Doğum yılı kaynaklarda farklı geçen (1922, ya da 1927) Asım Bezirci Erzincan'da doğdu.Rıfat Ilgaz'la yakın arkadaş olan Bezirci, Ilgaz hakkında bir inceleme yayınladı (Rıfat Ilgaz, ISBN 975-348-036-9, 1997, İstanbul, Çınar Yayınları) . 2 Temmuz 1993'te Sivas Madımak Olayı'nda katledildi......! ! ! ! !
Eserleri
Abdülhak Hamit
Bilimden Yana
Edebiyat Bahçesinde
Güle Dil Verenler
Halk Ve Sosyalizm İçin Kültür Ve Edebiyat
Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri
İkinci Yeni Olayı
Nazım Hikmet
Nezihe Meriç
Nurullah Ataç
Orhan Kemal Yaşamı, Sanatı, Eserleri
Orhan Veli Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Eserleri
Pir Sultan Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri
Rıfat Ilgaz
Sabahattin Ali
Seçme Hikâyeler
Seçme Romanlar
Sosyalizme Doğru
Temele Gül Dikenler
Türk Yunan Dostluk Şiirleri
Şairlerimizin Diliyle Barış
Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Hz. Ali ve On İki İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır/örgütlenmesidir.
Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.
Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Hz. Ali, On İki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.
Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın 'yol evladı' olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın 'bel evladı' olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşiydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826) .
Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.
Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu Kırklar eşidir
On İki İmamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte boynum keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Ulu mahşer olur divan kurulur
Suçlu suçsuz gelir anda derilir
Piri olmayanlar anda dirilir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Pir Sultan'ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
2.
Yas u matem günü derdim yeniler
Yarin sesi kulağımda çınılar
Sordum ki dağlara niçin iniler
Dedi çekticeğim karın elinden
Alnıma yazılmış kara yazılar
İtikattır talip pirin arzular
Sordum ki çamlara neden sızılar
Dedi çekticeğim pürün elinden
Varup Hakkın divanına durursun
Pervan olup aşk oduna yanarsun
Sordum degirmene ne hoş dönersin
Dedi çekticeğim perin elinden
Varup bir pir ile pazar edersin
Oturup da ikrarını güdersin
Sordum garip bülbül niçin ötersin
Dedi çekticeğim harın elinden
Serçeşmeden gelir suyun durusu
Nasibimiz verir pirin birisi
Dedim Pir Sultan'ım benzin sarısı
Dedi çekticeğim yarin elinden.
3.
Gelmiş iken bir habercik sorayım
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Gerçek erenlere yüzler süreyim
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Alçağında al kırmızı taşın var
Yükseğinde turnaların sesi var
Ben de bilmem ne talihsiz başım var
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Benim şahım al kırmızı bürünür
Dost yüzün görmeyen düşman bilinir
Yücesinden Şah'ın ili görünür
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
El ettiler turnalarla kazlara
Dağlar yeşillendi döndü yazlara
Çiğdemler takınsın söyle kızlara
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Şah'ın bahçesinde gonca gül biter
Anda garip garip bülbüller öter
Bunda ayrılık var ölümden beter
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın
Ben de bildim şu dağların şahısın
Gerçek erenlerin nazargahısın
Abdal Pir Sultan'ın nazargahısın
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
4.
Ben de şu dünyaya geldim sakinim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam divana kalsın
Mümin müslüm döşürür de cem olur
Anda sınık yaralara em olur
Kara taş erir de safi dem olur
Kalsın benim davam divana kalsın
Pir Sultan Abdal'ım dünya kovandır
Giden adil beyler kalan ihvandır
Muhammed divanı ulu divandır
Kalsın benim davam divana kalsın
5.
Şu yalan dünyaya geldim giderim
Gönül senden özge yar bulamadım
Yaralandım al kanlara bulandım
Gönül senden özge yar bulamadım
Güzel olan neyler altın akçayı
Arif olan düzer türlü bohçayı
Vücudunda seyreyledim bahçeyi
Dosta el değmedik nar bulamadım
Güzellerin zülfü destedir deste
Erenler Hak için oturmuş posta
Bir zaman sağ gezdim bir zaman hasta
Hasta halin nedir der bulamadım
Felek kırdı benim kolum kanadım
Baykuş gibi viranlarda tünedim
Bugün üç güzelin nabzın sınadım
Can feda yoluna der bulamadım
Felek benim kurulu yayım yastı
Her köşe başında yolumu kesti
Keskin kadeh ile dolumdan içti
Yandı yüreciğim kar bulamadım
Pir Sultan Abdal'ım dağlar ben olsam
Üstü mor sümbüllü bağlar ben olsam
Alem çiçek olsa arı ben olsam
Dost dilinden tatlı bal bulamadım
6.
Çıkıp gökyüzünde sökün eyleyen
Şam'da Kul Yusuf'u görmeye geldim
Eğildim turaba yüzümü sürdüm
Hakkın divanına durmaya geldim
Nurdan kuşak kuşattılar belime
Hak Muhammed Ali geldi dilime
İnem gidem imamların yoluna
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
Hani benim hırka ile postlarım
Men tutimi bir kafeste beslerim
Yüküm lal-ü gevher müşter'isterim
Alan kardeşlere satmaya geldim
Yapusu var usul ile yapulu
Hocası var kapusunda tapulu
Bir şar gördüm üç yüz altmış kapulu
Kimin açıp kimin örtmeye geldim
Pir Sultan Abdal'ım dünyadan göçtü
İdris peygamber de donunu biçti
Suyu suya köpr'eyledi kim geçti
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
7.
Kur'an yazılırken arş-ı Rahman'da
Kudret katibinin elinde idim
Güller açılırken kevn ü mekânda
Bülbül idim gonca gülünde idim
Evvel Cebrail'in ilk kelamında
Kırklar meclisinde aşk meydanında
Muhammed Ali'nin sır kelamında
Nihan söyleşirken dilinde idim
Kırklar arş üstünde kurdular cemi
Muhabbet halk olup sürdüler demi
Balçıktan yarattı Allah Ademi
Ben ol vakit anın belinde idim
Yunus'un deryaya daldığı zaman
Kırk gündüz kırk gece kaldığı zaman
Ali zülfikarı çaldığı zaman
Hayber kalesinde kolunda idim
Pir Sultan'ım içtim aşkın dolusun
Makadir bilmeze vermem yarısın
Bir kuşa seksen bin şehrin kapısın
Tayin verilirken yanında idim
8.
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Halımızı hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Hak divanına dizildik
Aşk defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultan Abdal'ım şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Ali'ye saydılar bizi
9.
Bir nefescik söylüyeyim
Dinlemezsen neyleyeyim
Aşk deryasın boylayayım
Ummana dalmaya geldim
Aşk harmanında savruldum
Hem elendim hem yoğruldum
Kazana girdim kavruldum
Meydana yenmeğe geldim
Ben Hakkın edna kuluyum
Kem damarlardan beriyim
Ayn-i Cem'in bülbülüyüm
Meydana ötmeye geldim
Ben Hak ile oldum aşna
Kalmadı gönlümde nesne
Pervaneyim ateşine
Şemine yanmağa geldim
Pir Sultan'ım yeryüzünde
Var mıdır noksan sözümde
Eksiğim kendi özümde
Dârına durmağa geldim
10.
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Irızgını veren Ali değil mi
Gelin vazgeçelim böyle gümandan
Vallahi çıkarız dinden imandan
Şefaat umariz On'ki İmam'dan
Anların atası Ali değil mi
Yarattı Mülcem'i o da oldu düşman
Kasdetti Ali'ye son oldu püşman
Kangı kitapta gördün Ömer Osman
Kur'an-da okunan Ali değil mi
Binbir adı vardır birisi Hızır
Her nerde çağırsam orada hazır
Ali'm padişahtır Muhammed vezir
Bu fermanı yazan Ali değil mi
Pir Sultan Abdal'am ben bir fukara
Acep bulunur mu derdime çare
Yüzü kara nasıl varam huzura
Divanda oturan Ali değil mi
11.
Alçakta yüksekte yatan erenler
Mürvetiniz yok mu aldı dert beni
Başım alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerlerde buldu dert beni
Oturup benimle ibadet kıldı
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalın kılıç olup üstüme geldi
Çaldı bölük bölük böldü dert beni
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Yavru şahin pençesinde kuş gibi
Seher çağı bir korkulu düş gibi
Çağırta çağırta aldı dert beni
Abdal Pir Sultan'ım gönlüm hastadır
Kimseye diyemem gönlüm yastadır
Bilmem deli oldu bilmem ustadır
Şöyle bir savdaya saldı dert beni
12.
Bu kanlı zalımın ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi paralar beni
Dar günümde dost düşmanım belloldu
On derdim var ise şimdi elloldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni
Pir Sultan Abdal'ım can göğe ağmaz
Haktan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni
13.
Hak nasib eylese dergâha varsam
Daim divanında dursam ya Ali
Eğilsem payine niyaz eylesem
Yüzüm tabanına sürsem ya Ali
Yüzüm tabanına sürdüğüm zaman
Kalmadı kalbimde zerrece güman
Kâfire Zülfikar çaldığın zaman
Önünce Kanber'in olsam ya Ali
Kanber gibi hizmetine yeldirsen
Bir dem ağlatsan da bir dem güldürsen
Çeküp Zülfikar'ı beni öldürsen
Kesmem eteğinden elim ya Ali
Hiç çekem mi eteğinden elimi
Hak katında kabul kıldım ölümü
Erler doğru sürün Ali yolunu
Mümince kulların görsem ya Ali
Mümin olan neresinden bellidir
Haklı söyler nefesinden bellidir
Erenlerin cemi gonca güllüdür
Tomurcuk güllerin dersem ya Ali
Mümin olan müslimini getürse
Hakikatı Hak cemine yetürse
Dizi dize verüp irfan otursa
Doyunca didarın görsem ya Ali
Pir Sultan'ım niyaz eyle pirine
İnan gel Muhammed Ali yoluna
Bu divanda girem kalbin evine
Yarın fırsat elden gider ya Ali
14.
Ben gayrı nesne bilmezem
Allah bir Muhammed Ali
Özümü gayra salmazam
Allah bir Muhammed Ali
Bir mum yanar bir şişede
Bülbül eğlenmez meşede
Yedi iklim dört köşede
Allah bir Muhammed Ali
İki kuş gördüm yuvada
Döner muallak havada
Dağda deryada ovada
Allah bir Muhammed Ali
Yaktıcağım bir çıraktır
Bindiceğim bir buraktır
Yerden göğe bir direktir
Allah bir Muhammed Ali
Pir Sultan'ım bu bir sırdır
Sırrını saklayan erdir
Ay da sırdır gün de sırdır
Allah bir Muhammed Ali
15.
Arzuladım size geldim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Rehber aradım aradan
Cümle alemi yaradan
Beş taşlı şahit getiren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda durur
Cümle eksikler yetürür
Beş taşlı şanit getüren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Âşıkların semah döner
Kırk budakta şem'a yanar
Dolusun içenler kanar
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza'nın torunu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıcı bıçağı
Erenlerin bal çiçeği
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan'ım gerçek Veli
Erenlerden çekmez eli
On İki İmam'ın yolu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
16.
Bu dünyanın evvelini sorarsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Sen bu yolun sahibini ararsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Tahtını terketti İbrahim Edhem
Süleyman Nebiye verildi hatem
Her kulun alnına yazıldı sitem
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Erenler öldürür yoldan şaşanı
İhlas ile kaldırtırlar düşeni
Tarikatta her kişinin nişanı
Erenler katında bellidir belli
Erenler elinden dolu içildi
Ol saadette kil ü kal'den geçildi
Firdevsi alâ'da güller açıldı
Cennet-i alâ'nın gülidir güli
Pir Sultan Abdal'ım ummana daldı
Yenemedi kendin engine saldı
Hakıpayinize yüz süregeldi
Erenlerin kemter kuludur kuli
17.
Kocabaşlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı
Haramı helalı yedi
Sende hiç din iman var mı
Fetva verir yalan yulan
Domuz gubu baga dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
İman eder amel etmez
Hakkın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle bir şeytan var mı
Pir Sultan'ım zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde ziyan var mı
18.
Kahpe felek sana n'ettim neyledim
Pir Sultan'ım niye geldin cihana
Kusur senin imiş etme bahane
Evvel kullar yalvarırdı sultana
Şimdi minnetç'ettin kula sultanı
19.
Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Korular kalmadı kara yurd oldu
Ali'm ne yatarsın dar günün geldi
Sancak gele Kazova'ya dikile
Münafık başına taşlar döküle
Mümin olanlar da Hakka çekile
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Kızılırmak gibi bendinden boşan
Hama'dan Mardin'den, Sivas'a döşen
Düldül eğerlendi Zülfikar kuşan
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Sene tekmil olduğunu bildiler
Yezid lain gömleğini giydiler
Kasdeyleyüb imamlara kıydılar
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Abdal Pir Sultan'ım bu sözüm haktır
Vallahi sözümün hatası yoktur
Şimdiki sofunun yezidi çoktur
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
20.
Gelin yiyelim içelim
Bu güzellik geçer birgün
Alem yaran yaran olmuş
Ali'm sırrın açar olmuş
Yeyip yediren bir adem
Eksik etmez bari Hüdam
Gök ekini misal adem
Anı eken biçer bir gün
Yeyip yedirmesi hoşdur
Dayan kahpe yürek taşır
Can dedikleri bir kuştur
Kuş kafesten uçar bir gün
Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Yer altında kefen yırtmak
Boyumuzdan geçer bir gün
Pir Sultan'ım düşümüzde
Uzak değil karşımızda
Baykuş mezar taşımızda
Dertli dertli öter bir gün
21.
Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar
Kıpkırmızı donlar giyer allanır
Hu dost çağırır sallanır ağaçlar
Çiçek açar domur domur dal verir
Kimi uzar birbirine el verir
Kimi meyva verir kimi gül verir
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar
Yazbaharda bahçe ile bağ ile
Kaba çamın gürlemesi dal ile
Koç yiğidin eğlenmesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
Pir Sultan Abdal’ım Hatayi şahım
Adem için ne halk etmiş Allah’ım
Güz gelince salar yaprağın dalın
Vakti geldimi sulanır ağaçlar
22.
Hızır Paşa’nın zulmü var ise
Ne yapayım benim de bir ahım var
Senin tuğlu padişaın var ise
Benim arkam kal’em bir Allahım var
Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz
Kimsenin hakkını kimsede komaz
Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz
Masumlar boğdurur padişahım var
Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e
Geçmem beni etseler pare pare
İrafizi deye çektiler dare
Acab benim bunda ne günahım var
Pir Sultan Abdal’ım yedullahımız
Batına hükmeder padişahımız
Sahib çıkar miskin kul (a) Allahımız
Şefaat edecek güzel şahım var
23.
Birlik makamında bir güzel gördüm
Leblerinin şekeri var kandi var
Âşıkı çok imiş aradım sordum
Nice bencileyin derdimendi var
Cemali geliyor hayalde düşte
Canım asumanda kandilde düşte
Uzakta yakında yepinde pişte
Her nereye baksam Ali'm kendi var
Gâh bahçeye girer gülden görünür
Gâh mana söyleşir dilden görünür
Gâh gönül evinde mihman görünür
Âşıkına türlü türlü fendi var
Şükür olsun bu sevdaya ulaştım
Muhabbet bağını gezdim dolaştım
On İki İmam'ın cemine düştüm
Şimdi boynumuzda aşk kemendi var
Pir Sultan'ım sever böyle dilberi
Bu cümle Cihanın yekta gevheri
Bu aşk meydanında bir divan olur
O meydana düşen nevcivan olur
İtikatsız talib boş kovan olur
Vızılar arısı bal olmayınca
Değme arif bunu böyle bilemez
Bilir ama yine arif olamaz
Her mürşid ölüyü diri kılamaz
Hünkâr Hacı Bektaş Vel (i) olmayınca
İki melek gelir sual sorarlar
Döker de hurcunu gevher ararlar
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca
Pir Sultan'ım baştan dalga aşırır
Bu aşkın doluşu aşka düşürür
Her bildiğin rehber çiğ mi pişirir
Yanıp ateşlere kül olmayınca
25.
Çeke çeke ben bu dertten ölürüm
Seversen Ali'yi değme yaram
Ali'nin yoluna serim veririm
Seversen Ali'yi değme yarama
Ali'nin yarası yar yarasıdır
Buna merhem olmaz dil yarasıdır
Ali'yi sevmeyen Hakk'ığn nesider
Seversen Ali'yi değme yarama
Bu yurt senin değil konup göçersin
Ali'nin dolusun bir gün içersin
Körpe kuzulardan nasıl geçersin
Seversen Ali'yi değme yarama
Ilgıt ılgıt oldu akıyor kanım
Kem gelde didara talihim benim
Benim derdim bana yeter ey canım
Seversen Ali'yi değme yarama
Pir Sultan Abdal'ım deftere yazar
Hilebaz yar ile olur mu pazar
Pir merhem çalmazsa yaralar azar
Seversen Ali'yi değme yarama
26.
Ne güzelce muradıma ererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Al yanaktan kırmızı gül dererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Demir kafeslerdir benim durağım
Yanar iken yanmaz oldu çırağım
Gün be gün artıyor derdim firakım
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince yazı yaban yurt olur
Ak sürüye kara koyun kurd olur
Sevip sevip ayrılması derd olur
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince atlar çıkar çayıra
Kadir mevlam sevdiğini kayıra
Meğer beni senden ölüm ayıra
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Pir Sultan Abdal'ım dağları aşam
Aşam aşam ırmaklara karışam
Hiç başına gelen var mı danışam
Felek beni nazlı yardan ayırdı
27.
Hazreti Ali'nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların öcü alınmalıdır
Kendin teslim eyle bir serçeşmeye
Er oldur ki yarın senden şaşmaya
Bir munafık bin gaziye düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır
Yeryüzünü kızıl taçlar bürüye
Munafık olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Sultan kim olduğu bilinmelidir
Çağırırlar filan oğlu filana
Ne itibar Yezid kavli yalana
Kılıcın arştadır doğru gelene
Ya ser verip ya ser alınmadır
Pir Sultan Abdal'ım ey Dede Himmet
Kendine cevr etme aleme rahm et
İstanbul şehrinde ol sahib devlet
Tac-ı devlet ile alınmalıdır
28.
Gelin özümüze sitem uralım
Hile ile hurda ile hal olmaz
Hakkın divanına nice varalım
Hak katında yalancıya yer olmaz
Yine gerçeklerden açtık kapuyu
Bir pirin önünde kıldık tapuyu
Arı birlik ile yapar yapuyu
Birlik ile bitmeyende bal olmaz
Erenler gafletten kalktı uyandı
Gerçeklerin nefesine boyandı
Bu yolun içine girde uyandı
Be gaziler bunda hiç vebal olmaz
Ali kulu olan Hak'tan utana
Var pazarlık ile cevher satana
Bu yolun içinde riya tutana
Sürün gitsün dört kapuda yer olmaz
Pir Sultan'ım eydür kalbimiz nurdur
Müminler gözlüyse munafık kördür
Erenlerin yolu kadimdir birdir
Her tepenin başında da yol olmaz
29.
Bülbül olsam gül dalında şakısam
Öz bağında biten gül neme yetmez
Süleymanın kuş dilinden okurum
Bana talim olan dil neme yetmez
Derviş oldum pir eteğin tutarım
Hakka doğru çekilmiştir katarım
Baykuş gibi garip garip öterim
Issız viraneler çöl neme yetmez
Aşk kitabın ele aldım yazarım
Yolum Hakka doğru meylim nazarım
Neme gerek dağı taşı gezerim
Karşıda görünen yol neme yetmez
Dünyanın ötesi neden malumdur
Anın da aslına eren alimdir
Az yaşa çok yaşa sonu ölümdür
Bana hırkayla şal çul neme yetmez
Pir Sultan'ım sırrım kimseler bilmez
Tevekkül malını erteye koymaz
Kişi kısmatından artuğun yemez
Bana kısmat olan mal neme yetmez
30.
Hacı Bektaş tekkesinin dışında
Dediler bir suna aştı yalınız
Ayrılmışlar yaranından eşinden
Dediler bir suna aştı yalınız
Eşinden ayrıldı Bektaş'a vardı
Kuru göllerde çok savaşlar kıldı
Ayrılık haberin Mucur'dan aldı
Dediler bir suna aştı yalınız
Geçti m'ola Kızılırmak boyunca
Çeken bilir ayrılığı doyunca
Ayrılmıştır On İki İmam soyunca
Dediler bir suna aştı yalınız
Aştı m'ola Kırlangıç'ın belini
Avcı rast gelirse yolar telini
Arzulamış gider dostun elini
Dediler bir suna aştı yalınız
Pir Sultan Abdal'ım gönlümüz paslı
Tutu kumru gibi kafeste besli
Hünkâr Hacı Bektaş Veli'dir nesli
Dediler bir suna aştı yalınız
31.
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün dev (i) rilir
Nemrud gibi Anka n'oldu
Bir sinek havale oldu
Davamız mahşere kaldı
Yarın bu senden sorulur
Şahı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Hana
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Hafid-i Peygamber'im has
Gel Yezid Hüseynimi kes
Mansur'um beni dâra as
Ben ölünce il durulur
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir
32.
Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ataşlara yandırır
Her evin devliğin öküz döndürür
İreçberler hoşça tutun öküzü
Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altını kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözünden öpün
İreçberler hoşça tutun öküzü
Pir Sultan'm der ki kaynar coşunca
Tekne hamur kalmaz ekmek pişince
Adem At (a) öküzün çifte koşunca
İreçberler hoşça tutun öküzü
33.
Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş
Meğer Şah'ı sevmiş dese yoludur
Yetmiş iki millet sevmezler şahı
Biz severiz Şah'ı Merdan Ali'dir
Kırkımız da bir katara dizildik
Hak Muhammed ümmetine yazıldık
Hakikat şerbeti olduk ezildik
Biz içeriz bize sunan Ali'dir
Gidi Yezid bizler haram yemedik
Batındaki gördüğümüz demedik
İkrar birdir dedik geri dönmedik
Yedileriz birincimiz Ali'dir
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Hem Cibril-i Emin'dir rehberimiz
Biz müminiz mürşidimiz Ali'dir
Pir Sultan'ım Nesimi'dir pirimiz
Evvel kurban ettik Şah'a serimiz
On İki İmam meydanında dârımız
Biz şehidiz serdarımız Ali'dir
34.
Emek çektim bir ev yaptım erenler
Yine bu güzele bildiremedim
Bahar geldi çiçek bitti ot bitti
Toprak güldü taşı güldüremedim
Önüne rehber almıştır kadıyı
Gelir kitabın okuyu okuyu
Burhan ile buldum yetmiş ikiyi
İkisin bir kaba sığdıramadım
Yüreğimde belli belli yaralar
Şeytan kalbin almış gözün köreler
Hakka niyaz eylemeye ar eyler
Eğilip bir secde kıldıramadım
Hu demine bir ikrarı güdenin
Tuh yüzüne ikrarından dönenin
Pir Sultan'ım munafıkın nadanın
Gönül aynasını sildiremedim
35.
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Gönül çıkmak ister Şah'ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali On İki İmam aşkına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zincir boynum sıktı haylı zamandır
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Ilgın ılgın eser seher yelleri
Yare selam eylen Urum Erleri
Bize Peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Çıkarım bakarım kale başına
Mümin müslümanlar gider işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Yaz seli gibiyim akar çağlarım
Hançer alıp ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Pir Sultan'ım eydür mürvetli Şah'ım
Yaram başverdi sızlar ciğergahım
Arşa direk direk de olmuş ahım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
36.
