAMNALARIN EFSANEVİ KAHRAMANI HALKINI AMERİKAYA DAHA FAZLA SATARKEN GERÇEKTEN YAŞ GÜNÜ VEYA SATIŞ PASTAMIZI UNUTTU YADA UNUTULAR....! !

  • turgut özal

    01.06.2008 - 10:28

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    VATANI SATAN HALKINA SEFİLİĞİ LAİK GÖRNELER HEP KAHRAMAN OLUR BU ÜLKEDE.(sopalı kenanın boyalara bulanmış bürünmüş hali tontiş) ...! ! !

  • süleyman demirel

    01.06.2008 - 10:24

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    ÜÇ FİDAN DALINI BUDATTIRDI YETMEDİ KÖKÜNE BENZİN DÖKTÜ YAKTI...! ! !

  • kenan evren

    31.05.2008 - 17:38

    DEMİR BAŞ

    Küçücük bir çocuktum
    Sebebini bilmeden
    Sokağa çıkamadık
    İhtilal oldu sandık

    Sonra biraz büyüdük
    Alfabeyi bitirdik
    Azı dişim çıkmıştı
    Sünnet bile olmuştum

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kennedy öldürülmüş
    Migros açılmamıştı
    Beatles ortada yokken
    Ekonomi bomboktu

    Zeki Müren ortada
    Bülent Ersoy erkekti
    Vietnam savaşını
    Kendisiyle başlattı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Sonra aya gidildi
    Evelallah dönüldü
    Suya yazı yazıldı
    İçimiz rahatladı

    Mao henüz ölmemiş
    Ortaokul bitmemiş
    Yahya işe başlarken
    Bankalar hep bomboştu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Bilgisayar bulunmuş
    Deniz Gezmiş asılmış
    Papa yine değişmiş
    Mandela hapisteydi

    Çevre kirlenmemişti
    İbo evlenmemişti
    Ajda boşanırken
    Dolar yine çıkmıştı

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kırat attan inerek
    Kemerini sıkmıştı
    Halk üstüne binince
    Başımıza çökmüştü

    Hak hukuk düzen vardı
    Çüş demesi çok zordu
    Ortaokul biterken
    Yine ihtilal oldu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Kenan sopalısıydı
    Turgut boyalısıydı
    Pek anlamazdı ama
    Mesut hopalısıydı

    Naim kaldırıyordu
    Zalim bastırıyordu
    Dün dündür bugün bugün
    (diye) Gafil avlanıyordu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Paşa resim yapardı
    Sabancı'ya satardı
    Netekim ben demezsek
    Anasını satardı

    Tonton dayanamadı
    Hepimizi batırdı
    Efelerin efesi
    Muz ağacına tutundu

    Ecevit hep umuttu
    Erdal bizi uyuttu
    Yaş günü pastamızı
    Vestiyerde unuttu

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    Arabamız evimiz
    İki anahtarımız
    Nasıl da inanmıştık
    Verir diye babamız

    Ne padişah ne sultan
    Bi enişten bi ablan
    Yanında bir de baban
    Sefam olsun yaradan

    Süleyman hep başbakan
    Başbakan hep Süleyman

    GÜN OLA DEVRAN DÖNE DOĞACAK VE BATACAK GÜNEŞLE..! ! ! !

  • sivas katliamı

    30.05.2008 - 21:12

    SİVAS KATLİAMI UNUTMADIK UNUTURMAYACAĞIZ..........! ! ! ! ! ! ! ! !


    Pir Sultan Abdal, Sivas Yıldızeli İlçesi’ne bağlı Banaz Köyü’nde yaşamıştır. Halkın diliyle ve sazıyla halk kültürünü yaygınlaştıran ve yaşatan bir ozandır. Osmanlı yönetiminin baskı, katliam ve soygununa karşı çıkarak halkı örgütleyen bir halk öncüsüdür. Bu özellikleri ve uğraşları nedeniyle Osmanlı yönetiminin şimşeklerini üstünde toplamış; sonuçta Sivas’ta asılmıştır. Osmanlı yönetimi, Pir Sultan Abdal’ı asmakla da yetinmemiş, deyişlerini, şiirlerini de yasaklamıştır. Tüm baskı ve yasaklara karşın, halk, Pir Sultan Abdal’ı unutmamış; 400 yıldan beri deyişlerini, şiirlerini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktararak bugünlere getirmiştir.

    Banaz Halkı, kendi öncüsü ve piri olan Pir Sultan Abdal’ın ilkelerini ve kültürünü örgütlü olarak yaşatmayı amaçlar. 1976’da Banaz Köyü’nde “Pir Sultan Abdal” adıyla bir dernek kurulur. Derneğin öncülüğünde ve yöre halkının katkıları ve katılımıyla her yıl Pir Sultan Abdal etkinlikleri düzenlenmektedir. Ayrıca Yıldız Dağı’na bakan tepenin üstüne, 8 metre boyunda tunç kaplamalı bir Pir Sultan Abdal heykeli yaptırılır. Ne var ki 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yöneticileri, diğer dernekler gibi bu derneği de kapatırlar. Sevenleri, Pir Sultan Abdal’ı yaşatmaya kararlıdır. 1988’de Ankara’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’ni kurulur. Eskiden olduğu gibi, Banaz Köyü’nde her yıl Pir Sultan Abdal Etkinlikleri düzenlenmeye de başlanır.

    1-4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecektir. Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal, tüm ezilenlere, demokrasi ve özgürlük yanlısı olan herkese mal olmuş bir simgedir. Pir Sultan’ın bu özelliğinden hareket eden Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri, etkinlikleri demokrasi ve özgürlük yanlısı kesimlerin temsilcileriyle ortaklaşa yapma kararı alır ve bu amaçla, çeşitli demokratik kitle örgütlerine, yazarlara, ozanlara, sanatçılara çağrı yaparlar.

    Çağrı mektubu şöyledir:

    “Sayın Başkan ve Yönetim Kurulunun Değerli Üyeleri; “Önce bir hususun altını sevinerek çizmek gerekiyor. Hepimizin mutlulukla izlediği bir örgütlenme sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreci başlatma şansının bizlere ve bizim kuşaklarımıza nasip olması, kuşkusuz ayrı bir onur nedeni olarak kabul edilmelidir. Tarih, ulusumuzun ve yaşamsal donanımımız olan kültürümüzün asimile edilerek Araplaştırılmasına ve sonuç olarak da yok edilmesine karşı gösterilen direncin örnekleriyle doludur. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Atatürk'ün uluslaşma, laikleşme ve çağdaşlaşma çabalarıdır. Bunun yanında Alevi yurttaşların Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde dinsel gericiliğe, din devletine, dinin siyasete ve kişisel çıkarlara alet edilmesine karşı verdiği mücadelenin sayısız örnekleri de tarihi birer gerçek olarak ortadadır. Bunlardan en çarpıcı örnek de PİR SULTAN ABDAL'dır.

    “Çağdaş ve ilerici bir yaklaşım örgütlülüğün önemli bir kilometretaşı olan dernek ve vakıflarımızın giderek amacına daha uygun işlevleri üstleneceğine inancımız tamdır. Evrensel yanları bugüne dek fazla yansımayan Alevi kültür ve folklorunun, ulusumuzun tümüne ve insanlığa kazandırılması konusundaki çabalarımızı tarih kuşkusuz tespit edecek ve değerlendirecektir.

    “Canlar,

    “Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı güzel Anadolumuzun evrensel isimleri adına kültür şenlikleri düzenliyor. Ancak siyasi iktidarın bu kapsamda ünlü düşünür Hacı Bektaş Veli adına düzenlenen şenliklerde Alevi felsefesinin özünü saptırmaya çalıştığını, onu siyasi araç yaptığını hepimiz üzülerek izliyoruz. Bunun en somut ve çarpıcı örneği, ANAP döneminin Ülkücü Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'tir. Zeybek'in o ünlü konuşmasında, Hacı Bektaş Veli'nin Ahmet Yesevi tarikatına bağlı olduğunu, ondan feyz aldığını kanıtlamak için büyük çaba sarfetiği hâlâ hatırlardadır.

    “Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa ve benzeri halk önderleri adına düzenlenen şenlikler, bizler için mihenk taşlarıdır. Bu şenlikler, Anadolu kültürünün gün ışığına çıktığı, yaşadığı, ete kemiğe büründüğü, renklendiği, insanları etkilediği ve kitleselleştirdiği devinimlerdir. Bu şenliklerin siyasi amaçla kullanılmasına asla izin vermemeli, onlara sahip çıkmalı ve özünün korunmasına gerekli özeni göstermeliyiz. Bunu sağlamak için de ev sahipliğini biz yapmalıyız, şenlikleri bizler yönetmeliyiz.

    “Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne sürekli evsahipliği yapan derneğimizin Yönetim Kurulu, yukarıda bilgilerinize sunulan özet görüşlerden yola çıkarak, farklı bir yol ve yöntemi önermekte, evsahipliğini de bölüşmek istemektedir. Bu şenliklerde kültürümüz, en anlamlı şekilde ortaya konmalı, bizler tarafından dikkatle izlenmeli ve konuklara keyifli bir ortam sunulmalıdır. Basının, TV'nin şenlikleri takip etmesi sağlanmalı ve bu yoldan şenliğe katılamayan yurttaşlarımıza da ulaşılmalıdır. Laiklik ve demokrasi konusundaki çabalarımızın kitleselliğe dönüşmesine ve kamuoyuna mal olmasına bu şenlikler büyük katkı sağlamalıdır. Bu nedenle yazımız ekinde sunulan Şenlik Programı'nda sıralanan etkinliklerin, dernek ve vakıflarımız arasında paylaştırılması düşünülmektedir. Örneğin; bir kuruluşumuz semah ekibi ile katılarak katkıda bulunacaksa, bir başka kuruluşumuz gazetecileri, panelistleri, sanatçıları veya TV ekibini götürmeyi, bunlara araç sağlamayı, konaklama için yer ayırmayı vb... görevleri üstlenerek katılabilirler.

    “Sevgili Canlar; “Bu mektubumuz yurtiçi ve yurtdışında olmak üzere yaklaşık olarak elli kuruma gönderilecektir. Pek doğal olarak, özellikle yurtdışındaki kuruluşlarımızın organizasyon içerisinde aktif bir görev almaları ve yerine getirmeleri çok zor görünmektedir. Bu kuruluşlarımızdan bütçeleri ölçüsünde, sembolik de olsa bu organisazyona katkı beklediğimizi belirtmek istiyoruz. Ancak bu kuruluşlarımızın yönetici ve üyeleri, tatillerini şenlik tarihine denk getirir ve konuğumuz olurlarsa, hem şenliğimizi onurlandırırlar, hem de bizi mutlu kılarlar. Şenlik düzenlenmesine aktif veya maddi olarak katkıda bulunacak kuruluşlar, uygun görecekleri bir ismi de tespit ederek Şenlik Komitesi'ne önereceklerdir.

    “Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri'ne maddi veya manevi olarak katılmayı düşünenlerin ve “Şenlik Komitesi Üyeleri’nin isimleri, dergimizin 7. sayısında ilan edilecektir.

    Önerilerimize olumlu yaklaşım gösteren kuruluşlarımızın değişiklik öneri veya düşünceleri varsa, onları en geç 15 Mayıs 1993 tarihine kadar bize bildirmelerini rica ederiz. 22. 04. 1993

    Saygılarımızla...

    Rıza AYDOĞMUŞ Murtaza DEMİR
    Gen. Bşk. Yrd. Genel Başkan

    “Derneğin çağrısına çok sayıda örgüt, yüzlerce yazar, ozan, sanatçı, semah ve tiyatro ekibi olumlu yanıt verdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin yöneticileri, Kültür Bakanlığı’nın ve Sivas Valiliğinin katkılarını da istemişlerdir. Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliği, bu istemi olumlu karşılar ve mali katkı yanında, konaklama ve ağırlama konusunda da katkıda bulunulacağı bildirilir. Hatta, Sivas üst Düzenleme Kurulunda, Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü Mehmet Talay da yer alır.

    30 Haziran 1993 akşamı, ozanlar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan yüzlerce kişi otobüslerle Ankara’dan Sivas’a hareket eder. Sivas halkı, konuklarını coşkuyla karşılar.

    1 Temmuz gününün programı oldukça yoğundur. Sivas Kültür Merkezi’nin konferans salonu tıklım tıklım dolmuştur. İzleyicilerin çoğunluğu ayaktadır. Salonun içindekiler kadar bir topluluk da dışarıda kalmıştır. Saygı duruşundan sonra, PSAKD’nin Genel Başkanı Murtaza Demir bir açış konuşması yapar. Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in konuşmasından sonra Yazar Aziz Nesin konuşur. Daha sonra sahneye gelen halk oyunları ekibi salonu coşturur.

    Öğleden sonra Buruciye Medresesi’nde kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışı yapılır. Yazarların imza masalarının önündeki okuyucular onlarca metrelik kuyruklar oluşturmuştur. Halkla yazarlar ve sanatçılar bir aile gibi kaynaşmışlardır.

    Saat 17.00’de Kültür Merkezi’nde Hasret Gültekin’ in dinletisinden sonra, “Çağların Pir Sultanlarından Günümüz Pir Sultanlarına“ başlığıyla düzenlenen panel başladı. Yazar - Gazeteci Sami Karaören’in yönettiği panele, Asım Bezirci, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Aydın Çubukçu ve Hüseyin Gülkanat panelist olarak katıldılar.

    Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin birinci günü, halkın ilgisi ve coşkusuyla noktalandı. Etkinlikleri izleyen Sivaslılar, kent dışından gelenleri evlerine konuk etme yarışına girmişlerdir. Konukların bir kısmı evlere dağılırken, bir kısım konuk da otellerde kalmayı yeğlemiştir.

    2 Temmuz günü programı saat 10.00’da başladı. Şenlik ekipleri, bir gün önceki yoğun çalışmanın yorgunluğuna aldırmadan, günün etkinliklerinin daha başarılı ve coşkulu geçmesi için hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı.

    Buruciye Medresesi’ndeki fotoğraf ve kitap sergilerine gösterilen ilgi aynı yoğunlukta sürüyordu. Salonun açılışından çok önce gelmiş insanlar, ellerindeki kitapları imzalatmak ve değerli yazarlarla sohbet edebilmek için heyecanla bekleşiyordu.

    Saat 14.00’deki Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın dinletisinden sonra, “Medya ve Emperyalizm” paneli yapılacaktı. Hasan Uysal’ın yöneteceği panele, Sami Karaören, Raif Türk, Şükrü Günbulut, Mustafa Yalçıner ve Soner Doğan da panelist olarak katılacaktı. Kültür Merkezi’nde 1500 kadar izleyici bulunuyordu.

    Bu çalışmalar sürdürülürken, bazı cami önlerinde ve yakınlarında birtakım gruplaşmalar görüldüğü ve bir saldırı olabileceği haberi fısıltı halinde yayılıyordu.

    b) Saldırı Başlıyor

    PSAKD’nin Sivas’taki etkinliklerine yönelik saldırı, anlık bir tepkinin ürünü değildir. Bu saldırının planlı bir hazırlık süreci sonrası başlatıldığı olaylardan sonra ortaya çıkmıştır. Irkçı-şeriatçı örgütler, Malatya, Kahramanmaraş, Elazığ, Çorum, Tokat, Kayseri gibi çevre illerdeki deneyimli militanlarını Sivas’a taşımışlar ve militanlar, Belediye’nin ve dini vakıfların yurtlarında konuk edilmişlerdir. Bu hazırlıklara ek olarak Sivas halkının dini duygularını tahrik amacıyla bildiri dağıtılmış ve camilerde dar kadrolu toplantılar yapılmıştır.

    Saldırı ve katliamdan iki gün önce dağıtılan bildirilerden biri şöyle:

    “MÜSLÜMAN KAMUOYUNA

    “Bismillâhirrahmânirrahim “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından ileridir. Onun hanımları da mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb:6)

    “Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü (S.A.V.) ’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine (Kâbe’ye) ve kitab’ı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır.

    “Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.

    “Bu şeytanî oyunlara karşı, izzetli ve duyarlı Müslümanlar yiğitçe mücadele ortaya koyarak, bu uğurda canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir.

    “Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de; AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) ’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur. Bu olay, dünyanın değişik yerlerinde kâfir devletler tarafından dahi kabul görmezken, basımına müsaade edilmezken, ne yazık ki laik ve ikiyüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısmı da hapishanelere atılmıştır.

    “Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir

    “Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:

    “İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.

    “Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.

    “Gün, Allah (C.C.) ’ın vahyi Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (S.A.V.) ’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulması günüdür.

    “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.’ (Nisa:76)

    “Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.

    ”MÜSLÜMANLAR” 4

    Saldırı ve katliam gecesi 1 Temmuz akşamı da başka bir bildiri evlere dağıtılır:

    “ Halkımıza Çağrı;

    “Müslüman halkın yaşadığı bu ülkede, İslam için binlerce şehit verilmiş bu topraklarda, bir kesim tarafından, ‘basın özgürlüğü, düşünce hürriyeti’ adı altında, Müslümanlar’ın kutsal değerlerine sözlü veya yazılı olarak kimse saldıramaz.

    “Biz Müslümanlar, canımız pahasına da olsa, bu değerlerimizi korumakta kararlıyız.

    “Müslüman halkımızdan bu konularda duyarlı olup, İslam’ın değer yargılarını alaya alanlara izin vermemelerini, ne pahasına olursa olsun bunu engellemeyi dini bir görev olarak bilmelerini, bu alçaklar karşısında susulduğunda, yarın mahşerde Allah’a nasıl hesap vereceğimizi düşünmelerini istiyoruz.

    “ ‘Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeyi gerekir. O’nun eşleri, onların anneleridir...’ (Ahzâb Suresi, Ayet: 6)

    “ ‘Ve kâfirlerin hesapları varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah hesabı çabuk görendir.’ (Enfal Suresi, Ayet: 30)

    “ ‘Kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.’ (Saff Suresi, Ayet:8)

    “Not: Bu yazıyı okuyan, Allah rızası için çoğaltarak dağıtsın.

    ”MÜSLÜMANLAR” 5

    Etkinliklerin ikinci günü, Sivas’taki sağ eğilimli yerel basında (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke, Taraf) da halkı tahrik edici başlıklarla bezenmiş haberler çıkmıştı. Tertipçiler, saldırıya geçmek için koşulların yeterince olgunlaştığı kanaatine varırlar. 2 Temmuz günü, camiler tıklım tıklım dolar. Bazı saldırganlar cuma namazını tam bitmemiş olacak ki, bir yanda ellerinde sopalar, bir yanda yarı bırakılmış namazlarını tamamlamak için sağına, soluna selam vererek koşuyorlardı.

    2 Temmuz Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı. Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar; taş ve sopalarla Kültür Merkezine saldırdılar.

    “Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak“ sloganları atan gruplar, Kültür Merkezi’nde bulunan 1500 kişinin üzerine saldırır. Ancak, etkinlikleri izlemekte olanların direnişleriyle karşılaşan ve sayıca görece az olan saldırganlar, geri çekilmek zorunda kalır. Saldırganlara sürekli olarak yeni katılımlar olmaktadır. Çeşitli camilerden çıkanlar, koşarak saldırganlara katılmaktadır. Kalabalık gruplar, Kültür Merkezi’ne bir kez daha saldırırlar. İzleyiciler ve görevliler bir yandan saldırıya karşı barikat kurarak direniyor; öte yandan da içerideki insanları boşaltmaya ve arabalarla başka yerlere göndermeye çalışıyorlardı. Olay yerinde yeteri sayıda güvenlik gücü yoktu. Olanlar da saldırıyı engelleyecek güçte değillerdi. Kültür Merkezi’nin camları, kapıları ve pencereleri yerle bir edilmişti.

    Nihayet, Kültür Merkezi boşaltıldı ve saldırıya uğrayanlar güvenli bölgelere gönderildi. Bu arada, yeni katılımlarla saldırganların sayısı onbine yaklaşmıştı. Gözlerini kan bürümüştü ve dişlerini gıcırdatarak parçalayarak insan arıyorlardı. Saldırgan kitle, isteğine ulaşamamanın verdiği hırsla Kültür Merkezi’nden Valiliğe yöneldi.

    Valilik önünde toplanan binlerce saldırgan, “Şerefsiz vali istifa, Sivas size mezar olacak, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Yaşaşın şeriat, Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz...” sloganlarıyla binayı taşa tuttular...

    Saldırganların bir kolu, yeni dikilen “Halk Ozanları Heykeli”ne yöneldi. Heykeli kazma ve balyozla parçalayarak sürüklemeye başladılar. Bu arada, kimi saldırganların dişlerini heykele geçirmeye çalıştığı görülüyordu. Diğer bir grup da, Kongre Müzesinin yanında bulunan Atatürk heykeline saldırdı, yere düşürdükleri Atatürk heykelini de sürüklemeye başladılar. Saldırganların sayısı giderek 15 bine yaklaşmıştı. Şeriat istemlerini ve sloganlarını haykırarak etkinlik konuklarının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Otelde, kent dışından gelmiş ve çoğunluğu yazar, ozan ve sanatçı yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Saldırı üzerine, güvenliğin daha kolay sağlanacağı düşüncesiyle otele gelmiş insanlar tedirgin oldular. Otelin önünde az sayıda polis vardı ve saldırganlara, “Dağılın, yapmayın” demekten öte bir müdahalede bulunacak gibi görünmüyorlardı.

    Otelde bulunanlar, tehlikenin ayırdında idiler. Telefonla Sivas Valisi’ni, Emniyet Müdürünü ve diğer yetkilileri arayarak önlemlerin artırılmasını istediler. Bununla da yetinmediler, telefonla Ankara’da bulunan Başbakanı, Başbakan Yardımcısını, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aradılar. Oteldekiler arasında olan halk ozanı, 1987-1991 dönemi SHP milletvekilli Arif Sağ da, telefon başından ayrılmıyor, Ankara’da SHP milletvekili Cevdet Selvi’yi, Bakan Seyfi Oktay’ı, İstanbul eski belediye başkanı Nurettin Sözen’ i arayarak saldırının korkunçluğunu anlatıyor, bir an önce önlem alınmasını istiyordu. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Ulaşılan her yetkili, “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır” yanıtını veriyorlardı.