Ben de şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don giymişe döndüm
Sahibi çıktı da elimden aldı
Koru yerde koyup yaymışa döndüm
O yar geldi geçti geri bakmadı
Hendekler kazdırdım sular akmadı
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm
Pir Sultan Abdal'ım bu dünya fani
Baştan başa kim sürdü bu devranı
Yarin bir çift sözü üşüttü beni
Yüce dağ başında buymuşa döndüm
37.
Sofi mezhebimi niye sorarsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Gözlüye gizli olmaz ne ararsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Eğnimize biz kırmızı giyeriz
Halimizce biz de mana duyarız
İmam Cafer mezhebine uyarız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Her kulun çırağın yaksa Hak yakar
Mümin olanları katara çeker
Aslımız On İki İmam'a çıkar
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Muhammed Ali'dir Kırkların başı
Anı sevmeyenin nic'olur işi
Yezid'e lanetle atalım taşı
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Biz tüccar değiliz alıp satmazız
Erenler malına hile katmazız
Gönlümüz geniştir biz kin tutmazız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
İlkbaharda açılmıştır gülümüz
Hakkin dergâhına gider yolumuz
On İki İmamı okur dilimiz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Pir Sultan'ım söyler ganidir gani
Evveli Muhammed ahırı Ali
Anlardan öğrendik erkânı yolu
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
38.
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü taalallah
Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah
Açalım kızıl sancağı
Geçsin yezitlerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevekkeltü taalallah
Pir Sultan'ım geldi cuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkeltü taalalla
Behçet Safa AysanBehçet Safa Aysan, şair ve tıp doktoru (1949-1993) .
Hayatı [değiştir]1949 yılında Ankara'da doğdu. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nde okudu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi.
12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit'e atandı. Ankara'da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı.
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişiyle birlikte can verdi. Ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği tarafından adına şiir ödülü verilmeye başlandı.
Yapıtları [değiştir]Karşı Gece (1983)
Sesler ve Küller (1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)
Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)
Deniz Feneri (1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)
Şiirler (1990)
Behçet Aysan Kitabı (1993)
Üç Kardeştiler (Radyo Oyunu, 1995)
Pir Sultan'ın Yaşadığı Dönem: Tanık Olduğu ve İçinde Yaşadığı Alevi Halk Hareketleri
Ismail Kaygusuz
Celaleddin Ulusoy'un getirdiği yaklaşımla Kalender Çelebi'ye bağlandığında, Pir Sultan'ın yaşadığı dönem, yukarıda değindiğimiz birinci görüşte ileri sürülen dönemle, yani 2. Bayezid (1483-1512) , 1. Selim (1512-1520) ve Kanuni Süleyman (1520-1566) zamanlarıyla denk düşebiliyor.
Bunun yanısıra, İlhan Başgöz'ün, Düzmece Şah İsmail'in (1577-8) “Pir Sultan'ın beklediği Şah” olduğuna tarihsel kanıt olarak gösterdiği dörtlüğe göz atalım:
Pir Sultan Abdal'ım dost çiresine
Arzumanım kaldı Şah cilvesine
60 ile 73'ün arasına
Özümü irfana koşamam m'ola
İlhan Başgöz, rakamları Hicri 960 (1552-53) ve Hicri 973 (1565-6) tarihleri olarak yorumlayıp, “bu yıllar arasında, özünü irfana koşmak isteyen Pir Sultan yaşamaktadır” diyor. (S. Eyuboğlu, agy, s. 55) Hangi gerekçe ile bu rakamları tarih kabul ettiği açık değil.
Neden Pir Sultan Abdal, 60 ile 73 yaşları arasında özünü irfana koşmuş olmasın? Demek ki ömrünün bu dönemi, onun olgunlaştığı ve çağının bilgilerine ulaşıp onları özümsediği dönemdir. Bizce bu şiiri Pir Sultan 73 yaşlarındayken yazmış olmalıdır. Belki de Hızır Paşa'nın zindanlarında, ömrünün son zamanlarında yazmıştır. Böyle olunca onun 1475-80 arasında doğmuş olabileceği ortaya çıkıyor.
Bu tarihi esas aldığımızda, “Pir Sultan'ın zamanında, yaşadığı çevrede herhangi bir halk hareketi olmamış ve kendisi de böyle bir harekete katılmamıştır” diyenlerin (bu iddia sahipleri için bkz. Baki Öz: Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, s. 191) niyetlerinin karanlık olduğu görülür. Çünkü Pir Sultan Abdal, bu tarihe göre, 30 yaşlarından itibaren, idam edilinceye kadar en az on Alevi halk hareketi yaşadı. Büyük kırımlar ve kanla bastırılmış onca ayaklanmaya, Çaldıran savaşı (1514) öncesi ve sonrasında, yüzbinlerin öldürüldüğü toplu Kızılbaş kırımlarına tanık oldu. İran savaşları sırasında (1548-55) Kanuni'nin Kızılbaş kırımından yakasını kurtaramadı.
Pir Sultan Abdal'ın yaşamış ve tanık olduğu bu halk hareketlerinden bazılarına değinelim:
1. 1509-11 yılları arasında iki yıl süren Şah Kulu Sultan ayaklanması: Bu, Şah İsmail Safevi'yi dayanak alıp başlayan, ama kısa zamanda bağımsız gelişerek, Anadolu ve Rumeli'yi saran ve doğrudan siyasal iktidara yönelik bir Alevi halk hareketiydi. Yenilgiden yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvetleri, ancak Vezir Hadım Ali Paşa'nın yönetiminde Sivas yakınlarında Gedikhan'da yapılan savaşta Şah Kulu'nu öldürerek ayaklanmayı bastırabildiler. 1511 Haziran'ında yapılan bu savaşta Ali Paşa da öldü. Şahkulu Sultan'ın ölümüyle halk birlikleri dağıldı, 15 bin kadarı İran'a geçti. Şah İsmail daha başlardayken, bu hareketten desteğini çekmiş sudan bahanelerle birçoğunu katletti...
2. Nur Ali Halife ayaklanması: 1512 yılında Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum yörelerindeki Alevi kitleler tarafından gerçekleştirildi. Nur Ali, Şah İsmail'in halifelerindendi. Tokat'da Şah İsmail adına hutbe okuttu. Şehzade Ahmed'in (Yavuz Selim'in kardeşi) isyanı bastırmakla görevlendirdiği Sinan Paşa'yı iki bin askeriyle öldürüp, Sivas'ı kuşattı. Şehzade Ahmed'in oğlu Murat Kızılbaş olmuş ve Nur Ali Halife'yle işbirliğine girmişti. Nur Ali, emrinde 10 bin kişilik kuvvet bulunan Murat'la Kazova'da birleşti. Aynı yılın yazında Erzincan yakınlarında Göksu'da yapılan savaşta Nur Ali Halife birlikleri Osmanlı ordusuna yenildi. Bıyıklı Mehmed Paşa, Nur Ali'nin başıyla birlikte 600 isyancı Kızılbaşın kellesini Yavuz'a İstanbul'a gönderdi. Doğrusu ise, F. Sümer'in yazdığı gibi, Nur Ali Halife kurtulup Erzincan'a döndü. Kendisi 1514 Çaldıran savaşında Şah İsmail'in kumandanlarından biri olarak görev yapmıştır. (Faruk Sümer: Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 35-36) Şah İsmail, kendisi adına başkaldıran Nur Ali Halife’yi de desteksiz bırakmıştı. Bununla da kalmıyarak Çaldıran savaşının başında, Osmanlı ordusunun özelliklerini çok iyi tanıyan Diyarbakır valisiyle birlikte Nur Ali’nin de savaş planlarını kabul etmemiştir. Kızılbaş ordusunun Çaldıran’da yenilmesinin birinci nedeni Şah İsmail’in ateşli silahlar kullanmayışıysa, ikinci önemli neden bu çok değerli iki Kızılbaş önderinin savaş taktiklerini reddetmesidir.
Çaldıran öncesi ve sonrası iki yıl içerisinde Anadolu'da Büyük Kızılbaş Kırımları gerçekleştirildi. Osmanlı'yla Safevi devleti arasında 1514 yılında yapılan Çaldıran savaşı, Anadolu Kızılbaşları için bir dönüm noktasıydı. Bu büyük yenilgiyle Şah İsmail’den umutlar kesildi.
Bütün bu olaylardan, o sırada otuzunu aşmış bulunan Pir Sultan uzak mı kalmıştır? Hayır, tersine tamamıyla içinde bulunuyor ve kendisi Anadolu Kızılbaş siyasetinin öncülerindendi.
3. Bozoklu Celal, 1517 yılı ortalarında, Yavuz Selim'in Mısır seferi sırasında ayaklandı. Amasya ve Tokat bölgelerinin Alevi Türkmenlerini başına toplamıştı. Bozoklu Celal eyleminin tabanının oluşturan 20 bini aşkın yoksul halk ve köylüler, iki yıla yakın süre Osmanlı'ya karşı mücadele verdiler. Ferhad Paşa liderliğinde ordunun üstlerine yürümesi karşısında Bozoklu Celal ve yandaşları Turhal, Zile, Artova ve Sivas üzerinden İran'a yöneldiler. Ancak sonunda Erzincan'da Celal yakalanıp kafası kesildi ve Yavuz'a gönderildi.
4. Şah Veli ayaklanması: 1519'da Yozgat'ta başladı. Şah Veli, Bozoklu Şah Celal'ın talibiydi. Çevresinde toplanan 4 binden fazla insanla Celal'ın öcünü aldı. Zile'de Sivas beylerbeyi Şadi Paşa'yı savaşa zorlayarak, birliklerini dağıttı. Çarpışmalarda Sivas defterdarı öldürüldü ve Şadi Paşa yaralandı. Bu olayla Şah Veli büyük ün kazandı. Öyle ki bir Osmanlı tarihyazıcısı, sonradan onun “Şah İsmail Safevi'in bile adını unutturduğunu” yazacaktır. Şah Veli’nin kuvvetleri, aynı yılın ortalarına doğru, Kızılırmak üzerindeki Şahruh köprüsü yakınlarında Osmanlının Husrev Paşa’sına ve büyük bir Alevi katliamı daha yapıldı.
5. Süklün ve Baba Zünnun ayaklanmaları da Alevi Türkmenlerin yoğun olduğu Bozok'da (Yozgat) çıkmış, Tokat, Sivas, Amasya, Maraş, Adana, Tarsus ve İçel yörelerine kadar yayılmıştır. Osmanlı'nın ağır baskıya dayanan toprak-vergi-köylü siyaseti, Aleviler ve Alevilik inancına horbakışı, Alevileri “mülhid, rafızi (dinsiz, sapık) ” olarak nitelemesi ve hakaretin ötesinde Aleviliği “ağır suç” kapsamında görmesi, ayaklanmaların ana nedenleriydi.
Türkmen oymaklarından Süklün aşiretinin Koca Dede'sine devlet memurlarının yaptığı hakaret (hiç bıçak vurmadığı sakalının, bıyığının zorla kestirilmesi) , Alevi Türkmenlerin geniş tepkisine yol açan bir kıvılcım oldu. Yoksul halkın başa geçirdiği Baba Zünnun'un 1525'lerde başlattığı ayaklanma, hızla gelişip yayıldı ve 1527'ye kadar sürdü. Ayaklanma sırasında Bozok sancak beyi Mustafa bey, İlyazıcısı Kadı Muslihüddin öldürüldüler. Sancak beyinin Kanuni'nin halasının oğlu olması, İstanbul'da geniş yankı uyandırmış ve isyanı bastırmak üzere Hurrem Paşa görevlendirilmişti.
Baba Zünnuncu Alevi yığınlar, Kayseri yakınlarında Hurrem Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerini perişan ettiler. Hurrem Paşa, İçel sancak beyi Ali bey, Kayseri valisi Behram bey ve daha birçok zeamet ve timar sahibi beyler öldürüldü. Bu başarılarıyla taraftarları artan Baba Zünnun ise Artova ve Kazova'ya doğru ilerleyerek, Alevi köylü yığınlarının kaynağına yöneldi.
Osmanlı yönetimi bu kez Rumeli beylerbeyi Hüseyin Paşa'yı, Sivas beylerbeyi Hasan Paşa'yı ve Maraş beyi Mahmut'u isyanı bastırmakla görevlendirdi. Hüseyin Paşa tüm eyalet askerleriyle Zünnun'un üzerine yürüdü. Höyüklü'deki kanlı çarpışmalarda, Baba Zünnun'un kendisi ve yandaşlarından çok ölenler oldu, ama Aleviler Osmanlı ordusuna pes etmediler. Dağlara çekilip toparlandılar. Vakit geçirmeden yeniden Osmanlı güçlerine saldırıp onları dağıttılar ve Hüseyin Paşa öldürüldü.
Baba Zünnuncu Alevi Türkmenler, daha sonra, güneyden gelen Diyarbakır beylerbeyi Hüsrev Paşa'nın Kürt birlikleri tarafından dağıtıldılar.
Aynı yıllar içinde, Atmaca ayaklanması, babasının öldürülmesiyle oymağının başına geçen Zünnunoğlu; Maraş, Adana, Tarsus-İçel hattında Tonuzoğlu ve Yenice Bey, yine Adana'da Veli Halife, Seydi Bey ve İnciryemez Alevi kökenli halk ayaklanmaları, aynı zincirin halkalarıydı ve resmi tarihin “Yükselme Devri” adını verdiği Kanuni Süleyman'ın “Cihan İmparatorluğu'nu” temelinden sarsıyorlardı.
Hayatı [değiştir]1941 yılında Bergama, İzmir'de doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl'ün Genç ilçesinde, Karaman imam hatip lisesinde felsefe öğretmenliği yaptı.
Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.
Sanatı [değiştir]Metin Altıok'u şiirleri 70'li yıllarda yayınlanmasına karşın, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) bir şairi olarak nitelemek gerekir. Gezgin'de Servet-i Fünun'dan, Haşim'den, Dranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler var. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında. Dili yalın. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı seviyor. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlanıyor. Yerleşik Yabancı'da tüm şiirler tek bir şiirmiş izlenimi uyandırıyor..Söyleyişte ve konularda tekdüzelik var. Buna karşılık Kendinin Avcısı'nda kendine özgü bir sese, romantik, acılı ve yalın bir söyleyişe ulaşıyor. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle şiirimizin lirik geleneklerine bağlanıyor.
Muhlis Akarsu, (d. 1948 Kangal, Sivas - ö. 2 Temmuz 1993 Sivas) Saz sanatçısı. 2 Temmuz 1993 günü bir grup saldırganın çıkardığı olaylar sonucunda Sivas Madımak Oteli'nin yakılması sonucunda katledilerek hayata veda etmiştir.
Kangal İlçesinin Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu Minarekaya'da okudu. Bu dönemde Bektaşi Cem cemaatlerinde, yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı. Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı.
1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı. Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Aşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi. Tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi. Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu.
Sanatında, 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirdi. Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çaldı ve okudu. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmadı. Pir Sultan, Kul Himmet gibi ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirdi.
1980'li yılların başlarında Alevî Dedeleri'nin çaldığı kısa kollu bağlamayı gündeme getiren ve halk müziğinin niteliğini yükselten Muhabbet Gurubu'nun (Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu) oluşum fikri Akarsu'dan çıktı. Muhlis Akarsu, her yıl yapılan Hacı Bektaşi, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan gibi Alevî toplumunun kültürel etkinliklerine katılırdı.
1980'li yıllarda türkülerinden dolayı üç yıl cezaevinde yattı. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Muhlis Akarsu, 1980'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir.
Fikri kendisinden çıkan 'Muhabbet' serisinin (4.hariç) her yapıtında yer aldı. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okundu.
Portekiz asıllı Kanadalı şarkıcı Nelly Furtado’nun 2006’da piyasaya sürdüğü 8 milyon satan “Loose albümündeki “Wait For You adlı parçasının müziğinin, Muhlis Akarsu’nun 'Kalan Müzik'den çıkardığı “Ya Dost Ya Dost adlı albümünde yer alan, sözleri Pir Sultan Abdal’a ait olan “Allah Allah Desem Gelsem adlı türküden 'alındığı' anlaşıldı. Albümün kartonetinde “Wait For You adlı parçanın müziği ile ilgili bilgide Muhlis Akarsu’nun ve Pir Sultan Abdal’ın isimlerinden herhangi birinin yer almadığı görüldü.
2 Temmuz 1993 günü Sivas Katliamı'nda bir grup saldırgan tarafından Madımak otelinin ateşe verilerek yakılması sonucunda öldürülmüştür. Yaşamı boyunca 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakır.
Muhlis Akarsu'nun yapıtlarının hemen hemen tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği hemen fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz. Ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür.
Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir.Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.
Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.
Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir. Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.
Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.
AHMET ÖZYURT
1972 Ankara`da (Sivas / Sarkisla) dogdu
Ögrenci
Ahmet Özyurt, Bebekliginde çok uslu, hatta biraz zayif bir çocukmus. annesi Senem Özyurt, 'Her zaman tutmaya korkardim' diyor. Büyüdükçe fizigi gelisiyor Ahmet'in, uzun boylu, genis omuzlu, elleri ve ayaklari kocaman, atletik yapili bir delikanli oluyor. Basarili bir ögrencilikten sonra liseyi bitiriyor. Ögrenciligi sirasinda da komilik, garsonluk gibi küçük islerle çalisma yasamina atilan Ahmet Özyurt, bu konuda pek sansli olamiyor.
'Yalin bir insandi, tek istegi okumak, iyi bir üniversiteye gitmek, iyi bir ise sahip olmakti' diyor Nurcan Özyurt. Annesi Senem Özyurt anlatimiyla 'Bir siçrasa, karsi caddeye geçebilen' bir yigit delikanli... Her saglikli genç gibi bedenini çok seven Ahmet Özyurt, evde agirlik çalisarak kol ve bacaklarini güçlendiriyor, 'kendini yerden yere atiyor'... En büyük ideali Üniversite okumak... Hep sonuca yaklasti, fakat bir türlü basarili olamadi. Belki de basarisiz oldugu tek alan Üniversite sinavlariydi.
Ahmet Özyurt, en sevdigi iki eylemi; 'Kitap okumak ve spor yapmak' olarak belirtiyor. Ahmet Özyurt, 'Hayatin hep acilarini aklina getiren kisi mutlu degildir. Gerçekten mutlu kisi, içinde bir iyilik hisseden kisi demektir.' diye yazmis günlügüne... Ahmet Özyurt, kizkardesi kadar yakin bize 'Istedigi ve arzuladigi sonuçlara yaklasmisti, iyi bir insan olarak yasamayi, basarili ve mutlu olmayi fazlasiyla haketmisti, hayati haketmisti. basaracakti...
Kendimi bir atom bombasi ve bir kuzu gibi hissediyorum diyordu Ahmet. Ahmet’te semahci idi.
Üniversiteye girmeye hazirlaniyor, En çok sevdigi iki eylem okumak ve spor yapmakti. Günlük defteri güzel sözler kitabi gibi: Sorunlardan kaçmamak tam tersine üzerlerine gitmek gerek. Evet düsünmek gerek Her kitap okunmali, onlardan bir seyler kapilmalidir, diyor Ahmet. Ve gerçekten mutlu kisi gerçekten içinde bir iyilik hisseden kisidir, önemli olan insanlik adina bir seyler yapmaktir, Diyor, Ahmet Özyurt.
Íbadeti cuma namazindan sonra cana kiymak olanlara ibret: Onun ibadeti, her an, insanca yasamak, insanca düsünmekti, insani sevmekti
Asaf Koçak bir karikatürist `di, fakat öncelikle bir insandi.
' yok devenin kusu' ' Cop Cumhuriyeti nin çizeri idi'. “insanin kendini sorgulamasi yeterli degil, mesele, dönüsebilmek, degisebilmek, mesele aynanin karsisina geçip kendine ATES-edebilmeyi becermekti”.Sakallarimdan baska her sey takma protez diyor ve son dakikalarinda, isyan borusu çalar gibi, Madimak koridorlarinda, ölüme mizika çaliyordu.
Bir yandan ödenmeyen ev kirasi 'kapanan telefonu 'ki müzmin durumlari budu Asaf'in' öte yandan duygusal olarak yasadigi derin yikim, gerede yesil pantalonu mor çoraba rengarenk gömlekleriyle yasamini ti'ye alabilen bir Asaf Koçak yasiyor.
ASIM BEZIRCI
1927 Erzivan dogumlu
Yazar, Arastirmaci
1928'de demiryolu isçisi Hamdi Bey'le ev kadini Refika Hanim'in tek çocugu olarak dünyaya gelir Asim Bezirci. Üniversite yillarinda sosyalizmle tanisir. Türkiye Sosyalist Partisine girer. Refika Hanim hep bir denge isterdi. Sanki hassas bir terazi gibiydi. Siddetle karsiydi. Asim Bezirci, 67 yillik yasamina, bir insan ömrüne esit uzunlukta 70 kitap sigdirdi.Gençlige inaniyordu. Tercihi onlardan yanaydi.
67 yilik hayatinda 70 kitapla,O sosyalizmin, edebiyatin siirin, halkin kütüphanesi idi.
O Özgürlük, insanlik, baris, bir baskaldiri abidesi idi, özü sözü zülfü kâr olanlardan.
O bir elestirmendi, çünkü elestirmedendaha iyiye güzele dogruya gidilemezdi.Topraga gül dikenleri, güle dil verenleri, O halk ozanlarimizi ölümsüzlestirdi. ‘Bir insan olarak her türlü güzelligi koruma sorumlulugunu tasiyorum’. Herkes te öyle davranmali, diyordu. Ankara´dan öteye Sivas´a gidip, Ucunda ölüm olsa bile, gençlere moral vermeyi tercih etmisti.
Yasemin ve Asuman Sivri kardesler, 1991 yili ortalarinda, Pir Sultan Abdal Dernegi'nin kültürel çaliismalarina katiliyor ve kisa sürede semah topluluguna giriyor. Asuman Sivri, özverili çaliismasinin karsiligini alarak, Semah hocaligina yükseliyor.Yasemin, Asumun'dan iki yas daha büyük... 1992 yiiliinda Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne giriyor. Semah ile basladigi kisisel çalismalarinda, giderek daha farkli kanallara yöneliyor. Dernegin Gençlik Komisyonu üyesi. Ayni zamanda kütüphane'den sorumlu. Kitaplari ciltliyor, numaralandiriyor.
Sokullu Lisesi 2. sinif ögrencisi. Kamber Hoca, Çorum’lularin bir gecesinde tanisiyor, Yasemin ve SÍVRÍ kardeslerle. 16 yasinda semah hocasi oluyor Asuman, 3 grupta 100´e yakin kisiye semah ögretiyor. 2 temmuz 93 günü otelden evi arayip karnesini alip almadiklarini soruyor ailesine. Takdirname bekliyor, takdirname aldigini ögrenemeden yobazlar otele saldiriyorlar.
Kamber Hoca çok sevdigi Asuman için: Asuman’ da her türlü özelik güzellik vardi, zeki ve çaliskandi. Emek veriyor çalisiyor çalistiriyordu.
Bütün evren semah döner,
Askindan günesler yanar.