    Saldırganların amacını sezinleyen Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de saat 14.30’da Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı telefonla arayarak bilgi vermiştir. Saldırının giderek bir katliama dönüşeceğini gören Sivas Valisi, çok tedirgin olur ve Ankara’yla telefon irtibatını hiç kesmez. Saat 14.40’da yeniden İçişleri Bakanı’nı ve müşteşarını arar, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirir. Vali yine de rahatlayamaz. Saat 18.45’te Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nı tekrar arar ve mutlaka yardım edilmesi gerektiğini bildirir. Çevre illerden de yardım istenmektedir.

    Sivas Valisi’nin bunca çabalarının ve görüşmelerinin sonucu, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis; Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 Polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 Jandarma olmak üzere 71 güvenlik görevlisi gelmiştir. Sivas Tugay Komutanı 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi er göndermiştir. Askerler saldırganların arkasında bir yerde nöbet tutarcasına bekletilir. Bir ara Tugay Komutanı da olay yerine gelir ve sağa sola bir göz attıktan sonra ayrılır.

    Otel’de bulunanların Ankara’daki yetkililerle yaptığı telefon görüşmeleri ve önlem istemleri de dikkate alınmamıştır. Bu girişimler ve devletin duyarsızlığı değerlendirildiğinde saldırganların korunduğu tartışması gündeme gelmektedir.

    Madımak Oteli’ne sığınmış yüzlerce kişi, pencerelerden saldırganların oteli yakmaya çalıştığını izlemekte, korku içinde beklemektedir. Saldırganlar, can almadan ayrılmayacak gibidir. Karanlık çökmüş, elektrikler de kesilmiştir. Saldırganlardan kimileri, otelin önündeki arabaları ters çevirerek ateşe vermekte, kimisi de bidonlarla benzin taşıyarak otelin içine atmaktadır. Alevler, otelin giriş ve alt katlarını sarmaya başlamıştır. Sivas İtfaiyesi gecikmeli de olsa yangın yerine gelmiş, ancak saldırganlar itfaiyenin çalışmasını engeller. Hortumlar kesilir, arabaların lastiklerinin havası boşaltılır.

    Yangın oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. Artık ölümün çok yakınında olduklarını biliyor ve ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Yangın bütün oteli sarmıştır. Cinnet halindeki kalabalık, ölüm haberlerini beklemektedir. Dışarıda gözlerini kan bürümüş katiller, otelden gelen yanmış insan eti kokusunu ciğerlerine çekerken, Ankara’daki bakanlar ve yetkililer de kokteyllerde kadeh kaldırıyorlardı.

    4 Temmuz günü, Sivas’ın Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardı. İtfaiyenin merdivenli arabası otele yaklaştı.

    Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli merdivenlerden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler.Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli, itfaiyenin merdivenlerinden aşağıya atıldılar. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar ambulansla değil polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesine götürüldü.

    Yaşamını Yitirenler

    1) Behçet Sefa AYSAN Şair - Ankara

    2) Yeşim ÖZKAN Sanatçı - Ankara

    3) Nurcan ŞAHİN Sanatçı - Ankara

    4) Muhibe AKARSU Misafir - Ankara

    5) Muhlis AKARSU Sanatçı - Ankara

    6) Murat GÜNDÜZ Sanatçı - Ankara

    7) Handan METİN Sanatçı - Ankara

    8) Ahmet ÖZYURT Sanatçı - Ankara

    9) Huriye ÖZKAN Sanatçı - Ankara

    10) İnci TÜRK Sanatçı - Ankara

    11) Özlem ŞAHİN Sanatçı - Ankara

    12) Yasemin SİVRİ Sanatçı - Ankara

    13) Asuman SİVRİ Sanatçı - Ankara

    14) Uğur KAYNAR Şair - Ankara

    15) Sehergül ATEŞ Sanatçı - Ankara

    16) Gülender AKÇA Sanatçı - Ankara

    17) Gülsün KARABABA Sanatçı - Ankara

    18) Mehmet ATAY Sanatçı - Ankara

    19) Hasret GÜLTEKİN Sanatçı - Sivas

    20) Serkan DOĞAN Sanatçı - Ankara

    21) Muammer ÇİÇEK Sanatçı - Tokat

    22) Belkıs ÇAKIR Sanatçı - Ankara

    23) Asaf KOÇAK Karikatürist - Ankara

    24) Edibe SULARI AĞBABA Misafir - İsviçre

    25) Menekşe KAYA Sanatçı - Ankara

    26) Koray KAYA Çoçuk - Ankara

    27) Serpil ÇANİK Sanatçı - Ankara

    28) Erdal AYRANCI Yönetmen - Ankara

    29) Asım BEZİRCİ Yazar - Ankara

    30) Sait METİN Sanatçı - Ankara

    31) Carina Cuanna THUIJS Misafir - Hollanda

    32) Nesimi ÇİMEN Sanatçı - İstanbul

    33) Metin ALTIOK Şair, Yazar - Ankara

    34) Kenan YILMAZ Otel görevlisi - Sivas

    35) Ahmet ÖZTÜRK Otel görevlisi - Sivas


    Yaralananlar:

    1) Aziz NESİN 27) Oktay SAMUR
    2) Lütfiye AYDIN 28) Kadir ARDIÇ
    3) Cafer Can AYDIN 29) Ahmet BAYRAM
    4) Aydoğan YAVAŞLI 30) Faruk YALÇIN
    5) Melahat YAVAŞLI 31) H.İbrahim DARBİÇER
    6) Kamber ÇAKIR 32) Ahmet YAPAR
    7) Lütfi KALELİ 33) Şaban YILMAZ
    8) Serdar DOĞAN 34) Selahattin ÖZASLAN
    9) Gülay ŞAHİN 35) Nurettin DARIKA
    10) Makbule ÇİMEN 36) Sabri KANGAL
    11) Nuray ÖZKAN 37) Birsen GÜNDÜZ
    12) Bülent DAYLAŞLI 38) Mustafa GÖKTEKİN
    13) Faruk DAYLAŞLI 39) Turan KESER
    14) Bedia ATMACA 40) Erkan KILIÇ
    15) Şadiye TANIŞ 41) Şükrü GÜLMEZ
    16) İnci ŞENER 42) Bilal KALE
    17) Nevzat ÇİĞDAMLI 43) Ali SERTAŞ
    18) Ünal ALTUNAY 44) Çiğdem GÜLHAN
    19) Ali UYGUR 45) Mecit ÜNAL
    20) Hasan YILDIRIM 46) Hidayet ÖZDEN
    21) A. Turan ONAK 47) Solmaz YILMAZ
    22) Mustafa KAYA 48) Zülali BİLGİN
    23) Erdal KOÇ 49) Seyit İNAT
    24) Rukiye GÜLER 50) Ersin GÜREN
    25) Adem ŞAHİN 51) Salim CEBENAY
    26) Ercan DEVELİ

    Otelden yara almadan kurtulanlar

    1) Arif SAĞ 21) Neval OĞAN
    2) Yıldız SAĞ 22) Tuncay YILMAZ
    3) Murtaza DEMİR 23) Demet IŞIK
    4) Ali ÇAĞAN 24) Elif DUMANLI
    5) Haydar ÜNAL 25) Murat KILIÇ
    6) Yüksel YILDIRIM 26) İclal KARAKUŞ
    7) Ali BALKIZ 27) Ertan KARTAL
    8) Ali BAŞTUĞ 28) Ali Rıza KOÇYİĞİT
    9) Ali DOĞAN 29) Mustafa TÜRKAN
    10) Ayben KOP 30) Rıza AYDOĞMUŞ
    11) Ali YÜCE 31) Mehmet AYDOĞMUŞ
    12) Nimet YÜCE 32) Deniz HUNAR
    13) Celal YILDIZ 33) Ferhun ATEŞ
    14) Nurhan METİN 34) Cevat GERAY
    15) Cem CELASUN 35) Gülsen GERAY
    16) Zerrin TAŞPINAR 36) Olgun ŞENSOY
    17) Mehtap YÜCEL 37) Nuray ÖZKAN
    18) Hülya KADEROĞLU 38) Cevat ÜSTÜN
    19) Battal PEHLİVAN 39) Hidayet KARAKUŞ
    20) Türkân PEHLİVAN 40) İ. Cem ERSEVEN

    Yaralanan polisler:

    1) Doğukan ÖNER İl Emniyet Müdürü
    2) Rahim ÇALIŞKAN Emniyet Müd. Yrd.
    3) Mustafa UZUN Şube Müdürü
    4) Yaşar TEMEL Başkomiser
    5) İbrahim KURŞUN Komiser
    6) Sönmez KAYIŞ Polis Memuru
    7) Ramazan KARATAŞ Polis Memuru
    8) Bülent DAMLACI Polis Memuru
    9) Nevzat GÜNDOĞDU Polis Memuru
    10) Ersoy KARA Polis Memuru
    11) Şaban AKIN Polis Memuru
    12) Salim ŞEN Polis Memuru
    13) Hüseyin YÜKSEL Polis Memuru
    14) Sebahattin DİNÇ Polis Memuru

    (Kaynak: Sivas Kitabı, Edebiyatçılar Derneği Yayını, s.335-37)

    d) Devlet yetkilileri ne dedi?

    Sivas’ta eli sopalı, taşlı, zincirli onbini aşkın saldırgan, insan avındaydı. Korkunç durum, Başbakana, İçişleri Bakanı’na defalarca bildirildiği halde herhangi bir yardım gelmedi ve önlem alınmadı. 35 insan yakılarak feci şekilde katledildi. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” diyor, ilgilileri uyarıyordu. Cumhurbaşkanının “halk”tan kastettiği oteli kuşatan saldırgan kalabalıktı. Gerçi Süleyman Demirel, politik yaşama kazandırdığı, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” şeklindeki veciz sözü ile tarafını çoktan açıklamıştı.

    Başbakan Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyebiliyordu. Daha sonra TBMM’de yaptığı bir konuşmada da Van’da yakılan bir oteli, Sivas’takiyle karıştırmış ve “Bir vatandaş, sigortadan para almak için sigortalı oteli yakmıştır” demişti. Bir başbakan, ülke sorunlarına ve toplumsal gelişmelere bu denli duyarsız olabiliyordu.

    Ülkenin iç asayişinden sorumlu bir yetkilisi, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, otele yapılan saldırıyı, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde yorumlayarak saldırganları mazur göstermiştir.

    Devlet yetkililerinin açıkça taraf tutmaları, güvenlik güçlerinin ilk soruşturmasını da etkilemiştir. Saldırı öncesinde, sırasında ve sonrasında yeterince önlem alınmadığından insanlar yakılmış, saldırgan katiller ellerini kolllarını sallayarak kent dışına çıkmış ve izlerini kaybettirmişlerdir. 10-15 bin saldırgandan ancak 35 kişi, katliamdan bir gün sonra gözaltına alınmıştır. Artan toplumsal tepkiler sonucu, gözaltına alınanların sayısı daha sonra 190’a çıkarıldı. Gözaltına alınanlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalafetten dolayı soruşturma başlatılmış, fezlekeler bu doğrultuda hazırlanarak Cumhuriyet Savcılığı’na sevkedilmişlerdir. Soruşturmanın bu yetersiz çerçevede kalması sonucu, 190 kişiden 124’ü tutuklanmış, geri kalanlar serbest bırakılmışlardır.

    Olay, rejime yönelik ve arkasında ırkçı-şeriatçı örgütlerin bulunduğu siyasal bir gelişme şeklinde ele alınmadı. Hukuki süreç bu yönde işletilmedi. Böylece, 35 kişinin katledilmesine, 60 kişinin ağır yaralanmasına, onlarca arabanın yakılmasına neden olan katliamın düzenleyicileri olan ırkçı-şeriatçı örgütler ve katliamda kusuru bulunan sorumlular ortaya çıkarılmadı.

    e) Sivas Valiliğinin Raporu

    Sivas Valisi Ahmet KARABİLGİN, katliamla ilgili olarak hazırladığı bir raporu İçişleri Bakanlığına sunar:

    Olay Öncesi İstihbarat

    01. 07. 1993 Perşembe günü, İl Merkezinde başlayacak olan ve aralarında Aziz NESİN’in bulunduğu birçok yazar ve sanatçının katılacağı 4. Geleneksel Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’ni protesto etmek amacıyla, 30. 06. 1993 günü ‘gizli’ olarak, ‘Ek - 1’de sunulan bildiri dağıtılmıştır.

    Konunun hassasiyetinden dolayı, etkinlik programı ve Aziz Nesin aleyhindeki bildiri Emniyet Müdürlüğü’ne faksla iletilmiştir.

    II. Olayın Başlangıcı ve Seyri

    2 Temmuz 1993 Cuma

    - Paşa Camii önünde görevli emniyet ekibi (3860 kodlu) tarafından, Paşa Camii ve Meydan Camii’nden, Cuma namazından çıkan 500-1000 kadar kişiden oluşan grubun dört koldan Hükümet Konağı’na doğru ilerledikleri bildirilmiştir. (13.30)

    - Hükümet Meydanı gerisinde oluşturulan polis barikatını aşan yaklaşık 2 bin kişi, maydanda, “Vali istifa”,”zafer İslam’ın”,”Şeytan Aziz”,” İslamiyet’i ezdirmeyeceğiz” vb. sloganlar atmışlardır. (13.40)

    - Sayıları yaklaşık 3 bini bulan grup, Osmanpaşa Caddesi ve Buruciye Medresesi civarında benzer sloganları yinelemiştir. (13.55)

    - 3 bin 500 dolaylarında gösterici, Kültür Merkezi önüne gelmiş ve içerdeki karşıt grupla slogan mücadelesi başlamış, çatışma polis tarafından önlenmiştir. (14.10)

    - Kültür Merkezi’nden ayrılan grubun sayısı, 4-5 bini bulmuştur. (14.40)

    - Grup, Buriciye Medresesi’ne gelmiştir. (14.45)

    - Buriciye Medresesi önünden Hükümet Meydanı’na geçen 6 bin dolayındaki gösterici, aynı sloganları tekrarlamışlardır. (14.50)

    - Grup, Hükümet Meydanı’ndan Atatürk Caddesi’ne yönelmiştir. (15.00)

    - Atatürk Caddesi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na gelinirken, sayı yaklaşık 8-9 bini bulmuştur. (15.10)

    - Hükümet Meydanı’ndan İstasyon Caddesi yoluyla Kültür Merkezi’ne gelen göstericiler, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etmiş; Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla taşlı sopalı çatışma, polisçe, fazla büyümeden, zor kullanılarak önlenmiştir. (15.30)

    - Valilik tarafından görevlendirilen Belediye Başkanı, Kültür Merkezi önündeki topluluğu sakinleştirmek için bir konuşma yapmıştır. (15.48)

    - Kültür Merkezi’nden İstasyon Caddesi yoluyla yeniden Hükümet Meydanı’na ve Madımak Oteli civarına gelen yaklaşık 10 bin kişilik gösterici grubu, slogan atmaya devam etmiştir. (15.55)

    - Madımak Oteli önünde toplanan yaklaşık 15 bin göstericiye, Valilik’ten gelen istek üzerine, Belediye Başkanı ve Büyük Birlik Partisi İlçe Başkanı birer konuşma yapmışlardır. (18.00)

    - Belediye İtfaiye araçları, Hükümet Meydanı’na gelmiştir. (18.30)

    - Kültür Merkezi önündeki heykel, belediye garajına konulmak amacıyla Meydan’dan geçirilirken, topluluk tarafından Madımak Oteli önüne getirilmiştir. (19.14)

    - Madımak Oteli önündeki araçlar ve heykel ateşe verilmiştir. (19.50)

    - Otele yaklaşmak isteyen itfaiye araçlarına, göstericiler yere yatarak engel olmuşlardır. (20.00)

    - İtfaiye, otele güçlükle yaklaşabilmiştir. (20.05)

    - Yangın Otele de sıçramıştır. (20.10)

    - Afyon Sokak’tan (arka taraftan) gelen itfaiye, yangını söndürmeye başlamıştır. (20.20)

    - Hükümet Meydanı’na gelen göstericiler, Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlamışlardır. (20.40)

    - Güvenlik kuvvetleri havaya ateş etmiş ve göstericiler dağılmaya başlamıştır. (20.50)

    - Kalabalık, küçük gruplar halinde şehrin çeşitli kesimlerine yayılmıştır. (21.00)

    - Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk Büstü tahrip edilmiştir. (21.40)

    - Sayın İçişleri Bakanı Valiliğe gelerek, olaylarla ilgili bilgi almıştır. (22.00)

    - Valilikçe ilan edilen ”sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hâkimiyet sağlamışlardır. (23.00)

    III. Olayın Nedeni

    Olayların asıl nedeni, dinsiz olduğunu birçok kez açıklayan yazar Aziz Nesin’i bahane eden irtica yanlısı ve devlet düşmanı odakların, fırsattan yararlanıp, halkı, işsiz, güçsüz kişileri galeyana getirmesi ve istismar etmesidir.

    Olaylar, idarenin elinde olmayan, kanunsuz göstericiler karşısında eldeki güvenlik güçlerinin kesin üstünlüğünü imkansız kılan bir gelişim seyretmiştir. Gelişmeler, dakika dakika hükümet yetkililerine ve üst düzey yöneticilere iletilmiştir.

    Çeşitli camilerden çıkan ve normal bir kalabalık içinde küçük gruplar halinde değişik yönlerden gelen göstericiler, bir anda Hükümet Konağı önünde kanunsuz gösterilerine başladılar. 13.30 dolaylarında başlayan bu ilk olay üzerine, derhal Emniyet ve Jandarma üsleri ile yaptığım haberleşmede, başlayan olaya karşı alınacak önlemler değerlendirilmeye ve uygulamaya sokulmuştur. Olayın, ilk dakikalarında yarattığı izlenim, toplanan kişilerin hemen dağılıp gidecekleri şeklinde olmuştur.

    Topluluğun Hükümet Konağı önünden ayrılmayıp slogan atmayı sürdürdükleri ve yere oturmaya başladıkları görüldüğünde, işin ciddiyeti anlaşılmış ve saat 13.45’te, yani olayın başlamasından 15 dakika sonra, Tugay Komutanı’ndan askeri güç talebinde bulunulmuştur. 13.45’te başlayan ve aralıklarla süren takviye kuvvet isteme talebine gecikerek karşılık verilmiştir. Hazırlandığı bildirilen kırk kişilik ilk kuvvet, Hükümet Konağı önüne ancak saat 16.00 dolaylarında ulaşmıştır.

    Saat 19.10’da Genelkurmay Başkanı ile yaptığım telefon görüşmesine kadar, Tugay güçlerinin olay mahalline sevki mümkün olamamıştır. Sayın Genelkurmay Başkanı bu telefon görüşmesinde, Tugay’ın tüm gücünün olaylara müdahale etmek üzere kullanılacağını bildirmiştir. Saat 19.45’te, göstericiler kundaklanmış Madımak Oteli’ne girmek üzereyken, Tugay’ın son gelen ek gücü, koşar adımla kalabalığa müdahale etmeye çalışmış, ama kalabalığı yaramamıştır. Tugay takviyesinin en son anda, saldırganlar otele girmek üzereyken ulaşmakta olduğu, deşifre edilecek Emniyet telsiz konuşmalarından, Emniyet Müdürü ile yaptığım haberleşmelerden de anlaşılmaktadır.

    Bu kritik anda yanımda bulunan İl Jandarma Komutanı’nın emri ile Jandarma timinin havaya ateş açması, olayların daha vahim noktalara gitmesini önlemede etkin olmuştur.

    IV. Son Değerlendirme

    1. Kanunsuz bir toplum olayına dönüşeceği yönünde kesin bir belirti bulunmamasına rağmen her türlü güvenlik önleminin alındığı etkinliklerde fanatik bir grubun çıkarttığı olayın, daha önceki yıllarda yaşanan ve tüm şehri kaplayan mezhepler arası çatışmaya dönüşmemesi, güvenlik güçlerinin halk üzerine ateş edip olayları daha da alevlendirmesi yanlışlığına düşülmemesi yönünde her türlü duyarlılık gösterilmiştir.

    Keza aynı yaklaşım, Sayın Başbakan’ımız ve İçişleri Bakanı’mızla yaptığım telefon görüşmelerinde, ‘Gösteriler içindeki halkın, güvenlik güçlerinin ve saldırıya hedef olan misafirlerin hepsinin korunması zorunluluğu olmadıkça kuvvete başvurulmaması’ şeklinde tekrar edilmiş ve bu yönde talimatlar alınmıştır.

    2. İlk anda kuvvete başvurup, grubun tüm şehre yayılması; olayların tüm şehri kaplaması ve sayıca yetersiz güvenlik güçlerinin şehre yayılan olaylar karşısında iyice güçsüz bir duruma düşmesi ve olayların daha büyük facialara dönüşmesi sonuçlarını yaratabilirdi.

    3. Çevre illerden gelen takviye güçler, 25-30 sayıları mertebesinde kalmış, Tugay’ın tüm gücünün bir anda seferber edilmemesi de, mevcut güvenlik kadrosuna yeterli desteğin zamanında katılamaması sonucunu doğurmuştur.

    V. Sonuç

    Sonuç olarak, yaşanan üzücü olayın öncesinde, olay sırasında ve sonrasında, eldeki tüm olanaklar ve güvenlik gücü kullanılmaya çalışılarak, ilimizde bulunan askeri birlik, 5. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı Sayın Müsteşarı’nın bilgisi altında Kayseri ve Tokat illerinden; ilimiz Hafik, Yıldızeli, Kangal, Şarkışla ve Zara Kaymakamlarından takviye kuvvet zamanında istenilmiş, Sayın Başbakan’a, Sayın İçişleri Bakanı’na, Sayın İçişleri Bakanlığı Müsteşarı’na, uçak ve helikopterle takviye gönderilmesi talebi arz edilmiştir. Yaşanan bu üzücü olayda, Valiliğimiz yasal ve idari her türlü çareye başvurmuş, gerekli makamlarla haberleşme ve koordinasyon içinde bulunmuştur. Dünyanın her yerinde, ülkemizin birçok yerleşim merkezinde de yapılması gereken en temel iş, olayları sınırlamak ve büyümesini engellemektir. Bu çerçevede Valiliğimiz görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmiştir.

    f) Tahrik mi, Tertip mi?

    Devletin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan düzeyindeki yetkililerinin olaya yaklaşımları, yakılanların bunu sanki hak ettiği yolundadır. Saldırganlara yönelik herhangi bir tutum alınmasına karşı çıkmakta, olayın tahrike bağlı bir duyarlık olduğunu iddia etmektedirler.

    Böyle bir tutum, etkilerini göstermekte gecikmedi. Nitekim Emniyet Müdürü ile Vali hemen görevden alınır. Katliam soruşturması, Aziz NESİN’in tahrikleri ekseninde yürütülür.