Ateste semaha duranlarin basiydi
BEHCET AYSAN
1949 Ankara`da dogdu
Doktor ve Edebiyatçi
Toplumsal gercekleri kirik ve duygulu bir tonla okuyucusuna ulastiran Behcet Aysan 1946 yilinda Ankara'da dogdu. 1979'dan bu yana cesitli dergilerde siirleri yayinlanan Aysan'in siir kitaplarindan 'Sesler ve Kuller' Nabi Nayir Odulu, 'Karsi Gece' ve 'Eylul' Ceyhun Atif Kansu Siir Odulu, 'Deniz Feneri' Abdi Ipekci Dostluk ve Baris Odulu'nu aldi. Behçet Aysan, yasami boyunca katiildigi demokrasi mücadelesinin güçlüklerini bilinçle gögüsleyen bir sairdi. Örgüt bilincinin saglam bir ömegiydi. Yasaminin son döneminde Nükleer Savasin önlenmesi için Hekimler Demegi'nde (NÜSHED) Yönetim Kurulu üyeligi yapti, Ankara Tabip Odasi ilc Genel Saglik - Is Sendikasi üyesidir. Edebiyatçilar Demegi'nin kurulusuna da katilarak Genel Yönetim Kurulu'nda yer aldi.
Güne Umut’tan, 'ceylanlara karisip semaha duran.
'Kamber Hocanin kizi, Üniversiteye gidecekti. Dernekte semahtan sorumlu idi. Kamber Hoca Cehennemden, Birsen’i, Çigdem’i, Gülay’i ve digerlerini kurtariyor kendi öz kizini kurtaramiyor. Bende astim, bronsit var..
' O taze ceylanlarin yerine neden beni almadi ölüm.' diyor.
Belkis’in kardesi Tuncer’de semah gurubunda. O olaylar basladiginda Madimak Otel’ine ulasamiyor. Simdi Sait Metin’in biraktigi yerden tiyatrodan Pir Sultan olmayi sürdürüyor. BELKIS 'Güne Umut' müzik gurubunda vokal yapiyor, okumayi çok seviyor, Zülfü Livaneli’nin sarkilarini seviyordu. Kisilikli, yürekli, yetenekli, tutugunu koparan tam bir Anadolu kiziydi.
1975 yilinda Ankara dogumlu belkiz çakir,umutlu olarak girdigi '93 yili Üniversite sinavlarinda IIdari Bilimler Fakültesi Isletme Bölümü'nü kazandigini ögrenemedi.
Nurcan ile Özlem Sahin amca çocuklari aralarindaki iliski kardeslikten öte. Çocuklukdan itibaren birlikte büyüyor, birbirlerine can yoldasi oluyorlar. Özlem'de simsicak sevimli, cana yakin insan sevgisiyle dolu bir genç kiz. Özlem'in kendine güvenen rahat bir yapisi var, o'da Nurcan gibi gülmeyi seviyor. Hizli ve sürekli ve akici konusmasi en önemli özelliklerinden biri, konusmaya bir basladimi susmak bilmiyor. Ikisi de yasitlarindan daha rahat iyimser ve olgunlar. Çirkinlikler ve kötülükler rahatsiz ediyor ikisini de.
Onlari, ne kanli Sivas, ne Madimak Otelinde,
ne de mezarlarinda aramayin
onlar, Onlar kaçip gittiler cellâtlarin elinden.
Cellâtlarin yüzlerine gülerek hem de.
Çünkü onlar artik sehirde bir kumru, parkta bir kelebek
denizde bir balik düsüncelerimizde güzel bir dostluk.
Ve Onlar: Biz ve su alemde sevgi, yasadikça yasayacaklar..
CARINA JOHANNA CUANA
1970 Hollanda`da dogdu
Ögrenci ve Arastirmaci
Carina, üniversite ögrencisi, Türkiye’ye kadin ve Alevi kültürünü arastirmaya geliyor.
Ankara’da camiden/ kuran kursunda çikan çocuklari görüyor, çocuklarin üst tarafi kapali, altlarinda bir er sort vardir. Yaninda ki Sultan Sivri’ye dönerek bu çocuklarin üst kismi müslüman, alt kismi ne diye soruyor.?
Arkadaslari Sultan, Yasemin ve Asuman Sivri Carina’yi Sivas’a gitmekten vazgeçirmeye çalisiyorlar.
Sivas’ta su bulamazsin, aç kalirsin, kalacak yer bulamazsin diyorlar.
Carina: Siz ne yerseniz bende onu yerim, siz ne içerseniz bende onu içerim, nerede kalirsaniz bende orada kalirim diyor. Ve verdigi sözde duruyor. Kara dumanlari onlarla beraber yuduyor.
Edibe Davut Sulari´nin yadigâri, Isveç´ten kosup gelmisti Sivas´a
O zaten babasinin yoldan, hiç ayrilmadi.
Tarihi Seyyitlerimizden, Seyyit Mahmut Hayrani'nin torunlarindandir.Bassel'de yasadigi halde Türkiye'de yapilan bütün Bektasi Kültür etkinlikleri ve ehlibeyt cemlerine, konferanslarina katilmayi ihmal etmezdi.
Askiyla Perisan Davut Sulari
Muhabbeti baldir kendisi ari
Hz. Ali´nin sir zülfü kari
inkarin boynuna vuralim hele
Bu alemi yobazlardan kurtarmak, boynumuzun borcu olsun.
Edibe Davut Sulari´nin yadigâri, Isveç´ten kosup gelmisti Sivas´a
O zaten babasinin yoldan, hiç ayrilmadi.
Tarihi Seyyitlerimizden, Seyyit Mahmut Hayrani'nin torunlarindandir.Bassel'de yasadigi halde Türkiye'de yapilan bütün Bektasi Kültür etkinlikleri ve ehlibeyt cemlerine, konferanslarina katilmayi ihmal etmezdi.
Askiyla Perisan Davut Sulari
Muhabbeti baldir kendisi ari
Hz. Ali´nin sir zülfü kari
inkarin boynuna vuralim hele
Bu alemi yobazlardan kurtarmak, boynumuzun borcu olsun.
Bir çok ise projeye giristi, en son olarak Anadolu ipek yollarini filme almayi düsünüyordu, Pir Sultan etkinliklerini filme almak için Sivas´a geldi. Madimak´ta barikatta yaralandigi an, kim bilir belki de 12 eylül döneminde 81´de Mamak ceza evinde yazdigi siiri geçti aklindan...Eger bir gün sevgilim, son verecekse hayatima bir ses, (lânet olasi kara bir ses) isterim, durmasin patlasinanlam bulacaksa kulaklarda yaliniz...düserse kanimin bir damlasi yereBilsinler ki orada kirmizi yediveren gülleri açacakVe bülbüller agit yakacak ölüme Korksunlar korksunlar artikKorksunlar ALEV çemberinde ki akrep gibiÇünkü ölümleri Gül dikenlerinde olacak.”
Erdal 1978 ODTÜ girisli. Eylül'de baslayan olaganüstü bir dönem, pek çok insan gibi Erdal'iin da payina mahpusluk düsüyor. Erdal Ayranci, 1980-1993 yillari arasinda iki yil iki gün Mamak, Ankara Kapali, Nigde, Bor-Nigde cezaevleri'nde yatiyor. Çalisma odasinda gördügümüz maket 'gemiyi Mamak'ta kapilardan çikardigi tahtalardan yapmis. Gemiye esinin adini koymus: 'Hatçe'. Mahpusluk günlerindeki ilk siiri 2.7.1981 tarihinde Mamak'ta son siirini 20.03.1983'te Topçam'da yazmis. Erdal Ayrancinin 29.05.1982 tarihinde Nigde cezaevi'nde yazdigi siirde Hatice'yi, Zeynep'i ve Sivas'taki akrepleri bulmak mümkün. Siiri okuyoruz: 'Eger Bir gün / Bir beyaz güvercin / Gelecekse agzinda bir mektupla / Ve silecekse gözlerimdeki hüznü / îsterim / Durmasin kanat çirpsin bana dogru / Birgün eger bir tahliye kagidi / Beni sana kavusturacaksa / Gayri gelsin düslenen günler / Ocakta kaynayan tencere / Besikte bebek / tomurcuk tomurcuk / Filiz filiz hayat / Düsünsene ne güzel olurdu / Düsmansiz yasamak / Haydi bosver bunlara / Simdi bunlar tatli hayal / Eger birgün sevgilim / Son verecekse hayatima / Bir ses / isterim durmasin patlasin / Anlam bulacaksa kulaklarimda / Yalniz... / Düserse kanimin bir damlasi yere / Bilsinler ki / Orada kirmizi yediveren gülleri açacak / ve bülbüller agit yakacak ölüme / Korksunlar korksunlar artik / korksunlar alev çemberindeki akrep gibi / Çünkü ölümleri / Gül dikenlerinden olacak.
Divrigginin Sahin Köyünden Ankara'ya uzanan 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madimak Otelinde sona eren 25 yillik bir hayat Gülender Akça'niin hayati. Gülender Akça'nin toplumsal kimligini en iyi anlatan sözler de Agabeyinin sözleri olmali: ' Herseyden önce insana insanca muamele edilmeyen, hak ettigi degeri verilmeyen baskinin, zulmün, iskencenin, irticanin yogun oldugu bir dönemde yasadi. Bu nedenle haksizliga, zulme, irticaya karsi insan haklarindan, demokrasiden, laik düsünceden yana taviir koydu. Bu anlamda duyarli bir toplum yaratma çabasinda kardesçe, insanca yasamak için, insan olmaniin onuru ile yasamak isteyen milyonlarca insandan biri olmak için çaba sarfetti..
Kardesçe insanca yasamak için mücadele etti. Divrigli Kültür ve Yardimlasma derneginde. Ísçi ve sendikaci babasi, ve dernek yöneticisi kardesinin izinden gitti. Kadinlari örgütlüyor, folklör oynuyor, arkadaslari ile Anadolu semah arastirma toplulugunu (ASAT’i) kuruyordu. Ve kardesi Vedat Akça:
GÜLSÜN KARABABA
1971 Sivas Divrigi`de dogdu
Ögrenci
Gülsüm Karababa: 22 yasinda
Pir Sultan Abdal Kültür etkinliklerine, Divrigi Kültür Dernegi kanadindan katilan dört genç kizdan biri de Gülsün Karababa... Handan Metin, Gülender Akça, Gülsün Karababa ve Nurhan Metin'den, yalnizca Nurhan geriye döndüyor.
'Bir kizimiz olsun adi da, Gülsün. 'Etkinliklere Divrigi Kültür Dernegi kanadindan katilan 4 kizdan biriydi, Gülsün.Bakkala pazara çikmayan kiz, Sivas’a gitti. Sivas soguk olur kalin giyin dediler. Oysa ki, yangin yeri olacakmis Sivas, bilemezdi...bilemezdi...
Handan Metin: 20 yasinda
Handan Metin 1973 Divrigi dogumlu, Dört çocuklu bir memur ailesinin üçüncü çocugu. 1992 yilinda, ODTÜ Egitim Fakültesi Biyoloji Bölümü'ne giriyor...
'Tüm güzellikleri toplayip uzun ince bir yola çiktim.'
1992 ODTÜ Egitim fakültesi Biyoloji Bölümüne giriyor Handan. Gülsün, Gülender ve Nurhan’la yakin akrabalar ve 4 kiz Divrig Kültür dernegi kadin komisyonunda çalisiyorlar. Annesi Sultan Metin: -Yavrularimiz, 8 saat, geldi, gelecek diye devlet bekledi, 8 saat yandilar, O yobazlar 8 saat, 'seriat isteriz' diye bagirdilar.
Ve Handan yaziyor: Ayrilmak bir doga kanunudur,
bir gün arkadaslarindan, yarin ailenden ve son olarak da bu dünyadan ayrilacaksin.
Ama önemli olan zihinlerde bir isim birakmak, ölsen bile ölmemis gibi yasatilmaktir.
Onlar, ölmeden, ölenlerden oldu. Zihinlerimizde 33 isim kaldi, 33´de birer Kubilay, 33´de birer Pir Sultan oldu..
Günlük defterine: Kendi kilidimi açacagim, kendimi asacagim, siradan biri olmayacagim diye yaziyor ve hayat felsefem: 'Yarin yanagindan gayri her sey ortak' diye devam ediyor. Onlar her seyi asti, arsa ulasti, tarihe yeni bir sayfa açti...
HASRET GÜLTEKIN
1971 Sivas Imranli`da dogdu
Müzisyen Virtiöz Ozan
Hasret Gultekin, 1 Mayis 1971 yilinda Sivas'ta dogdu. Alti yasinda saz calmaya basladi. 11-12 sahnede saz calan kucuk bir oznadi artik. Kadikoy Anadolu Lisesi mezunu sanatci, 1980'li yillardan itibaren muzikle kendi uslubuyla agirlikli olarak yer aldi. Ferhat Tunc, Gultekin'i anlatti.
1978 yilinda 'Ay isigi yanyana' adli calismami bitirmistim. Hasret Gultekin adini o zaman duydum. 'Gun olaydi' adli kaset yapmisti. Kaseti dinledigimde cok etkilenmistim. Halk muziginin sicak motiflerini ustaca yakalamis ve yorumlamisti. Kaseti ilk dinledigimde onun iri yari ve orta yasli biri olarak dusunmustum. Soyleyis tarzi ve tok sesi bende o izlenimi uyandirmisti. Bir gun Hasret'in benimle tanismak ve gorusmek istedigini soylediler. Gorusme gunu karsimda iri yapili bir insan beklerken tam tersine cok genc ve biyiklari henuz terlemis biriyle karsilastim. Hasret'le o gun orada baslayan birlikteligimiz geliserek bugune kadar surdu. Hasret zaman gectikce buyudu, buyudukce de buyuk isler yapmaya basladi. Arif Sag, Muhlis Akarsu, Yavuz Top ve Musa Eroglu'na olan hayranligini gizlemiyor ve baglamasini onlar kadar ustaca kullaniyordu. Ulkemizde uygulanan antidemokratik uygulamalar benim kadar Hasret'i de derinden etkilemisti. Turkulerine kaynaklik eden, onlara zenginlik katan ulkemizin toplumsal gercegiydi. Bu gercekligi geleneksel kaliplar icinde sikismis halk muzigini cagdas bir senteze kavusturmaya calisarak dile getiren ustaca yorumlayan ender kisilerden biriydi. Cagdas halk muziginde yeniligin sevdalisiydi. 'Nevroz' isimli Kurtce bir kasette yapti. Kurtce ezgileri enstrumantal olarak yorumlayan ender sanatcilardan biridir. Bu kasette 3 telli sazla gelistirilmis 'Selpe' ismini verdigi yeni bir yontem gelistirmisti.
Müzisyen, müzik yönetmeni, arastirmaci sair olan Hasret´e Nerelisin diye soruldugunda, üstüne basa basa, Koçgiriliyim, KÜRDÜM derdi. Gecelerde konserlerde baglamasindan bal akitir, Anadolu aydinlanmasina isik tutandi. Bir çok ustanin kasetlerine müzik yönetmenligi yapti. ' Her ne ararsan kendinde ara' felsefesinden yola çikarak, 'Ne ararsak Anadolu’da bulacagiz' diyordu. O Anadolu Mozaiginin unutulmaz bir ismi oldu. Yobazlari hiç mi hiç sevmezdi.HASRET`lere kiyanlari sizde sevmeyin....
Yesim Özkan: 20 yasinda
Huriye Özkan: 22 yasinda
Huriye Özkan, basarili bir ögrencilikten sonra, Deneme Lisesi'ni birincilikle bitiriyor. Gazi Üniversitesi Eczacilik Fakültesi'ne arkadasi Inci Türk ile birlikte giriyor, birlikte bitiriyorlar. îkisi de Alevi kültürüne bagli, üretme ve paylasma bilinciyle yüklü iki çagdas genç kiz...
Havanin yüzünde semah dönerken. ' Arkadasi Ínci Türk’le beraber Gazi Üniversitesi Eczacilik bölümünü bitiriyorlar.Pir Sultan Abdal Dernegi’nin çalismalarina katiliyorlar. Kardesi Yesimle beraber semah ekibine giriyor, Alevi kültürüne bagli üretme ve paylasma bilinciyle iki çagdas genç kiz. Pir Sultan tiyatrosunda anlatici ozan rolünü aliyor Huriye Özkan.
Ve Baba Hikmet’in, 33 cani gibi, iki yavrusunu da aliyor KANLI Sivas.
.........................................................................................................
INCI TÜRK
1971 Balikesir`de dogdu
Ögrenci
Inci Gazi Üniversitesi Eczaciiliik Fakültesini 1992 yilinda bitiriyor. Altindag Kültür Merkezinde ilk tiyatro çaliismalarina basliyor. Pir Sultan Abdal Tiyatro toplulugunun teknik kadrosunda yer aliyor. Inci Türk'ün Muammer Çiçek le olan yakinligi ortak arkadaslan Huriye Özkan'a oradan tiyatro çalismalarina dek uzaniyor.
Ïnci Muammer’le sevdali, Pir Sultan Abdal tiyatro toplulugunun teknik kadrosunda. Gazi Üniversitesi Eczacilik fakültesi mezunu.kendi yazdigi bir siiri:
' Yasamak istiyorum, ama kendimce,
Neden yasama karsi, bu kadar acimasizlar,
Neden özgürlügü böyle kisitliyorlar..”
Ve o kara günden sonra, annesi Neda Türk, rüyasinda görüyor Ínci’yi: ' Biz kendi kitabimizi kendimiz yazmaya geldik'
Onlar essiz Kura´ni, ÍNCÍ gibi düzdüler.“Okunacak en büyük kitap insandir.” dediler. Artik sadece iNSANI okuyacagiz.
Menekse Kaya: 17 yasinda
Koray Kaya: 12 yasinda
Menekse ve Koray Kaya - Yesim Özkan, Yasemin, Asuman Sivri gibi Madimak'ta yakilan kardeslerden.
Su dünyadan Koray geçti. 13´de Sivas’tan.
5 yasinda yaziyi sökmüstü, okula baslamadan önce okumayi ögrendi. Çok zeki ve basarili idi. Kendinden büyüklerle iliski kurardi. Saz çalmasini ögrenmis semaha baslamisti.
Mehmet Atay: 25 yasinda, Gazeteci
1968 baharinda, Divrigi'nin gönderen Köyünde, Atay ailesinin en küçügü olarak doguyor,Mehmet Atay..Üniversite yillarindan itibaren fotograf sanatina büyük bir tutkuyla baglaniyor... Yasamini, çektigi fotograf kareleriyle güzellestirmeyi kotaran bir insan...
Sahanim, sahdamarim yangin yüreklim. 12 yasinda babasini, 20 yasinda annesini yitiriyor. Orta okulda iken annesinin çeyiz sandigini bozup içinde güvecin besliyor. Gazi Üniversitesi Maliye Yüksek okulunu bitirmesine ragmen, O mutlulugun resmini arayan, bir fotografçi oluyor. O özgürlügün fotografini çekiyordu, ve en çok sevdigi çocuklarin resmini.Fig iken... biçtiler ekinimizi....Kalbimizde tasiyacagiz resminizi....
Menekse Kaya: 17 yasinda
Koray Kaya: 12 yasinda
Menekse ve Koray Kaya - Yesim Özkan, Yasemin, Asuman Sivri gibi Madimak'ta yakilan kardeslerden.
Bu dünyadan bir Menekse geçti, 15´inde Sivas’ta yakildi.
Semaha tiyatroya merakliydi. Günleri Pir Sultan Abdal Dernegi’nde geçerdi. Evde kardesi Koray’la saz çalip semah dönerdi. Turhal-Tokat, Amasya, Gümüshane, Hacibektas senliklerinde tiyatroda oynamis. Ístanbul, Ízmir, Ankara’da semah dönmüstü.
Menekse Kaya 15´inde SON semahini 2 temmuz 93 ‘te Sivas’ta döndü.
Menekse’lerin üzerine, su yerine kara dumanlar indi. 'Ol Sivas, Ol Kerbela’dan da beterdi.'
Metin Altiok: 52 yasinda, Sair, Yazar
Metin Altiok kendini siire adamisti. Sair olmanin günün tehlikesini bir sis çani gibi duyurmak oldugunu vurgulayan bir sair Altiok. 13 Ocak 1991 tarihinde Cemal Süreya Siir Ödülünü aldigi gün, 'Ben hayatla tam anlamiyla karsi karsiyayim. Aydin olmak muhalif olmayi gerektirir. Aydin karsi koyan insandir, kafa sallayan insan degil,' diyordu.
Madimakta girdigi komadan, 8 Temmuz 93 te ayrildi aramizdan.Sivas sana verdik senden isteriz.Canli verdik, canli isteriz.
Muammer Cicek: 26 yasinda, Oyuncu
1967 yilinda Tokat'in Zile ilçesinde dogdu 1992 yilinda Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlik Fakültesi Çehir ve Bölge Planlama Bölümünü bitirerek Sehir Planlamacisi oldu. Çankaya Belediyesi Imar dairesinde iki ay staj gördü. Muammer Çiçek siir yaziyor, Pir Sultan Abdal tiyatrosu yönetmeni, oyuncusu 'Küçük Prens' adli oyunda oynamis. Olaylar çiikmasa, Madimak Oteli yakilmasa 02 Temmuz saat 20.00'de Sivas Kültür Merkezinde kendisinin yönettigi Pir Sultap Abdal oyununu oynayacaklardi.... Serkan, Huriye, Yesim, Özlem hiçbiri oynayamadilar.
Gönlünü inci’ye öfkesini firtanaya kaptiran çocuk. Ve bir tiyatro yazdi 'inadina yasamak..' Bizde Seni inadina yasatacagiz. Okul bitirme projesi olarak, mühendis Muammer; 1992 de Sivas’in vaziyet plânlini yapiyor. 1 temmuz 93 te, Muammer Çiçek siir yaziyor.
'Soguk ölümün acimasiz pencereleri
geziniyor üzerimde kiyiya vurmus baygin bir balik gibi,
ayilip çirpinmaya basliyorum
Korkuyorum beni kavuracagindan günesin,
çirpiniyorum ATES kumlarda yasamak için
ulasmak istiyorum delice suya, nefesime ve kendime...
Ve 2 temmuz 1993 te Sivas’in vaziyet plâni,yobazlarin etki alani oludu. Fakat yarinlar Çiçek’lerin olacak.
MUHLIS AKKARSU
1948 Sivas Kangal`da dogdu
Halk Ozani
1980'li yillarda türkülerinden dolayi üç yil cezaevinde yatti. Bektâsî ve Cem Cemaatlerinde yörenin Dede'lerden ve ozanlarindan etkilendi. Akarsu, baglamaya küçük yaslarda basladi. Siirler, deyisler ve nefesler kurarak yasadigi toplumun kültürüne zenginlik katti. 1960'lii yillarda dönemin etkili ozanlari Ali Izzet, Mahzûnî Serif, IIhsânî'lerin içerisinde yer aldi.
1980'li yillarin baslarinda Alevî Dedeleri'ni, çaldigi kisa kollu baglamayi gündeme getiren halk müziginin niteligini yükselten Muhabbet Gurubu'nun (Arif Sag, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroglu) olusum fikri Akkarsu'dan çikmistir.
Muhlis Akarsu, her yil yapilan Haci Bektasi, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan vb. Alevî toplumunun kültürel etkinliklerine katilirdi.
2 Temmuz 1993 tarihinde yapilan Pir Sultan Senliginde 37 aydin sanatçi ve essi ile birlikte Sivas'ta Madimak Oteli'nde katledildi.