    Emniyet tahkikatı bu yöndedir ve Savcılık da böyle bir yol tutturmuştur. Cumhuriyet Savcılığı soruşturmasında, katliamı planlayan ve başlatan örgütler üzerinde durulmamış; saldırı Aziz NESİN’ın tahriklerine bağlanmış ve iddianame, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet temelinde hazırlanmıştır. (Sivas Savcısının hazırladığı iddianame: Hazırlık 1993/2460, Sivas Asliye Ceza Mahkemesi)

    Ankara DGM Savcılarının 1 Nolu DGM’ye sunduğu iddianamede de, “Sivas’ta Pir Sultan Şenlikleri ve bu şenliklere katılan, bir konuşma da yapan, Aziz NESİN gibi dini inkâr etmekten öte, İslâm dinini küçültücü, aşağılayıcı bir kitabı da neşrettiren, Türk halkına aptal demekten çekinmeyen kişilerin davet edilmesi” gibi ifadelere yer verilmiştir. 8 DGM Savcıları da, katliamı planlayanları ve başlatan örgütleri ortaya çıkarmaktan yana olmamış ve olayları Aziz NESİN’in tahrikine bağlamışlardır.

    Ankara 1 Nolu DGM de gerekçeli kararında (E: 1993/106, K: 1994/190) , saldırıyı ve katliamı Aziz NESİN’in tahrikine bağlayarak olaylarda bir örgüt aramanın gereksiz olduğuna karar vermiş, sanıkların cezasında da dörtte bir oranında indirim uygulamıştır.

    Oysa saldırının ve katliamın örgütlü olarak planlandığına dair tanık ifadeleri ve belgeler bulunmaktadır. Üstelik bunların tümü mahkemeye sunulmuştur. Olaylardan iki gün önce kentte, “Müslüman Kamuoyuna” başlıklı bir bildirinin dağıtıldığını belirtmiştik. Şenliklerin birinci gününün akşamı, “Halkımıza Çağrı” başlığı taşıyan ikinci bir bildirinin dağıtıldığı da vurgulanmıştı. Malatya Valisi, saldırıdan bir gün önce bir otobüs dolusu Aczmendi militanının Malatya’dan Sivas’a geldiğini, basına söylemiştir. Yine daha önce aktardığımız gibi, şenliklerin birinci ve ikinci günleri, Sivas’taki yerel sağ basın organları (Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke vb.) dağıtılan bildirilerin içeriğine uygun ve tahrik edici yazılar yayımlamışlardır.

    Bu yazılı kaynaklara ek olarak, TBMM’nin olayla ilgili kurduğu Araştırma Komisyonuna ifade veren çeşitli görevlilerin anlatımları da ilginç bilgilerle yüklüdür.

    O günlerde Sivas Emniyet Müdürü olan Doğukan ÖNER: “... Bu Perşembe günü de, Aziz NESİN Buriciye Medresesine gitmiş, Buriciye Medresesinde öğleye kadar kitap imzalamış, o akşama kadar belirli yerlerde gezmiş. O akşam çıkıp Madımak Oteli’ne gitmiş. Gece saat 21.00’de bir tek siyasi şubemizin korumasıyla birlikte yanında 8 kişi ile Madımak Oteli’nden çıkmışlar, Atatürk Caddesinden inmiş aşağıya; orada Sarayhan Restorantı var; Sarayhan Restorantına yaya gitmişler. Orada içki içtikten sonra da yine yaya olarak aynı ekiple o şekilde gitmişler. Yani ben şunu arz etmek istiyorum, yani olay bir tek Aziz NESİN’e yönelik olan bir hadise değildir.

    “... Bu işte kesin provokasyon vardır. Bu işte kesin dışarıdan gelme birtakım güçler vardır. İlk defa camiye gittiğim zaman o caminin ön tarafında belirli birtakım gruplar vardı... Ben o grupları Madımak önünde görmedim...”

    Mehmet YILDIZ (Sivas Emniyet Asayiş Müdürü) : “Heykel getirildi, topluluğun önüne atıldı. Atılınca gerçekten insanlar artık çok çılgınca hareket ediyorlardı. Dişleriyle dahi ısıranları gördük, kafasını vuranları gördük... Paşa Camisinden anons edilince, diyelim ki 200 kişi pankart astı. Amerikan Bayrağını yaktılar...”

    Millet Partisi İl Başkanı: “Paşa Camisinde namaz bitmişti, bir kısım imamı beklemeden namaz biter bitmez dışarıda bir gürültü patırdı oldu... Amerikan Bayrağının yakılışını bizzat gördüm. Pankartı da cami duvarında asılı olarak gördük.”

    Dr. Hüseyin POLAT (Tabibler Odası Başkanı) :“Öncelikle bu saldırı devlete karşı yapıldı. Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı yapıldı. Belediye Başkanı ‘Gazanız mübarek olsun’ diyerek manevi destek verdi.”

    Mehmet TALAY (Kültür Bakanlığı Sivas İl Müdürü) : “Aziz NESİN Sivas’a ilk kez gelmedi. Aziz NESİN bundan yedi, sekiz ay veya bir sene kadar önce kitap imza gününe gelmişti. Sonra Aziz NESİN’in konuştuğu gün Perşembe günü, olaylar 24 saat sonra çıkıyor. Tepki olarak olsaydı aynı gün tepki olurdu...”

    Şakir ŞEKER (ANAP İl Başkanı) : ”Caminin içinden insanlar çıkmaya başladığı anda, 20 veya 25 kişilik namazla hiç alakası olmayan ve namaz kılmayan bir grup, bahçede namaz kılan yere gelir ve bunlar bir pankart açarlar, arkasından da bir Amerikan Bayrağı ateşe verilir...” 10

    Yine kamu tanıklarından Emniyet görevlileri İzzet KARADAĞ, Erol ÇÖL, Refik SUNGUR, Nazım GÜNAYDIN, Orhan Veli KARADAYI, Mehmet ÖZBEK, Ömer Faruk ÜNAL hazırlık ifadelerinde ve Mahkemedeki ifadelerinde saldırının ve katliamın organizeli olduğunu belirtmişlerdir. 11

    Belgelerden ve tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı gibi, Sivas katliamı tahrik sonucu değil, örgütlü ve planlı hazırlıkların sonunda gerçekleşmiştir.

    g) Yargı Süreci

    Katliamdan birkaç gün sonra soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma ve yargılamanın gelişimi şöyledir:

    1) Sivas C. Başsavcılığı, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefetten dolayı bazı kişiler hakkında soruşturma başlatır ve Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açar. Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi de 23. 08. 1993 gün, 1993/302 Esas, 1993/315 kararıyla, kamu güvenliği yönünden davayı Ankara Asliye Ceza Mahkemesine gönderir. Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 1993/1185 E. Kararıyla dava Ankara DGM’ye gönderilir.

    2) Sivas C. Başsavcılığı, ayrıca 22. 07. 1993 gün ve 1993/2212 Hz. Sayılı iddianamesiyle Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açar. Mahkeme de kamu güvenliği nedeniyle dava dosyasını Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderir. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi de, oluşumunun DGM’yi ilgilendirdiği gerekçesiyle 11. 10. 1993 gün, 1993/169 E., 1993/150 sayılı kararıyla davayı Ankara DGM’ye gönderir.

    3) Sivas İli, Kayseri DGM kapsamındadır. Bu yüzden, Kayseri DGM Savcılığı da soruşturma başlatır. Sonra 25. 08. 1993 gün, 1993/175 Esas, 1993/197 sayılı kararıyla davayı kamu düzeni bakımından Ankara DGM’ye gönderir.

    4) Ankara DGM, kendisine gönderilen dava dosyaları hakkında 27. 10. 1993 tarih ve 1993/129 Esas, 1993/109 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verir. Böylece Mahkemeler arasında uyuşmazlık sonucu dava dosyası Yargıtay’a gider. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 08. 11. 1993 gün ve 1993/11824 Esas, 1993/11804 sayılı kararıyla Ankara DGM’nin yetkili olduğuna karar verir.

    5) Ankara DGM, gerek Asliye Cezada açılan davaların dosyasını, gerekse Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dosyayı 1993/106 Esas kararıyla birleştirir. Sonuçta dava, Ankara 1 nolu DGM’de açılmıştır.

    Görüldüğü gibi, saldırı ve katliam sırasında Emniyet, suçluları yakalamada oldukça pasif kalmış; Sivas’ın dışından gelen saldırganlar kolaylıkla Sivas’ı terketmişlerdir. Sonradan gözaltına alınanların tümüne yakını Sivas’ta oturanlardır.

    Yargı sürecinde dava dosyası, Kayseri DGM, Sivas, Ankara Asliye ve Ağır Ceza Mahkemeleriyle, Ankara DGM ve Yargıtay arasında uzun süre dolaştırılmıştır. Böylece sıcağı sıcağına soruşturma başlatılmadığı gibi, suçluların çoğunluğu çoktan kayıplara karışmışlardır.

    35 kişinin ölümüne, 60 kişinin yaralanmasına neden olan bu katliamın soruşturulmasına, yargılanmasına etki eden veya engellemeye çalışan gizli güçler mi vardır? Burası tartışma konusu olmuştur.Ama katliamın öncesi, sonrası ve yargılama süresinde saldırganların korunduğuna, basın ve kamuoyu tanık olmuştur.

    Ankara 1 nolu DGM’ye sunulan iddianamede Sivas Katliamı şöyle anlatılmaktadır:

    “İDDİANAME: 02. 07. 1993 Cuma günü her yıl olduğu gibi Banaz Köyü’nde yapılmakta olduğu söylenilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin bu yıl Sivas şehrine dikilen Pir Sultan Abdal Abidesi’nin açılışı nedeniyle Sivas il merkezinde yapılmış olması, toplantıya İslam dünyasında tepki yaratan Şeytan Ayetleri Kitabı’nı Türkiye’de de yayınlayan Aziz Nesin’in davet edilmesinin, il içinde olumsuz bir ortamın doğmasına neden olduğu gözlenmiştir. Sivas ilinde yaşayan vatandaşların bu duruma hassasiyetlerini gösterecekleri ve bir büyük olayın geleceği önceden bilinmesi de bir yana, yasal ve emniyet tedbirlerinin bu tür olayları önlemede etkin bir çare olamayacağı açıktır...

    “İslam dünyasında tepki yaratan ‘Şeytan Ayetleri’ kitabının Türkiye’de yayınlanmasını yürüten ve Türk toplumunda sergilediği hareketleriyle hiç de iyi izlenim bırakmayan Aziz Nesin’in bu merasime (4. Pir Sultan Abdal şenliği) davet edilmesi, geleneksel olarak Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin her yıl Banaz Köyü’nde yapıldığını düşünürsek, bu şenliğin Sivas İl Merkezi’ne getirilmesi; kamu davasındaki bu olayı hazırlamıştır.

    “İşte 02. 07. 1993 gününün Cuma olması ve camilerden çıkan halkın, fanatik dincilerin yönlendirmesiyle, yetkililerce olayın önlenmesi için yeterli tedbirin alınmaması ve geciktirilmesi,

    “Ayrıca, fanatik toplulukça şenlikten bir gün önce il merkezinde yayınlanan gazetelerde açıklamalar yapılması ve halkı kışkırtan bildiriler dağıtılması;

    “Hele hele Aziz Nesin’in İslam Dini’ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları;

    “Kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması;

    “Eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir.

    Sivas ilinde meydana gelen bu vahim olay için de, ‘Bu şenlik neden İl Merkezi’nde yapılmıştır, neden Cuma gününe rastlatılmıştır, neden genelde halk tarafından hareketleri hiç de hoş karşılanmayan Aziz Nesin şenliğe davet edilmiş, kendisine konuşmalar yapma imkanı tanınmış, neden şenlikle hiç ilgisi olmayan terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulmuştur? ’ soruları cevapsız kalmaktadır.

    “Bir yanda ‘Marksist-Leninist’ düzene dayalı devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik oluşturulan yasa dışı terör örgütleri, özellikle PKK terör örgütünün; bir yanda fanatik dincilerin laik devlet düzenini cebren ilga edilip, yerine şeriat devlet düzeninin getirilmesine ilişkin;

    “... Çalışmaları Sivas olayında tahrik ve teşvik şeklinde görüntülenerek gövde ve güç gösterisi oluşturulmuştur. Olaydan bir gün önce sokağa dökülen Marksist-Leninist düzene dayalı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik Dev-Sol, Dev-Genç, PKK terör örgütlerinin militanlarının katılmasıyla Sivas sokaklarında yapılan yürüyüş ve Aziz NESİN’in konuşmaları sergilediği tavrı, bir gün sonra meydana getirilecek olayların tahrikçisi olmuştur...” 12

    DGM savcılarının iddianamelerinde, Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri ve bu şenliğe katılanlar “Dev-Sol, Dev-Genç, PKK” örgütleriyle bağlantılı olmakla suçlanmaktadır. Bu örgütlerin Sivas’ta yürüyüş yaptıklarından sözedilmektedir. Oysa Sivas Valiliğinin ve Emniyet Müdürlüğünün raporlarında böyle bir yürüyüş olmadığı belirtilmiştir. Yine, katliamı gerçekleştiren ırkçı-şeriatçı örgütlerden hiç söz edilmemiştir. Katliamın nedenini Aziz NESİN’in tahrikine ve sol örgütlere bağlayarak savcıların, katliamı yapanlardan yana taraflı olduğu görülmektedir.

    Davanın ilk duruşması, Ankara 1 nolu DGM’de 21. 10. 1993 günü yapıldı. Duruşmayı izlemek üzere binlerce kişi Ankara DGM önüne geldi. Binin üstünde polis Adliyenin geliş yollarını çevirmişti. Saldırganların yakınlarının ve avukatlarının dışında kimseyi Adliyeye yaklaştırılmıyorlardı. Sivas’ta katledilenlerin aileleri ve avukatları içeri alınmadılar. Emniyet güçleri, duruşmayı izlemeye gelenlere ve katledilenlerin yakınlarına acımısızca saldırdılar. Kadınları saçlarından tutarak yerlerde sürüklediler ve copladılar. Ağza alınmayacak küfür ve hakaretler yapıldı. Birçok kişi gözaltına alındı.

    İlk duruşma böyle başladı. Yakınlarını kaybeden aileler ve müdahil avukatları sonraki duruşmalara katılma imkanı buldular. Sanıklar, her duruşmada müdahil avukatlara ve yakınlarını kaybeden ailelere sözle ve el hareketleriyle hakarette bulunuyorlardı. Mahkeme heyeti bu tür hareketlere müdahale etmiyordu.

    Müdahil avukatlar, katliamla ilgili elde edilmiş fotoğrafları, filmleri ve benzeri belgeleri mahkemeye sundular. Mahkemeye sunulan belgelerde saldırganlar, somut olarak görülüyordu. Ancak mahkeme heyeti avukatların belgelerin incelenmesi istemini kabul etmedi. Daha sonra davanın gelişimini, tanıkların ifadelerini basından ve kamuoyundan gizlemek için gizlilik kararı alındı. Müdahil avukatlar, mahkeme heyetinin tutumunu yanlı görerek reddi hakim isteminde bulundular. Avukatların bu istemi de reddedildi.

    Mahkemenin yanlı tutumu karşısında, müdahil avukatlar, yaptıkları bir açıklamayla duruşmalara katılmama kararı aldılar:

    “...Şeriat heveslilerinin, teokratik devlet özlemcilerinin yargılandığı ve Cumhuriyet tarihimizin en önemli davalarından olan Sivas Olayları Davasının her yönüyle topluma, halkımıza açık olması gerekir. Müdahil vekileri olarak, gerekçesi ve nedenleri bile tutanağa yazılmamış olan ‘Gizlilik kararı’nın sürmesini asla benimsemeyiz, yargılamanın kamuoyundaki inandırıcılığına gölge düşmesine göz yummayı, halkın haber alma hakkının tıkanmasını içimize sindiremeyiz ve hukuka uygun bulmayız.

    “Bu nedenle meslektaşlarımız, müdahil müvekkillerin de isteklerini göz önünde bulundurarak; mahkemelerce verilmiş bulunan ‘Gizlilik kararı’ kaldırılıncaya kadar, duruşmalar halka açık olarak yapılıncaya kadar, duruşmalara girmeme ve mahkemeyi tarihi sorumluluğu ve hukuki yanlışlığı ile baş başa bırakma kararı vermişlerdir...” 13

    Müdahil avukatların bu kararını desteklemek üzere, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi de tüm şubeleriyle açlık grevi kararını aldı. 14 Haziran 1994 günü başlayan ve18 Haziran akşamı sona eren dört günlük açlık grevine, Derneğin 35 Şubesinin tüm yönetim kadrosu katıldı. Açlık grevi süresince 100 binin üstünde kişi ve kurum temsilcisi Derneği ziyaret ederek destek verdiler. Buna ek olarak Ankara’da 200 bin bildiri dağıtıldı.

    Bunca tepki ve uyarıya karşın, mahkeme heyeti kararında direnerek yargılamayı yürüttü. Gizlilik içinde yürütülen yargılama 26. 12. 1994’te karara bağlandı. Mahkemenin gerekçeli kararı şöyledir:

    “Gerekçeli Karar:...Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz NESİN’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz NESİN’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz NESİN olmasına rağmen hedefde sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların, laik-antilaik veya mezhep çatışması olmadığı, sadece İslam dinince mukaddes sayılan değerlerin aşağılanmasına tepki gösterildiği, Aziz NESİN’in Anadolu’nun herhangi bir vilayetinde da aynı tepkiyi görebileceği, dolayısıyla şahsa yönelik eylemin bir başka amaca çekilerek kamplaşma ve kutuplaşma yaratmasının hukuki ve sosyal bir yararı olmadığı kanaatindeyiz.

    “... Olayların müştekisi Aziz NESİN’in, Bakanlar Kurulu’nun 24. 08. 1989 tarih ve 1989/14479 sayılı kararnamesinde, yazarı Salman RÜŞDİ olan ‘Şeytan Ayetleri’ isimli kitabın Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasını yasakladığı, Türkiye’de bu yasağa rağmen adı geçen kitabı Aydınlık Gazetesinde yayınladığı ve bu kitabın içeriği itibarıyla Müslümanların Peygamberi ve eşlerine karşı tahrik ve tazyif edici ibarelerin bulunması sebebiyle tüm Müslüman halkı bu yayından dolayı haksız şekilde tahrik ettiği, böylece olayların çıkmasının müsebbibi bulunduğu anlaşıldığından, sanıklara tayin olunan ceza TCK’nun 51/1 maddesi gereğince ¼ nisbetinde indirilecek... hapis cezasıyla ayrı ayrı cezalandırılmalarına...“ (Ankara 1 nolu DGM’nin Gerekçeli Kararı, Sayfa: 461/465) 14

    Böylece Sivas katliamı davasının 22 sanığı hakkında 15’er yıl, 3 sanığı hakkında 10’ar yıl, 54 sanığı hakkında 3’er yıl, 6 sanığı hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanığı hakkında da beraat kararı verildi.

    DGM’nin kararında katliamı gerçekleştiren faşist (ırkçı-şeriatçı) örgütlerden söz edilmediği gibi, katliam Cumhuriyete ve laikliğe karşı bir eylem olarak da değerlendirilmemiştir. Ama bir suçlu gerekliydi ve o da bulunmuştu: Aziz NESİN. Üstelik bu hiç de yeni bir şey değildi; devletin yetkilileri, siyasi iktidarın sözcüleri, emniyet yetkilileri ve savcılar da, Sivas katliamının örgütlü bir hareket olmadığını, Aziz NESİN’in tahrikiyle ortaya çıkmış bir tepkinin sonucu olduğunu, olayın ilk gününde açıklamışlardı.

    Müdahil avukatlar, DGM’nin kararını taraflı, hukuka ve adalete aykırı olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyiz ettiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Esas No: 1996/688, Karar No: 1996/4716 kararıyla, “Katliamın Cumhuriyete, Laikliğe ve Demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek DGM’nin kararını esastan bozdu.

    Ankara 1 nolu DGM, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı. Karar, 28. 11. 1997’de açıklandı. Mahkemenin Esas No: 1996/84, Karar No: 1996/199 Gerekçeli Kararında şu ifadelere yer veriliyordu:

    “... 7-8 saatlik uzun bir zaman süreci içerisinde güvenlik görevlilerince yapılmış olan çeşitli uyarılara rağmen dağılmayarak Hükümet Konağının önünde bulunan güvenlik görevlilerini kurduğu barikatın da zorlanıp devlet ve hükümetin il’de temsilcisi olan valiye ‘Şerefsiz vali’, ‘Vali istifa’ şeklinde, yürüyüşler ve toplanmalar sırasında Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerine aykırı biçimde ‘Şeriat gelecek zulüm bitecek’, ‘Cumhuriyeti burada kurduk, burada yıkacağız’, ‘Yaşasın şeriat, kahrolsun laiklik’, ‘Şeriat isteriz’, ‘Dinsiz laikler’ sloganlarının atılması, bir kısım işyeri, mesken ve araçların yakılması ‘Yak yak’ sloganları altında güvenlik görevlilerinin kurduğu barikatın cebir kullanılmak suretiyle açılıp otelin yakılması suretiyle 35 kişinin öldürülmüş ve çok sayıda kişi ve güvenlik görevlisinin yaralanmış bulunması ve nihayet Türk İnkılabının temel taşlarından birisi olan Sivas Kongresinin imzalandığı ve sonradan müzeye dönüştürülmüş bulunan bina ile önündeki Atatürk Heykelinin tahrip edilmiş olması, olayda kullanılan cebir, bir kısım icra hareketlerinin TCK’nin 146. Maddesinde belirtilen sonucu yaratmaya elverişliğinin ve Aziz NESİN’in düşünce ve davranışları bahane edilmek suretiyle Anayasal düzenin en önemli ilkelerinden olan Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bulunduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır...” (Gerekçeli Karar, s. 65-67)

    DGM’nin kararında 33 sanığa idam, diğerlerine de muhtelif ağır hapis cezaları verilmiştir.

    Mahkemenin kararı taraflarca temyiz edilmiştir Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, 24. 12. 1998 günü verdiği kararda hapis cezaları onaylanırken, 33 idam cezası bazı usul noksanlıkları nedeniyle bozulmuştur. Dava bir kez daha DGM önündedir.


    ONLARKİ ATEŞ HIRSIZLARIDIR (15.KATLİAM YILINDA SİVASI UNUTMADIK..! !)