TRT repetuarlarinda ellinin üstünde eseri vardir. Yüzden fazla 45'lik plak, 4 uzunçalar, 20 kadar ses kaseti bulunmaktadir.
Murat Gündüz Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü üçüncü sinif ögrencisi olan Murat, Pir Sultan Abdal Demegi'nin gençlik komisyonlarinda görev aliyor.
'Yasamak bir agaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardesçesine. Bu Hasret bizim.. 'En güzelleri en iyileri yitirdik Sivas’ta.
Murat, Pir Sultan gençlik kollarinda görev aliyor, semahçi, kiz kardesi Birsen’le beraber gidiyorlar Sivas’a. Kara dumanlar içinden kardesi Birsen’i çikariyor. Fakat Madimak cehenneminden sag çikmiyor Murat.
Nesimi Çimen 1931 yilinda Adana’nin Saimbeyli Kazasinin Fatmakuylu Köyü’nde dogdu. 1941 yilinda on yasindayken ailesiyle birlikte Kayseri’nin Sariz kasabasina bagli Incemagara Köyü’ne göçtü. Oniki yasinda heveslenerek cura çalmaya basladi. Bulundugu ortamda Alevi deyislerini ögrendi ve çevresinde, kendine özgü yorumlariyla ilgi gördü. O günden ölümüne kadar curasini elinden birakmadi, curasiyla birlikte iki Temmuz 1993’te Sivas’ta seriatçi ateste yandi. Yoksul bir Kürt ailedendi. Daha çocuk yasta hayatini çalisarak kazanmaya basladi. 1946 yilinda evlendi, tekrar göçtü. Bu defa Adana’nin Kozan kasabasinin Faydali Köyü’ne yerlesti. O köyde çapacilik yapti. Kalaycilik ve bakircilik ögrendi. Geçimini köy köy dolasarak bu mesleklerden sagladi. Bir yil sonra tekrar Kayseri-Sariz’ a göçtü. 1953 yilinda askere gitti. 1956 da tekrar Adana Kadirli’ye döndü. 1959 da ise Maras- Elbistan’in Akdil Köyü’ne yerlesti. 1960 yilinda tekrar Kadirli’ye dönen Nesimi Çimen’i bu kadar sik göçüren neydi? 1962 yilindan sonra Istanbul’a yerlesti ve bir mozaik fabrikasina isçi olarak girdi.
Isçilikle birlikte Nesimi’nin hayati da biraz düzene girdi. Yeni kurulan Türkiye Isçi Partisi ile tanisti ve partiye üye oldu. TIP’in düzenledigi bir çok gecede kendi demelerini ve Alevi deyislerini çalip söyledi. 1984’ten 1987 yilina kadar Isveç’te yasadiktan sonra, orada oturma hakki olmasina ragmen ülkeye dönmüstü. Dönmeden önce Almanya’nin bir çok kentini, bu arada Berlin’i de ziyaret etmisti. Sanki dostlariyla vedalasmaya çikmisti, curanin bu büyük ustasi... Türkiye’de eserlerini yayinlamak istiyordu. Umarim, onun „acilarimi dile getireyim“ dedigi eserleri zaman geçmeden yayinlanir. Nesimi eserleriyle sevenlerine ulasir.
Nesimi Çimen sik sik „sermayemiz laf“ derdi. Muhabbetine katilanlar, onun basindan geçenleri nasil bir ögreti gibi anlattigina sahittirler. Ben bir tanesini size aktarayim: Nesimi Çimen, arkadaslari Osman Dagli ve Mehmet Tokatli ile asiri bir sicak günde Istanbul’da bir cadde de birini beklemektedirler. Gelecek, saatler geçmesine ragmen gelmemistir. Sicaktan ayakta duramaz hale gelen üç arkadas yakinlarindaki camiyi görerek gölgesine siginmak isterler. Kapida caminin hocasi Nesimi’ye „dur sen giremezsin“ der „Elindeki ne“ diye sorar. Nesimi „Cura“ diye yanitlar soruyu. „Onunla içeri giremezsin“ der hoca. Nesimi; „Niye girilmesin Hoca. Surda bir Müslüman gelse. Elinde kitabiyla içeri girmek istese engel mi olacaksiniz? “ „Onu elbette sokariz“ der Hoca. Nesimi, „o halde ben de girecegim, cura benim kitabim“ der ve girer caminin içine. Sicaktan kavrulmus üç arkadas gölgede biraz rahatlamislardir. Nesimi Çimen uzaniverir caminin ortasina. Hoca tekrar görevini yapar. „Allanin evinde böyle uzanilmaz! “ Nesimi cevabi yapistirir: „Be Hoca, bura Allah’in evi, bende ona misafir geldim. Yani Allah’in evinde de mi rahat edemeyecegiz? “ Hoca ne söyleyecegini sasirmistir.
Nurcan ile Özlem Sahin amca çocuklari aralarindaki iliski kardeslikten öte. Çocuklukdan itibaren birlikte büyüyor, birbirlerine can yoldasi oluyorlar. Özlem'de simsicak sevimli, cana yakin insan sevgisiyle dolu bir genç kiz. Özlem'in kendine güvenen rahat bir yapisi var, o'da Nurcan gibi gülmeyi seviyor. Hizli ve sürekli ve akici konusmasi en önemli özelliklerinden biri, konusmaya bir basladimi susmak bilmiyor. Ikisi de yasitlarindan daha rahat iyimser ve olgunlar. Çirkinlikler ve kötülükler rahatsiz ediyor ikisini de.
Kim yakistirabilir sana ölümü.
Uzun yillar çocuk hasreti ile yanan ve tedavi gördükten sonra 'can isigi' anlamina gelen Nurcan adini koydugu kizi dogar. O’nun için annesi Fidan:
Ben seni Allah’tan zorunan aldim, özel olarak sevmek için kendime dogurdum, diyor. Nurcan belki yaslanacagim ama asla büyümeyecegim diyordu.
Okumayi çok seviyor, derneklerde her ise kosuyor semah, tiyatro, kitap dergi.
Sivas’a yola çikarken 'Anne oraya geçen yil gidenler tuvalet bulamamis, bizde su bulamayiz belki, bir su ver içeyim'.
Annesi Hacibektas’tan getirdigi sudan bir bardak veri, yarisini içer yarisini da Özleme verir.
Tas tas içtik ahulari sag iken.
Bir sen iç, sevdigim birde bana ver
Çankiri gibi ters bir kent'te Çankiri Meslek Yüksek Okulundan mezun olan Sait Metin'i aldigi bu egitim tatmin etmiyor. 'Ben bir Yüksek okul bitirmekle tatmin olmadiim, bilyorum sizde tatmin olmadiiniiz söz veriyorum bir fakülte daha bitirecegim' diyordu ailesine. Sait ve Yesim'in birbirlerine çok bagli olduklarini söylüyor. Annesi Sultan Metin. 'Yesim'e çok fazla umut verme, belki ailesi istemez dedigimde, 'Anne sen delimisin, ben aradigimi buldum' demisti. Kiz da çok tatliydi. Saiti çok seviyordu. Birbirlerine çok uymuslardi' diyordu Sultan Metin.
'Uzundu usuldu dedemin boyu.' Sait Metin, Grup Güne Umut’ta saz çalip türkü söylüyor. Su gibi içiyordu eline geçen kitaplari. 'umut belki de gelecek sayfadadir... kapatma kitabi.'Pir Sultan tiyatrosunda Pir Sultan Abdali canlandiriyordu. Ayni tiyatroda Pir Sultanin esi Balliha ni canlandiran Yesim Özkan’la hayatlarini birlestirmeye söz vermislerdi. Sait- Pir Sultan/ Yesim- Balcan olmustu. Kerem’le Asli, Ferhat’la sirin gibi.
Sait annesine: 'Anne deli’misin sen, Ben aradigimi buldum' diyordu. Baba Mehmet Metin: ' devlete çok güvendik. Bizi ve çocuklarimizi bu kör güven yakti, diyor.
Tarih sizleri hep anacak, halkimiz sizleri kalbine kaziyacak.
- Ve halkimiz sizden baska hiç bir seye bel- baglamayacak.
Sehergül Ates, 1963 Ankara dogumlu... Açik Ögretim Fakültesi ögrencisi... Türkiye Elektrik Kurumün'da (TEK) memur olarak çalismis...
Sehergül için babasi; Biz onunla baba kiz degildik. O hem sirdasim, hem yoldasim, hem dayanagim ve gücümdü diyor, eski Halkçi Parti, millet vekili, Musa Ates. Adi gibi çiçekleri çok seviyor onlarla konusuyor, ve çok azimli ve hirsli, elini attigi her seyi kopariyor,
'eger saz çalmayi ögrenmeden ölürsem, mezarimi tekmeleyin” diyor ve Sivas öncesi Musa Eroglu´ndan saz çalmayi ögreniyor. Sivas´a gidebilmek için babasindan izin alma imkâni olmamisti. Kardesi Ali´ye borçlu olduklarinin listesini verirken
'ben ölürsem siz ödersiniz' diyor. Yasamini güzellestirmeyi bilen, yarinlarina umutla bakan, yüregi sevgi dolu bir genç kizdi Sehergül Ates.
Serkan Dogan, kardesi Serdar ile birlikte demegin semah toplulugunda görev aliyordu. Ayni zamanda, Pir Sultan Abdal oyununda Ali Baba'yi canlandiriyordu
Serkan Dogan kardesi Serdar Dogan’la semah ekibinde, ve kitap ve kaset stantinda görev aliyorlar Pir Sultan etkinliklerinde. Serkan ayrica, Pir Sultan tiyatrosunda, Ali Baba’yi canlandiriyor. Cuma namazindan çikan yobazlardan kaçip, Madimak oteline siginiyorlar. Serkan’in ölüsü çikiyor Madimak cehenneminden.
Kardesi Serdar ise, öldü diye atildigi morgta, tam 12 saat kaliyor ve tesadüfen bir doktor nabzinin attiginin farkina variyor. Serkan, otelde yangin basladiginda, bir kaç dize yazip iç cebine koyuyor.:
'Yaniyorum, sakin ardimdan aglamasin anam.
Ali’yim ben,
Pir Sultan yoluna ölüyorum.
Basima kizil bagla, arkamdan sakin aglama.
'Dogan ailesi SERKAN’in vasiyete sadik. Yok gözlerinde bir damla gözyasi, yakinma.
Yalnizca direnç.. var direnç.. Pir Sultan Pirimiz, Yolunda Ölürüz
Serpil Pir Sultan Abdal semah ekibinin en gençleri ve yenileri arasinda yer aliyordu.Serpil Canik, Ticaret Lisesi'nde okurken staj gördügü bir kooperatif sirketinde çalisiyor, bir yandan da haril haril üniversite sinavlarina hazirlaniyor... Çok çabuk kavradigi semahi severek oynuyor, diger arkadaslari gibi zamanla o da bir semah isigi olup çikiyor... Isyerinden dernege kosturuyor, hatta semah çalismasini engelliyor diye, isinden ayrilmayi bile düsünüyor bir ara... Bir yandan isin yogunlugu, bir yandan kurdugu, üniversite hayalleri, gene de dernek etkinliklerinden koparamiyor.
Ticaret lisesinde staj gördügü bir koparatifte çalisiyor, semah çalismalarimi engelliyor diye isten çikmayi bile düsünüyor, üniversiteye gitmek istiyordu. Serpil semah ekibinin en yenilerinden, önceden içine kapali olan Serpil aydinlanma kalesi olarak benimsedigi Pir Sultan Abdal Dernegine gelip, gül gibi açiliyor.Ablasi Serdar Canik Pir Sultan tiyatrosunda oynuyor. Ailece gidiyorlar Sivas’a Serpil hiç gitmedigi köyleri Banaz’i da görecek. Yobazlar Serpil’in anne babasini Ali Baba mahallesine ablasi Serdal Canik’i Kültür Merkezinde tutsak tutuyor, onunda Madimak’ta boguyor karanlik.
Gözü yasli Sultan anne: Yavrularim uça uça gittiler... diyor. 'Turnalar turnalar, telli turnalar, Semah edende, hakka gidenler'
UGUR KAYNAR
1956 Sivas Zara`da dogdu
Sair ve Edebiyatci
Edebiyat çevresine ragmen çok yanliz bir adamdi... Duygulu ve yarali bir insandi... Çoçuk yasta annesinin ölümü, ailenin dagilmasi ve benzeri olgular, Ugur'u fazlasiyla etkilemisti. Ugur'da diyor Serap Kaynar; 'Hayati boyunca hep çekti kendini insanlardan, kendi kabugunun içine girmeyi tercih etti... Kendini zorlayan bir insandi Ugur... Uyum saglamiyordu ve bunu istemiyordu da... Her zaman kaygili ve sikintiliydi. Hiçbir ortamda varligini bütünüyle ifade edemiyordu... Sivas'taki ölümü de bir tekbasinalikti! '
Militan bir sair ve yazari idi. Yalnizligi, sevgisi ve için için kaynamasi, belki de 12 eylül döneminde, 2 yil mesken tuttugu Mamak mahpushanesinden kaliyordu.ilk kitabi: 'çiçekler halaya durdu,' oldu. Ve cesedini bir torbada getirdiler. Deri çantasi pesinden geldi bir peçeteye son siirini yazmisti. 'Öldügümde dogdugum yere gidiyorumYillarca süren bir hasret ve Bilinmezligi iste böylesine yeniyorum.'
Yasemin ve Asuman Sivri kardesler, 1991 yili ortalarinda, Pir Sultan Abdal Dernegi'nin kültürel çaliismalarina katiliyor ve kisa sürede semah topluluguna giriyor. Asuman Sivri, özverili çaliismasinin karsiligini alarak, Semah hocaligina yükseliyor.Yasemin, Asumun'dan iki yas daha büyük... 1992 yiiliinda Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne giriyor. Semah ile basladigi kisisel çalismalarinda, giderek daha farkli kanallara yöneliyor. Dernegin Gençlik Komisyonu üyesi. Ayni zamanda kütüphane'den sorumlu. Kitaplari ciltliyor, numaralandiriyor.
Kamber abi’nin profesörü. Kitap kurdu. Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümüne gidiyordu. Pir Sultan’da, semahla basliyor, giderek yeni alanlara yöneliyor, gençlik komisyonu üyesi ve tâbi ki kütüphaneden sorumlu idi. Yasemin, Sivas’ta yazar, Aziz Nesin ve Asim Bezirci ile tanisip, görüslerini açiklayacagi için sevinçli. Benim en iyi arkadaslarim kitaplarim diyordu. Okuyordu okudugunu yorumluyordu: Ínsanlar öldükleri zaman degil, unutulduklari zaman ölürler... diyordu. Unutmadik.. unutmayacagiz... biz sizi yasatacagiz.
Yesim Özkan: 20 yasinda
Huriye Özkan: 22 yasinda
Huriye Özkan, basarili bir ögrencilikten sonra, Deneme Lisesi'ni birincilikle bitiriyor. Gazi Üniversitesi Eczacilik Fakültesi'ne arkadasi Inci Türk ile birlikte giriyor, birlikte bitiriyorlar. îkisi de Alevi kültürüne bagli, üretme ve paylasma bilinciyle yüklü iki çagdas genç kiz...
Ballihan, erenlerinin bal çiçegi. O Pir Sultana, Sultan ona asikti. Hacettepe Üniversitesi Sosyal hizmetler okuluna gidiyor, Çocukken sakin ve durgun olan Yesim gençliginde bahar gibi yeseriyor, artik sözüne söz yetisemiyor, enerjisini tiyatroya veriyor. Pir Sultan oyununda görev aliyor. Biz Sivas’in yobazlara teslim oldugunu bilseydik gönderirimiydik çocuklarimizi diyor.
Babasi Hikmet Özkan. Sivas kiyimindan sonra, din konusunda fikirleri netlesiyor. ‘ Allah insanlarda vardir. Ínsan sevgisinden daha büyük bir sevgi yoktur. Ínsanlari sömürmek için dinler kullanilmaktadir. Bu sömürüye en uygun olan din de Müslümanciktir. Ben CAMiDEN nefret ettigim kadar hiç bir seyden nefret etmiyorum. Cuma namazindan, camiden çikip, katlettiler çocuklarimizi. Hiç mi insan/Allah sevgisi yok bu yobazlarda? . Yok olasicalar da...
ŞERİAT DENEN BU GERİ KALMIŞ ORTA ÇAĞ KALINTILARI YOK OLMAZ YADA KALKMAZSA DAHA ÇOK 'GÜLE YELE DEYECEK'
Türk müzik tarihine adını altın harflerle yazdıran, unutulmaz bestelerin mimarı, gerçek usta Fikret Kızılok 22 Eylül gecesi tedavi gördüğü İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesinde aramızdan ayrıldı.
Yıllar geçse de ilk tadını kaybetmeyen şarkılarıyla Türk müziğine damgasını vuran Fikret Kızılok artık aramızda değil. Kızılok, 22 Eylül gecesi kalbine yenildi. Temmuz ayında Bodrum'daki teknesinde kalp krizi geçiren sanatçı İstanbul'a getirilip İÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi altına alınmıştı.
68 kuşağının folk-rock öncüsü, haşarı çocuğu için mutlaka herkes kalbinde bir sızı duymuştur. 23 yılını aktif olarak müzikle geçiren sanatçı, bu 23 yıla o kadar kaliteli ve sağlam şeyler sığdırdı ki, bunun sayesinde çıktığı gönül tahtından asla inmeyecek.
1947 yılında Kalamış'ta doğan Kızılok, Galatasaray Lisesi'nin ilkokul bölümünde okurken müzikle ilgilenmeye başladı. Daha 7 yaşındayken sınıf arkadaşlarıyla birlikte 'Fikret Kızılok ve Orkestrası' adlı minik bir grup kurdu. Türkü söyleyen bu grup ilk konserini 23 Nisan'da okul müsameresinde verdi. Ortaokul yıllarında da bu konserler devam etti.
Galatasaray'da okurken lakabı 'Topal Fikret' olan Kızılok, bu yıllarda gitarı eline alarak yeni bir grup kurdu. 'Fikret Kızılok ve Veliahtları' adlı bu grupla lise ve sonrası yıllarda çalışmalarına devam etti.
Fikret Kızılok, 1964 yıllında eski arkadaşı Cahit Oben'le bir araya gelerek eski gruplarını dağıtıp, profesyonel bir grup olan 'Cahit Oben 4'ü kurdu. Grup, yabancı şarkılardan oluşan ilk 45'liğini doldurdu. Ardından ikinci 45'lik geldi ancak bu plâk türkü formatında oldu. Plâkta Kızılok'un 'Hereke' adlı bir de bestesi vardı. Cahit Oben 4, ilk Altın Mikrofon Yarışmasına 'Halime' adlı parçayla katıldı. Bu yıllarda Dişçilik Yüksekokuluna giren Kızılok gruptan ayrıldı ve ilk solo 45'liğini doldurdu. 1966 yılında çıkan 'Ay Osman-Sevgilim/Colours-Baby' adlı bu plâğıyla umduğunu bulamayan sanatçı, bu arada Barış Manço ile çalıştı.
Bir süre Sivas'ın Sivrialan ilçesine giderek Âşık Veysel'in yanında yaşayan Kızılok, ondan çok etkilendi. 1969'da Veysel'in 'Uzun İnce Bir Yoldayım'ını yeniden yorumlayarak ikinci 45'liğini çıkardı. Kızılok 1970'de kendi besteleri 'Yağmur Olsam' ve 'Yumma Gözün Kör Gibi' adlı parçalarıyla üçüncü 45'liğini doldurarak büyük ses getirdi. Aynı yıl kendi şarkısı 'Söyle Sazım' ve Karacaoğlan'ın şiiri 'Güzel Ne Güzel Olmuşsu'nu besteleyerek bir plâk daha yaptı. Bu plâk Barış Manço'nun 'Dağlar Dağlar' şarkısını devirerek haftalarca liste başı oldu ve Fikrek Kızılok yılın erkek sanatçısı seçildi.
Kızılok 1972 yılında hayatını kurtaran bir kamyon şoförüne itâfen 'Emmo' adlı şarkıyı besteledi. Ardından Ahmed Arif'in 'Vurulmuşum' şiirini besteledi ve bu parçalarla beşinci 45'liğini doldurdu. 1973'te ise 'Gün Ola Devran Döne/Anadolu'yum' adlı plâk geldi.
1973-75 yılları arasında 'Leylim Leylim' ile başlayan ve 'Âşkın Olmadığı Yerde'ye kadar süren bir plâk serisi yayınladı. Aslında bu şarkılar Kızılok'un kendi yazdığı 'Bir Ali Var' adlı oyunun bölümleridir.
1975'te 'Tehlikeli Madde' adlı bir grup kuran Kızılok, bu grupla folk-rock müzik yaptı. Aynı yıl yine Ahmed Arif'in şiirlerinden bestelediği 'Haberin var mı? ', 'Kör Pencere' ve 'Ay Battı' adlı parçalarla onbirinci 45'liğini çıkardı. Yine bu yıl 'Anadolu'yum 75' ve Mahsunî Şerif'in 'Darağacı' türküsünü yorumlayarak bir plâk daha doldurdu. Ancak sanatçı olumsuz eleştiriler aldı.
1976 yılında yine Âşık Veysel'in 'Sen Bir Ceylan Olsan' ve Mahsunî'nin 'Biz Yanarız' adlı türküleriyle 45'liklerine son verdi.
Fikret Kızılok bir yıl sonra 1977'de Nâzım Hikmet'in şiirlerinin yer aldığı 'Not Defterim' adını taşıyan bir albüm hazırlardı. O yılların siyasî ortamında Nâzım Hikmet adı, albümün toplatılmasına neden oldu. Bu olaydan çok etkilenen sanatçı müziği bıraktı ve Bodrum'a yerleşti.
80'li yılların başında Bülent Ortaçgil'le beraber 'Çekirdek Sanatevi'ni kuran Fikret Kızılok; 1983'te 'Zaman Zaman', 1988'de 'Yana Yana', 1990'da 'Olmuyo Olmuyo', 1992'de '68'ler', 1993'te 'Seçme Eserler-68'ler 2', 1995'te 'Yadigar' ve 'Demirbaş (Albüm-kitap) ', 1998'de 'Mustafa Kemal- Devrimcinin Güncesi' ve en son 1999'da 'Gün Ola Devran Döne' albümlerini çıkardı.
23. Bir komşu kadın bir tuluat tiyatrosuna götürüyor. Eve geldiğinde o oyuna öykünerek 47-09 yazıyor. [Kitabın Sonsözü, Seviye On Ölüme Beş Kala]
“[...] Cerrahpaşa’da oturduğumuz zamanlar (6-7 yaşımda olacağım) bir gece seyrettiğim ilk tiyatro (ortaoyunu) dur.” 26 Haz. 1991’e bak.
25. İstanbul’da Süleymaniye’de “Kanuni Sultan Suleyman İptidai Mektebinin üçüncü sınıfına girdi. (Sonradan okulun adı, İstanbul 7. Ilkokulu oldu) . [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
26. Darüşşafaka Lisesi’nin İlkokul 4. sınıfına girdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
27-09-15. Annesi ölüyor. [33-07] Bu tarih doğru, kendisi 1929 diye anımsıyor.
28. Cağaloğlu’ndaki Vefa Ortaokulunun 6. sınıfına girdi, devamsızlıktan sınıfta kaldı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Davutpaşa Ortaokul 1’de ilk romanını yazıyor, bir defter dolusu. [Kitabın Sonsözü, Seviye On Ölüme Beş Kala] Bu yıl 1929 da olabilir.