    [email protected]

  • solcu

    19.05.2008 - 22:11

    TÜRKİYE'DEKİ İLEGAL VE LEGAL PARTİLER

    ABACILAR

    TİP içindeki Mehmet Ali Aybar-Behice Boran-Çetin Altan çevresi.
    ACİLCİLER

    1975 başlarında THKP-C'den Mahir Çayan'ın Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi görüşünden hareketle hemen öncü savaşın başlatılması gerektiğini söyleyerek ayrılan grup, 1980 darbesi ile tamamen dağıldı. Grubun önde gelen isimlerinden İlker Akman, Hasan Basri Temizalp, Yusuf Ziya Güneş Malatya Beylerderesi'nde öldürüldü.
    ANA GERİLLA BİRLİĞİ

    Devrimci Yol tarafından 1980 darbesi sonrası 1982 yılında başlatılan kır gerillası faaliyetlerindeki çekirdek grup, 1985 yılında kır faaliyetlerinin sona erdirilmesi ile dağıtıldı.
    BİRLEŞİK DEVRİMCİ GÜÇLER PLATFORMU
    (BDGP)


    1988, Radikal Sol.
    Haziran 1998'de PKK, TKP(ML) , MLKP, TKP/ML, TDP, DHP, DEVRİMCİ SOL, TKP (Kıvılcım) 'nin işbirliği yaptığı Platform. Kasım 1999'da işbirliği anlaşması sona ermiştir.
    BOLŞEVİK PARTİSİ/KUZEY KÜRDİSTAN
    (BP/KK-T)


    1981, Eski Maoist-Stalinist.
    1981'de TKP/ML (Bolşevik) olarak kuruldu.
    Yayınlar: Bolşevik Partizan - Roja Bolşevik
    DEVRİM


    1990, Eski Maoist-Radikal Sol.
    TKİP'den kopan bir grup.
    Yayınlar: Devrimci Halk
    DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
    (DHKP-C)


    1994, Radikal Sol.
    Dev-Sol'un içinden gelen ana grup.
    Yayınlar: Yaşadığımız Vatan - Devrimci Sol - Kurtuluş
    DEVRİMCİ HALK PARTİSİ


    1994, Radikal Sol
    PKK'ya yakın bir grup.
    Yayınlar: Alternatif
    DEVRİMCİ HALKIN BİRLİĞİ
    (DHB)

    TKP/ML'den, faşizme karşı mücadele konusundaki anlaşmazlık sonucunda 1977'de ayrılan dar bir grup; aynı isimli dergi ile tanınırlar.
    DEVRİMCİ HALKIN YOLU
    (DHY)

    THKP-C kökenli grup önce Militan Gençlik, daha sonra Halkın Yolu dergilerini çıkardı; 1977 yılındaki bölünmede bir grup TİKP'ye (Aydınlık) katılırken, kalan unsurlar dar bir grup içinde Devrimci Halkın Yolu dergisi etrafında toplandılar.
    DEVRİMCİ İŞÇİ PARTİSİ - İNŞA ÖRGÜTÜ
    (DİP-İÖ)

    Troçkist
    Yayınlar: Enternasyonal Bülten
    DEVRİMCİ KOMÜNİST PARTİSİ
    (DKP)

    1989 yılında TKP/B'den kopan İbrahim Seven tarafından kurulan parti 1991'de kendini feshetti.
    DEVRİMCİ KURTULUŞ
    (EYLEM BİRLİĞİ)

    THKP-C kökenli MLSPB'den kopan bir grup tarafından 1976 yılında kurulan, İzmir ve Gaziantep'te faal olan örgüt etkisiz kaldı.
    DEVRİMCİ MÜCADELE

    1977, Radikal Sol
    Devrimci Derleniş olarak bilinen grup.
    Yayınlar: Devrimci Mücadele
    DEVRİMCİ PARTİ GÜÇLERİ
    (DPG)

    Radikal Sol
    Yayınlar: Maya - Parti Yolunda
    DEVRİMCİ SAVAŞ

    THKP-C kökenli kişilerce 1977'de kurulan ve Kahramanmaraş civarında etkili olan grup.
    DEVRİMCİ SOL

    1978'de Devrimci Yol'dan ayrılarak aynı isimli bir dergi çıkaran İstanbul merkezli grup. Devrimci Yol'un SSCB'de revizyonist diktatörlüğün hüküm sürdüğü tespitine katılmıyarak, iç savaş tespitinin Mahir Çayan'ın öncü savaş stratejisini reddettiğini belirterek ve direniş komiteleri önerisinin yatay örgütlenmeye yol açarak, yukarıdan aşağıya örgütlenmeyi törpülediğini söylüyorlardı. Ayrışma sonrası üniversitelerde Devrimci Gençlik Federasyonu kuruldu, militan mücadeleye girişildi. Silahlı devrim birlikleri aracılığı ile faşist odaklara saldırılar düzenleyen grup, MHP ileri gelenlerinden Gün Sazak ve Nihat Erim suikastlerini gerçekleştirdi. 1980 sonrası en çabuk toparlanan gruplardan olan Dev-Sol, sansasyonel eylemlerine Özdemir Sabancı'nın öldürülmesi ile devam etti. 1990'ların başında Bedri Yağan (Darbeciler grubu) önderliğinde bir grup Dev-Sol'dan ayrıldı. Hareket daha sonra Devrimci Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (DHKP-C) olarak adını değiştirdi. Bedri Yağan ise 1993 yılında İstanbul'da polisle girdiği çatışmada öldü.
    DEVRİMCİ SOSYALİST İŞÇİ HAREKETİ
    (DSİH)

    Radikal Sol
    Yayınlar: Kaldıraç
    DEVRİMCİ SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ
    (DSİP)


    1997, Troçkist
    Troçkist yasal parti.
    Yayınlar: Sosyalist İşçi
    DEVRİMCİ YOL

    1975, Radikal Sol
    İlk sayısı 1 Mayıs 1977'de çıkan aynı isimli dergi etrafında örgütlenen grup, büyük bir bölünme sürecine giren sosyalist grupların dikkatli bir analizini yaparak özgün bir mücadele yaratmayı hedefliyordu; 1977-80 arasındaki siyasal çatışma ortamını da iç savaş olarak tanımlayarak, faşizme karşı savaşımı ön plana çıkarıyor, Direniş Komiteleri önerisini getiriyordu. 1980 darbesine karşı gerilla örgütlenmesinin başarısızlığı, yurtdışında örgütlenme zorunluluğunu doğurdu. 1990'larda Yeniden (sonradan Bir Adım dergisi oldu) dergisi etrafında örgütlenen kadrolardan büyük kısmı ÖDP içinde aktif haldedirler. Bunun yanısıra Devrim, Yön, Özgürlük, Devrimci Hareket dergileri de Dev-Yol geleneğine sahip çıkarak faal olan diğer yan gruplardır.
    Yayınlar: Hareket - Devrimci Hareket - Bir Adım -
    Devrimci Genç
    DİRENİŞ HAREKETİ

    1978, Radikal Sol
    THKP-C kökeni ile 1980 öncesi faal olan grup, THKP-C Üçüncü Yol örgütünün devamı niteliğindedir.
    Yayınlar: Odak
    DÖRDÜNCÜ SOL - İNŞA ÖRGÜTÜ

    Troçkist
    Yayınlar: Son Kavga
    EMEK PARTİSİ

    Özgürlük Dünyası dergisi etrafında örgütlenen, THKO-HK-TDKP geleneğinden gelen grubun, 25 Mart 1996'da kurduğu parti. Parti kurucuları arasında Levent Tüzel, Hüseyin Över, Hanife Türkmen, Osman Nuri Şenol, Sunay Akın, Can Yücel, Necati Kotan, Cevriye Eftelioğlu, Hüseyin Elitaş, Haydar Kaya, Gülsüm Akyüz gibi isimler vardı. Katı bir disiplin partisiydi.
    EMEĞİN PARTİSİ
    (EMEP)


    Stalinist
    Emek Partisi kapatılınca, yerine 25 Kasım 1996'da kuruldu.
    Yayınlar: Evrensel Gazetesi - Özgürlük Dünyası -
    Birlik ve Mücadele - Evrensel Kültür
    HALKIN BİRLİĞİ

    TKP/ML içinden ayrılan grup ve dergisi; 1976'da çıkan dergilerinde Üç Dünya Teorisi'ni savunan grup, silahlı mücadeleyi maceracılık olarak nitelendirerek, kitle çalışmalarına ağırlık verilmesinin gerektiğini söylüyordu.
    HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ
    (HDÖ)


    1977, Radikal Sol
    12 Mart'tan çıkışta THKP-C ve Mahir Çayan tezlerini savunan ve pratiğe geçirilmesini hedef olarak saptayan gruptan 1977'de ayrılanlardan geri kalanların kendilerine verdiği isim; 1980 sonrası büyük ölçüde dağıldı (diğer ismi ile THKP-C/HDÖ) .
    Yayınlar: Cephe - Kurtuluş - Kurtuluş Cephesi
    HALKIN KURTULUŞU

    THKO geleneğinden gelen insanların, 12 Mart ayrışması sonucu ilk sayısını 1976 yılında yayınladıkları aynı isimli dergi etrafında örgütledikleri grup. Arnavutluk Emek Partisi taraftarı olan grup, güçlü bir örgütlülük yarattı. Partiye doğru evrim amacı ile oluşturulan bu grup daha sonra TDKP-İÖ ve TDKP ilişkilerine evrildi.
    HALKIN YOLU

    12 Mart sonrası, THKP-C ML adı ile anılan grup, Halkın Yolu dergisini çıkarak siyasallaşma yolunda adım attı ve Kızıl Bayrak dergisi ile de illegal yapılanmasını sürdürdü. Daha sonra THKP-C ML olan isimlerini Türkiye Köylü İşçi Hareketi (TKİH) olarak değiştiler; ve TKİH ise daha sonra TKP/ML ile birleşerek MLKP'ye evrildi.
    İŞÇİ DEMOKRASİSİ


    1998, Troçkist
    DSİP'ten ayrılan bir grup.
    Yayınlar: İşçi Demokrasisi
    İŞÇİ PARTİSİ


    1992, Eski Maoist-Ulusalcı
    Doğu Perinçek çevresinin kurduğu SP kapatılınca, yerine açılan parti.
    Yayınlar: Aydınlık - Teori - Bilim ve Ütopya - Papirüs
    KOMÜNİST PARTİSİ-İNŞA ÖRGÜTÜ
    (KP-İÖ)

    1995, Eski Maoist-Stalinist
    Marksist Leninist Komünist Partisi'ni (MLKP) işçi hareketi ile sosyalist hareketi birleştiremediği noktasında eleştirerek ayrılan grubun 1990'lı yıllarda kurduğu parti.
    Yayınlar: Halkın Birliği
    KURTULUŞ HAREKETİ

    THKP-C kökenli olan hareket, 1974 affı ile salıverilen kadrolardaki Mahir Çayan tezlerininin çoğunu reddeden bir gruptan oluşmuştur. Haziran 1976'da Kurtuluş Sosyalist Dergi (KSD) ile faal hale geldiler; işçi kitlesi arasında örgütlenmeyi temel hedef olarak saptamıştı. Kitleselleşen hareket 1980 darbesinde önemli ölçüde zarar gördü, ve bu süreçte verilen ricat kararı ile anılmaktadır. İşçi sınıfı içinde uzun soluklu bir çalışmayı hedef olarak saptayan gruptan 1982 yılında kendisine Kurtuluş Örgütü diyen bir grup ayrıldı. 1983 yılında TKKKÖ'ye evrilen, ancak 1985'de aldığı darbelerle oldukça zayıflayan grup, etkinliğini daha çok Yeni Öncü dergisi etrafında sürdürdü ve BSA, BSP ve ÖDP içinde bulundu.
    KURTULUŞ ÖRGÜTÜ

    1982 yılında KSD'den kopan grup, Stalinizm karşı tutumu ile Troçkist bir yapıya dönüştü. 1984 yılında Sosyalist İşçi ismi ile yayınlanan dergi etrafında faal olan grup, 25 Nisan 1997'de Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'ni (DSİP) kurdu.
    LENİNİST GERİLLA BİRLİĞİ

    1990 yılında TKEP'den kopan TKEP/L'nin askeri organizasyonu.
    MARKSİST İŞÇİ BİRLİĞİ
    (MİB)

    Troçkist
    MARKSİST LENİNİST KOMÜNİST PARTİSİ
    (MLKP)


    1995, Stalinist
    TKP/ML-Hareketi, TKİH, TKP/ML(YİÖ) birleşmesi ile ortaya çıktı.
    Yayınlar: Partinin Sesi - Yaşamda Atılım
    MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA
    BİRLİĞİ
    (MLSPB)

    1975, Radikal Sol
    THKP-C kökenli ve Mahir Çayan tezlerini savunan örgüt, 1975'te kuruldu. THKP-C'nin 12 Mart yenilgisini örgütsel bir yenilgi olarak nitelendiren grup, silahlı propagandayı temel alan bir örgütlenmenin aciliyetini savunuyordu. İçinden THKP-C Savaşçıları, Çayan Sempatizanları, Eylem Birliği gibi örgütler ayrışan MLSPB sansasyonel eylemler yaptı. 1980 darbesini takiben örgütün üst düzey yöneticisi Şemsi Özkan'ın itirafçılığı nedeni ile örgüt büyük ölçüde çökertildi.
    Yayınlar: Barikat
    MÜCADELEDE BİRLİK

    THKO kökenli bir hareket, 12 Mart'ta cezaevi dışında kalan kadroların THKO ile hesaplaşması sonucu ortaya çıktı; Halkın Kurtuluşu ile birleşim sonraların TKEP'ni ortaya çıkardı.
    ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ
    (ÖDP)


    1996, Radikal Sol
    23 Ocak 1996'da kurulan parti, farklı mücadele ve örgütlenme geleneklerine sahip olan grupları kitlesel bir sol parti sloganı altında biraraya getiren bir yapılanma içinde oluştu. Halen parti varolan çeşitli platform ve gruplar şunlardır:
    * Emek ve Demokrasi Grubu; eski TKP, TİP, TSİP üyelerinin birlikteliği ile oluşan Geniş Açı Grubu’nun kendisini feshettikten sonra Yeniden-Dev Yol, ya da diğer adıyla ‘Özgürlükçü Sol’ çevresi ile birleşmesi sonucunda doğmuştur.
    * Ekmek ve Gül Platformu; Yurdaer Erkoca’nın temsil ettiği ‘Sosyalist Alternatif’ ile Kenan Kalyon’un da içinde yer aldığı ‘Emek’ ve Hikmet Kıvılcımlı’nın tezlerinin savunucusu bir grup olan Toplumsal Özgürlük’ün birleşmesi ile meydana gelmiş. ÖDP kurucularından Ertuğrul Kürkçü de bu platformun üyesi. Ekmek ve Gül Platformu, ÖDP’deki ‘merkezi hattı’, başka bir deyişle çoğunluk grubunun egemen hattını, partinin kendi gelişiminin önünde bir sorun olarak görüp, ‘parti içi yaşamın yeniden harmanlanması ve parti içinde geçmiş aidiyetlerin yarattığı particiklerin ortadan kalkması için’ ÖDP’yi yeniden kurma çağrısında bulunuyor.
    * Sosyalist Eylem Platformu (SEP): Sungur Savran’ın içinde olduğu ‘Sosyalizm’ çevresi ile ‘Kurtuluş’ ve ‘Sosyalist Demokrasi için Kurtuluş’ gruplarının birlikteliği ile oluşmuş. SEP, ÖDP’nin, örgütlenme omurgası işçi ve emekçilere dayandırılmadan ve işyerleri temel alınmadan emek eksenli devrimci bir parti olamayacağını vurguluyor.
    * Sosyalist Politika (SP): Metin Çulhaoğlu’nun temsil ettiği ve Kongre’ye ‘Sosyalizm ve Parti’ adı ile tek başına çıkan bir platform. SP, ÖDP’nin kuruluş öncüleri ve felsefesi olarak tarif ettiği şu yaklaşımları benimsemediğini ve eleştirdiğini söylüyor: “Gümrük Birliği’ne sıcak bakış, ‘yurttaş’ bilinci ile neredeyse sınıfsızlığa açık bir garip ‘sosyalizm’, karşılığını bireylerin özgürleşmesinde bulan ‘özgürlükçülük’, özelleştirme pisliğine karşı ‘özerkleştirme’ saçmalığı vb. ikircikli tutumlar, reel sosyalizm deneylerinden en yanlış sonuçların çıkarılması ve neredeyse burjuva egemen ideolojinin kutsanması, her tür karşıtlıkta ‘üçüncü yol’ kolaycılığı, tembellik hakkı söylemi, parti olmayan parti söyleminin iç boşaltıcılığı” vs...
    Bu grup ve platformların yanında Masis Kürkçügil’in içinde yer aldığı ‘Yeniyol’, Dev Yol’dan kopmuş ‘Hareket’ ve ‘Devrimci Sosyalist Yön’ gibi birçok grup da ÖDP içinde çalışıyor.
    Yayınlar: Özgürlük.
    SİLÂHLI PROPAGANDA BİRLİKLERİ
    (SPB)

    DHKP/C'nin askeri organizasyonu.
    SOSYALİST ALTERNATİF


    Troçkist
    Yurdaer Erkoca'nın temsil ettiği grup, ÖDP içinde 'Ekmek ve Gül Platformu'nda yer almaktadır.
    Yayınlar: Sosyalist Alternatif
    SOSYALİST BİRLİK

    12 Eylül sonrası kurulan ilk parti olan Sosyalist Parti içindeki ayrılık sonucu doğan grup ve aynı adlı dergi. Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İlkay Demir, Oktay Kutlu, Necmi Demir, Kamil Aslantürkoğlu, Yavuz Alagon, Atilla Aytemur gibi isimlerin bulunduğu grup Perinçek'i eleştirerek, SSCB'nin sosyal emperyalist olarak görülmesine karşı çıktılar, ancak uzun soluklu bir oluşum yaratamadılar.
    SOSYALİST DEVRİM PARTİSİ
    (SDP)

    Mehmet Ali Aybar, Cenan Bıçakçı, Uğur Cankoçak, Kemal Nebioğlu çevresi tarafından 1975 yılında kurulan Sosyalist Parti'nin yeni ismi. Özellikle sosyalist mücadelede bürokratizme karşı çıkan SDP, 12 Eylül ile beraber kapatıldı, 1995 yılında ise devamı olan SDP kendisini feshederek GBK sürecine katıldı.
    SOSYALİST İKTİDAR PARTİSİ - KOMÜNİST PARTİ
    (SİP)


    1993, Komünist
    1993'de kurulan yasal parti (tasfiyeler ve ayrılmalardan sonra kalan STP'liler) .
    Yayınlar: Sosyalist İktidar - Sol - Komünist - Sınıf Tavrı - Gelenek - Düşünce ve Eylem - Okul ve Ülke & 2nci
    SOSYALİST PARTİ
    (SP)

    Doğu Perinçek çevresi tarafından 1 Şubat 1988'de kuruldu; Ferit İlsever'in başkanlığını yaptığı parti anayasa mahkemesi tarafından kapatılanca İşçi Partisi'ne dönüştü.
    SOSYALİST POLİTİKA


    ÖDP içinde faal olan grup.
    Yayınlar: Sosyalist Politika
    SOSYALİST TÜRKİYE PARTİSİ
    (STP)

    Eski TİP yöneticisi Metin Çulhaoğlu çevresi tarafından 1990'ların başlarında kurulan parti, anayasa mahkemesi tarafından kapatılanca SİP adı ile yeniden kuruldu; bir kısmı önce BSP'ye, sonra da ÖDP'ye katıldı.
    TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK PLATFORMU

    Kıvılcımlı'nın tezlerini savunan, ÖDP içinde 'Ekmek ve Gül Platformu' içinde yer alan grup.
    TÜRKİYE BİRLEŞİK KOMÜNİST PARTİSİ
    (TBKP)

    TİP ile SBKP'ne yakınlığı ile bilinen TKP'nin 7 Ekim 1987'de birleşmesi ile oluşan parti. TİP genel başkanı Nihat Sargın'ın genel başkanlığa, TKP genel başkanı Haydar Kutlu'nun ise genel sekreterliğe getirildiği parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
    TÜRKİYE DEVRİM PARTİSİ
    (TDP)

    Radikal Sol, 1978
    1986 yılında TKP/B'nin kendini fesh etmesi ile kurulan illegal parti, demokratik devrim hedefi çerçevesinde oluştu.
    Yayınlar: Hedef
    TÜRKİYE DEVRİMCİ KOMÜNİST PARTİSİ
    (TDKP)


    1980, Eski Maoist - Stalinist
    THKO ve HK geleneğinden gelen kadroların 2 Şubat 1980'de İzmir kongresi ile kurdukları illegal parti, işçi sınıfına dayandığını açıklayarak, THKO'yu küçük burjuva bir hareket olarak değerlendiriyordu. 1975'te oluşmaya başlayan bu muhalif hareket, 1978'de TDKP-İnşa Örgütü süreci sonucunda kurumsallaştı. Yukarıdan aşağıya örgütlenme içinde katı disiplin prensibini işleten parti, Türkiye Genç Komünistler Birliği adlı bir gençlik örgütlenmesine gitti. 1975-80 arasında kitlesel bir destek oluşturan grup, 1980'e kadar Parti Bayrağı isimli bir dergiyi çıkarıyordu. İllegal olarak ise Devrimin Sesi ve Yoldaş isimli dergileri yayınlayan parti, Ulusal Demokratik Halk Devrimi teorisi ile proleterya diktatörlüğünü hedefliyordu, uluslararası alanda ise Arnavutlık Emek Partisi'ne yakın bir çizgi izliyordu. SSCB'ni sosyal emperyalist olarak nitelendiren TDKP, Stalin sonrası tüm SSCB liderlerini revizyonist olmakla suçluyordu. Halen yasal zeminde varolan EMEP'in kadrolarını oluşturmaktadır.
    Yayınlar: Devrimin Sesi.
    TÜRKİYE DEVRİMİNİN YOLU
    (TDY)

    THKO'nun kurucularından ve 1972'de idam edilen Hüseyin İnan'ın HK tarafından eleştirilmesi sonucu, 1975 yılında HK'ndan kopan grup sınırlı etki alanı yaratabildi.
    TÜRKİYE EMEKÇİ PARTİSİ (TEP)

    Mihri Belli çevresi tarafından 1975'te kurulan ve Emekçi isimli bir dergi çıkaran parti, etkisiz kalan bir parti oldu.
    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ ORDUSU (THKO)

    4 Mart 1971'de bir deklarasyon ile kurulan THKO, 1960'ların toplumsal mücadelesi sonucunda aşağıdan yükselen bir örgüttü. Kurucuları arasında yer alan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Teslim Töre, Hacı Tonak, Mustafa Yalçıner, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan, Nahit Tören, Fevzi Bal, Yavuz Yıldırımtürk gibi gençlik ve köylü önderleri bulunuyordu. İnançlılık ve iyimserlik havası içinde teorik katkıları sınırlı olan grup, kısa sürede yaptıkları sansasyonel eylemlerle adlarını duyurdular. 12 Mart sonrası HK-TDKP ve Mücadelede Birlik-TKEP ayrışması yaşayan THKO eylem çizgisi nedeni ile eleştirilen bir yapı olarak anılmaktadır.
    - THKO
    - THKO Kuruluş Bildirisi

    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİ-CEPHESİ
    (THKP-C)

    Mahir Çayan önderliğinde kurulan parti; devrimin, ancak silahlı bir mücadele yoluyla gerçekleşebileceğinin altını net bir teorik altyapı ile çizen ilk harekettir. Kadroları 1960'larda FKF ve TİP içinde yetişmiş, ve MDD görüşlerini sol içinde aktif olarak savunmuş kişilerden oluşuyordu. Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, İrfan Uçar, Hüseyin Cevahir gibi gençlerin aralarında bulunduğu kadro, 1969 yılında bir grup üniversiteli öğrencinin TİP ve Dev-Genç'in çerçevesini belirlediği mücadeleyi reddetmeleri ve illegal bir yapılanın gerekliliğini ortaya koymaları ile şekillenmeye başladı. 1970 yılı sonbaharında Ankara'da resmileştirilen oluşum, Kurtuluş dergisini çıkartmaya başladı, ve bu nedenle de Kurtuluşçular olarak anılmaya başlandı. Şehir gerillası oluşumunu hedefleyen grup, bu çerçevede ses getiren eylemler yaptılar. Nisan 1971'de THKP-C'nin resmen kurulduğunu sansasyonel bir eylemle kamu oyuna açıklamaya karar veren grup, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırdı. Görüşmeler olumsuz sonuçlanıp, Elrom öldürülünce, örgüt üzerine yoğun bir operasyon başlatıldı, kadroların çoğu yakalandı, dışarıda kalan grup üyeleri ise bir hesaplaşma içine girdiler. Mahir Çayan'ın hapisten kaçışını Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga'nın partiden ihracı izledi, ardından kır gerillası oluşturarak Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarını engellemek için eylem kararı alındı. 30 Mart 1972'de Kızıldere'de çatışma sonucu öldürüldüler. İçinden Devrimci Yol, Kurtuluş, Acilciler, MLSPB, Üçüncü Yol Eylem Birliği gibi pek çok sol grup çıkan THKP-C, sol fikri düzleme büyük bir teorik katkı sağlamıştır.

    - THKP/C
    - THKP Bildirisi - İhtilalin Yolu
    - THKC 1 No'lu Bildirisi
    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ -
    DEVRİMCİ SOL
    (THKP/C - Dev Sol)
    Web Sitesi

    1993, Radikal Sol
    Dev-Sol'dan 1993'teki ayrışma sonu kopan grup.
    Yayınlar: Devrimci Çözüm
    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
    MARKSİST LENİNİST
    (THKP-C ML)

    Diğer adı Halkın Yolu'dur.
    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
    SAVAŞÇILARI
    (THKP-C S)

    THKP-C kökenli olan ve Çayan görüşlerini savunan grupların oluşturduğu MLSPB'den kopan küçük ve etkisiz bir örgüt.
    TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
    X
    (THKP-C X)

    12 Mart'tan çıkışta THKP-C'nin ideolojik ve teorisine sahip çıkan üniversiteli öğrenci grubu daha sonra Acilciler, Eylem Birliği ve MLSPB olarak bölündü.
    TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ
    (TİİKP)

    Doğu Perinçek çevresi tarafından 1971'de kuruldu. TİP içindeki tartışmalarda MDD tezleri savunan; Doğu Perinçek, Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Atıl Ant, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu gibi isimlerin arasında bulunduğu grup, İşçi Köylü ve Aydınlık dergileri çevresinde şekillendi. Kurulma kararı Mayıs 1969'da alınan illegal parti, silahlı mücadele konusunda bölünmeler yaşadı. Önce Garbis Altınoğlu, sonra da İbrahim Kaypakkaya silahlı mücadele konusunda oluşan fikir ayrılığı sonucunda partiden ayrıldılar. Uluslararası saflaşmada Çin KP'nin görüşlerini benimseyen TİİKP, mücadelenin kırlardan kente doğru ve iktidarın parça parça ele geçirilmesi ile başarılı olacağını savundu. 12 Mart sonrası Şafak isimli illegal dergi çıkarmaya başlayan parti, hızla toparlanmayı başardı. Halkın Sesi isimli dergi çevresinde varlığını devam ettiren TİİKP, 1977'de ilk kongresini topladı; ancak parti devamlılığına rağmen kitleselliğe ulaşamadı. Kurdukları TİKP ile legal mücadele içine giren Aydınlıkçılar üzerinde hep tartışılan bir parti oldular.
    TÜRKİYE İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ
    (TİKB)


    1977, Eski Maoist
    1979'da kurulan illegal örgüt, Dev-Genç kaynaklı, AEP ve ÇKP'ne yakın olan, MDD saflarında yer alan bir kesimce şekillenmişti. 12 Mart sonrası Halkın Kurtuluşu ile birleşen çevre, 1977'de bu gruptan ayrıldı. Aktan İnce önderliğinde kurulan grup, AEP'ne yakınlığı ile tanınır. 1980 sonrası savaş kararı alan örgütün pek çok üyesi öldürüldü, Orak Çekiç isimli bir illegal yayın çıkarmaktadır.
    Yayınlar: İhtilalci Komünist - Orak Çekiç - Devrimci Proletarya - Alınterimiz - Devrimci Proleter Gençlik - Emekçi Memur - Öğrenci Birliği.
    TÜRKİYE İHTİLALCİ KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ - BOLŞEVİK
    (TİKB-B)

    Radikal Sol
    TİKB'nden ayrılan bir grup.
    Yayınlar: Devrimci Duruş
    TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ
    (TİKP)

    TİİKP'nin legal bir uzantısı olarak 29 Ocak 1978'de kurulan partinin genel başkanı Doğu Perinçek'ti. ÇKP yanlısı tutum izleyen partinin günlük gazetesi Aydınlık'ta yayımlanan 'Sahte Sol Dizisi', partinin sol içi yapılanmalardan ve derneklerden tecrit edilmesine neden oldu. 1980 darbesi ile kapatıldı.
    TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ
    (TİP)

    13 Şubat 1961'de kurulan partinin kurucuları arasında Rıza Kuas, Şaban Yıldız, Kemal Nebioğlu, İbrahim Güzelce, Kemal Türkler bulunuyordu. 1964'de Mehmet Ali Aybar'ın genel başkanlığa seçilmesi ile sosyalist yelpazeye açılan parti, 1965 seçimlerinde 15 milletvekili çıkarmayı başardı. 12 Mart'ta kapatılan TİP, Behice Boran tarafından Nisan 1975'te tekrar kuruldu. Etkisiz kalan TİP 1980 darbesi ile kapatıldı. Behice Boran'ın ölümü ile Nihat Sargın başa getirildi, TİP daha sonra TKP ile birleşerek TBKP adını aldı.
    TÜRKİYE KOMÜNİST EMEK PARTİSİ
    (TKEP)

    1980, Komünist
    THKO'dan gelen grup halen ÖDP içinde aktiftir.
    TÜRKİYE KOMÜNİST EMEK PARTİSİ/
    LENİNİST
    (TKEP/L)


    1990, Komünist
    TKEP'yi pasifist ve sağcı bulan bir grubun ayrılarak 1 Eylül 1990'da kurduğu illegal parti, devrim için askeri yapılanmanın aciliyeti konusunda örgütlenmeyi amaçlamaktadır.
    Yayınlar: Devrimci Emek - Devrim İçin Mücadele Birliği -
    Genç Yoldaş
    - Kuruluş Bildirisi

    TÜRKİYE KOMÜNİST İŞÇİ HAREKETİ
    (TKİH)

    Diğer adı Halkın Yolu'dur.
    TÜRKİYE KOMÜNİST İŞÇİ PARTİSİ
    (TKİP)


    1998, Eski Maoist-Radikal Sol
    TKİP/Ekim tarafından kuruldu.
    Yayınlar: Ekim - Kızıl Bayrak - Ekim Gençliği
    - Kuruluş Bildirisi

    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ
    (TKP)


    1980, Komünist
    10 Eylül 1920'de Bakü'de kuruldu. 1970'lere kadar yurtiçinde fazla etkinliği olmadı. İsmail Bilen'in genel sekreterliğe getirilmesi ile örgütlenme faaliyetlerine hız veren TKP, 1979'da bölündü. İngiltere kadroları İşçinin Sesi dergisi etrafında örgütlenerek, SKBP'ne yakın bir çizgi izleyen TKP'yi pasiflikle suçladı. 1988'de TİP ile birleşerek TBKP adını aldı. 1973'te çıkmaya başlayan Atılım dergisi illegal olarak yayınlanıyordu.
    Yayınlar: İşçinin Sesi
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/BİRLİK
    (TKP/B)

    1972 yılında TKP/Reorganizyon adı ile kuruldu, legal destek bağlamında ilişkilerinin geliştiği TSİP ile birlikteliklerini, TSİP'in legalizm batağında pasifleştiği suçlaması ile sona erdirdiler ve TKP/B adını aldılar. Başında İbrahim Seven'in olduğu grup Hikmet Kıvılcımlı'nın tezlerine yakın bir çizgi izliyordu. 1986 yılındaki ikinci kongresinde yani açılımlar yaratmak amacı ile kendisini fesh etti ve TDP'ye dönüştü. 1989'daki 3.Kongre'de ise İbrahim Seven liderliğindeki bir grup ayrılarak DKP'yi kurdular.
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/ MARKSİST-LENİNİST
    (TKP/ML)


    1972, Maoist
    1972 yılında Aydınlık grubundan ayrılan İbrahim Kaypakkaya çevresi tarafından kuruldu. Mao'nun yolundan gidilerek Kır Gerillası'nın örgütlenmesini ana hedef olarak seçen grup, Tunceli kırsalında faaliyetlerde bulundu, etkinliği hala sürmektedir. Devrim için kurulacak olan Kızıl Ordu'nun genç ve yetişmiş insanlara olan ihtiyacını karşılamak için Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği (TMLGB) adlı gençlik teşkilatı oluşturuldu. TKP/ML'den Halkın Birliği, Mücadele Bayrağı, Kurtuluş Yolu, Doğu Anadolu Bölge Komitesi (DABK) gibi gruplar ayrıldı.
    Yayınlar: Partizan - İşçi Köylü Kurtuluşu - Özgür Gelecek
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ (MARKSİST-LENİNİST)
    [TKP(ML) ]

    1994, Maoist
    TKP/ML'den ortaya çıkan grup (DABK kaynaklı) .
    Yayınlar: İşçi Köylü Kurtuluşu - Devrimci Demokrasi - Öncü Partizan
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/ MARKSİST-LENİNİST

    (MAOİST PARTİ MERKEZİ)
    [TKP/ML (Maoist Hareket Merkezi) ]


    1987, Maoist
    TKP/ML'den ortaya çıkan grup.
    Yayınlar: İktidara
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ/ MARKSİST LENİNİST HAREKETİ
    (TKP/ML H)

    1973 yılında TKP/ML ilişkilerini tekrar toparlamak amacı ile başlatılan TKP/ML Koordinasyon Komitesi'ndeki ayrışma sonucu oluşan grup, Halkın Birliği etrafında toplandı. Üç Dünya Teorisi etrafında, sosyal faşizm vurgusu ile kitle çalışmasına ağırlık vermeyi hedefleyen grup, Haziran 1977'de partileşme sürecini kabul ederek TKP/ML Hareket'i kurdu. Tunceli, Kahramanmaraş ve Malatya'da etkin olan grup, tabanlarının Aydınlıkçılara kayması ile giderek etkisizleşti ve 1980 darbesi ile tamamen dağıldı.
    TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ - KIVILCIM
    (TKP - Kıvılcım)


    1989, Komünist
    Sosyalist Vatan Partisi'nden ayrılanlarca kuruldu.
    Yayınlar: Kıvılcım - Zafere Kadar Direniş - Widerstand - Yol
    TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ
    (TSİP)

    1993, Komünist
    12 Mart sonrası kurulan ilk sosyalist parti olan TSİP, TİP'i solu birleştirememek, toplumsal muhalefetin ihtiyaçlarına yanıt verememek ve pasifizm ile suçladı. Demokratik Halk İktidarı hedefi ile yola çıkan TSİP; Sovyet yandaşlığı ile tanınsa da, TKP'yi de Sovyet şablonculuğu suçlaması ile reddediyordu. Partinin Hikmet Kıvılcımlı'nın çizgisini terk ettiğini söyleyen Demir Küçükaydın grubunun Vatan Partisine katılması ile başlayan bölünme, yönetici kadronun bir kısmının da TKP'ye geçmesi ile devam etti. 1978'de ise TSİP'i illegal bir kanadın yönetmesi gerektiğini söyleyen TKP/B'nin ayrılması ile parti iyice zayıfladı. Bu süreç parti içi muhalefetin güç kazanıp partinin yayın organı Kitle'yi ele geçirmesi ile sonuçlandı. 1980 darbesi ile kapatılan parti, 1993'te Turgut Kolçak'ın genel başkanlığında yeniden kuruldu. Şubat 1979 ile Eylül 1979 arasında toplam 30 sayı yayınlanan Birlik yayınına sahiptirler.
    Yayınlar: Kitle
    TÜRKİYE'DE MARKSİST-LENİNİST PARTİ


    1980, Stalinist
    1980'de TKP/ML Spartaküs olarak kuruldu.
    Yayınlar: Spartaküs - Bilimsel Komünizm Sancağı Altında
    ÜÇÜNCÜ YOL

    THKP-C kökenli olan grupları ve özellikle de Dev-Yol ve Dev-Sol'u birleştirmeyi hedefleyen grubun aldığı ad. Şehir gerillası temelinde örgütlenen kadrolarının büyük bir kısmının subay olması ile dikkat çekti.
    VATAN PARTİSİ

    Hikmet Kıvılcımlı'nın görüşlerini savunanlar tarafından 21 Ocak 1975 tarihinde kurulan parti, 1957'de Kıvılcımlı tarafından kurulan partinin yeniden canlandırılmasını hedefliyordu. Etkisiz olan partiden, silahlı mücadele gerekliliği saptaması ile ayrılan bir grup Mehmet Özler liderliğinde Sosyalist Vatan Partisi (SVP) 'ni kurdu.
    YENİ YOL

    Troçkist
    ÖDP içinde yer almaktadır.
    Yayınlar: Yeni Yol

    TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ.......

  • deniz gezmiş

    14.05.2008 - 23:02

    YOLDAŞIMIZIN HAYATI

    1965'ten sonra, Türkiye'de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) 'nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 27 Şubat 1947'de Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğdu. Öğretmen bir ailenin çocuğu olması sebebiyle ilk ve ortaöğrenimini Sivas'ta, liseyi İstanbul'da okudu. Gezmiş, henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu. 1965'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) 'nin Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu. İlk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan İstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk koymaları sırasında işçileri destekleyen ve Türk-İş yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. 7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Ardından 19 Ocak 1967'de Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) binasının yedd-i emine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de Devrimci Hukuklular Örgütünü kurdu. 7 Mart 1968'de İÜ Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı. 2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs'ta 6. Filo'yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de İstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde önderlik etti. İşgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı; öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. İşgalden kısa bir süre sonra İstanbul'a gelen 6. Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı.


    6. Filo eyleminden sonra denizden çıkarılan Amerikan askerleri.TİP içinde yoğunlaşarak, ayrılıklara ve tartışmalara yol açan ideolojik sorunlarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüşünü benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. Ekim 1968'de eylemlerde birlikte olduğu Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Cevat Ercişli, M. Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan'la birlikte Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) 'ni kurdu. 1 Kasım 1968'de TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı) , AÜTB, ODTÜÖB ve DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi. Ardından 28 Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı.

    İstanbul Üniversitesi'nde sağcı güçlerin 16 Mart 1969'da girişmiş olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle birlikte karşı koyan Gezmiş, bu eylemi gerekçe gösterilerek 19 Mart'ta yeniden tutuklanarak 3 Nisan'a kadar hapis yattı. Ardından 31 Mayıs 1969'da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto için giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp, polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, Haziran'ın sonunda Filistin'e gitti. Filistin'e gitmeden önce 23 Haziran 1969'da TMGT'nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı'na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programı gönderdi. Eylül'e kadar Filistin'de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş,1 Eylül 1969'da, 10 Haziran'da 'üniversiteyi işgal' ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesi'nden ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde gazetecilere gizlendiği yerden demeçler verdi. 23 Eylül 1969'da Hukuk Fakültesi'nde olduğu sırada haber verilen polislerin de fakülteye gelmesi üzerine teslim olan Gezmiş, 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi'nde Battal Mehetoğlu'nun sağcılar tarafından öldürülmesinden sonra okulda yapılan aramada, ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş'e ait olduğu öne sürülerek hakkında yeniden tutuklama kararı alındı. 20 Aralık 1969'da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan Cihan Alptekin'le birlikte 18 Eylül 1970'e kadar tutuklu kaldı. Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak, mücadelesini değişik alanlarda sürdürdü. Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte THKO'yu kurdu. 11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası Emek Şubesi'nin soygununu gerçekleştirenler arasında yeraldı. 4 Mart 1971'de dört ABD'li erin Balgat'taki Tuslog Tesisleri'nden kaçırılması eyleminde de bulundu. Kaçırılan erler daha sonra serbest bırakıldılar

    .........................................................................................................

    YAPTIĞI EYLEMLER

    İstanbul Üniversitesi'nin 12 Haziran 1968'de devrimcilerin eline geçmesine önderlik etti. İşgal konseyi adına üniversite senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı.
    1 Kasım 1968'de TMGT, AÜTB, ODTÜÖB ve DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi.
    11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası Emek Şubesi'ndeki silahlı soygunu gerçekleştirenler arasında yeraldı.
    4 Mart 1971'de Ankara'daki Balgat Amerikan Üssü'nden dört ABD'li erin kaçırılması eyleminde bulundu. Bu eylemden sonra, Sivas'ın Gemerek ilçesi girişinde yakala

    ........................................................................................................


    YAKALANIŞLARI VE İDMALRI.....! ! ! !

    Hürriyet gazetesinin 6 Mayıs 1972 tarihli yıldırım baskısının ilk sayfasında bulunan idam haberi12 Mart darbesinin ilk günlerinde Yusuf Aslan ile birlikte Sivas'a gitmekte iken motosikletleri bozuldu. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada, Gezmiş ise 16 Mart 1971 salı günü Sivas'ın Gemerek ilçesinde teslim oldu ve Kayseri'ye getirildi. Buradan Ankara'ya zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu'nun makamına götürüldü.

    Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binası'nda Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no'lu Mahkemesi'nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz ve arkadaşları 16 Temmuz 1971'de başlayan THKO-1 Davası'nda TCK'nin 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de idam cezasına çarptırıldı.

    İdam cezaları o zamanlar senato tarafından onaylanmak zorundaydı. İsmet İnönü 'siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır' diyerek Bülent Ecevit ile birlikte red oyu kullanır. AP genel başkanı Süleyman Demirel ise infazdan yana oy kullanır. Olaydan 15 yıl sonra, Süleyman Demirel bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için:soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri yorumu yapar. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise idamları onaylayarak özür dilemeyi reddeder.[1]

    İdam edilmeden önce Alman Der Spiegel dergisinde çıkan son yazısında 'Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Kahrolsun Emperyalizm! ' dediği belirtildi.

    Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi. İdama giderken imam istemedikleri bilinmektedir, fakat definlerinde bir imam bulunmuştur


    HALK KAHRAMANI ÜLKENİN DENİZİ KALMADI.......

  • Taksim

    14.05.2008 - 21:41

    SABAHIN BİR SAHİBİ VAR...

    şişli meydanında üç kız
    biri çiğdem biri nergis
    vuruldular güpegündüz
    sorarlar bir gün sorarlar

    sabahın bir sahibi var
    sorarlar bir gün sorarlar
    biter bu dertler acılar
    sararlar bir gün sararlar

    bin dokuz yüz yetmiş yedi
    unutulmaz yılın adı
    bir mayıs bayramı idi
    sorarlar bir gün sorarlar

    beş yüz bin emekçi vardı
    taksim meydanına girdi
    öyle bir istanbul gördük
    sorarlar bir gün sorarlar

    al gözlerim seyir eyle
    birin bırak birin söyle
    bu yeryüzü ilk kez böyle
    bir istanbul görüyordu
    kucaklayıp sarıyordu.

    yanları'na kalır sanmasınlar bu yaptıkları haksızlık ve zulm sanmasınlar sol bitti halkımız korktu meydanlardan çekilde bir gün değil o günlerki yakındır yok etmeye çalıştığınız yarındır ve inanınıki bir gün bu yaptıklarınız! 'SAP DÖNER KESER DÖNER BİR GÜN GELİR HESAP DÖNER' meselesi olmuştur hiç ve hiç korkmayın yarınlar halkımıza ve yurdumuza daha yakındır 1 MAYIS marşında dendiği gibi günlerin bu gün getirdiği baskı zulüm ve kandır bu kan ve baskı dinecek (faşizim DÖKTÜĞÜ KANDA BOĞULACAKTIR) neyse unutmasınlar (RUHİ SUYUN) haykırdığı gibi SABAHIN BİR SAHİBİ VAR...! ! ! ! ! ! !

    [email protected]

  • ekmek ve gül

    13.05.2008 - 13:44

    EKMEK VE GÜL


    Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında
    Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara
    Çarpıyor sesimiz ve birden parlayan
    Bir ışık gibi ulaşıyor insanlara
    'Ekmek ve gül! Ekmek ve gül! '

    Yürüyoruz yürüyoruz, erkekler için de yürüyoruz
    Çünkü hâlâ bizim oğullarımızdır onlar
    Ve biz hâlâ analık ederiz onlara
    En zorlu iş, en ağır emek
    Ve çalışmak doğuştan mezara dek
    Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz
    Yaşamak için ekmek
    Ruhumuz için gül istiyoruz!

    Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
    Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız
    Ve türkümüzde onların kederli 'Ekmek! ' çığlıkları
    Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar
    Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
    Biz de bugün hâlâ onların özlemini haykırıyoruz
    iş ve ekmek istiyoruz
    Ama gül de istiyoruz

    Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına
    Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
    Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
    Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları
    işte bunun için yükseliyor yüreklerimizden
    Bu ekmek ve gül türküleri
    Ve yineliyoruz hep bir ağızdan
    'Ekmek ve gül! Ekmek ve gül

  • proleterya

    11.05.2008 - 15:05

    AVUSTURYA İŞÇİ MARŞI

    Hayat denilen kavgaya girdik
    Çelik adımlarla yürüyoruz
    Biz bu karanlık yolun sonunda
    Doğacak güneşi görüyoruz

    Dağları aşıyor, bak yakınlaşıyor
    Kızıl yıldız zafer kuşu
    Bu bir rüya değil,
    Bu bir hülya değil, yıldızıdır kurtuluşun

    Kara deryalarda bir fenersin,
    Senin ışığında yürüyoruz.
    Biz bu karanlık yolun sonunda
    Doğacak güneşi görüyoruz.
    Fabrikalarda biz,
    Tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan
    Din farkı bilmeyiz,
    Dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan

    Anamız amele sınıfıdır,
    Yurdumuz bütün cihandır bizim
    Hazırlandık son kanlı kavgaya
    Başta bayrağımız Leninizm

    Bayrağını yükselt,
    Daha daha yükselt, yükselt bayrağı yukarı
    Bu güne vuralım, yarını kuralım,
    Kaldıralım sınıfları.
    Fabrikalarda biz,
    Tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan
    Din farkı bilmeyiz,
    Dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan

    İ

    Ş

    Ç

    İ


    Y A Ş A M A K İ Ç İ N E K M E K R U H M U Z İ Ç İ N G Ü L İ S T İ Y O R U Z..................! ! !

    S

    I

    N

    I

    F

    I

  • ölüm oruçları

    10.05.2008 - 20:01

    BEN GÜLSÜMAN DÖNMEZ

    Cezaevlerinde süren ölüm oruçlarına karşı hükümetin sessiz tutumu sürerken, her geçen gün ölümler artıyor. Ölüm orucunun 147. gününde yaşamını yitiren Gülsüman Dönmez adına TAYAD'lı aileler tarafından yazılan mektup, devletin, cezaevlerinde ve dışarıdaki ölümlere sessiz tanıklıgının trajedisini ortaya koyuyor.

    Ben, Gülsüman Dönmez ölüm orucunun 147. Gününde öldüm ben. 147 gün hücre hücre eriyerek, sizlere, halka, dünyaya gerçekleri anlatmak için ölüme yürüdüm. Ve öldüm yürüyüşümün 147. Gününde. 147 gün konuştum açlığımla, anlamadınız. Anladınız, anlamamazlıktan geldiniz, duymadınız, görmediniz, görmek istemediniz. Bunun için simdi ölerek konuştum. Hala anlamayanlara bir kez daha anlatmak için konuşuyorum şimdi. Ölüler konuşmaz mı? Evet ben konuşmak için öldüm. Ciltlerce kitapta yazılanları anlatmak için öldüm. Herkese söylüyorum ama özellikle size, siz kendine devrimciyim, demokratım, ilericiyim, solcuyum diyenlere, sendikalara, odalara, derneklere!

    147 gün oğlum Sinan'ın kolları arasında eriyerek öldüm. Burjuva basın dediğiniz gazetelerin kimi köşe yazarları bile dışarıda 38 yaşında bir kadının ölüme yürüyüşüne düşündü, utandı, yazdı, 'trajik' dediler... Siz ölümümün anlamını bile anlamadınız. Sıradan bir ölüm gibi değerlendirdiniz ölüm haberimi. Aferin size, böyle olun, böyle devam edin!

    Ben Gülsüman Dönmez... Bir emekçiyim. Kadınım. Bir çocuk anasıyım. Bu toprakların değerleriyle büyüyen ve değerlerini bu topraklara katanım. F Tiplerinin ne olduğunu size anlatmayacağım. Çok iyi biliyorsunuz; IMF'yi, F Tiplerini, tecriti, saldırının herkese olduğunu... Bunları siz de anlatmadınız mı her şeyin süt liman olduğu, daha devletin saldırmaya başlamadığı günlerde? Sonra sustunuz! Siz hep başkalarının ödediği bedellerle sağlanan koşullarda mı konuşursunuz?

    Ben hapishanede değildim. Ama sanki o hücreler benim üstüme kapanacak gibiydi. O tabutluklar benim içindi. O tabutluk oğlum Sinan içindi. Hepimiz içindi. Ben de ölüm orucuna başladım. Geçen yıl Kasım'ın 14'üydü. Kapılarınızı çaldım birer birer. Demokrattınız, devrimciydiniz, ilericiydiniz, solcuydunuz. Öyle diyordunuz kendinize. Bu haklı direnişi sürdüreceğimiz bir yer istedik sizlerden. Yok dediniz. Her çaldığımiz kapıdan aynı cevabı aldık; 'Ölüm orucuna karşıyız', 'açlık grevine karşıyız', 'polis izin vermez', 'kurumumuz kapatılır', 'baskılar olur'... Ne kadar da tatlı canınız vardı, ne kadar da değerli kurumlarınız vardı.

    Hiç kapanmaması, devletin hiç dikkatini çekmemesi gereken kurumlarınız... Korkuya başka adlar bulmakta ne de mahirdiniz! Kapılarınız yüzümüze kapandı. O yönetimlerinde olmakla övündüğünüz odaların, sendikaların kapıları da hiç açılmadı. Yönetiminde siz vardınız da ne oluyordu sanki? Kendine demokrat, devrimci diyen birileri olsa farklı mı olacaktı. Özgürlükçülükmüş, demokratlıkmış... ne demokratlığı, ne özgürlüğü? Bana demokrat olamayan yoksullara mı olacak? Ben sosyalistliği kitaplardan okumadım, ama yaşadım yoksulluğun en alasını, gördüm kurtuluşun nasıl olması gerektiğini...

    Hele Ankara'da meydanlarda ağzımız burnumuz kan içinde kalıp da, peşimizde çevik güruhu ve faşistler varken, her birinizin kapısını tek tek çaldığımız günler... 50-60 yaşında anaları, babaları sokağın ortasında bıraktığınız günler... Bu muydu sizin solculuğunuz? Bu muydu sizin sosyalistliğiniz? Ne ilgisi var, siz insan bile olamadınız. Düşmanın kapısına gitsek sizin yaptığınızı yapmazdı. 2 bin kişi yuuuh' çektik, tabelası yalan söyleyenlere... Yüzünüz yine kızarmadı.

    Halkın ahlakından ne kadar da uzaktınız. Beyoğlu'nun ahlakı size bunları mı öğretiyor? Bu muydu devrimcilik? İlericilik, sosyalistlik bu muydu? Demokrasi, özgürlük böyle mi savunulurdu? Hayır. Önüme yüzlerce kitap da yığsanız, en allame-i cihanlarınızı da karşıma getirseniz, devrimciliğin bu olduğuna inandıramazsınız beni.

    Ben gün gün ölmeye devam ettim. Ben ölürken Adalet Bakanı yardım yataklıktan dava açtı. Kara mizah değil mi?

    Ben ölürken, sizin dergilerinizde, bildirilerinizde 'yaşamak' üzerine fetvalar veriliyordu. Demek biz yaşamayı bilmiyorduk öyle mi? Demek yaşamak sizin söylediğiniz gibi olmalı öyle mi? Yiyeceksin, içeceksin, tuvalete gideceksin...

    Bir de hep konuşacaksın...

    Bu mu yaşamak?

    Yaşamak öyle mi?

    Siz yaşamayı bilirsiniz, biz bilmeyiz öyle mi?

    Siz rahat yatağınızda yatarken, ben 11 yaşındaki oğlumun kollarında öldüm. Siz yaşamayı bilirsiniz öyle mi? Siz 11 yaşındaki Sinan'ıma bıraktığım mirası anlayabilir misiniz? Siz yaşamayı benim gibi anlayabilir misiniz? Daha anlamamakta direniyorsanız bir de Nazım Hikmet anlatsın size, yaşamanın ne olduğunu;

    'Yasamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesi ki,... insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.' Nazım'ı da hiç dilinizden düsürmezsiniz bilirim...

    Ben Gülsüman Dönmez.

    Onlarca romanda okudunuz belki beni ve benim gibi kadınları. Bu romanları gençlere vererek; bak işte devrimciler böyledir' deyip örgütlediniz. İşte ben gerçeğim. İşte ben bu topraklardayım. Bu direniş, bu zulme karşı haykırış bu topraklarda yankılanıyor. Derdiniz de bu değil mi zaten; aman bu topraklarda olmasın, yoksa tekkeleriniz gümbürdemeye başlar öyle mi? Zulmün karşısına çıkamayan, hak ve özgürlük mücadelesinde olmayan, demokratlıktan, devrimcilikten bihaber olan tekkeler olsa ne olur, olmasa ne olur?

    Ben Gülsüman Dönmez. Ölüm orucunun 147. Gününde öldüm...

    Ey adına devrimci, demokrat, sosyalist, emekten yana diyen partiler, sendikalar, odalar, dernekler; Okuduğunuz kitaplar, yaşadıklarınız öğretmediyse, devrimciliğin, demokratlığın, ahlakın, erdemin, yoldaşlığın, sahiplenmenin ne olduğunu benden öğrenin. Önce insan olmayı, sonra demokrat devrimci olmayı öğrenin!

    TAYAD'LI AİLELER

    [email protected]

  • İBRAHİM KAYPAKKAYA

    06.05.2008 - 14:40

    İBRAHİM KAYPAKKAYA 18 MAYIS'A

    1949 yılında Çorum'da doğdu. Babası yoksul bir emekçiydi. Okulundan arta kalan zamanlarda ailesine yardım ediyordu. Ama koyun gütmeye giderken bile yanına kitap kalem alıyordu. İlkokulu bitirince Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci olarak başladı. Devrimci düşüncelerle de ilk kez burada tanıştı. Hasanoğlan'dan pekiyi ile mezun olunca İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na kaydoldu. Köyüyle ilişkisini hiç kesmiyor, her gidişinde dergi, gazete, kitap götürüyordu. O artık Çapa'daki devrimci çevrenin en önde gelenlerindendi. İlk bildirisini gericilerin saldırısına uğrayan Çetin Altan için kaleme alacaktı. Konferans, açık oturum, forum, tartışma, seminer ne varsa hepsini izliyordu. Fikir Kulüpleri Federasyonu'na bağlı olarak kurulan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kurulunca İbrahim başkanlığa seçildi. Bunun üzerin bir ay okuldan uzaklaştırma cezası aldı.

    Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilere yazıyordu. Öğrenci hakları için verilen bir kavganın ardından bir grup arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı.Önce bir otelde çalıştı, ardından matematik dersleri vererek geçimini sağlamaya başladı.

    Eylemlerde hep en önde yürüyordu.

    1960'ların sonunda 'Demokratik Devrimciler' adı verilen ve TİP içinde muhalefet eden grubun içindeydi. Bu grubun gençlik içindeki örgütlenmesi Dev-Genç'ti. Dev-Genç içinde de bir süre sonra ayrılık çıktı ve İbrahim 'Aydınlıkçı' grup içinde yer aldı. 12 Mart döneminde ise Aydınlıkçılardan, eylem anlayışı, Cumhuriyet dönemine yaptığı eleştiriler ve Kürt sorunu nedeniyle koptu. Askeri yönetim koşullarında TKP/ML olarak adlandırılan örgütün kurulmasına önayak oldu.

    Malatya, Tunceli, Antep'te örgütlenme çalışmaları yürüttü. Köy göz gezdi, köylülere Çin, Vietnam ve Ekim devrimlerini anlattı.

    Onun çalışma yaptığı köylerin yakınında Sinan Cemgil ve iki arkadaşı girdikleri çatışmada öldürülmüşlerdi. İhbarcının Kâhyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz'in olduğunu ortaya çıkarttı. Ardından muhtar öldürüldü.

    Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Haydar Yıldız ile birlikte Tunceli yöresine geçti. 23 Ocak 1973 gecesi kaldıkları köy kuşatıldı. Ali Haydar vuruldu. Diğer arkadaşları kaçtı, Kaypakkaya da vurulmuştu. Köylerden aldığı yardımla bir süre yaralı olarak yaşadı. Vurulduğunun beşinci günü ise köyün öğretmeninin ihbarı sonucu tutuklandı. Buzlu derelerin içinde yaya sürüklendi. Ayakları donmuştu. Askeri hastanede ayakları kesildi. Sorgu ve cezaevi dönemi dört ay sürdü.

    Delik deşik bedeni babasına 1973 yılının Mayıs ayında Diyarbakır Cezaevi'nde teslim edildi. *

    KAYPAKKAYA, '68'İN İBO'SU

    İbrahim Kaypakkaya... 12 Mart'ın ardından Diyarbakır Cezaevi'nde ölen genç bir devrimci. Ölümü hep karanlıkta kalan Kaypakkaya, bir kitapla yıllar sonra yeniden gündemde. Yaşamı anlatılırken dönemin ağırlığı da vurgulanıyor.

    MUZAFFER ORUÇOĞLU

    A niden gelip yanıma oturdu. Önümdeki kâğıda çizdiğim gül ve nargile marpucundan başımı kaldırıp baktım ki o. Gülümsüyordu her zamanki gibi. Duru su mavisinde ışıldayan çakıl saflığını çağrıştırıyordu bakışları. Kütüphanenin bende merak ve dinleme arzusu yaratan, o fısıltılı, malum köşesinden kalkıp gelmişti. Saatlerce okumanın verdiği bilgi yorgunluğuyla sağ avucuna gömdü alnını. Güle ve nargile marpucuna baktı.

    'Farkında mısın bilmem,' dedi, 'bu okulda bir yığın değerli insan var. Bunlar, yağmurunu taşıyamayan kararsız kara bulutlar gibi gezinip duruyorlar.'

    Hiçbir şeyin farkında değildim. Ayıp olmasın diye kalemimi yatırıp, sandalyeme yaslandım. Kesat ve dilsiz bir iklimle dinlemeye koyuldum.

    'Bunlar, Köy Enstitüleri ruhunun henüz kaybolmadığı öğretmen okullarının en başarılı öğrencileri olarak seçilip buralara gönderildiler,' diye sürdürdü. 'Her biri birer yağmur yüklü buluta benziyor. Bütün mesele, bunların bereketlerini bereketli topraklara boşaltmalarıdır.'

    Zamanın dışında yaşayan ve esnemeyi seven bir insan olarak aklımı biraz zorladım. Sözün özündeki ateşi sezinler gibi oldum. Kendi yüreğinden her daim bir adım önde yürüyen bu adamın beni örgütlemeye geldiğini anladım.

    Aradan bir ay geçti. İçime uçurum suskunluğu çöktü. On kişi olduk. Kanadını mum alevinde yakmayan pervanenin aşkı nicedir diyerek, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Çapa şubesini, on kişi olarak kurduk ve ABD'yi hedef alan bir kuruluş bildirgesi yayınladık.

    Kısa bir zaman sonra müdür bizleri çağırdı, durumu sordu ve tümümüzü disiplin kuruluna verdi. Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı gibi tanınmış hocaların içinde yer aldığı kurul, okuldan ihraç kararına vardı. Durumu öğrenince babamın sesi çınladı kulaklarımda: 'Rahat durmadın, köpoğlu köpek! Şimdi ne halt edeceksin, koca İstanbul şehrinde! '

    Ivır zıvırımı torbalayıp okulun önüne çıktım. Yaptığımız işin doğru olduğuna inanmama rağmen, yine de bir kuşku vardı içimde. Mevsimsiz prensiplerin kurbanı olup olmadığımı anlamaya çalışıyodum. Başımı çevirip bir baktım ki gülümseyerek geliyor. Yanında birkaç 'atılmış'la yaklaştılar.

    'Ne o, çok çabuk binmişsin Amentü gemisine, cennette bekleyenin mi var? '

    'Sokakta kaldık, sorun olduk,' dedim.

    Kikir kikir güldü. Sağ elini omuzuma koyarak, 'bu halk bizi besler,' dedi, yeter ki sorun olalım. Sorun olmaktan korkan insan aç kalır, sorunları çözemez.' Bakışları disiplin kurulunun karar aldığı odanın penceresine çevrildi. 'Bunlara acıyorum,' diye mırıldandı. 'Bunlar, çocukların işaret parmaklarından korkuyorlar. Çocukların soru sorması kadar güzel bir şey var mı yeryüzünde? '

    Bu halk bizi besler'e bakıyordum ben. Çarpık adımlarla karşıdan karşıya geçen birkaç kişinin dışında kimsecikler görünmüyordu. Anamın yoksullar için söylediği, 'ekmeği kuru, ayranı duru,' sözü yankılanıyordu içimde.

    Grevler, köylü mitingleri, toprak işgalleri derken, Türk Solu dergisinin yazı kurulunda yeniden bir araya geldik. Her zamanki gibi gözünün kuyruğuyla süzerken gülümsüyordu şirin şirin. Güzel şeyler yapmanın verdiği rehavetle,

    'Eeeee anlat bakalım Hacı Fışfış, yaşamla aran nasıl' diye sordu.

    'Fena değil,' dedim. 'Yaşamımı mide kıyıntısı ile moloz döşek arasında sıkışmaktan kurtardım. İyi oldu.. Köçek fistanı gibi renklendi ruhum.'

    Keyfinden gözlerinin içi ışıldadı. Sözlerimin gerçek anlamlarıyla değil de çağrıştırdıklarıyla daha çok ilgilenir gibi bir hali vardı.

    'Yaşadığımız pratik, ortak yönlerimizi keşfetmemize ve çoğaltmamıza yardımcı oluyor. Yalnız adamlar olmaktan çıktık. Sır kumkuması, kesirsiz, mükemmel insanlar değiliz artık. Lakırdıyı ağzımızda çiğnemiyoruz. Yalın ve doğrudan bir tarza doğru yaklaşıyoruz. Tartışmaları kökten sürme, yaşayan düşüncelerle kaliteli hale getirmeye çalışıyoruz.'

    Ciddi şeyler söylemesine rağmen sesinde içtenlikli, içli bir alay arzusu vardı. İyimserliğini, bilgisinin ve pratiğinin zemini haline getirmişti.

    'Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki marsıvan eşeği bile değişmek zorunda kalıyor,' dedim. 'Anlam kazanmayan bir tek kıpırtı kalmadı. Deli alacasındayız.'

    'Doğru,' diye onayladı. 'Bizi bu hale getiren, ülkenin ve dünyanın durumudur. Hayat, kelini körünü toplayarak iki ayağının üzerinde doğrulmaya çalışıyor. Kültür Devrimi ve Vietnam direnişi, dünyanın kabuğunu çatlattı, özneye dönüştürdü bizi. Güç olmanın zamanıdır.'

    Öğrenci hareketlerinin dışındaydık. Ben köylü, o ise işçi hareketleriyle yakından illgileniyordu. Kitle hareketleri, 15-16 Haziran işçi direnişiyle doruk noktasına erişti. Bunu 12 Mart darbesi izledi.

    Uçurumdan gelen seslere kulak verdim. Karşı zirvelere sis çökmüştü.

    'Ekmek torbalarımız dibe vurdu,' dedim. 'Kitaplar ve zirve sisleriyle başbaşa kaldık. Halk denilen deryanın kıyısındayız. Derya bizim içimizde ama biz deryanın içinde değiliz. Korkuya kesmiş, sessizleşmiş bir deryanın kıyısındayız...

    Elindeki çöple, ayağına büyük gelen kara lastiğin burnunu kurcalıyordu. Kasketi yana kaymıştı. Kiremit kızılı kıllar basmıştı çenesini.

    'Darbe, ülkenin mumlarını tek tek söndürüyor,' diye mırıldandı. 'Mumu sönen bir halk homurdanır, acı çeker. Sessizliği derinleştiren bu öğelerdir.'

    Sessizleştik. Avurtları çökmüştü. Mantığıyla hesaplaşan mağrur bir inatın egemenliği altındaydı sesi. Güzel günlere olan inancının dışında, her şeyini yitirmiş gibiydi. Derviş sessizliğiyle dinliyor, sağ göz kapağını hafif indirerek, kararlı ve kesin konuşuyordu. Zirvelerden inen sislerdeydi bakışlarımız.

    Kafasının arkasına ve ensesine saplanan saçma yaralarından ve kurşun sıyrığından ılık kan sızıyordu kara. Derinleşen acılarda ve tüfek seslerindeydi kulakları. Kafasının kanlanmış kara batan tarafını kaldırmak isteyince, yaklaşan ayak seslerini duydu. Başucuna dikilen askerleri dinlemeye koyuldu.

    'Kafası parçalanmış. Silahı yok. Çevirin, ceplerini yoklayın. Kimliğine bakın.'

    Sırtüstü çevrileceğini anlayınca gözlerini yumdu. Kar, kan ve ter karışımı yüzde taşlaşan şafak aydınlığına baktılar. Soluğunu kıstı, iç gözleriyle bakışları izledi. Koynuna dalan ellerin soğukluğundan ürperdi. Cüzdanın çevrilen ilk sayfasından buz mavisi bir ses yükseldi.

    'Haydar Mecit. Bu da kimmiş? Köylülerden birisi olmalı.'

    Ölüyü bırakıp, kendilerini uçurumdan aşağılara atanların peşine düştüler. Uzaklaşan ayak seslerini hassasiyetle izledi ölü. Şafak ayazının uyuşturduğu ellerini açlığına ve acılarına bastırarak doğruldu ve yaralı bir kurt hırsıyla olay yerinden uzaklaştı sendeleye sendeleye.

    Bir arkadaşla birlikte kendimi uçurumdan aşağı atmış, yuvarlana yuvarlana gelip buzlu suda konaklamıştım. İki saat sonra, sabah güneşinin ışıldattığı karşı zirvedeydik. Yırtıcı kuşların gübreleriyle renklenen bir kayanın üzerinde oturmuş, olay yerine, Vartinik'e bakıyorduk. Müfrezenin silahsız bir grubu bastığını ve kimseyi ele geçiremediğini sanıyorduk. Halbuki A. Haydar Yıldız vurulmuş, İbo ise yaralı haliyle kaçmıştı.