29/30. Davutpaşa Ortaokulu’nun 6. sınıfında. Her Cuma, Çehzadebaşı’ndaki ya Millet Tiyatrosuna ya Ferah Tiyatrosuna gidiyor. Naşit’e hayran. Millet Tiyatrosu bir oyun yarışması açıyor. Yarışmaya katılıyor. Yazarlığa ilk adımı. Yarışmaya İbiş’e benzer bir oyunla katılıyor.
30. Çengelköy Askeri Okulu 7. sınıfına girdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
30-07-08. Babası ve kendisi Halıcoğlu Askeri Lisesi Müdürlüğüne “Teahhüt Senedi” yazıyorlar. Babasının kaşesi var. 17 Temmuz günü Veledi Kara Baş Mahallesi İhtiyar Heyeti tarafından belge tasdikleniyor. [33-08]
31/32. Askeri ortaokul son sinif ogrencisi
32-06-28. Askeri Ortaokulu (Çengelköy) bitiriyor. Yabancı dil: iyi, öbür bütün dersleri pekiyi. Karnesi var. [33-08]
32-09-00. Kuleli Asker! i Lisesine geçiyor. Kuleli’nin 9. sınıfında okuyor. Ekim de olabilir. Daha önce Çengelköy Askeri Ortaokulu’nda. BGBG-3.
33/34. Kuleli’nin 10. sınıfında okuyor. BGBG-3.
34/35. Kuleli’nin 11. sınıfında okuyor. BGBG-3.
35-05-00. Kuleli’den ayrılış. “Kuleli salonunda toplantı. Boğaz vapuru ve Kuleli resmini yapan kimdi? Siyah beyaz resim, siyahın tonlarıyla yapılmıştı. Vapura binip ayrılıyoruz. Son ayrılış bu. 935 Mayıs idi. Bir daha 1972’de (37 yıl sonra) Kuleli’ye gideceğim. 937 Harp Okulu mezunları Cemiyeti Kuleli’de bir toplantı düzenlemişti.” [BGBG-e]
35-05-01. Harp Okulu’na geçiyor (dühul) . [33-08]
35-06-00. Harbiye’den ayrılış. Balıkesir Bandırma vapuruna binecek arkadaşlarıyla. BGBG-E. Sonra Harp Okulu’na gidecek.
35-06-30. Balıkesir’de. [fotoğraf arkasından]
35-07-27. Sinan Köprüsü Tahrip Projesini yapiyor. Imza: Is. Tb. Bl. 1. Hr. St. 211 Nusrat Nesin. Müzelik bir belge bu. 5 numarali dolapta. 05-13 numarali ama ustune numarasini yazmadim.
37-09-00/38-00-00. İlk karısı Vedia Bitirim, İnönü Kızorta Okulu’nda Ortaokul 2. sınıfta. Tanışıyorlar, hatta belki de nişanlılar. Nişanlanmaya karar verdikten birkaç hafta sonra, Vedia Hanım, Aziz Nesin’in sınıf arkadaşı Rıfkı, Vedia Hanım’ın erkek kardeşi Büyük Ada’ya gidiyorlar, Dil’de Orta 3’teyken evlenme muamelelerini başlatıyorlar. Taksim Belediye bahçesindeki Dağcılık Kulübünde (daha sonra yıkıldı) yapılıyor. Vedia Hanım’ın “haminnesi” Ortaköy’de oturuyor. [foto]
Sıvas Acısı’na eklenecek şiirler zarfından çıkan “Eski Büyü” şiiri Bedia Hanım için mi yazılmış?
37-10-20. Okulu izinsiz olarak terketmekten maasinin 1/8’i kesiliyor.
37-12-07. Sabah müzakeresindeki yoklamada dershanede bulunamamamis. Uyanamamış. Dört gün göz hapsi cezasına çarptırılıyor. Fen Tatbikat Okulunda [33-08]
38. Beyoğlu Maçka Askeri Fen Tatbikat Okulu’nda teğmen rütbesiyle meslek eğitimi görüyor. (Bir Sürgünün Anıları, 13. basıma önsöz, ayrıca Bedia hanım’ın dosyasına bak) . Bu okuldaki çalışmaları Vakıf’taymış. Bu yıl 39 da olabilir. Bu okul 2 yıl surecek. Bir yandan da Istanbul Guzel Sanatlar Akademisi Dogu Susleme Bolumu ogrencisiydi. Akademide minyatur, tezhip, hat, cinicilik, ciltcilik dersleri aldi. Tegmen rutbesiyle Harp Okulu’nu bitirdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] 17-IKanun-938’te nişanlanıyor. [33-07]
38-02-28. Teğmen oluyor. [33-07]
38-10-05. Istihkam ikinci sinif ogrencisiyken bugün akşam müzarekesinden sonra okuldan ayrılıyor. 15 Ekim gunu haftasonu cezasina carptiriliyor.
38-12-09. Kuyumcular caddesinden senetle iki nişan yüzüğü alıyor. 24 Mayıs 1939’da alacaklı haciz yolunu seçiyor.
39-01-26. Gümüşsuyu Hastanesine Asabiyye’ye gitmek icin izin aliyor! ! ! Saglam raporu veriliyor! [33-08]
39-02-20. Vedia Hanım’a Maçka’dan bir mektup yazıyor. Bu Vedia Hanım’a ilk mektubu. Vedia Hanım da Istanbul’da oturuyor.
Millet dergisinde yayımlanan Kısmet öyküsünü Maçka’da yazmış olabilir.
39-03-28. (Salı) Harp Akademisi mahkemesinden saat 14’te ayrılmasına karşın, saat 17,30’a kadar okula “avdet” etmediginden üç gün göz hapsi cezasına çarptırılıyor. [33-08]
39-04-13. (Perşembe) İstihkam 2. sınıftayken (ve teğmenken) , Elektrik manipülasyon dersine girmiyor ve dört gün oda hapsine carptiriliyor. Ayni suctan Şinasi Sukan ve Hulki sekizer gun oda cezasına çarptırılıyor. [33-08]
39-05-31. İşıldak tatbikatına katılmadıklarından 4 arkadaş dört gün göz hapsi cezasina carprtiriliyorlar.
39-06-01. Akşam yoklamasında bulunmadıklarından 13 arkadaş 12 Haziran’da dört gün oda hapsiyle cezalandırılıyor. Aralarında Şinasi Sükan da var. [33-08]
39-06-04. Akşam yoklamasında bulunmadıklarından 4 arkadaş 12 Haziran’da dört gün oda hapsiyle cezalandırılıyor. Aralarında Şinasi Sükan da var. [33-08]
39-06-20. III Kor. Is. Tb.’una iltihak ediyor. (Muratlı) [33-07]
39-06-30. İlk karısına Muratlı’dan bir mektup yazıyor. O zamanlar nişanlılar. Gece saat 1. Belki de ertesi gün. Yedigün dergisine “Kuyu” ve “Hisler ve Düşünceler” adlı iki şiir daha göndermiş. “Yalnız dışarı çıkma. Eğer bir yere gitmek lazımsa. Gitmeden evvel bana yaz ve cevabımı bekle.” Muratlı’da 3. Kolordu Istihkam Taburu 2. Bl’te takım subayı olarak bulunuyor.
39-07-10. İkramiye için İngilizce sınavına giriyor. Galiba Burgaz’da. [33-08]
41. Bu yıllarda Trakya’da çadırlı ordugâhta görev yaptı. Bu görev iki yıl sürdü. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
41-08-30. Üsteğmen oluyor.
41-09-20. Kars’ta [foto]
41-12-20/44-04-21. Niğde’de subay olan Şadi Usal’la mektuplaşıyor. Şadi Usal, Aziz Nesin’in öykülerini eleştiriyor. [M? ]
42. Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Tb. Bölük Komutanlığına atandı. Bir bomba kazasında yaralandı. Erzincan’da depremde yıkılmış olan ordu cephaneliginin boşaltılmasıyla görevlendirildi.
Kars Müstahkem Mevkii İstihkam Taburuna atandı. Üsteğmenliğe yükseldi. Müstahkem Mevki’de Birinci Şube Müdür Yard. olarak görev yaptı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Kars Müstahkem Mevki Komutanlığı Birinci Şube Müdürü Cemal Akbay’ın yardımcısı. General, daha sonra Genel Kurmay İkinci Başkanı olacak olan Şahap Gürler. Şahap Gürler çok iyi bir insan. [İbiş Dosyası]
21-IItş-942 günü saat 4,30’da Ateş doğuyor. [33-07]
42-yaz. Kars’tan Ankara’ya tank kursları için geliyor. At yarışlarına gidiyor. Vedia Hanım’la hipodromda çekilmiş. Ne pahasına olursa olsun askerlikten ayrılmaya karar verdiği günler [foto]. 43-05-10’a bak. Bu 43 de olabilir.
43. 1942 de olabilir. 7 GÜN’de yazar ve yönetici. Şiirleri yayımlanıyor. Şubat 1943’te Millet dergisinde Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirleri üzerine olumlu bir eleştirisi yayımlanıyor. Bu, yazıları üzerine ilk eleştiridir. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
1944 de olabilir. Üsküdar Paşakapı Cezaevi’nde. Karısı ve çocuklar Fatih’te oturuyorlar. [foto]
43-01-29. Kars Nüfus Müdürlüğünden Nüfus Sureti alıyor. 74-28
43-05-10. Ankara tank talimgâhına gidiyor.
43-05-27. Bu tarihte Kars’ta üsteğmen.
43-08-20. Safranbolu’da, 23. tüm. is. Bl. K. oluyor.
43-09-07. Manevraya çıkıyor.
44-01-01. Millet dergisinin 21. sayısında Aziz Nesin adıyla Arkadaş Hatırı adlı öyküsü yayımlanıyor. O sırada Kars’ta.
44-03-01. Millet dergisinin 23. sayısında Aziz Nesin adıyla Kısmet öyküsünü yayımlıyor.
44-04-01. Millet’in 24. sayısında Aziz Nesin adıyla Çıngır Bey öyküsü yayımlanıyor. O sırada Zonguldak’ta.
44-05-11. Safranbolu’da “Vüzuh ve İpham” yazısını yazıyor.
44-06-23. İstihkam Blğ’den onbaşı Günenli 322 doğumlu Mustafa Karakaş bu tarihte babam aleyhine ihbarda bulunmuş.
44-07-03. Savcının iddianamesini hazır. Aynı gün tevkif müzekkeresi çıkıyor.
44-07-04. Tevkif tarihi. Ama hapishaneye girdiği tarih 23-09-44. 4 ay 10 güne mahkum olmuş. (“Hırsızlık, zimmetçilik”) . 11-11-1944’te tahliye olacak.
44-07-05. Kurmay Albay Hilmi Oray, İstihkam Bl.K’lığına, babama bir yazıyla birlikte tevkif müzekkeresini, iddianameyi ve tahkikat kararını yolluyor.
44-07-18. Mahkeme karar veriyor. 4 ay 10 gine mahkûm oluyor ve askerlikten ihraç ediliyor.
Askerlikten ayrıldıktan hemen sonra bir fotoğraf çektiriyor. [foto]
44-08-31. Mahkeme kararını temyiz etmediğinden karar 24-08-44 tarihinde kesinleşiyor. Emekli maaşı bağlanabilirmiş. Bu maaşı aldığını sanmıyorum.
44-09-23. “Zimmetçilikten, hırsızlıktan” hapse girdiği tarih. 11-11-44’te tahliye olacak. 74-28, Mahkûmiyet Varakası.
44-11-11. Tahliye tarihi. 74-28
45-00-00. Nuruosmaniye’de bakkallık yaptı. Karagöz gazetesinde ve Yedigün dergisinde redaktörlük ve yazarlık yaptı. Profesyonel olarak yazarlığa başladı. Tan gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Yayımlanmış ilk bağımsız yapıtı Parti Kurmak Parti Vurmak adlı onaltı sayfalık broşürü çıktı. Cumartesi adlı haftalık bir magazin çıkardı, 8 sayı çıktı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
45-05-23. Bu tarihte Mimar Kemal Mahallesi, Derin Kuyu sokak, No: 4, Kumkapı adresine Istanbul Belediye’sinden bir mektup alıyor. 74-28
45-12-04. Tan Gazetesi yıkılıyor. Oradaki işinden oluyor. Sedat Simavi de çekindiği için Yedigün’den de çıkartılıyor. Geceleri, ayda 60 liraya Vatan’da Ankara muhabirlerinin verdiği telefon haberlerini alıyor. Sıkıntılı günler... [foto]
46. Yaşamında ilk ve son kez bir siyasi partiye girdi. Esat Adil Müstecaplı’nın kurduğu Turkiye Sosyalist Partisi’nde iki ay üye kaldı ve istifa ederek ayrıldı. Amerikan emperyalizmi ve Turkiye’ye uygulanmaya baslanana Truman Doktrini’ne karşı yazdigi bir broşürden dolayı sıkıyönetimce tutuklandı ve tutuklu gorulen yargilanmasi sonunda askeri mahkeme on ay hapse mahkum etti. Bu son olay 47’de olmali. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Partiye ilkbahar ya da yaz aylarında kayıtlı olduğunu sanıyorum.
46-07-00. Esat Adil Müstecabi Gerçek’i çıkarıyor. Aziz Nesin gazetenin sekreteri ve köşeyazarı. Gerçek 25 sayı çıkabiliyor. Celal Bayar’ın İzmir söylevini yayımladıkları için kapatılıyor bir ara. (ne zaman) AN işsiz kalıyor. Esat Adil’e haftalık bir gülmece gazetesi öneriyor. Parti üyelerinden gazetenin çıkması için para toplanacak; 3000 lira gerekiyor. İki ay sürüyor bu iş ve yalnızca 260 lira toplanıyor. Partiden istifa ediyor. Eylül aylarında olmalı bu. Gazete işi yatıyor. (Medet 1)
46-11-00. Yeni Dünya Gazetesinde çalışıyor. Vedat Baykurt’la tanışıyor. Yeni Dünya 4 Aralık’ta faşistlerce yıkılıyor. Vedat Baykurt geri kalan matbaaada basım işleri yaptı.
46-11-25. Markopaşa’nın ilk sayısı çıkıyor. Emek’te basılıyor. “Hakkınızı helal edin dostlar”ı yazıyor. Medet’lerde Markopaşa’nın ve öbür gazetelerin öyküsü var. Gazeteyi dağıtıcılar almıyor, kendi satıyor. Markopaşa’nın satışı 70 binlere kadar çıkacak zamanla, ki o tarihte onca satan gazete yok. (Medet 2 ve 3) Büro İzzettin Han’da, Ankara caddesi, Vilayet karşısı, No. 23. Falih Rıfkı Atay’a bir destan yayımlanıyor Markopaşa’nın birinci sayısında. AN yazmış, destanda adı geçiyor: “Aşık Nesin”. Falih Rıfkı daha sonra bir başka vesileyle, ama bu destana kızdığından, Markopaşa’yı dava ediyor. Sabahattin Ali 1000 lira ödemeye mahkum ediliyor. [Medet 7]
46-11-27. Haftalık bir gazete olan Ses’in 8. sayısı çıkacak. Ses’te bir ara çalışmış mıydı, Markopaşa’dan önce?
46-12-00. Yusuf Ahıskalı’nın çıkardığı SES dergisinde Türk sosyalistlerini birleşmeye çağıran bir yazı yazıyor. [Medet 4]
46-12-02. Markopaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Tan’da (Halil Lütfi’nin matbaası, daha önce yıkılmıştı) basılıyor. Üçüncü sayı da Tan da basılacak, dördüncü sayıyı basmaya Halil Lütfi korkacak ve basmayacak.
İkinci sayıyı 15 bin basmak isteyecek ama Sabahattin Ali “satmaz” diyerek karşı çıkacak. Sonuçta 10 bin basılacak.
46-12-09. Markopaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Tan’da basılıyor. 15 bin basılmış.
46-12-15. Birkaç arkadaşı Tan matbaasına gelerek AN’ye ertesi gün aleylerinde miting yapılacağını, idarehaneyi yakıp yıkacaklarını bildiriyorlar. Emniyet Müdürlüğüne ve Valiliğe korunmaları için dilekçe veriyor. Gene de idarehanede bulunuyor, gazete zamanında çıkmalı! Gazete satışı 25 bine yükselmiş. Ertesi gün (16’sı) sabah saat 4,30’da polisler geliyor ve tutuklanıyor. Gazete Tan matbaasında basılıyordu. 4. sayıda nerde basıldığı yazmıyor. Nedeni şu: Halil Lutfi Dördüncü korkuyor ve baskı makinesinden çıkarıyor. Dördüncü, Tan’ın bir kez daha yakılmasından korkuyor. AN ile Sabahattin Ali çok rica ediyorlar ama razı edemiyorlar. Önceden tanıdığı Nazım Berksoy basmayı kabul ediyor, ama iki misli para alıyor. [Medet 4-5]
46-12-16. Markopaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. 25 bin.
Milletvekili Cemil Barlas’a mektup: “Topunuzun köküne kibrit suyu”. Bu yazı AN’nin olmalı. Ama SA yargılanıyor.
“Buyuk Tutuklanma”. Sabah saat 4,30’ta, gazeteleri kırmak üzereyken İzzettin Han’a polisler geliyor, tutuklanıyor. Demir Ahmet’ten en az bir tokat yiyor. Emniyet Müdürlüğü’nde (Sansaryan Han’da) gozaltına alınarak 17 gün ağır sorgu altında hücrede tutuluyor. Sabahattin Ali de hemen sonra tutuklanıyor. AN’nin evindekilerin parası yok. Hücrede 6 gün aç susuz bekletiliyor. [Medet 4-5]
“Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısından Sabahattin Ali “galiba” 3 aya mahkum oluyor, milletvekillerine hakaretten. [Medet 7] Ressam Faris Erkman da tutuklanıyor ve işkence görüyor. Erkman daha uzun süre kalıyor. [Medet 8] Esat Adil de içerde. Daha sonra hapishaneden kitap isteyecek. Bir gün sonraki Son Telgraf gazetesinde büyük puntolarla şöyle bir haber var: “Sıkı Yönetüm Komutanlığının Tebliği: Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü, Türkiye Sosyalist Partileri kapatıldı”. Sendika, Gün, Ses, Noro, Dost, Yığın gazete ve dergileri ve bunların matbaaları kapatılıyor. Yarın ve Büyük Doğu 4 ay kapatılıyor. Daha kapatılanlar da var. Son Saat’in de başlığı buna benzer. Sorguya çekilenler: Dr. Şefik Hüsnü, matbaacı Ferit, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Yusuf Ahıskalı, Aram Pehlivanyan, Avadis Aleksanyan. 2 parti, 2 cemiyet, 3 gazete, 5 mecbua kapatıldı. Serteller içeri alındı gibi haberler varsa da, bu doğru değil. 47’yle 60 arası insan tutuklanıyor.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
46-12-18. Markopaşa kapatılıyor (2 gün önce de kapatılmış olabilir) . Yarın gazetsi ve Büyük Doğu dergisi kapatılıyor. Necip Fazıl mahkemeye veriliyor. [Gece Postası Gazetesi, 1946-50 dosyası]
47-01-01. Aşağı yukarı bu tarihlerde (belki bir-iki gün sonra serbest bırakılıyor) . Markopaşa 4 sayı çıkabildi ancak. Ahmet Demir’i mahkemeye veriyor, ama 6 ay oyalıyorlar. [Medet 6]
47-01-06. Markopaşanın 5. sayısı çıkıyor. Büyük tutuklanmadan sonraki ilk sayı. Emek’te basılıyor.
47-01-13. Markopaşa’nın 6. sayısı çıkıyor. Yazı İşleri bu sayı Sabahattin Ali’den Aziz Nesin’e geçiyor. Gelecek sayı gene Sabahattin Ali’ye geçecek. Nedenini anlamadım. Bu sayı Berksoy’da basılıyor.
47-01-16/47-05-30. Sabahattin Ali’den mektuplar alıyor bu tarihlerde. [M96-98]
47-01-20. Markopaşa’nın 7. sayısı çıkıyor. Berksoy’da dizilip Emek’te basılıyor.
47-01-27. H. Yalçın 30 lira alıyor. [1946-50]
47-01-27. Markopaşa’nın 8. sayısı çıkıyor. Belli ki yazı ve resimler başka gazetelerde yayımlanıyor. Gazetenin ortasında bir duyuru var bu konuda. Gazete Işık’ta dizilip Berksoy’da basılıyor. 12. sayıya dek bu böyle gidecek.
47-01-28. Orhan Müstecabi, ev kirası için 40 lira, Esat Bey için 50 lira, hastane için 30 lira alıyor.
47-01-29. TBMM’de “komünist tahrikatı” tartışılıyor. İçişler bakanı Türkiye’de komünist hareketleri üzerine uzun bir nutuk çekiyor. Nutkun metni 30 Ocak tarihli Son Posta gazetesinde. [1946-50]
47-02-00. Markopaşa ciddi yayın yapmak (Kültür Serisi) istiyor. Broşürler basılacak: 1) Kemal Yalazkan’ın Şemseddin Sirer’e açık mektubu, 2) Nereye Gidiyoruz, 3) Cemal Nadir, 4) Sendika. Bunlardan ikincisi toplatıldı, diğerleri? [Medet 11]
Markopaşa yayımlandığı tarihlerde Nereye Gidiyoruz? başlıklı bir broşür yazıyor. Broşür basımevinde toplatılıyor. İşte bu yüzden hapse ve sonra sürgüne gidiyor. 161. maddeye muhalefetten: yayın yoluyla milli menfaatlere aykırı eylemde bulunmak...” [Bir Sürgünün Anıları]
[Medet 11-15] [1946-50]
Nereye Gidiyoruz adlı broşürden dolayı tutuklanıyor. 10 ay hapse ve 4 ay Bursa’da sürgüne mahkum oluyor. 161. maddeden, ulusal çıkarlara aykırı yayından... Bu madde daha sonra antidemokratik bulunarak kaldırılmış.
47-02-01. M.A. Aybar, Hür’ün 1. sayısını çıkarıyor.
47-02-03. Markopaşanın 9. sayısı çıkıyor. “Muazzam Yerli Kepazelik” yazı dizisine başlıyor.
47-02-05. Orhan Müstecabi 10 lira almış. [1946-50]
47-02-08. Bakırköy Akıl Hastanesinde birine Orhan Müstecabı 30 lira yolluyor. [1946-50]
M.A. Aybar, Hür’ün 2. sayısını çıkarıyor.
47-02-10. Markopaşanın 10. sayısı çıkıyor. Krallara değgin bir yazı var.
47-02-11. H. Yalçın 50 lira alıyor. [1946-50]
47-02-13. Orhan Müstecabi, Esat Bey için 10 lira alıyor. [1946-50]
47-02-14. Esat Adil, Aziz Nesin’e yazıyor. [1946-50]
47-02-15. M.A. Aybar, Hür’ün 3. sayısını çıkarıyor.
47-02-17. Markopaşanın 11. sayısı çıkıyor
47-02-18. Orhan Müstecabi 15 lira almış. [1946-50]
47-02-22. M.A. Aybar, Hür’ün 4. sayısını çıkarıyor.
47-02-24. Esat Adil, Orhan Erkip’e bir not yazıyor. Notta, Aziz Nesin’in 24-02-47’de, yani o gün, kendisine 15 lira yolladığını ama eline geçmediğini söylüyor. [1946-50]
Markopaşanın 12. sayısı çıkıyor.
Bir ara tutuklanıyor, ama tam ne zaman bilemiyorum. Tutuklu bulunan Esat Adil’e gönderdiği bir kitabın içinde unutulan bir mektup yüzünden. 3 gün 3 gece sorgusuz tutuluyor. Sonra Demir Ahmet sorguya çekiyor.
47-03-01. Esat Adil’e yazıyor. Esat Adil aynı nota not düşüyor. eski Türkçe. H. Yalçın’a 15 lira ödemiş. [1946-50]
M.A. Aybar, Hür’ün 5. sayısını çıkarıyor.
47-03-03. Markopaşa’nın 13. sayısı çıkıyor. Bu sayı Stad’da basılıyor. Daha önce Berksoy’da iki misli fiyatına basılıyordu. [Medet]
47-03-06. H. Yalçın, hastaneye vermek üzere 40 lira almış. Rıfat Ilgaz’a olabilir mi? [1946-50]
47-03-08. M.A. Aybar, Hür’ün 6. ve galiba sayısını çıkarıyor.
47-03-10. Markopaşa’nın 14. sayısı çıkıyor. Sabahattin Ali hala sahibi ve yazı işleri müdürü, ama bu son. Bundan sonra değişecek.
47-03-12. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Mücap Ofluoğlu’na geçiyor. [29-03] Çünkü, Sabahattin Ali “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısından ve Falih Rıfkı’nın açtığı davadan dolayı içerde. Ofluoğlu o arada Şehir Tiyatrosu’nda, galiba atılıyor. [Medet 12] “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısını Aziz Nesin yazmıştır. Müzehher Va-Nu, birgün Moda’da bir evde Sabahattin Ali’nin bakın ne yazdım diye heyecanla bu yazıyı okuduğunu anlattı.
47-03-13. Perşembe. Haluk Yetiş’le Ziya Tanburacı bir sözleşme yapıyorlar. Matbaa makinası alacaklar. Bu konuda Bir Sürgünün Anılarının son basımına bak, son sayfalarda bu konuyla ilgili bir mektup var.
47-03-15. Esat Adil’e 10 lira yolluyor. R. Kaplan eliyle. Aynı R. Kaplan’a ayrıca 15 lira veriyor. [1946-50]
Bu tarihte birisine kısa bir eski Türkçe not yazmış. Galiba Esat Adil’e, sanırım “Esatçığım” diye başlıyor.Notun altında Esat Adil’in kurşun kalemle bir notu var: “On lira aldım, teşekkür ederim, kitap gönderme”. Anladığım kadarıyla Esat Adil hapiste. Aziz Nesin, Esat Adil’e bir başkası aracılığıyla bu notu ve para yollamış. Esat Adil de aynı nota parayı aldığını yazmış. Yanılmış olabilirim. [1946-50]
Bir gün sonraki Tasvir’den bir haber: Falih R. Atay Markopaşa’yı “Biliyor musunuz” adlı yazıdan dolayı dava etti. [1946-50]
47-03-17. Markopaşa’nın 15. sayısı çıkıyor. Sabahattin Ali içerde olmalı. Sahibi ve yazı işleri M. Ofluoğlu’nda. Gazeteyi basacak basımevi bulmakta güçlükler çekiliyor. Stad’da basılıyor.
47-04-05. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 1. sayısını çıkarıyor.
47-04-07. Markopaşa’nın 16. sayısı teksir makinasında çıkıyor. En son 17 Mart’ta çıkmıştı. Basamamışlar. [Medet 12]
Aziz Nesin, Nazım Berksoy’a baskı makinası için 350 lira ödüyor. Sözleşme hazırlıyorlar, ama Nazım Berksoy imzalamıyor. 16 Nisan’a bak. [1946-50]
47-04-08. Markopaşa’nın telefon isteği reddediliyor. [1946-50]
Falih Rıfkı Atay, Sabahattin Ali’ye hakaret davası açıyor. Sabahattin Ali şöyle yazmış: “Biliyor musunuz Falih Rıfkı Atay apartımanlarından aldığı hava parasile sıkıntı içinde yaşıyor”. Bir gün sonraki Tasvir gazetesinden. [1946-50]
47-04-12. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 2. sayısını çıkarıyor. 3. sayı da çıkıyor ama tarihini bilmiyorum.
47-04-14. Markopaşa’nın 17. sayısı çıkıyor. Bu sayı gene Berksoy’da basılıyor. Daha önce Stad’da basılıyordu.
47-04-17. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Mustafa Uykusuz’a geçiyor. [29-03] Çünkü Mücap Ofluoğlu’nun annesini tehdit etmiş polis. [Medet 12]
47-04-19. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 3. sayısını çıkarmış olabilir.
47-04-21. Markopaşa’nın 18. sayısı çıkıyor. Sahibi ve Yazıişleri Mim Uykusuz’da.
47-04-28. Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. 26 Nisan tarihli ihtarname Nazım Berksoy’a tebliğ ediliyor. [1946-50]
İmzasız olarak “Dediğin” başlıklı bir şiir çıkıyor. Uykusuz savcıya şiiri kimin yazdığını söylemiyor. Asliye 7. ceza mahkemesi gazeteyi bu yüzden kapatacak. 15 Mayıs’a bak.
Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. 26 Nisan tarihli ihtarname Nazım Berksoy’a tebliğ ediliyor. [1946-50]
Neden? 18-05-89 tarihli sabıka kaydında 12-09-47’den 20-02-48’e kadar on ay ağır hapis yattığını yazıyor. Bu süre on ay değil. Yukardaki tarihler doğru olmalı.
Cezaevinden nasıl yazı kaçırdığını anlattığı bir yazı var [05-34]’te. Bu yazıyı [1946-50] dosyasına aktarmış olabilirim.
47-05-01. Mustafa Uykusuz C. Savcılığına ve Emniyet müdürlüğüne bir dilekçe yazıyor: “Gazetemizin basılmakta olduğu Cağaloğlu’nda, Türk Ocağı 19-21 numarada Berksoy Basımevine Markopaşanın basılmaması, aksi takdirde matbaa sahibinin ve matbaanın başına bir hal gelebileceği tarzında ve milliyetçi bir grup imzasile, küstahça tehditler savuran bir takım mektuplar gelmektedir. Matbaanın herhangi bir zarar ve ziyana uğramaması için gerekli tedbirlerin bir an önce alınması hususunda ehemmiyetle nazarı dikkatinizi çeker ve bu vesile ile saygılarımı sunarım.”
47-05-05. Markopaşa’nın 20. sayısı çıkıyor.
Aziz Nesin cezaevinde. Gazete kapanmış durumda. Mustafa Uykusuz gene de gazeteyi çıkarıyor. Bu yüzden 500 lira para cezasına mahkum ediliyor.
47-05-08. İlk eşine hapisten bir mektup yazıyor. Bu mektup “Çiçu” dosyasına dahil değildi. Ekleyeceğim. Şimdilik “1946-1950” dosyasına koyuyorum.
47-05-09. Markopaşa’dan Haluk Yetiş’le Berksoy Matbaası sahibi Nazım Berksoy sözleşme imzalıyorlar. Berksoy daha önce sözleşmeyi imzalamaktan kaçınmış. 26 Nisan’a bak. [1946-50]
47-05-12. Markopaşa’nın 21. sayısı çıkıyor.
Bu tarihle 19’u arasında Merhumpaşa’nın bir sayısı çıkmış olmalı. Merhumpaşa çok daha sonra yayınını sürdürecek.
Kendisi cezaevinde.
47-05-14. İstanbul 7. asliye ceza mahkemesi Markopaşa yazıhanesinin (İzzetpaşa Hanı, 23-24) mühürlenmesine ve 3 aylık kapatılmasına karar veriyor. Markopaşa’nın 19. sayısında çıkan “dediğin” başlıklı şiir yüzünden. Karar infaz ediliyor. 15 Ağustos’ta gene açılıyor yazıhane. Emniyet gazeteden birçok evrak almış. Daha sonra da iade etmemişler. 5 Ocak 48’e bak. [1946-50]
47-05-19. Markopaşa’nın 22. sayısı çıkıyor.
Kendisi cezaevinde.
Bu sayı toplatılıyor. Polislerin gazeteleri topladıkları bayilere verdikleri yazılar var [1946-50] dosyasında. Çok ilginç!
47-05-20. Cezaevinden Vedia Hanım’a bir mektup yazıyor.
47-05-27. Orhan Müstecabi, Haluk Yetiş’ten 120 lira alıyor. [1946-50]
47-05-28. Mustafa uykusuz gazetenin 15 mayıs’ta yolsuz kapatıldığına dair bir dilekçe veriyor, ama bir işe yaramayacak. Dilekçe yok bende. [1946-50]
47-06-19. Markopaşa davasına devam ediliyor. Dava 25-06-1947 tarihine bırakılıyor. 16 Temmuz’da dava bitecek. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-07-11. Avukatları Mülhime Gökbudak bugün Haziran ve Temmuz aylarının vekalet ücretini alıyor. [1946-50]
47-07-16. Markopaşa davası bitiyor. Gazete kapanıyor ve Uykusuz 6 aya hapse mahkum ediliyor. Ceza üç aya iniyor. Kendisi cezaevinde.
47-07-29. Bu tarihlerde Yeni Adam’a öykülerini yollamış. Bu konuda bir mektup almış editörden. [M94] Aziz Nesin cezaevinde.
47-08-12. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
47-08-15. Üç ay önce mahkeme kararıyla mühürlenen Markopaşa idarehanesi bugün açılıyor. [1946-50]
47-08-30. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
47-09-08. Malumpaşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri müdürü Orhan Erkip, sonradan başlarına türlü belalar açacak adam... Gazete Büyük Doğu matbaasında basılıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-12. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”.
47-09-15. Malumpaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-19. Malumpaşa çıkıyor, belki de çıkarılmak isteniyor. [29-03]. Ayın 27’sinde çıkmış ama. Kendisi cezaevinde.
47-09-22. Malumpaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-26. Mustafa Uykusuz, Markopaşa’yı eski sahibi Mücap N. Ofluoğlu’na devrediyor. [1946-50]
47-09-27. Haftalık Markopaşa için Vilayet’e beyanname veriliyor. Sabaheddin [sic] Ali sahibi ve yazi isleri sorumlusu [29-03] Kendisi cezaevinde.
47-09-29. Malumpaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Bu ana dek Orhan Erkip’le birlikte çalışıyorlar. Malumpaşa’nın gelecek sayısı sağcı olacak! Orhan Erkip çıkaracak... Kendisi cezaevinde.
47-10-00. Orhan Erkip tek başına sağcı bir Malumpaşa çıkarıyor... Malumpaşa’nın 5. sayısı. Bu sayıyı Vakıf’ta bulamadım. [29-09] dosyasına bak, belki orda vardır. Kendisi cezaevinde.
47-10-01. Orhan Erkip Markopaşa’yı “satın almış” ve İstanbul Vilayeti Basın ve Yayın Md.lüğüne gereken tescil muamelesini bu tarihte yaptırmış. Markopaşa’nın sahibi Mustafa Uykusuz 1. Ağır Ceza’da yargılanıyor. [1946-50]
47-10-02. Perşembe. Gece saat 21-22 arası Markopaşa’nın belgeleri çalınıyor. Mustafa Uykusuz’un savcılığa dilekçesi var. Yeni adres: Asmalımesçit, Şehbender Sok. No. 18. Çinili Han 1/1 [1954-60]
47-10-06. Markopaşa davası. Beraat. Davalı Mstafa Uykusuz’du. Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-07. Markopaşa’nın yeniden çıkmasına bu tarihten önce izin verilmiş. [29-03] Kendisi cezaevinde.
47-10-08. Sabahattin Ali’ye mahkemeden davetiye. Davacı Sabahattin Ali, davalı Rauf Yazar. Mahkeme 16-10-47’de saat 14’te. [1946-50]
47-10-09. Mustafa Uykusuz İstanbul Cumhuriyet Savcılığına bu tarihte 947/15229 numaralı dilekçe yazıyor. Ayın 22’sinde bu dilekçeye ek yazıyor. [1954-60]
47-10-10. Markopaşa’nın 23. sayısı çıkıyor. Markopaşa 5 aydır çıkmıyordu. Sahibi ve yazı işleri Mim Uykusuz’un. Aziz Nesin cezaevinde. Oysa gazetenin yasal sahibi (hile yoluyla ama yasalara uydurarak) Orhan Erkip. Orhan Erkip hiç memnun değil. Mahkemeye veriyor, satışın durdurulmasını, tedbir alınmasını isteyecek ertesi gün. [1946-50]
47-10-11. Haluk Yetiş’e ve Mustafa Uykusuz’a mahkemeden davetiye. Orhan Erkip, Mustafa Uykusuz’un çıkardığı Markopaşa’nın satışının durdurulmasını istiyor. Çünkü gazetenin sahibi Orhan Erkip! [1946-50]
Malumpasa’nin 6. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip’in... Şöyle bir haber var: “Karikaturist Mim Uykusuz’u ayda 80 lira maaşla istismar eden Sabahattin Ali’nin 800 lira masrafla Tokatlıyanda kıt kanaat gecindigini biliyor musunuz? ” [29-09] Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-15. Mustafa Uykusuz’un bir davası var Ticaret mahkemesinde.
47-10-16. Merhumpaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazı işleri Sabahattin Ali’de. Aynı gün Markopaşa’nın 24. sayısını Orhan Erkip çıkarıyor. Orhan Erkip Markopaşa’yı resmen çalmış. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-10-17. Bir mesele hakkında konuşmak için Selanik Bankasına çağrılıyor Malumpaşa. [1946-50] Bayilere Merhumpaşa konusunda mektup yazılıyor. [1946-50]
Geveze çıkıyor. Markopaşa da... Mim Uykusuz’un bir gazete ilanı var Geveze’de, Markopaşa karikatürlerimi izinsiz basıyor diye... Orhan Erkip Markopaşa’yı basıyor ve Mim’in ve Aziz Nesin’in eski yazılarını, karikatürlerini aşırıyor. Bu yuzden kendisine dava da açılmış. [29-09] Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-19. Markopaşa’nın 25. sayısı çıkıyor. Bu sayıyı belli ki Orhan Erkip çıkarmış. [29-09] Aziz Nesin cezaevinde. Bu sayıyla ilgili ayın 20’sine de bak.
Sabahattin Ali, bu sayıdaki bir yazıdan dolayı Orhan Erkip’i mahkemeye veriyor, ama olumlu sonuç alamıyor. Sabahattin Ali, Mustafa Uykusuz ve Mücab Ofluoğlu dava dilekçesini ertesi gün veriyorlar. [1946-50]
47-10-20. Sabahattin Ali, Mustafa Uykusuz ve Mücab Ofluoğlu, Orhan Erkip’i dava ediyorlar. Dava dilekçesini bugün veriliyor. [1946-50] Bir gün sonra yayımlanan Cumhuriyet’te şöyle bir haber var: Linguafon Enstitüsü sahibi Vitalis B. Bilen tarafından Markopaşa gazetesinin yeni sahibi Orhan erkip aleyhine maddei mahsusa tayini suretile neşren hakaret suçundan dava açılmıştır. Dava mevzuu yazı, Markopaşa’nın 19 Ekim tarihli nüshasında yayınlanan bir makaledir. [1946-50]
47-10-21. Vitalis Bilen, Sabahattin Ali’ye bir mektup yazarak randevu talep ediyor. V.B., Orhan Erkip’e hakaret davası açmıştı. [1946-50]
47-10-22. Mustafa Uykusuz ayın 9’unda yazdığı dilekçeye ek ekliyor. Aziz Nesin, Mim Uykusuz’a bu tarihte bir mektup yazıyor. Belki de mektup Uykusuz’un eline bu tarihte geçmiş. [29-09] Kendisi cezaevinde.
Bir gün sonraki Cumhuriyet’te Sabahattin Ali’nin Orhan Erkip hakkında hakaret davası açtığı haberi var. Hakaret, Markopaşa’nın son sayısında (25. sayı) edilmiş. Dava dilekçesi bu tarihte verilmiş. Ancak Savcı Hicabi Dinç davayı reddediyor. [1946-50]
47-10-24. Haluk Yetiş’in ve Mustafa Uykusuz’un bir davası var bu tarihte. [1954-60]
47-10-25. Merhumpaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-26. Markopaşa’nın 26. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip çıkarıyor, sağcı. Aziz Nesin hapiste.
47-11-01. Merhumpaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Merhumpaşa bu sayıdan sonra bir sayı daha (son sayı) çıkmış olabilir. 24-08-48 tarihli Başdan’a ve 7-1-49 tarihli Markopaşa’ya bak. Aziz Nesin hapiste.
47-11-02. Markopaşa’nın 27. sayısı. Belli ki Orhan Erkip çıkarıyor. Antikomünist bir dergi. Gazetedeki bir ilandan anlaşıldığına göre Malumpaşa’yı da polis eline geçirmiş. Kendisi cezaevinde.
47-11-08. Merhumpaşa ya çıkıyor yada çıkarılmaya çalışılıyor. [29-03] Kendisi cezaevinde. Merhumpaşa için kağıt verilmiyor. [1946-50]
47-11-12. Mahkemeden Mustafa Uykusuz’a davetiye. Davacı Mustafa uykusuz, davalı Orhan Erkip. Duruşma 14-11-47’de, yani iki gün sonra. [1946-50]
47-11-14. Mustafa uykusuz’un Orhan Erkip’e açtığı davanın duruşması. [1946-50]
47-11-19. Büyük Doğu matbaası sahibi Necip Fazıl Kısakürek’le Alibaba gazetesi sahibi Haluk Yetiş altı aylık anlaşma yapıyorlar. Alibaba’nın Büyük Doğu’da basılması için. [1946-5]
47-11-22. Mustafa Uykusuz Markopaşa’da çıkan Dediğin isimli bir siir yuzunden 3 ay hapse mahkum olmus ve cezasi kesinlesmis. Bugun yakalanip cezaevine gonderilmis. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-11-25. Ali Baba’nın 1. sayısı çıkıyor. Ofluoğlu sahibi ve yazıişlerinde. Sabahattin Ali başyazar. Aziz Nesin hapiste.
47-11-26. Mustafa Uykusuz İstanbul cezaevinde hükümlü. Orhan Erkip’e dava açmış. Cezaevinde olduğundan duruşmaya gidememiş. Daha sonra İstanbul 2. asliye ticaret mahkemesine bir dilekçe yazıyor. [1946-50]
47-12-00. Bu ayda, belki daha da önce, Selahattin Alisbah adlı biri Markopaşa’yı mahkemeye vermiş. [1946-50]’dan çıkan bir dosyadan.
47-12-01. Sabahattin Ali Yeni Sabah gazetesine tekzip gönderiyor. Çünkü 29 Kasım’da “Sabahattin Ali bulunamıyor” başlıklı bir yazı çıkmış. [1946-50]
47-12-02. Ali Baba’nın 2. sayısı çıkıyor. Haluk Yetiş müessese sahibi, Ofluoğlu sahibi ve yazıişlerinde. Sabahattin Ali başyazar. Aziz Nesin hapiste.
47-12-09. Ali Baba’nın 3. sayısı çıkıyor. Aziz Nesin hapiste.
47-12-12. Türk Dil Kurumu Sabahattin Ali’ye bir mektup yazıyor: “Yıllardan beri zimmetinizde bulunan ve birçok istemelerimize rağmen halen ödemediğiniz 150 lirayı yıllık hesaplarımızı kapatmak durumunda olduğumuzdan, on gün zarfında ödemediğiniz taktirde sizi mahkemeye vermek zorunda olduğumuzu bildirir, üstğn saygılar sunarım.” [1946-50]
47-12-15. Ali Baba gazetesi için kağıt isteniyor. Ayın 20’sinde Ekonomi Bakanlığı olumlu yanıt veriyor. [1946-50]
47-12-16. Ali Baba’nın 4. ve son sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Rıfat Ilgaz. Aziz Nesin hapiste. Sabahattin Ali bu tarihten sonra ne yazıişlerinde, ne gazete sahipliğinde, ne de başyazarlıkta. Sanırım kamyonla Anadolu’ya gitmiş.
Rıfat ılgaz sahipliği ve yazı işlerini Nedim Ofluoğlu’na bırakacak, ancak gazete bundan sonra çıkmayacak. [1946-50]
47-12-17. Ertesi gün çıkan Halk Dostu adlı gazeteden bir haber: Gazetesinde yayınladığı yazı dolayısıyla Sabahattin Ali tarafından mahkemeye verilen Güney Postası sahibi Ali Elgin İstanbul birinci asliye mahkemesince 2 ay hapse ve 66 lira para cezasına mahkum edilmiştir. Bu ceza tecil edilmiştir. [1946-50]
47-12-30. Sabahattin Ali’nin Orhan Erkip’e karşı açtığı hakaret davası sonuçlanıyor. Orhan Erkip beraat ediyor. Karar temyiz edilebilir. [Mahkeme kararı, 1946-50]
48. Vedia Hanım’dan ayrılıyor. İkinci kitabı Azizname’yi çıkarıyor. Bu kitap için Istanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılıyor. Dört ay tutuklu süren yargılanma sonrasında aklanıyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
48-01-05. Mustafa Uykusuz Üsküdar Paşakapısı cezaevinde. Cumhuriyet Savcılığına bir mektup yazıyor. 14 Mayıs 47’de mahkemenin aldığı bir kararla polisin İzzettin Hanı’ndan birçok evrak aldığını ancak evrakların iade edilmediğini söylüyor. Evraklar Emniyet 1. şubede. [1946-50]
48-01-15. Mahmut Altıntaş adlı birisi Bedia Nesin’i, evine gece saat 11,30’da dört boş rakı şişesi attı diye dava ediyor. Dava 17 Şubat 1948’de açılmış. [1946-1950 dosyası].
48-01-26. Aziz Nesin birine bir mektup yazıyor, kime olduğunu anlayamadım. [1954-60]
48-02-02. Adalet Bakanlığı, Savcılığa Aziz Nesin’in Ahmet Demir hakkındaki şikayeti konusunda bir yazı yazıyor. Anlaşılan oyalıyorlar. Aziz Nesin Üsküdar cezaevinde. [1946-50]
48-02-05. M.A. Aybar, İstanbul’da Zincirli Hürriyet’in 2. yılının 1. sayısını çıkarıyor. Sabahattin Ali’nin bu sayıda yer alan “Asıl tehlike bugünkü iktidarın devamıdır” yazısına dava açılmış. Bu “asıl tehlikenin bir öyküsü var. TKP, “tehlike faşizmdir” diye bir yazı yazıyor. Sağcılar, “asıl tehlike komünizmdir” diye yanıt veriyorlar. [Mete Tunçay] Bu sayıya Aziz Nesin de yazıyor, “Ey Türk Faşisti”. tepki büyük.
48-02-06. Vatan’da, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. [1946-50]
48-02-07. Cumhuriyet’te, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. Vatan’da, Son Telgraf’ta ve Son Posta’da da aynı tepki. [1946-50]
48-02-08. Vatan’da ve Tasvir’de, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki sürüyor. Veto adlı “tarafsız milliyetçi mecmua”da “Ey Faşist Yumurcakları” yazısına ve Zincirli Hürriyet’e hücum ediliyor [Veto, yıl 1, sayı 1]. Yılı kolaylıkla bulunabilir. [1946-50]
48-02-09. Lüleburgaz’da çıkan Özdilek gaztesinde Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. Bu yazıya tepkiler bir sonraki gün Son Posta’da devam ediyor. İki gün sonra Gülek gazetesinde... 14 Şubat’ta “Haftalık Gazete”de de... Belli ki çok gürültü koparmış yazı. [1946-50] Bu yazı üzerine 6 sayfalık güzel bir yazısı var [1946-50]’de. BGBG’e girecek diye de not düşmüş.