    Köylüler, bitkin, kanlı ve sararmış benziyle kapıyı çalan ölüyü görünce dehşete kapıldılar ve onu içeri almak zorunda kaldılar. Yaralarını temizleyip karnını doyurdular. Büyük lastik ayakkabısının içindeki karları çıkardılar, çoraplarını ocak başının üzerinde kuruttular ve ona hemen evi terkedip gösterecekleri mağarada kalmasını söylediler. Ayaz karanlığı, karanlık ise gökyüzünü ve dağları yutmuş gibiydi.

    Mağara, dayanılmaz derecede soğuktu. Karanlığı ve kıpırtıları soluyarak bekledi. Donacağını düşündü. Sızlayan yaralarını dinledi. Mağarayı terkedip kara ve karanlığa karıştı. Bu sefer bir öğretmenin evindeydi. Yaraları buzlanan, yanaklarının kılcal damarları patlayan bu garip ölüyü, sıcak bir misafirperverlikle ağırladı öğretmen. Ve sonra durumu, el altından müfrezeye bildirdi. Zaten Ölü'yü aramaya çıkmıştı müfreze.

    Müfrezenin pür silah eve girdiğini gören Ölü, inadına ve soğukkanlılığına halel getirmeksizin gizlenmiş derin bir irkilişle ayağa kalktı.

    'Hiç kimse kanundan kaçamaz. Seni Haydar Mecit sanmıştık, dirilip kaçınca İbrahim Kaypakkaya olduğunu anladık. Maceran burada noktalandı.'

    Ödünsüz, dik bir duruşla tartışmaya koyuldu müfrezeyle. Hayretten donakaldı köylüler. Tartışma kelepçeyle noktalandı. Bir gün önce bir sırığa bağlanarak dağdan indirilen bir ölünün sırık izine düşüp, buzlu ve çetin bir dere yolculuğuna çıktılar. Ayağındaki ayakkabı, müfrezeyle birlikte katetmeye çalıştığı Kutuderesi'ni içine alacak derecede büyümüş ve sulu karla dolmuştu. *

    İFADENİZ Mİ NEYİNİZ VARSA ALIN; OĞLUMUN CENAZESİNİ VERİN...

    Binadan koşar adımlarla çıkan yarbay cipin yanına geldi. Ali Kaypakkaya'ya inmesini söyledi. Birlikte aynı binaya girdiler. Bir koridordan geçtikten sonra yarbay, Ali Kaypakkaya'yı bir odaya aldı.

    İçeride beyaz önlüklü bir adam vardı. O adamı görünce bu kez Ali Kaypakkaya'nın içi kararmış 'İbrahim belki de hasta, yine hastaneye yatırdılar, bu adamların telaşı bundan' diye düşünmeye başlamıştı.

    Beyaz önlüklü adam, Ali Kaypakkaya odaya girince telaşlı ve tedirgin davranışlarla ona 'otur şuraya, buyur sigara yak...' demiş paketinden sigara uzatmıştı.

    Ali Kaypakkaya ne sigara aldı, ne de oturdu. Odada aşağı yukarı dolanmaya başladı.

    O sırada birden kapı açıldı. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Şükrü Olcay yanında bir albay, hastane müdürü ve bir-iki subayla içeri girdiler.

    Şükrü Olcay yukarıdan aşağıya Ali Kaypakkaya'yı süzdü, 'Sen İbrahim Kaypakkaya'nın babası mısın' diye sordu.

    Ali Kaypakkaya 'Evet' diye yanıtladı onu.

    Sonra Şükrü Olcay kesin ve katı bir sesle 'Bunu birdenbire söylemek olmaz, ama ben söyleyeceğim; İbrahim öldü....' dedi.

    Ali Kaypakkaya'nın birden bütün kanı çekildi. 'Anlayamadım...' diye kekeledi.

    'Oğlun öldü diyorum' diye sözünü yineledi Şükrü Olcay.

    Ali Kaypakkaya şaşkın ve birden bembeyaz olmuş yüzü altından 'Neden ölsün benim oğlum, ölmez o...' diye karşılık verince... 'Öldü diyorum, işte öldü o...' diye kesip attı Şükrü Olcay.

    Ali Kaypakkaya bu kez garip bir şekilde hareketlenmiş ve sanki boğulmak üzere olan bir insanın çırpınışlarıyla bir yandan yutkunuyor bir yandan ceplerini karıştırıyordu. Sonra cebinden mektubunu çıkarıp 'işte yazdığı mektup beni çağırıyor, ölmez benim oğlum, hasta değildi, sağlığım yerinde diye yazıyor' diye bağırmaya başlamıştı.

    Şükrü Olcay 'intihar etti, oğlun intihar etti...' diye bağırarak karşılık verdi ona. Ali Kaypakkaya ise kesik kesik yanan yüreğini dışarıya vuruyordu: 'Hayır, hayır oğlum öldürüldü, oğlumu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu döve döve öldürdünüz, oğlumu siz öldürdünüz...'

    Odadakilerden birisi 'sus, yoksa haddini bildiririz' diye kesti Ali Kaypakkaya'nın yakarışlarını; gözdağı verdiler ona.

    Ali Kaypakkaya bir aralık suskunluktan sonra, içli ve acılı bir sesle 'verin benim cenazemi, ifadeniz mi neyiniz varsa alın; oğlumun cenazesini verin...' dedi.

    İlkin 'vermeyeceğiz, biz gömeriz' dediler. Bu söz üzerine birden yırtıcı bir sesle Ali Kaypakkaya 'Cenazemi vermezseniz bir adım gitmem' diye diretti.

    Şükrü Olcay bu sıra beyaz gömlekli adama dönerek 'Şuna su verin' dedi. Ali Kaypakkaya 'suyunuzu falan istemiyorum, oğlumun cenazesini istiyorum, onu dişimi tırnağıma takıp büyüttüm, bir gecekondum var, şimdi onu satıp oğluma harcayacağım, köyüme götüreceğim...' diye karşılık verdi.

    Şükrü Olcay çevresindekilere 'Muamelesini yapın' deyip döndü ve çıktı odadan.

    Sonra Ali Kaypakkaya'yı getiren yarbay onu tekrar alarak dışarıya çıkardı. Oğlunu görmek için Diyarbakır'a ilk indiği gün kapısından çevirdikleri Askeri Hastane'ye geldiler.

    Orada Ali Kaypakkaya'ya yapması gereken birtakım işlerden söz ettiler. O da gidip belediyeden bir 'müsaade kâğıdı' aldı. 430 lira verip bir tabut seçti. 70 liraya kefen satın aldı.

    Kefen katlanırken, yolda gelirken kurduğu düşleri, oğlunun çocukluğunu, gözü önüne gelen kundağını, onu kucağına alışını anımsadı.

    Sonra bir hamal tutarak tabut ve kefeni ona verip hastaneye döndüler.

    Belediye memuru 'taşınabilir' diye bir kâğıt imzalayıp verdi ona. Bir yer gösterip oturup beklemesini söylediler.

    Oğlu yaralı yattığı günlerde, yüzünü göstermedikleri koridorlarda, şimdi onu görmeyi bekliyordu.

    Bir süre sonra İbo'yu buzdolabından çıkardılar. Ali Kaypakkaya'ya 'işte oğlun hazır' dediler. Kafadan kesikti. Karnı, kolları, bacakları ve kaba etleri yarılmıştı. Parça parça edilmişti İbo. Gövdesi delik deşikti. 'Otopsi' diye mırıldandı onu buzdolabından çıkaran adam. 'Peki ya bu delikler ne? ' diye söyledi Ali Kaypakkaya. Ses etmediler.

    Oğlunun karşısında sanki kanı kurumuştu Ali Kaypakkaya'nın, Karşısında o yiğit, o dal gibi oğlu yerine, kesilmiş, delik deşik edilmiş insan parçaları duruyordu. Boğazı ve gırtlağı tamamen çürümüş ve simsiyahtı. Sanki çembere alınmış da sıkılmış gibiydi. Daha sonra da kesilip parçalanmıştı boğazı. Omuzlarında, göğsünde sürüyle delik vardı.

    Görüntüler karşısında İbo'yu tabutuna yerleştiren hamal ağlamaya başlamıştı. Ali Kaypakkaya ona parasını vermek istemiş, adam almamıştı. 'Bu bizim insanlık görevimiz' demişti. Nöbetçi erler ve hastabakıcılar Ali Kaypakkaya'yı yatıştırmaya çalışıyorlardı.

    Gelirken İbo'ya vermek için yanına aldığı 1200 liradan 550 lira kalmıştı.

    Gidip bir taksiyle pazarlık yaptı. Taksici parayı peşin istedi. Sonra Ali Kaypakkaya'ya 'Uçağa götür' dediler. Arkasından hep birileri geliyordu.

    Uçakta 240 lira tabut taşıma parası aldılar. Cebinde kalan diğer parayı bilete verdi. Çıkışmayan kısmı için 'Arkasından gelenlerin' araya girmesiyle 'sonra alırız' dediler.

    Oradan Ali Kaypakkaya'yı havaalanına getirip polise teslim ettiler.

    Havaalanında uçuş bekleme salonuna alınırken arama kabininde Ali Kaypakkaya'yı arayan polisler, onun ceplerinden oğluna getirdiği ve İbo'nun savunması için babasından istediği bildirileri buldular. Evirip çevirip bakıyorlar ve söyleniyorlardı. Ali Kaypakkaya 'Onları oğlum istemişti, savunması için gerekiyormuş, ona getirmiştim' diye açıkladıysa da, polisler 'Yok efendim yok, bunlar suçtur, yasaktır, madem oğlun öldü, yorgan gitti kavga bitti deyip bunları yırtacaktın, seni suçlu olarak alıkoymamız gerekiyor...' diye bağırdılar.

    Ali Kaypakkaya bu davranış karşısında polislere 'Oğlum ölmüş, bildiriyi nasıl düşüneyim, sabah beri bir dilim ekmek bir yudum su canıma girmemiş' diyerek kendisini bırakmalarını söylemiş, oradaki bir kadın polisin araya girmesiyle Ali Kaypakkaya'yı bırakmışlardı.

    Uçak Ankara'ya indiğinde Ali Kaypakkaya'yı iki yüzbaşı karşıladı. Onunla taksi tutmaya çıktılar. İbo'yu taksiye yerleştirip bağladılar.

    Önde İbo'nun bağlı olduğu taksi, arkada 'takipçilerin' arabası evin önüne geldiler.

    Babası İbo'yu evine taşıdı. O gece evinde onun başında bekledi. Başı avuçlarında düşündü durdu, yaşlandı durdu oğlunun başucunda. Sabah erkenden gidip bir minibüs tuttu. Ve oğluyla birlikte köylerine geldi.

    İbo ile birlikte 'takipçiler' de köye geldiler.

    Çevre köylerden İbo'nun köye geldiği şaşılası bir biçimde kısa sürede duyulmuştu. Onu duyanlar öbek öbek uğurlamaya geliyordu. Evin çevresi bir anda köylülerle dolmuştu.

    Mezarlığın karşısından geçen büyük yoldaki benzincinin lokantası önünde 'takipçilerin' arabaları duruyordu. Takipçiler orada oturmuş uzaktan köyü ve mezarlığı gözlüyorlardı... *

    NİHAT BEHRAM

    ('İbrahim Kaypakkaya' kitabından,

    Umut Yayıncılık, 2. baskı 1996)

    KASKETLİ FOTOĞRAF

    Yıl 1971. 12 Mart askeri darbesinin ardından 26 Nisan 1971 tarihinde sıkıyönetim ilan edildi. Arananlardan birisi de bendim. İbrahim Kaypakkaya Ankara'daydı. Birlikte Güneydoğu'ya gidecek ve Aydınlık hareketini örgütleyecektik. Benim kimlik sorununu çözmek için İbrahim'in köyüne gitmeye karar verdik.

    Önce İbrahim'lerin Ankara Mamak NATO yolu üzerindeki evinde birkaç gün kaldık. Sonra Çorum yakınındaki Karakaya köyüne gittik. İbrahim'in babaannesi bizi Karakaya köyünde ağırladı. Daha sonra örgütlenme çalışmaları yürütmek üzere Malatya'ya doğru yola koyulduk.

    Malatya'da tanıdıklarımız sınırlıydı. Bunlardan birisi de daha önce siyasi nedenlerle tutuklanmış, tüm devrimcilerin dostu Süleyman Kırteke'ydi. Kırteke'nin bir akrabasının evinde kalırken onu çağırdık. Bize yardımcı olmasını istedik. Her ikimize de kılık kıyafet ayarlamak gerekiyordu. İbrahim'in, yıllarca poster olarak kullanılan ünlü kasketli fotoğrafı işte bu sırada çekildi. Süleyman Kırteke, şapkalı fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:

    '12 Mart askeri darbesinden sonraki günlerdi. Solun bilinen isimleri, Malatya'ya örgütlenmek ve gizlenmek için geliyorlardı. Biz de gelenleri önceden belirlediğimiz köylere ve mekânlara yerleştiriyorduk. Tam gününü hatırlamıyorum ama, sanırım Kürecik dağları kar alacasıydı İbrahim Kaypakkaya'yı Hallahort Mehmet Ali'nin evine götürdüğümüzde. Akrabalarımızdan İbrahim Erdoğan beni aramış ve evlerinde iki misafirimin olduğunu söylemişti. Oraya gittiğimde karşıma daha önceden tanıdığım Oral'la, Dev-Genç'in son kurultayında tanıdığım İbrahim Kaypakkaya çıktı. Sorun aynıydı. Önce tebdili kıyafet sonra kimlik. Ben üstümdeki elbiseleri Oral'la değiştirdim. Kaypakkaya'ya ise ilginç bir kıyafet denk düştü. O günlerde akrabam İbrahim (Erdoğan) 'lerin evinde alacak-verecek meselesi nedeniyle İran'dan getirilip rehin tutulan bir İran'lı genç kalıyordu. Onun kıyafetlerini İbrahim'e uygun gördük. Gencin adını da hatırlıyorum: Feyzullah.

    Feyzullah'ın üzerindekileri çıkarıp İbrahim'e giydirdik. O ünlü kasketi de kafasına geçirmişti, Malatya Mücelli caddesindeki evin hemen karşısındaki Foto Kemiksiz'e gittik. Fotoğraflar çekildi, kimlikler hazırlandı. Bundan sonra Mehmet isimli bir arkadaş İbrahim'i Hallahort Mehmet Ali'ye götürdü. Daha sonra sembol olan kasketli fotoğrafın kısa öyküsü bu. Dikkat edilirse Kaypakkaya'nın başındaki kasket Türkiye'deki kullanılan kasketlere benzemez. Sebebi o İran'lı Feyzullah'ın kasketi olmasındandır.' *

    ORAL ÇALIŞLAR

    (Turhan Feyizoğlu'nun

    'İbo' kitabından)

    KAYPAKKAYA DİRENİŞÇİ DİR

    KAYPAKKAYA SAVAŞÇI DIR

    KAYPAKKAYA KOMÜNİST DİR

    KAYPAKKAYA HALK SAVAŞÇISI DIR

    KAYPAKKAYA ZİNDANDA BİR DESTAN DIR

    KAYPAKKAYA MÜCADELECİ DİR

    KAYPAKKAYA KALEŞNİKOF TUR

    KAYPAKKAYA MİTRALYÖZ DÜR

    KAYPAKKAYA İŞÇİ DİR

    KAYPAKKAYA KÖYLÜ DÜR

    KAYPAKKAYA PARTİZAN DIR

    KAYPAKKAYA YURT SEVER DİR

    KAYPAKKAYA HALK SEVDALISI DIR

    KAYPAKKAYA İLERİCİ DİR

    KAYPAKKAYA DÜZENSİZ DİR

    KAYPAKKAYA EMEKÇİ DİR

    KAYPAKKAYA DEMİR DİR

    KAYPAKKAYA ÇELİK DİR

    KAYPAKKAYA YILMAZ DIR

    KAYPAKKAYA GELENEKTİR

    KAYPAKKAYA SER VERMEK

    KAYPAKKAYA SIR VERMEMEKTİR

    KAYPAKAKYA YOLUNDA..............

    PATİ[email protected]

    KARADENİZE@LİVE.COM

    DENİZLERE SELAM OLSUN............

  • kızıl

    02.05.2008 - 11:55

    KIZIL KMERLER

    Kızıl Kmerler, (Khmerce: Khmer Krohorm, Fransızca: Khmer Rouge) Kamboçya'da gerilla savaşıyla iktidarı ele geçirerek 1975-79 arasında ülkeyi yöneten radikal komünist hareket.1967'de, Kamboçya Komünist Partisi'nin silahlı kolu olarak kurulduğu kabul edilir.

    1960'ların başlarında Fransa'da eğitim görmüş Marksistlerin yönetiminde Prens Norodom Sihanouk'a karşı bir ayaklannmaya katılan komünistler, 1967'de bir köylü isyanında, 1968'de ise hızla yayılan bir kabile ayaklanmasında yer aldılar.Mart 1970'te Prens Sihanouk'u deviren General Lon Nol liderliğindeki sağcı darbeyle Kmer Cumhuriyeti kuruldu.Kızıl Kmerler Sihanouk'a sadık kalan bazı komutanlarla ittifak kurdular.Darbeden kısa bir süre sonra ABD ve Güney Vietnam birliklerinin ülkeyi işgal etmeleriyle Kamboçya Vietnam Savaşı'nın taraflarından biri durumuna geldi. Yeni rejimin baskıcı önlemlerinden kaçan Kamboçyalı Vietnamlılar ile özerk bir cumhuriyet kurmaya çalışan Müslüman azınlıktan yaklaşık 2 bin kişi de onlara katıldı.O sırada Kuzey Vietnam'ın başkenti Hanoi'ye götürülerek komünistlerce eğitilen başka bir Kamboçyalı grup da ülkeye dönerek Kmer Viet-Minh adıyla ortaya çıktı.

    General Lon Nol yönetimi ABD'den gördüğü askeri ve mali desteğe karşın Kızıl Kmerlere karşı başarılı olamadı.Yaklaşık beş yıl süren iç savaş boyunca Khieu Samphan, Hou You ve Hu Nim önerliğindeki Kızıl Kmerler hükümet birliklerine karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyle Kamboçya'nın kırsal kesimlerinin tümünde iktidarlarını pekiştirdiler.Sonunda Nisan 1975'te başkent Phnom Penh'e başarılı bir saldırı düzenleyerek ele geçiridler.Ardından Demokratik Kamboçya hükümetini kurdular.

    Mart 1976'da Khieu Samphan devlet başkanı, Pol Pot başbakan oldu.1977'de ise Çin çizgisindeki Komünist Parti resmen devlet partisi olarak tanındı.20. yüzyılın en kanlı rejimlerinden bir kabul edilen Kızıl Kmer iktidarı, bütün dünyada hiçbir Marksist yönetimin başvurmadığı kadar aşırı bir şiddet uygulamasına girişti.Ülkedeki meslek sahiplerinin ve teknik elemanların hemen hepsi yok edildi.Kentlerde yaşayan milyonlarca kişi zorla köylere yerleştirilerek, kolektif çiftliklerde çalışmaya zorlandı.Rejim düşmanı ilan edilenler aileleriyle beraber toplu olarak katledildi.Bu dönemde ekonomik sistemin felce uğraması nedeniyle baş gösteren açlık ve salgın hastalıklar sonucu ölenlerin sayısının, siyasi nedenlerle öldürülenlerle birlikte yaklaşık 1.5 milyon olduğu tahmin edilmektedir.

    Kızıl Kmer iktidarı sırasında Kamboçya ve Vietnam arasında yoğunlaşan sınır sorunları Aralık 1977'de iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamen kopmasına yol açtı.Pol Pot'un Çin Halk Cumhuriyeti'ne yakınlaşması Vietnam saldırılarını yoğunlaştırdı.

    Ocak 1979'da ülkeyi işgal eden Vietnam birlikleri ve Vietnam yanlısı Kamboçyalı komünistler (Ulusal Kurtuluş İçin Kamboçya Birleşik Cephesi) Kızıl Kmer yönetimine son verdiler ve Vietnam'ın teknik ve mali desteğine dayanan bir hükümet kuruldu.Kızıl Kmer rejiminin çökmesinden sonra Çin'e kaçan Pol Pot ve Khieu Samphan yönetiminde, Kamboçya'nın ücra köşelerine çekilen Kızıl Kmerler, bu kez Tayland sınırı yakınlarındaki üslerinden ve Çin'den destek alarak yeniden gerilla savaşı başlattılar.1982'de Vietnam destekli merkezi hükümete karşı çıkan ve komünist olmayan iki başka Kmer grubuyla, Prens Sihanouk'un fahri önderliği altında gevşek bir koalisyon oluşturdular ve zamanla bu koalisyonun en güçlü tarafı durumuna geldiler.1990'da Vietnam birliklerinin Kamboçya'dan çekilmesinden sonra, iç savaşı sonlandırmak üzere Kızıl Kmerlerle ile savaşın öteki tarafları arasında varılan antlaşma 1992'de Paris'te imzalandı.Ama Kızıl Kmerler antlaşmanın uygulanmasının konusunda güçlük çıkarmayı sürdürdüler.

    1990'larda büyük kopuşlara rağmen özellikle Tayland sınırında gerilla savaşına devam ettiler.Kızıl Kmerler, 1998'de liderleri Pol Pot'un ölümünden sonra tamamen çözüldüler.Pol Pot'un ardılı Khieu Samphan'ın teslim olmasından (Aralık 1998) sonra 1999'a kadar pekçok üyesi ya yakalandı ya da teslim oldu.

    PATİ[email protected]

  • savaş

    02.05.2008 - 11:50

    HALK SAVAŞI NEDİR........

    Halk Savaşı; Mao Zedong'un ve Lin Piao'nun geliştirdiği, yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfı önderliğinde, temel gücü köylü kitlelere dayanan işçi-köylü ordusunun emperyalizme ve feodalizme karşı verdiği savaştır. İşçi sınıfı ve köylülüğün bazı kesimlerinin yanı sıra kent küçük-burjuvazisi de kapsayan bir ordunun savaşı olmasından kaynaklı, bu savaşa halk savaşı denir. Gerilla savaşından düzenli ordu savaşına kadar ordusunu savaş içerisinde geliştirir. İktidarı kırdan kente doğru parça parça kurarak en sonu halk iktidarını kurmayı hedefler. Mao'nun Çin devrimi pratiği üzerine yazdığı pek çok makale de halk savaşı teorisini geliştirir. Bu teorinin aynı zamanda pratisyeni olarak ta gerçekleştirir.