48-02-15. Mehmet Ali Aybar, “İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’a Açık Mektup’u yazıyor. Ama yazıyı basacak matbaa bulamıyor. Yazı 23 Mart 1948’de Ankara’da Sakarya Matbaasında basılabiliyor ancak. [1946-50]
48-02-20. Bursa’ya sürgün gidiyor. (Vedia Hanım’a yazdığı 6 Mayıs 1948 tarihli ve Haluk Yetiş’e yazdığı 14-03-48 mektuplardan) . Sürgünde 4 ay 10 gün kalacak. Sürgünde yazmış olabileceği dergiler: Zincirli Hürriyet, Akın, Geveze (Remzi Gürcan çıkarıyor) . Geveze’ye kesinlikle yazmış [Bir Sürgünün Anıları’nda, Remzi Gurcan’ın mektubu var]
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”
48-02-24. Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor, Bursa’dan [Bir Sürgünün Anıları]. Halil Lütfi’nin bütün koşullarını kabul ettiğini söylüyor. Halil Lütfi kendisine para verecek, daha sonra Hanımeli için yazıp borcunu kapatacak. Çocukların yanına gelmesini istiyor. Vedia Hanım’dan sözetmiyor nedense.
48-02-26. Bursa’dan Haluk’a yazıyor. “On param yok”. [Bir Sürgünün Anıları] Haluk Yetiş’te bir romanı var. Çok beğeniyor bu romanı. Ama dediğine gore roman kaybolmuş.
48-03-02. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Gönderdiğin 15 liraya çok teşekkür ederim. Bunu ne müşkül şartlar altında temin ettiğini biliyorum. Fakat çocuklar benden çok daha mühimdir. Beni değil Bursa’ya, bulutların üstüne atsalar aç kalmam. Uludağın karlarını sıkar, ekmek çıkarırım. Eve haftada en az 30 lira vermelisin. Artarsa bana gönder”.
Fotoğraf çektiriyor. [foto]
48-03-03. Bursa’dan Haluk Yetiş’e yazıyor. Sabahattin Ali kayıp, öldürülmüş olabilir. Haluk’un elinde iki romanı varmış. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-04. Bugün ya da yarın Bursa’da bir ev tutuyor.
Bu tarihte Nadire Kamay’dan [? ] [Kimdir] bir mektup alıyor: “Aziz Bey, bu broşürü Nizamettin Nazif dayıma ithaf ediniz de iktibaslar [alıntılar] sütununda neşretmek imkanını bulalım. Hürmetler.”
48-03-06. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Akın için ikinci yazıyı gönderiyorum. Yazıları beğenip beğenmediklerini bana bildir ki ona göre yazayım. Beğenmezlerse geri al. 15 günde ancak iki yazı yazdığım, tembellik ettiğim için belki bana darıbilirsin ama, 24 saatte, hatta bazen 48 saatte bir yemekle, soğuk odada titreye titreye yazı yazılmıyor.
48-03-07. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor, onları Bursa’ya çağırıyor. Aziz Nesin’in Bursa adresi: Sivasiler Mahallesi, Dere sokak, Nr. 8.
Mum Uykusuz bu tarihte Aziz Nesin’e yazıyor.
Halk Gazetesi diye bir gazete çıkarmayı düşünüyor.
48-03-08. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
Bursa’dan Akın dergisi sahibi Selime Hanım’a bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-09. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-10. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Evden haber ve mektup istemiyorum. Yalnız sen ne yap yap, haftada 30 lira götür. Para bulamazsan benim namıma bütün tanıdıklardan borç iste. Karımın bundan sonra olsun borçlanmasını istemiyorum. Haber ve mektup istemem.”
48-03-11. Bursa’dan Akın Dergisi sahibi Selime Hanım’a bir mektup yazıyor. O dergi için Bursa genelevleri uzerine en az bir yazi yazmis. On yazidan olusacagini soyledigi bir yazi dizisi yollamis. Yazi basilmamis galiba [Haluk’a yazdigi 14-03-48 tarihli mektuba bak], ama galiba baska yazilari cikmis ve para alamamis. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-12. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-14. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-14/15. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Bu mektup ayın 15’inde de yazılmış olabilir, hatta 15’inde başlanıp 16’sında bitirilmiş olabilir.
48-03-29. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. Vedia Hanım’a bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-30. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Karısı o güne dek bir tek mektup yazmış kendisine.
48-04-03. Lalapaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Sağcı. Ama uzun zamandır çıkmamış. Öbür paşaların taklidi. Aziz Nesin Bursa’da. Lalapaşa’da bu konuda “mizahi” bir yazı var. “Sabahattin Ali Şarka gidiyormuş, kamyon vs” başlıklı bir de yazı var. Sahibi: Hamiyet Yılmaz, Yazı İşleri: Reha Gediz. Adres: İzzettin Han, No. 24. Aynı hanın 23 numaralı odasını Aziz Nesin ve arkadaşları kullanıyorlardı. [1946-50]
48-04-14. Bu gece Bursa’dan Istanbul’a kaçıyor. Bütün gece karısına nasihat veriyor. [Bir Sürgünün Anılarındaki 6 Mayıs 48 tarihli mektup] Ertesi gün Bursa’ya dönüyor. [Haluk’a 16-04-48 tarihinde yazdığı mektup]. Haluk’tan Gazap Uzumleri’nin ikinci cildini istiyor. Istanbul’a daha sonra 3 Mayıs’ta bir kez daha gidecek.
48-04-18. Şerif Hulusi’den bir mektup alıyor.
48-04-22. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-04-28. Haluk Yetiş’e Bursa’dan yazıyor. 3 Mayıs pazartesi günü Istanbul’a geleceğini söylüyor. Hanımeli dergisine yazı yolluyor. Karısı ve çocukları mahkemeyle evden atilacaklarmis ve sokakta kalabilirlermiş. Neden babası almıyor? Mektuba bak.
48-05-03. Galiba Istanbul’a kaçıyor ve gerçegi öğreniyor.
48-05-06. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor. Vedia Hanım’la olay. Olay çocukların önünde olmuş. 28 Nisan’da Haluk’a yazdığı mektupta 3 Mayıs’ta Istanbul’a gideceğini söylemişti. Gitmiş olabilir.
48-05-10. Şadi Usal bir mektup yazıyor ve Istanbul’da bir randevu veriyor.
48-05-11. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor.
48-05-20. Sürgün’ü bitiyor. [Haluk’a yazdigi 28 Nisan 1948 tarihli mektuptan, Bir Surgunun Anilari] Gerçekten bitiyor mu? 4 ay 10 gün sürgün olması gerekirdi.
48-07-27. Başdan gazetesi için “Yeni Mecmua ve Şaka Neşriyatı” bir ilan veriyor. 40 liralık makbuz [1946-50]’de.
48-08-03. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Burda bir yanlış olmalı, bir kez daha bak.
48-08-06. Galiba bugün, Cumhuriyet’e bir ilan veriyor. [1946-50]’de makbuz var.
48-08-09. Başdan’ın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Aziz Nesin’de (2 sayılık) . Berksoy’da basılıyor. 10 bin basılmış, 4 bin satmış, 72 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-17. Başdan’ın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Aziz Nesin’de. Reklam’da basılıyor. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 186 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-18. Başdan kapatılıyor. Gene bu tarihte Orhan Müstecaplı Baştan’ı yeniden çıkarmak için başvuruyor. Ayın 26’sında Orhan Müstecaplı’ya karar tebliğ edilecek. [1946-50]
Orhan Müstecaplı Vilayete bir dilekçe yazarak, Başdan’ı Aziz Nesin’in çıkaracağını söylüyor, ama teklif kabul edilmiyor. [1946-50]
48-08-24. Başdan’ın 3. sayısı çıkıyor. Müstecaplı sahibi ve yazı işlerinden sorumlu. Reklam’da basılıyor. Aziz Nesin’in fotoğrafı var gazetede. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 68 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-28. Baştan gazetesi için Vilayet’e beyanname veriliyor. [29-03]
48-08-31. Başdan’ın 4. sayısı çıkıyor. Seyhan’da basılıyor. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 84 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-09-07. Başdan’ın 5. sayısı çıkıyor. FK [? ] matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. 7 bin basılmış, 4 bin satmış, 88 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Başdan’ın 5. sayısının yazıları [1946-50] dosyasında bir zarfta. Bu yazılarla Başdan’ın 5. sayısını karşılaştır.
48-09-14. Başdan’ın 6. sayısı çıkıyor. Nerde basıldığı belli değil. Sahibi ve yazıişleri müdürü yazmıyor, O. Müstecaplı olabilir. Aziz Nesin’in Rıfat Ilgaz’la fotoğrafı var. 6 bin basılmış, 3 bin satmış, 67 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-09-18. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğünden bir yazı: “Halen 5. sayısını çıkarmış bulunduğunuz gazetenize kullanılan kağıdın nereden, kimden ve ne suretle temin edilmiş olduğunun K.730 sayılı koordinasyon kararına istinaden bildirilmesini saygı ile rica ederim.” Aziz Nesin’in mektuba notu: “Cevap verildi”.
48-09-21. Başdan’ın 7. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 6 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 39 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-09-28. Başdan’ın 8. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 6 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 10 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-10-05. Başdan’ın 9. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 10 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-10-12. Başdan’ın 10. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 83 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-10-19. Başdan’ın 11. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin satmış, 87 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Vilayet’e gazetenin Rıfat Ilgaz’a devredilmesi için başvuruluyor. [1946-50]
48-10-20. Çarşamba. Bugün bir duruşma var, Aziz Nesin tanık olarak çağrılıyor. Ayrıca aynı duruşmada sanık da... Duruşma Esat Adil Müstecabi’nin ve kendisinin, matbuat kanununa muhalefetten. İstanbul Asliye Mahkemesi 2. ceza yargıçlığında... İddianame dosyada. [1946-50]
48-10-26. Başdan’ın 12. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 2 bin satmış, 44 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-10-27. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Rıfat Ilgaz’a geçiyor. [29-03]
48-10-29. Markopaşa’nın (yeni seri) 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin başyazar, kurucu ve sekreter. Daha sonra Aziz Nesin’in adı başyazar olarak geçmiyor. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-02. Başdan’ın 13. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu sayıda, bir yazısında, öztürkçeci olmadığını söylüyor! .. 4 bin basılmış, 1800 satmış, 37 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-04. Bu tarihte Başdan gazetesi için 0,16 pound alınıyor İş Bankasından...
48-11-05. Markopaşa’nın (yeni seri) 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-09. Başdan’ın 14. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1700 satmış, 37 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-10. Milli Eğitim Bakanlığı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü, Markopaşa’ya 31, 32, 33, 34 üncü sayıların hangi basımevinde basıldığını soruyor. Aziz Nesin’in notu: “Cevap verildi”. [1946-50] Markopaşa’nın 35. sayısında çıkan “Markopaşa’nın haşmetli bir zata gönderdiği mesaj” başlıklı yazıdan dolayı Cumhurbaşkanına hakaretten, 2. Ağır Ceza’da Rıfat Ilgaz 3 yıla mahkum oluyor. [Hürriyet 1946-50]
48-11-11. Markopaşa’nın (yeni seri) 3. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-16. Başdan’ın 15. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1800 satmış, 49 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-19. Markopaşa’nın (yeni seri) 4. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme.
Savcılık, bu sayıda yayımlanan Sağır Kemancı yazısını kimin yazdığını soracak ayın 24’ünde. Rıfat Ilgaz üstlenecek. [1946-50]
48-11-22. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğüne kağıt için müracaat ediliyor.
48-11-23. Başdan’ın 16. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1700 satmış, 55 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-24. Savcılık, Markopaşa’nın 4. sayısındaki Sağır Kemancı’yı kimin yazdığını soruyor. Rıfat Ilgaz üstlenecek. [1946-50]48-11-26. Markopaşa’nın (yeni seri) 5. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Pamuk Prenses yazısı burda. Bir hafta sonra toplatılıyor gazete. Toplatılmayla ilgili bir belge var. 8-12-48’e bak. [1946-50]
48-11-26. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM. 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
48-11-30. Başdan’ın 17. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1500 satmış, 50 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-02. Işık gazetesinde (Yıl 5, sayı 721) Başdan’a hücum ediliyor.
48-12-03. Markopaşa’nın (yeni seri) 6. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Gazete bir hafta sonra toplatılıyor.
48-12-04. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7 CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
48-12-07. Başdan’ın 18. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1500 satmış, 10 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-08. Bugün alına bir kararla 525 adet Markopaşanın 5. sayısı toplatılıyor idarehaneden. Babamın elyazısıyla tutanak var. [1946-50]
48-12-10. Markopaşa’nın (yeni seri) 7. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-14. Başdan’ın 19. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1500 satmış, 20 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Bugün Savcılıktan Markopaşa yazıları alınıyor. [1946-50]
48-12-17. Markopaşa’nın (yeni seri) 8. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-21. Başdan’ın 20. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Sabah saat 8’de toplatıldı. 3 bin basılmış, 1700 satmış, 22 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-24. Markopaşa’nın (yeni seri) 9. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-28. N. Gamzeoğlu’na Başdan’la ilgili bir mektup yazıyor, sanıyorum gazetelerin eline geçip geçmediğini soruyor. [1946-1950 dosyasında]
Başdan’ın 21. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 gün sonra toplatıldı. Bir başka notta hiç satmadığı yazıyor. 3500 basmış, 110 lira zarar.
48-12-31. Markopaşa’nın (yeni seri) 10. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Basıldıktan 10 saat sonra toplatıldı.
Bu tarihli bir gazetede Başdan’ın “açık komünist propagandasını havi ve suç mahiyetinde neşriyat” yapıldığından toplatıldığı yazıyor. [1946-50]
49. İngiltere Prensesi Elisabeth, İran Sahi Rıza Pehlevi, Mısır Kralı Faruk Aziz Nesin aleyhine dava açıyor. 6 ay hapse mahkum ediliyor ve ceza infaz ediliyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
49-01-04. Başdan’ın 22. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1800 satmış, 35 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-05. Vatan gazetesinde Markopaşa aleyhine (Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz aleyhine) dava açıldığını bildiren bir haber var (Krallar davası) . Dava ayın 8’inde 7. Asliye Ceza mahkemesinde başlayacaktır. [1946-1950 dosyasında]
49-01-07. Markopaşa’nın (yeni seri) 11. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Aynı gün Orhan Erkip aynı gazeteyi Hür Markopaşa adı altında çıkarıyor. Bu nasıl olabiliyor? Orhan Erkip’le barışıldı mı? Babam acıdı mı OE’ye? Her iki gazete de aynı matbaada basılmış, ama sahipleri, yazıişleri ve adları değişik.
49-01-08. İstanbul İşçi Sendikaları Birliğinin gazetesi Hürbilek, Markopaşa ve öbür paşalara çatıyor. [1946-50]
49-01-11. Başdan’ın 23. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1800 satmış, 40 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-14. Markopaşa’nın (yeni seri) 12. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Hür Markopaşa’dan ses seda yok. İlerde Hür Markopaşa ve Orhan Erkip ortaya çıkacaklar.
49-01-18. Başdan’ın 24. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Sabahattin Ali özel sayısı. 3 bin 500 basılmış, 1900 satmış, 17 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-20. “Milliyetçi” gazete İbret solcu neşriyatlara sataşıyor.
49-01-22. Markopaşa’nın (yeni seri) 13. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme...
49-01-27. Ayından emin değilim. Rıfat Ilgaz için H. Ada Senatoryumuna 120 lira ödeniyor. Sanırı Rıfat Ilgaz orada 22-01-49’dan 06-02-49’a kadar kalmış.
49-01-28. Başdan’ın 25. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu sayı gecikmeli çıkıyor. 8 bin basılmış. Daha önce 3000-4000 basıyordu, birden ne oldu? 5000 satmış, satış da birden artmış... 40 lira kar edilmiş. [1946-50]
49-01-30. Markopaşa’nın (yeni seri) 14. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme, iki kez üstüste... Toplatıldı.
49-02-04. Başdan’ın 26. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Aziz Nesin’le söyleşi var. Toplatıldı bu sayı. 8000 basılmıştı, 200 lira zarar. Bundan sonraki sayı da toplatılacak. [1946-50]
49-02-08. Markopaşa’nın (yeni seri) 15. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. İki gün gecikme, üç haftadır gecikiyorlar... Toplatıldı.
49-02-11. Başdan’ın 27. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu, Başdan’ın son sayısı. Toplatıldı bu sayı. 7000 basılmıştı, 220 lira zarar. [1946-50]
49-02-14. Markopaşa’nın (yeni seri) 16. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. İki gün gecikme, üç haftadır gecikiyorlar...
49-02-15. Rıfat Ilgaz’ın duruşması var. Davetiye dosyada. Basın kanununa muhalefetten. İddianame de dosyada. Haşmetli bir zata gönderilen mektup yüzünden. [1946-50]
49-02-16. Vedia Hanım’dan boşanma duruşması. İstanbul Asliye Altıncı Hukuk Hakimliğinden Vedia Hanım’a celp kağıdı. Vedia Hanım davalı galiba. Duruşma sabah saat 10’da. Vedia Hanım’ın adresi: Galatasaray, Yeni Çarşı, Eski Çiçekçi Sokak. no. 35
49-02-23. 7 Ocak 1949 tarihli Markopaşa ve Merhumpaşa’ların ikinci sayfasında yer alan “Al Sözünü Geriye, 1 perdelik manzum piyes” yüzünden savcı iddianame yazıyor: TBMM’ye hakaret... Yazıyı Rıfat Ilgaz üstleniyor. [1946-50]
İki gün sonra Orhan Erkip’e bir iddianame postalanıyor. [1946-50]
49-03-07. Hürriyet gazetesinde “Krallar işi azıttılar”, “Pamuk Prenses Elizabeth doğurdu”, “İki kadın aranıyor” başlıklı yazılardan açılan duruşma dün 3. ceza mahkemesinde devam edilmiş. Savcı AN’nin “Pamuk Prenses” davasında beraatini, öbür ikisinden de tecziyesini istemiş. Tarih, 7 Nisan 1941 atılmış ki, bu doğru olamaz. [1946-50] Rıfat Ilgaz’la Aziz Nesin, Krallar işi azıttı ve bir kadın aranıyor başlıklı yazılar yüzünden Asliye yedinci ceza mahkemesi tarafından yedişer ay hapse mahkum olacaklar ve gazete kapatılacak. Bu kararın verildiği gün Mehmet Ali Aybar Zincirli Hürriyet yüzünden 159. maddeden tutuklanıyor. [Hürriyet, 1946-50]
49-03-10. Aziz Nesin’in saat 14’te duruşması var. Neşren hakaretten sanık. Aziz Nesin’in adresi: Derin Kuyu Sokak, 4 numara, Kumkapı.
49-03-15. Rıfat Ilgaz, Cep adlı siyasi, edebi, ilmi, sanat dergisi çıkarmak için Vilayet’e başvuruyor. Bu dergi çıkmış mı? 7-8 Paşa birkaç gün sonra çıkacak. [1946-50]
49-03.23. Yedisekiz Paşa gazetesi için vilayet’e beyanname. Sahibi Naciye Aydın Tanrıöver. Yazıişleri Osman Aydın Tanrıöver. Haftada iki kez çarşamba ve cumartesi gunleri çıkıyor. [29-03]
49-03-29. 5 adet Markopaşa’yı Çarşamba Doğruluk Yayınevi iade ediyor.
49-03-30. Markopaşa’nın sahibi ve yazı işleri Mahmut Kayman’a geçiyor. [29-03]
49-03-31. Markopaşa’nın 17. sayısı Seyhan matbaasında basılmakta iken toplanıyor.
Mahmut Kayman şikayet ediyor. [1946-50]
49-04-01. Mizah dergisi Hacıağa çıkıyor. Sağcı. “Markopaşa”nın değeri ve “Sabahattin Ali’yi köylü nasıl tanır? ” başlıklı yazılar var.
49-04-01. Markopaşa’nın (yepyeni seri) 1. sayısı çıkıyor. Mahmut Kayman sahibi ve yazıişleri. Seyhan matbaasında basılıyor. Sanırım başka da Markopaşa çıkmıyor, Hür Markopaşa’ya dönüşüyor.
49-04-26/27. Yedisekiz Paşa Orhan Müstecaplı’ya geçiyor. [29-03]
49-04-29. Yedi-Sekiz Paşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05.06. Yedi-Sekiz Paşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05-11. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “T:57734/51.57733/51. İstanbul AslC7CM.11.5.1949 549-269 5 ay hp. 233 lira 20 krş. ağpr.içtima.”
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
49-05-13. Krallar İşi Azıttı davası sonuçlanıyor, 7 ay hapse mahkum oluyor. Rıfat Ilgaz da mahkum ediliyor. O sıralarda Zincirli Hürriyet de çıkıyor. Mehmet Ali Aybar da mahkum ediliyor.
Yedi-Sekiz Paşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05-16. Hür Markopaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Bu nasıl oluyor? Osmanbey matbaasında basılmış.
49-05-20. Yedi-Sekiz Paşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor. Bu gazete burda bitiyor galiba. Bundan sonra Yedi-Sekiz Hasan Paşa çıkmış mı? Çıkmışsa bu tarihten sonra olmalı.
49-05-23. Hür Markopaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-05-30. Hür Markopaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-06-06. Hür Markopaşa’nın 5. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Gelecek sayıda sahibi ve yazıişleri Rıfat Ilgaz olacak.
49-06-13. Hür Markopaşa’nın 6. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. oldu. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-06-21. Hür Markopaşa’nın 7. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Bir günlük gecikme.
49-06-23. Başdan’ın ilk 23 sayısının ne kadar basıldığını, ne kadar satıldığını, ne kadar zarar edildiğini gösteren bir dizelge hazırlıyor. O güne dek 150 bin basılmış, 60 bin satılmış ve toplam 1581 lira zarar edilmiş. Bu zarar Markopaşa’dan giderilmiş. [1946-50]
49-06-24. Bizim Paşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor.
49-06-25. Markopaşa’nın bir taklidi olan Salamon çıkıyor.
49-06-27. Hür Markopaşa’nın 8. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-07-01. Bizim Paşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor.
49-07-04. Hür Markopaşa’nın 9. sayısı çıkmış olmalı, elimde yok.
49-07-07. Millet Partisi’ne yakın olduğunu sandığım Kudret gazetesine yazı yazmak için Millet Partisi’ne başvuruyor. 08-07-49 tarihli Hikmet Bayur imzalı bir mektupla bu isteği geri çevriliyor. [74-28].
49-07-08. Bizim Paşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor. Bu, Bizim Paşa’nın son sayısı olabilir.
49-07-11. Hür Markopaşa’nın 10. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Bundan sonra, 5 Eylül 1949’a dek Hür Markopaşa çıkmamış olabilir.