    Akademik bir teoriye sahip olan halk savaşı: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarıyla da detaylandırılı

    KARADENİZE@LİVE.COM

  • İBRAHİM KAYPAKKAYA

    02.05.2008 - 11:37

    İBRAHİM'E AĞIT

    'Benim yavrum fakülteyi bitirmiş
    Eşi dostu hep yanına getirmiş, getirmiş
    Yaralanıncın tümenini yitirmiş
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm

    Ordunun askeri de üstüne varmış
    Kafirin biri de yavruma vurmuş, vurmuş
    Bu acılı haberin köye duyulmuş
    Acılı haberini duyan ağlasın
    Yas çekesin de karaleri bağlasın yavrum

    Benim yavrum muradını almamış
    Bayrak dikilip de düğün olmamış olmamış kuzum oy
    Okumuş da muradını almamış almamış
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Bende senin yollarına ölürüm

    Benim yavrum dört ay hapiste yatmış
    Uyudum uyandım yüreğim kopmuş kopmuş
    Bu yavrum gören ondan efkarım artmış
    Yiğit boylarına kurban olurum oy
    Ben de senin yollarına ölürüm

    Benim yavrum akılların kuyusu
    Vurmayın kafirler yiğit kuzusu oy
    Civan boylarına kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm oy

    Benim yavrum ezelinden gülmemiş
    Okumuş da muradına ermemiş ermemiş
    Kafirin sürüsü de aman vermemiş vermemiş oy
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Bende senin yollarına ölürüm kurban olurum sana
    neferim

    Yavrumun yaresi de hançer yarası yaresi
    Ağlayan ağlayana da annesi, annesi oy
    Vurmayın kafirler de lise hocası, hocası
    Yaralı gövdene kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum

    Tunceli derler adını duydum, adını duydum
    Bir yiğit vurmuşlar da komşular duyun, duyun
    Babasına anenesine tel vuruk, tel vuruk,
    Yiğit boylarına da kurban olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm kuzum

    Arayı arayı da seni bulmuşlar
    Getirmişler de bir dergaha koymuşlar koymuşlar, kuzum, kuzum
    Yavrumu işkenceye almışlar almışlar
    Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm
    Melerim kuzum, civan boylu kuzum kurban olduğum kuzum

    Bahar gelmiş de herkes gülüp oynuyor, oynuyor
    Benim yorgun göynüm de hiç durmuyor, durmuyor
    Posta gözlüyom da mektup çıkmıyor çıkmıyor
    Yaralı gövdene kurban olurum, olurum
    Ben de senin yollarına ölürüm, kuzum'


    1

    8

    M

    A

    Y

    I

    S

    UNUTMA 18 MAYISI

    U

    N

    U

    T

    M

    A

  • butan

    02.05.2008 - 11:24

    RÖPORTAJ:BUTAN KOMÜNİST PARTİSİ(MAOİST) GENEL SEKRETERİ VİKALP BUAT'DA HALK SAVAŞI ENGELENEME


    Wednesday, 14 November 2007
    BKP(M) : 'Butan Halk Savaşı Engellenemez'

    19 Haziran 2007

    Röportajı Gerçekleştiren: T. P. Mishra, Bhutan News Service

    Butan Komünist Partisi (Marksist Leninist Maoist) [BKP(MLM) ] 2001’in ortalarında kuruldu ve kuruluşunu 2003’te kamuoyuna deklare etti. Parti, mevcut rejimi bir bütün olarak alaşağı etmek ve devamında bu Himalaya krallığında bir halk hükümeti kurmak üzere, halk savaşı metodunu savunuyor. BKP(MLM) en çok, sürgün Butanlıların yaşadığı Jhapa Camplarındaki büyük olaylardan sorumlu tutuluyor. Bhutan News’in BKP(MLM) genel sekteri ‘Vikalpa’ ile, posta usulü ile yaptığı röportajda, Vikalpa, Partilerinin misyonunun her koşul altında, halkın hakları için mücadeleyi sürdürmek olduğunu söyledi.

    BNS: Neden Butan’da bir Komünist Parti kurma ihtiyacı hissettiniz?

    Vikalpa: Nerede baskı varsa, orada başkaldırı da söz konusudur. Ve isyan, her zaman hükümranlığın baskısını parça parça alt edip, özgür toplumu kurmaya muktedir bir güç taşır. Fakat, isyanı başlatmak, devrimci bir partiyi gerektirir. Yine, devrimci bir parti yaratmak devrimci bir ideolojiyi gerektirir. Söz konusu olan ideoloji ise 21.yüzyıl için Marksizm Leninizm Maoizm’dir. Bu sebeplerden ötürü Komünist Parti’yi Butan’da inşa etmeye karar verdik. Bununla birlikte, eski parti ve organizasyonlar, kendilerini insanların yalnızca politik olarak istihdam edildiği “şirketler”e indirgeyen, iradelerini diğer ülkelerdeki güçlere teslim eden kurumlar olup, kendi bencil düşlerinden ibarettirler. Şu halde bu parti ve organizasyonlar iki grup halinde değerlendirilebilir: Butan yanlısı ve ABD yanlısı. Özgürlük özlemi ve sevgisi içinde olan Butan halkının ve sürgün edilmiş devrimci Butanlıların, yani bu topraklara ait insanların yüzde 95’lik kesimi için Komünist Parti’yi kurmaya karar verdik. Tüm bunlara dayanarak, Butan’da, MLM çizgide bir Komünist Parti’nin ihtiyaç olduğu konusunda karar kıldık.

    BNS: Partiniz bu süreçte neler yapıyor?

    Vikalpa: Şu an, partimiz ülkeyi elinde tutan yüzde beşlik feodallere karşı yüzde 95’lik kesim için mücadele yürütmektedir. Bundan dolayı, partimiz, devlet gücünü, o gücü elinde tutan yüzde 5’lik kral feodallerinden, yüzde 95’lik kesimi oluşturan köylülere ve çalışan sınıflara geçirmeyi istiyor. Bunun politik bilinç temelinde “dünyayı sarsacak devasa bir devrimle” mümkün olacağı kesin. Bu bağlamda, politik bilinci yükseltmek ve devrimin gereklerini ivedilikle yerine getirme konusunda hızlı bir hazırlık içindeyiz.

    BNS: BKP(MLM) neden sürgün edilmiş Butanlıların yaşadığı kamplarda sorun yaratan bir etkinlik içerisinde?

    Vikalpa: Partimiz kamp bölgelerinde sorun yaratmıyor. Butan rejiminin temel metodu, ‘sessiz bir devlet terörü’ uygulayıp, adalet özlemi içinde olan insanları “terörist” ithamıyla suçlamak, yine aynı yolla halkın ulusal hareketinin karşısında anti-ulusal bir hareket örgütlemek ve ulusal hisler taşıyanları terörist ilan etmektir. Onlar halkın düşmanıdır ve kullandıkları bu metod düşük yoğunluklu komplolarının sembolüdür. Bu hainler her nasılsa, bazı medya organlarının kullanarak kafa karışıklığı yaratmaktadır. Butan halkı onları asla bağışlamayacaktır.

    BNS: Partiniz, Birleşik Devletler’in üçüncü ülke yerleşimi önerisi ile ilgili ne düşünmektedir?

    Vikalpa: Şimdi, kamplarda yaşanan olaylar oldukça dramatiktir. BKP(MLM) ’nin kuruluşundan önce hiç bir parti sürgün Butanlılar sorunu ile ilgili olmamıştır. Fakat Parti, 2001’deki kuruluşundan ve resmi deklarasyonunun yapıldığı 2003 yılından sonra, yalnızca Butan’daki monarşik yapıya tokat atmakla kalmamış, Hindistan’da ve Birleşik Devletler’de Butan konusunda tezahür eden dramatik durumla ciddiyetle ilgilenmiştir. Birleşik Devletler’in Güney Asya diplomatı olan Julia Taft ile Hindistan Güvenlik Yüksek Komiseri Brajesh Mishra’nın Butan üzerine bir dizi görüşmelerde bulunması ise, dünya emperyalistlerinin ve Butan feodalizminin sürgün Butanlılar konusuna olan ilgisini, dahası bu konuda nasıl da kolektif bir irade birliği için çabaladıklarını ve Butan hareketinin etrafını sarıp parçalamak için nasıl entrikalar çevirdiklerini gösterir niteliktedir.

    Butan Feodalizmi ve dünya emperyalistleri, BKP(MLM) ’nin halka yönelik olan programlarını yalnızca kaygıyla değil, büyük bir korkuyla karşılamaktadır. Onlar, kampları, BKP(MLM) ’nin örgütlendiği temel alanlar olarak görmekteler. Fakat, onların bu metafizik düşünceleri, onların bu yanılsamaları, onları partinin Butan içindeki faaliyetlerini görememe zaafına düşürmektedir. Bu düşünceleri, kampları sökmek istemelerinin ve kampta yaşayanlara ülke dışında iş vaatlerinde /dolar vaatlerinde bulunmalarının temel sebebidir. Ne var ki, krallık elitlerinin ve Birleşik Devletler yetkililerinin bu vaatlerinin dahi gerçekliği yoktur. Onlar yalnızca komprador sermaye ile çalışırlar. Geçmişte demokratik mücadele içinde liderlik yapmış kimi sözde liderlerin ABD yanlısı faaliyetleri de bunu kanıtlamaktadır.

    Sonuç olarak, kampta yaşayan bazı saf, akılsız insanların, iş ve cömert ücret vaatlerine aldanıp, el altından birtakım formları doldurduğu, kompradorların himayesine girerek, kampta olay çıkardığı ve partimizi olaylardan sorumlu tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Olaylar medya kanalıyla yanlış yorumlanmakta, konu sansasyonel gazeteciliğin insafına bırakılmaktadır. Onlar, BKP(MLM) kadrolarının bazı hatalarını kullanarak, kendi terörlerini örtbas etmek ve olanların sorumluluğunu BKP(MLM) ’ye yükleyerek bizleri kitlelerden ayırma hevesi içindedirler. Diğer yandan bu yaptıkları partinin savaş yönelimini kesinleştirmekte, kendi sonları yakınlaştırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte, bu olanlar Butan devriminde dost ile düşmanın net bir şekilde ayrılması adına küçük de olsa olumsuz bir etki yaratmıştır.

    BNS: Sürgündeki parti kadrolarının Butan’a dönmesi olanaklı mıdır?

    Vikalpa: Bizim toplumumuzda söylenegelen eski bir deyim vardır: “Niyet varsa, yol da vardır” Eğer, kararın yüreğinin içinden geliyorsa, onun önünde durabilecek engel yoktur. Üstelik BKP(MLM) ülkenin içinden örgütlenmiş ilk ve tek partidir. Kadrolarının büyük bir çoğunluğu Butan içindedir. Bu, devrimimizin baskın yönüdür. Sürgün kamplarında yaşayan Butanlılar, devrimimizin yalnızca “ek” olan yönüdür.

    BNS: Bu parti, Butan halkının geleceğini nasıl görmektedir?

    Vikalpa: Monarşiyi bir bütün olarak alaşağı etmedikçe Butan halkı için bir gelecek yoktur. Güney Butan nüfusunun yüzde ellisini oluşturan ve Sadhri ile Tshangla dillerini konuşanları kapsayan büyük bir kesim birkaç ay evvel uygulanan yeni seçim programındaki F-4 ve F-5 planlamaları suretiyle özel bir kayıt altına alınmış ve bu suretle vatandaşlık haklarından mahrum edilmişlerdir. Bu kesimin devlete dönük herhangi bir talebi söz konusu değildir. Bu onları ülkeden tahliye etme niyetlerini gösteren çarpıcı bir gelişmedir.

    BNS: Partiniz “İç Savaş” diye adlandırdığınız süreci ne zaman ilan edecek?


    Vikalpa: Büyük ve şanlı partimiz BKP(MLM) , İç Savaş için değil “Uzun Süreli Halk Savaşı” için hazırlık yürütüyor. Fakat ulusun özgürlük hareketi ile sınıf mücadelesini birleştirme politikası, etkili bir ilerleme göstermesi amacıyla kamuya açıklanmıştır. Eğer bir yabancı müdahalesi söz konusu olursa, yabancı unsurlara karşı bütün diğer parti ve örgütler de dahil olmak üzere devlet iktidarıyla (monarşiyle) bile bir ulusal cephenin oluşturulabileceği bir Ulusal Savaş halini alacaktır. Fakat devlet iktidarı (monarşi) bir ihanet içine girerse, en sonunda, Butan’ın ve Butan halkının egemenliğini muhafaza etmek için İç Savaş dışında bir seçenek kalmayacaktır.

    BNS: Bu partinin Nepal ve Hindistan’daki radikal güçlerle herhangi bir bağlantısı bulunuyor mu?

    Vikalpa: BKP(MLM) bir asalak olmadığı gibi dış yardım alan bir harekete de inanmıyor. Bağımsız bir partidir ve kendi yaratıcılığı içinde bir örnek sunmaktadır. Nepal ve Hindistan’daki adı geçen radikal güçlerle ilişkimize gelince, bu güçlerle herhangi bir bağlantımız yok. Fakat komünist güçler arasında manevi bir destek ilişkisi her zaman vardır, çünkü ideolojik temelimiz ortaktır.

    BNS: Butan sınırları içinde partinizin nüfuzu altında ne kadar bölge vardır?

    Vikalpa: Partimiz 22 Nisan 2003’te kamuoyuna ilan edilmesinden bu yana Butan’daki 20 bölgenin 16’sında ve sürgün bölgelerindeki yedi kampın hepsinde duvar yazılama, afişleme, broşür dağıtımı, bayrak asma ve açık ve kapalı alan toplantıları düzenleme programlarını başarılı bir şekilde yürütüyor. Bunlar proletarya partimizin nüfuzunu ve yeterliliğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, yaklaşık dört yıldan bu yana partimiz hem nitel hem nicel olarak kitleler içinde sağlam bir yer edinmiş durumdadır. Fakat kaç bölgede mevzilerimizin bulunduğunu açıklamak için doğru bir zamanlama değil. Şartlar olgunlaştığı zaman bunu da açıklayacağız.

    BNS: Hindistan’ın Butan’ın iç işlerine belirgin müdahalesinin üstesinden gelmek konusunda partinizin stratejileri nedir?

    Vikalpa: Hindistan halkı bizim yanımızdadır; fakat Butan’daki feodal monarşik sistem Hindistan yayılmacılığı ve dünya emperyalistleri tarafından destekleniyor; bu yüzden de partimiz, parti kadrolarının daha sonra mutlak monarşiyle savaşırken bu iki gücün karşısında durabilmeleri ve buna fikren hazırlıklı olmaları için şimdiden onları eğitiyor. Demin de bahsetmiştik, şartlar gerektirdiği zaman savaş Ulusal Savaş biçiminden İç Savaş biçimine dönüşebilir. Hepimiz 21. yüzyıl Marksizm-Leninizm-Maoizm’inin bilimsel savaş sanatıyla donanmış durumdayız; bu nedenle de bir İç Savaş patlak verdiğinde müdahaleci unsurların ne pahasına olursa olsun mağlup olacağı kesindir. Bu türden unsurlar Vietnam’ın, Çin’in, Küba’nın ve daha pek çoğunun tarihinden dersler çıkarmalıdır. Bunlar bağımsız Butan halkının öfkesine maruz kalacaklardır.

    BNS: Sürgünde kurulan diğer siyasi partiler dahi BKP(MLM) ’ye karşı çıkıyorlar. Neden partiniz Butan Hareketini Yönlendirme Komitesi (BHYK) içinde yer alamadı?

    Vikalpa: Demokratik bir birlik için bu partilere defalarca gittik, fakat bir sonuç alamadık. Hatta teklif ettiğimiz önerinin bir nüshasını sunabiliriz. Fakat sürgündeki siyasi parti ve örgütler, gerçekte, kitleler için ter dökmek istemiyor. İstedikleri tek şey, gerçek meseleyi konuşmaktan çok onun çevresinde dönüp durmak. Bizi kendi cephelerine almadıkları gibi girmemizi de istemiyorlar.

    Tabiatlarında var olan bu eğilime bir son vermek zorundadırlar. BHYK ile ilgili söylenebilecek ilk şey, ideolojik temelinin net olmadığıdır. Bunun dışında, halkın duyarlıklarını korumuyorlar. Ayrıca, kuruluşu sırasında sıkıntı çekmedik ve izole edilmiş değildik. Biz BHYK’yi sürgündeyken kendilerini sadece kırtasiye işleriyle sınırlamış olan, tahliye edilmiş Butanlıların bir örgütlenmesi olarak görmekteyiz. Kendilerini kırtasiye işleriyle sınırlamış ve devlet baskısı korkusuyla Halk Savaşı’ndan kendilerini izole etmiş unsurlarla bir ittifak oluşturmanın bir anlamı yok.

    Şunu güçlü bir şekilde ifade ediyoruz ki; BKP(MLM) dışında hiçbir siyasi partinin Butan’da mevzisi yok ve biz de mücadelelerini yalnızca sürgün faaliyetlerine hapsetmiş unsurlarla girilecek bir ittifakın yanında değiliz. Eğer BHYK, Butan’daki halkın davası için hazırsa o zaman BKM (MLM) ile arasında mesafeyi azaltmak ve hem legal hem de illegal mücadele için hazırlanmak zorundadır. Butan’ın nesnel ve öznel koşulları nedeniyle güç kullanmaksızın herhangi bir ilerleme sağlanamaz. Ancak BHYK’nin böyle bir alternatif için adım atması durumunda BKP(MLM) ile BHYK arasındaki ittifakın gerçek bir anlamı olacaktır.

    BNS: Butan’da 2008 yılında yapılması önerilen seçimlere nasıl bakıyorsunuz?

    Vikalpa: Güç kullanımı yoluyla halk karşıtı anayasayı zorla kabul ettirerek yapılan bir seçimin meşruluğundan söz edilemez. Geçmişte, henüz anayasa yokken yasadışı bir otokrasi vardı, fakat 2008’den sonra anayasal monarşi örtüsü altında (halk üzerinde) yasal bir otokrasi yaşanacak. Bu seçimin uluslararası kamuoyunun gözünü boyamaktan öte bir anlamı yoktur.

    BNS: Butan’daki demokrasi hareketi neden hep başarısız oldu? Partinizin Butan’da demokrasinin kurulmasına yönelik iyimserliği ne ölçüdedir?

    Vikalpa: Butan’daki demokrasi hareketinin başarısızlığının ardında pek çok sebep sayılabilir; fakat “ideolojinin sefaleti” bunların arasında esas olanıdır. Başkan Mao Zedung, ideolojinin doğruluğu ya da yanlışlığının her şeyi belirlediğini söylemiştir. Eğer ideoloji doğruysa, ihtiyaç duyulan her şey elde edilebilir; eğer yanlışsa elde bulunanlar bile zamanla kaybedilir. Bu, Butan devriminde de yansımasını bulmaktadır.

    Eski siyasi partiler ve örgütler, doğru ideoloji ve taktiklere sahip olmadıkları için [başarısızlığa uğradılar]. Ne halkın desteğini kazanabildiler ne de askeri bir güce sahip oldular. Butan devriminin temel bileşenlerini anlamak noktasında başarısızlığa düşerek labirentte yollarını kaybettiler. Feodal monarşik sistem bu türden hatalar yüzünden Butan demokratik mücadelesini küçümsemiştir. Fakat Marksizm-Leninizm-Maoizm’in bilimsel temelinde yükselen BKP(MLM) bu türden hatalı faaliyetlere bir son vermek ve Butan devrimine doğru bir yönelim kazandırmak için kurulmuştur. Butan devriminin bileşenlerini doğru bir biçimde tespit etmiş ve yeni ve güzel bir Butan kurmak üzere doğru bir hat belirlemiştir.

    Eğer tarihsel 9. Merkezi Konferans [CC? ] toplantısında oluşturulup önemle tavsiye edilen “Butan devrimi üzerine beş sentez ve üç direktif”ine bakıldığı zaman her şey çok açık biçimde anlaşılacaktır. Doğru durumun doğru bir şekilde değerlendirilmesine bir örnektir [bu belge]. Partimiz doğru bir ideolojik temele dayandığı ve halktan kitlesel bir destek gördüğü için halk iktidarı kurulmasında ve halkın ülkenin gerçek sahibi olmasında partimizin öncü bir rol oynayacağına dair tam bir umut besliyoruz.

    BNS: Zaferi kazanacağınızı nasıl bu kadar kesin iddia edebiliyorsunuz?

    Vikalpa: Butan’daki devrim tek bir parti için kazanılmış bir sorumluluk değildir. Özgürlüğüne bağlı halkın yanında ve mutlak monarşinin karşısında olan bütün siyasi partiler, örgütler ve bireyler bu dönemde bir platformda birleşmek durumundadırlar. Geçmişin örgütsel ve bireysel (siyasi) hatalarının farkına varılır ve güçlü bir birlik altında yer almaya cesaret edilirse Butan’ın küçük kukla kralı bir mum gibi eritilecektir. Bu türden bir mücadele içinde yabancı provokasyonlar da güçlü bir şekilde engellenebilecektir.

    Diğer siyasi parti ve örgütlerde devrimci bir ruh olmadığı için, BKP(MLM) , söz konusu demokratik cephenin inşa edilmesinde öncü rol oynayacaktır. Siyasi partilerden bazıları partimiz tarafından önerilen bu konu hakkında henüz bir yanıt vermemiş olsa da, BKP(MLM) adına onlara bütün samimiyetimle Butan topraklarında mutlak değişiklikler uğruna böylesine şanlı bir başlangıç için herhangi bir kazanılmış hak ve şüphe söz konusu olmaksızın zamanında adım atmaları için çağrıda bulunuyorum. BKP(MLM) yakın bir geçmişte Butan kralına çok esnek bir talep mektubu yollamıştır. Ben, bir kez daha, bütün samimiyetimle kendisine sorunu ciddiyetle ele almasını ve [mektubun] hükümet nüshasını bir an önce yayınlamasını öneriyorum. Eğer bu bizim zayıflığımız olarak değerlendirilirse, o zaman “devlet iktidarı” gereken her türlü durumla karşı karşıya kalmaya hazırlıklı olmalıdır. Hiçbir güç halkın adalet ve değişim mücadelesini durduramaz. Bütün gerici kuvvetler halk mücadelesinin yarattığı kasırgayla süpürülüp temizlenecektir.

    [Kaynak: News Blaze, Apfa News

    Çeviri: Solun Doğusu, İngilizce]


    WWW.SOLUNDOGUSU.NET

Toplam 336 mesaj bulundu