49-08-14. Yeni Sabah’ta bir haber: “Solcu muharrir Aziz Nesin bulunamıyor. Solcu muharrir Aziz Nesin neşren Türklüğü tahkirden sanık olarak yargılanmak üzere ağır ceza mahkemesine verilmiştir. Sanığın mevkufen muhakemesine karar verilmiş ve tevkif kararının infazı için müzekkere de yazılmışsa da sanık bulunamadığından karar infaz edilememiştir. Bu sebeple de dün yapılması mukarrer olan duruşma yapılamamış, başka bir güne talik olunmuştur.” Buna benzer bir haber, aynı günkü HER GÜN gazetesinin birinci sayfasında da var. Vatandaşlar ihbar etsinler diye herhalde bir de fotoğrafını basmış gazete. Yeni Sabah’ta da var aynı haber. [1946-1950]
49-09-05. Hür Markopaşa’nın 18. sayısı çıkıyor. Ama bence bu 11. sayısı. Uzun zaman çıkmadığından, sayıyı zamana uydurmak istemiş olabilirler. Gelecek sayı gelecek hafta çıkacak. Çok daha sonra, 26-06-50’de Hür Markopaşa’nın 13. sayısı çıkacak. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-09-12. Hür Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. Ama bence bu 12. sayısı. 49-09-05’e bak. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
Öküz Mehmet Paşa bu tarihten sonra çıkmış olmalı, ama elimde hiç yok.
49-09-23. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7 CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
50. Baştan ve Yeni Baştan dergisini çıkardı. Fransızca’dan çevirdiği (!) bir yazı yüzünden 16 ay hapse ve 16 ay güvenlikçe gözaltında tutulmaya mahkum ediliyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Yazı, Politzer’in Felsefe Dersleri adlı kitabının önsözü. Yazıyı G. adlı bir genç çeviriyor. [1946-50, Kitapçılık Anısı] Politzer’in yazısı Yeni Baştan’da ne zaman çıkmış? Baştan’ın sorumlu yönetmenini suçluyor. M. Büyükalp mi bu sorumlu kişi? Babamın çevirdiğini söylemiş. Oysa kimin çevirdiğini biliyormuş. Kimin çevirdiğini bilmiyorum demek yerine, Aziz Nesin’in çevirdiğini söylemiş.
50-02-09. Bu tarihte Nail V’den Paşakapısı Cezaevinde olan Aziz Nesin’e bir mektup geliyor. [1946-50] Aziz Nesin Politzer’in önsçzünü çevirmekten (!) içerde olabilir.
50-03-00. Bir yerde Modern Aile Sofrası öyküsü yayımlanıyor. Bu öykü Geriye Kalan’da çıkmış, ama sonra öyküyü kitaptan çıkarmış mı?
50-04-23. Medet’in 1. sayısı çıkıyor. Haftada 2 kez çıkacak. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Markopaşa ve diğer paşaların Aziz Nesin’in elinden öyküsü var, dizi. Çok ilginç.
50-04-24. Üsküdar Paşakapısı Cezaevi Müdürüne 19 lira 10 kuruş yolluyor. Kendi adresi: Langa Mimar Kemalettin Mahallesi, Derin Kuyu Sokak 4. [1946-1950 dosyasında]
40-04-26. Medet’in 2. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Kurucusu Aziz Nesin.
50-04-30. Medet’in 3. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Kurucusu Aziz Nesin.
50-05-03. Medet’in 4. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-07. Medet’in 5. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-11. Medet’in 6. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-15. Medet’in 7. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-18. Medet’in 8. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-22. Medet’in 9. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-29. Medet’in 11. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. 10. sayı sonra çıkıyor, olacak iş mi?
50-06-01. Medet’in 12. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-03. Medet’in 10. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Ama tarih yanlış olmalı. 10. sayı 11. sayıdan sonra çıkamaz!
50-06-05. Medet’in 13. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-08. Medet’in 14. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-12. Medet’in 15. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-14. İmzasını okuyamadığım biri bu tarihte Aziz Nesin’e bir mektup yazıyor. “Üzülerek rica ediyorum. Markopaşayı Seyhan matbaasından polisler gelerek almıştı. Bu hesaptan da malumunuz 300 lira kalmıştı, hatt sizde notu dahi var. Kalan borcunuzu 500 er [anlaşılmadı] verirseniz biter. [...] [1946-50]
50-06-15. Medet’in 16. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-19. Medet’in 17. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-21. Isparta’da Süleyman adlı bir kişiye 50 lira yolluyor. Kendi adresi: Osmanbey Matbaası, Camii sokak 59. [1946-1950 dosyasında]
50-06-23. Medet’in 18. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-26. Medet’in 19. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Hür Markopaşa’nın 13. sayısı çıkıyor. Hakkı Dinçer sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
50-06-30. Medet’in 20. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Yeni Baştan’ın 1. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-05. İmzasını okuyamadığım birinden elyazısı bir not alıyor: “Aziz, Sadri’den alıp dün için verdiğim otuz lirayı Kemal’e ver. Ben Sadri’yle mutabük [sic] kaldım. Sonra ben Sadi’ye vereceğim. Çocuk bilet parasını tamamlayamadı. Selamlar. [İmza]” [1946-1950 dosyasında]
50-07-06. Medet’in 21. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-08. Yeni Baştan’ın 2. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-10. Medet’in 22. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Kelepir Bir İşçi’yi yayımlıyor bir yerde. Bu öykü Geriye Kalan’da yayımlanmış. Sonradan çıkarmış mı bilmiyorum.
50-07-13. Medet’in 23. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Aziz Nesin, Ayşe Evrensel’e verdiği 110 liralık senedini ödeyemiyor. [1946-1950 dosyasında]
50-07-15. Yeni Baştan’ın 3. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-20. Medet’in 24. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Başka Medet yok galiba.
50-07-22. Gaziantep’ten bu tarihte bir bayi şöyle bir kartpostal atıyor: “Sayın Bay, Medet ve Yenibaştan gazetelerini benden derhal kesiniz, Yalnız birer adet bana her ikisinden de muntazaman gönderiniz. Selamlar.”
Korkutmuşlar galiba. Ama okumak istiyor! [1946-50]
50-07-24. Yeni Baştan’ın 4. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Gecikme var. Başka Yeni Baştan yok galiba. Bundan sonra 60’larda Zübük’ü çıkaracak.
50-08-01. Mimli Edip adında birine Paris’e bir mektup yazmış ve sorular sormuş. Mimli Edip 10 Ağustos’ta yanıt veriyor, ama sorulara yanıt vermiyor. İstanbul’da yeni gözaltına alınmalar olmuş. Aziz Nesin’in de içerde olacağından ve mektubun polisin eline geçeceğinden korkuyor. [1946-1950 dosyasında]
50-08-11. Pasaport alıyor. “İşbu pasaport Fransa ve bütün yabancı memleketler için Türkiyeli Mehmet Nüsret Nesir [sic] İstanbul Emniyet Müdürlüğünden verilmiştir.
50-08-12. Ayın 10’unda Konya’dan Rıza Kulakçıgil kendisine bir mektup yazıyor. Mektup ertesi gün postaya veriliyor. Eline bugünden sonra geçmiş olmalı. [1946-1950 dosyasında]
50-08-17. Fransa vizesi alıyor.
50-09-07. Lübnan vizesi alıyor.
Galiba 3 gün önce de Suriye vizesi almış.
Annemin dediğine göre ve 11-10-77’de yazdığı Kitapçılık Anısı [1946-50] yazısından anladığıma göre İskenderun’a ilk eşiyle gitmiş. Bu çok ilginç. Onca olaydan sonra...
50-10-31. Kars naliye hazinesi kendisine bir dava açmış. Bugün bir duruşma var ama yargıç gelmediğinden yapılmayacak. [1951 dosyasında]
51. Özgeçmiş şiirini yazıyor. [Sondan Başa] Kendisinin de dediği gibi [şiir kitaplarının sonundaki notu oku] N! azım’dan etkilendiği belli oluyor.
Çevirdigi (!) Fransızca yazıdan (Politzer, önsöz) dolayı Üsküdar Paşakapısı Cezaevindeyken, cezasının bitmesine 40 gün kala Nevşehir Cezaevine gönderiliyor. Nevşehir’den tahliye ediliyor. Levent’te bir dukkan kiralayarak Oluş Kitabevini açtı. Sabahları Levent’teki evlere gazete dağıtıyordu. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Üsküdar Cezaevinde Biraz Gelir misiniz’i yazıyor. 1963’te gözden geciriyor ve Aralık 69’da yayımlanıyor.
51-01-18. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:6958/53 Nesin Mehmet Nusrat B:Abdulaziz A:Hanife 20.1.1331, İstanbul Giresun Şebinkarahisar Gölve(k) 950.CK.142/Son,173 İstanbul 2 AğM.1 y 4 ay ağhp. 1yıl 4 ay emnz.18.11951 220-2 27.4.1951”. Politzer’in yazısından olacak.
51-04-13. Cumhuriyet gazetesinde Ez Ihvera Jin Anım adlı öyküsü yayımlanıyor.
51-04-27. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:6958/53 Nesin Mehmet Nusrat B:Abdulaziz A:Hanife 20.1.1331, İstanbul Giresun Şebinkarahisar Gölve(k) 950.CK.142/Son,173 İstanbul 2 AğM.1 y 4 ay ağhp. 1yıl 4 ay emnz.18.11951 220-2 27.4.1951”.
51-06-08. Üsküdar cezaevinde bir mektubu kendisine verilmiyor. “Gereği yapılmak üzere C. savcılığına veriliyor! Cezaevi müdürü Halil Hilmi Yazıcıoğlu. [1951 dosyasında]
51-07-07. Üsküdar cezaevinde [foto]
51-08-21. Kars naliye hazinesi kendisine bir dava açmış. Daha önce 31 Ekim 1950’de bir duruşma varmış ama yargıç gelmediğinden yapılmamış. Aziz Nesin’in adresi: Ortaköy, Fıstıklı Cudi sokak 48. Kendisine “emekli üsteğmen” diye hitap ediliyor. [1951 dosyasında]
51-11-05. Üsküdar cezaevinde yatmakta olan “Hükümlü” Aziz Nesin devlete 19 lira 95 kuruş ödüyor. Makbuzu var. [1946-50]
Bunun tarihi büyük bir olasılıkla yanlış. Tarih makbuzun üstünde 95!
52-04-06. Levent’te ortak dukkan açtığı (Oluş Kitabevi) Sabahattin Erden (belki de Erdem) tutuklanıyor. [M47]
“Şunca yıllık geçmişime bakıyorum da, çocukluk günlerimi saymazsam, karşılıksız, benden hiç karşılık beklemeden, bişey ummadan bana yardım ve iilik etmiş olan ancak bir kişiyi anımsayabiliyorum. O bir kişi: Yüzbaşı Sabahattin Erdem... Tanıdığım en içli, en coşkun, en duygusal insandır.” [1951 dosyasında]
53. Beyoglu’nda Bursa Sokagi’nda yeni yapilmis bir hanin odasinda Paradi Fotograf Studyosunu kurdu bir ortakla birlikte. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Fotoğrafhanede çekilmiş bir fotoğrafı var [foto]
54. Akbaba’da yazmaya başladı. Takmaadlar kullandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
55. İlhan Selçuk’un sahibi olduğu basımevinde On Dakika adlı ilk şiir kitabını yayımlıyor (3 bin tane) . Yahya Kemal ve Faruk Nafiz’in etkisinde kaldığından ve Nâzım’a öykündüğünden, kitapları dağıtıma vermeden Düşün Yayınevi’nin bahçesinde yakıyor.
55-09-06/07. 6-7 Eylul olaylari. Tutuklaniyor. Harbiye Askeri Cezaevi’nde Meral Celen’le nisanlaniyor. 6 ay sonra sorgusuz birakildi.
56. Meral Çelen’le evlendi. Halil Lutfi Dorduncu’nun Yeni Gazetesi’nde kose yazarligi yapti. Italya’da Bordighera’da 22 ulus arasinda yapilan Altin Palmiye gulmece oykusu yarismasini Kazan Toreni adlı oykusuyle kazandı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
57-08-04. Az Gittik Uz Gittik köşesinde Karakoldan Kurtulamadık öyküsünü yazıyor.
57-09-09. Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’den bir ödül alıyor. Eskişehir Gazeteciler Derneği Basın Balosunda.
57-11-30. İstanbul’da oğlu Ahmet doğuyor.
57-12-30. Istanbul Yeni Gazete’de Vatandaş Türkçe Konuş.. koşeyazılarını yazıyor. Ne zaman başlamış ne zaman bitirmiş?
58. Erenköy’de Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor. 1990’da bitirecek.
58-02-17. Istanbul 1’inci Sorgu Hakimliği, Mahallenin Kısmeti adlı kitabındaki Az Daha Vali Oluyordum, Tavsiye Kartı, Eşek Hangi Tarafta, İlle de Amerikalı, Mahallenin Kısmeti öyküleri için dava açılmasına karar verdi.
58-03-19. Ulus gazetesinde çalışıyor olmalı ki, bu tarihte Ulus gazetesinin bürosunda çekilmiş bir fotoğraf var.
58-03-24. Istanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde saat 11’de duruşması var. 05-34
58-06-28. Demokrat Izmir’de Istanbul’dan Ne Haber koseyazilarini yazmis.
58-09-22. Yeni Gazete’ye yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . 1955’te baslamis olabilir. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
58-10-28/60-04-09. Akşam’a yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . Galiba 58 sonlarinda başlamış. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
59-02-01. Havadan Sudan (ULUS) köşeyazılarını yazıyor. Ne zaman ballamış, ne zaman bitirmiş? 22-06-1958’e kadar sürüyor. [Burda herhalde 1959 demek istedim]
59-09-15. Şebinkarahisar’da. [34-05]
60-00-00. ODTÜ’de bir konferans veriyor [foto]
60-03-31. Muzaffer Bingöl’e yazıyor. Akşam’dan ayda 300 lira alıyor. Aylık kazancı 4500 lira. Ama Akşam gazetesinden çıkmış. Mektubun sonunda not bu.
60-04-15. Amerika’da bir piyes ödülüne Biraz Gelir misiniz’i gönderiyor. Muzaffer Bingöl’e mektuptan.
60-05-22. Erenköy’den Muzaffer Bingöl’e yazıyor. Ertesi gün sürgüne gidecekmiş. Ama gitmeyecek galiba, 27 Mayıs imdadına yetişecek.
60-05-27. 27 Mayıs darbesi. Altin Palmiye’lerden birini devlet hazinesine ba=g=i=slayacak. Milli Birlik İktidarı sırasında Askeri Mahkemede tutuklu olarak İhsan Ada’yla birlikte yargılanacak.
60-06-08. Ankara’da bir kitabevinde kitaplarını imzalıyor [foto]
60-07-16. Ankara’da kitaplar=in=i imzal=iyor olabilir. [mek A 124]
60-08-16. Amerikan Neşriyat Bürosuna annem 48,75 lira yatırıyor.
60-09-01. Şahinkaya Dil’e yazıyor. [mek A24]
60-09-15. Akşam’dan ayr=il=iyor. Hasta oldu=gu duyurulmu=s. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
60-09-17. İmzasını okuyamadığım birine yazmış. [mek A48]
60-10-03. Ruhi Tansever’e gazetelerini ciltletmi=s, ama daha gidip almam=i=s. borcu var. Mektup yazmış. [mek A56]
60-12-17. Ruhi diye bir adamdan mektup alıyor. 400 lira borcu var. Geç kalmış. 03-10-60 tarihine de bak. [mek A2]
61. Babası ölüyor. [29-06]
61-03-01. Tanin çıkmaya başlıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar] 1 Ekim 1960’da çıkması gerekirdi.
61-03-26. Bu tarihten birkaç gün önce Ankara’ya basın toplantısına Cemal Gürsel’i görmeye gidiyor.
61-05-12. Tanin’e yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . Bu yazilardan dolayı tutuklandi. Balmucu cezaevine kondu. 4 ay tutuklu yargilandiktan sonra aklandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
61-05-18. Tanin gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Ada’yla birlikte tutuklanıyor. Düşün Yayınevi ve evi aynı gün aranıyor. Çuval çuval not, belge, yazıya el konuluyor. Harbiye’de lağımlı bir hücreye atılıyor. Bütün geceyi ayakta geçiriyor. 8 Temmuz’da tahliye edilecekler. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-07-08. Tanin davasında tahliye ediliyor.
61-08-11. Istanbul Sıkıyönetim Komutanlığında (Balmumcu) Tanin’de yazdığı yazılar yüzünden yargılanıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-08-17. Tanin duruşmasında yargilanıyor. Mahkemeye gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-08-22. Tanin davası duruşması (ikinci duruşma) [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-09-12. Tanin davası duruşması. Duruşmaya gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-09-26. Tanin davası duruşması. Duruşmaya gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-10-31. Tanin davası duruşması. Son savunmasını okuyor ve aklanıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-11-01. Öncü’ye yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
62. Dusun yayınevi yaniyor.
62-02-11. Babası Abdulaziz Efendi 11 Şubat 1962 Pazar günü ölür. (BGBG-3)
62-07-15. Göztepe’de “Olayın Kısaca Açıklanması” yazısını yazıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
63-11-16. Teneke Ahmet adlı romanına basliyor. Ama hicbir zaman bitiremeyecek. [27-12]
63-11-17. Tanin’e, Öncü’ye ve Akşam’a Az Gittik Uz Gittik yazılarını yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . 14 Temmuz 57’de yazıyor, 9 ekim 64’te yazıyor. 69’da da yazıyor (Gunaydin yazilari) .
64-02-10. Adnan Veli bir mektup yazıyor kendisine. Düşün Yayınevi için verdiği 30-40 kadar öyküyü istiyor.
64-05-00. Bu tarihlerde Akşam gazetesinde Mertek sütununu yazıyor.
64-05-15. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:25984-66 20.12.1331Şebinkarahisar 6957-53.57734-51 [okunmayan üç basamaklı bir sayı]8-53 2.10.1963 3222 sa.37,38-4.CK.59 89 İstanbul Asl6CM.25 g.hp.15.5.1964 182-317. 23.5.64”.
64-05-23. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:25984-66 20.12.1331Şebinkarahisar 6957-53.57734-51 [okunmayan üç basamaklı bir sayı]8-53 2.10.1963 3222 sa.37,38-4.CK.59 89 İstanbul Asl6CM.25 g.hp.15.5.1964 182-317. 23.5.64”.
65. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in birinci cildini yazdı. Akşam’da yayımlandı.
İlk kez yurtdışına cikti. 5 ay kaldı. Berlin ve Weimar’daki Antifasist Yazarlar Toplantisi’na katildi. Almanya, Polonya, Sovyetler, Finlandiya, Romanya, Bulgaristan, Kief’e ve Tiflis’e gitti. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] ve [29-05] ve [foto]
Mayakovski’nin mezarını ziyaret ediyor [foto].
65-03-00. Yeşil Renkli Namus Gazı yayımlanıyor.
65-06-04. Cuma. Varşova’da. Bayan Gota’yla (Mme. Kherova) .
65-06-05. Krakov’da. [foto]
65-06-13. Pazar. Moskova’da, Nâzım’ın, Çehov’un ve Gogol’ün mezarında [foto]
65-06-23. Baku’da. Azerbaycan’ın “Kirpi” adlı mizah dergisi idarehanesinde [foto].
65-07-11. Finlandiya’da, Helsinki’de. Palace Oteli’nde kalıyor büyük bir olasılıkla. (Ali Nesin’e kart atıyor)
65-07-28. Kief’te [foto]
65-08-07. Sofya’da. Mehmet Bekir, Hasan Tekkeliev ve Süleyman Garas’la birlikte. [foto]
65-08-18. Sofya’dan Ateş’e bir mektup yazıyor. Biz de Sofya’dayız. On gun once gelmisiz. Yarin ucakla Varna’ya gidecekmisiz.
Bu tarihlerde Macaristan’a ve Bulgaristan’a gidiyor. Çıkış nedeni Altin Kirpi.
65-09-24. Şarkılar şiirini yazıyor [Sondan Başa]
66. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in birinci cildi kitap olarak çıktı.
Bulgaristan’da Vatani Vazife oykusuyle Altin Kirpi’yi aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]. Bakü’ye de gidecek.
66-01-12. Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yönetmenliğine bir mektup yazıp, Yeşil Renkli Namus Gazı adlı kitabıyla yarışmaya katılıyor. Mektubun tarihi 1965, yanlışlık olacak. Aynı kitapla Sait Faik Armağanı yarışmasına katılıyor. [M139-140]
66-01-16. Sigarayı dördüncü bırakışı olabilir. Bak BGBG-C.3
66-05-04. Budapeşte’den Ali Nesin’e kart atıyor. Dün şehri gezmiş, bugün de bir mizah dergisini geecek.
66-06-12. Üsküp’ten Ali Nesin’e bir kart atıyor. Grand Hotel’de kalıyor. Ayın 19’una dek Üsküp’te kalacak. Sonra 5 gün için Ohri kıyısında bir otele gidecek. 24 Haziran’da Sofya’ya gidecek.
66-06-19. Üsküp’ten Ali Nesin’e bir kart atıyor. Bugün Ohri’ye gidecek.
66-06-24. Ohri’den Ali Nesin’e bir kart atıyor. Bu akşam Üsküp’e gidecek, yarın sabah da Sofya’ya. Ohri’de bir villada beş gün kalarak bir senaryo yazıyor.
66-06-25. Üsküp’ten Sofya’ya geçti.
66-06-27. Varna’dan Ali Nesin’e bir kart atıyor.
66-11-18. Kahire’den Ali Nesin’e bir kart atıyor.
67-00-00. 14-10-66 ve 13-11-67 tarihleri arasında Asya-Afrika Yazarlar Birliği için Kahire’ye gidiyor. Orada 13-15 gun kaliyor. Kahire’den ucakla Atina’ya, ordan da Istanbul’a geliyor. [29-06]
67-05-26. Tirenle Edirne’den Bulgaristan’a, Sofya’ya gidiyor. Üç gün kalıyor. Ucakla Moskova’ya gidiyor, bir gece kaliyor. Ertesi gün ucakla Baku’ya gidiyor. Baku’de on gun kaliyor. Celil Mehmet Kulizade’nin yuzuncu dogumgunune katiliyor. Moskova’ya geri donuyor. 3 gun kaliyor Moskova’da. Sofya’ya gidiyor. Sofya’da 4-5 gun kaldiktan sonra 24-06-67’de tirenle Istanbul’a donuyor. [29-06]
67-06-03. Bakü’de. [foto]
67-07-04. Bir siyasi polisin ihbarıyla siyasi polis tarafından gözaltına alınıyor ve kanundışı 8 saat sorguya çekiliyor.
67-10-00. Sovyet Devriminin 50. yılı dolayısıyla Şarkiyat Enstitüsünde bir konuşma yapmış olabilir. [foto]. Yanında çevirmen Vera var.
67-10-26. Bir rahatsızlık geçirmiş [M206]
67-11-13. Ahmet Küflü’ye bir mektup yazmış. Meral Çelen’le araları iyi değil. Boşanmamışlar ama daha galiba. [M206]
68. Üç Karagöz oyunu’yla Milliyet’in birincilik odulunu aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Aldigi 10 bin lirayla bize 1000’er liraya birer bisiklet aldi. Bisikletçi 900 liraya indirmişti bisikletleri
68-04-29. Ankara’da Zafer Alanı’nda Devrimci Güçbirliği (Dev-Güç) tarafından düzenlenen mitinge katılıyor. Aynı gün konuşmasını Doğu Perinçek’in yardımıyla Yüksel Palas’ta hazırlıyor. Bu konuda 05-11-87’ye bak. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 127) .
68 sonu, MÇ’le barışıyor.
69. Moskova’da Insanlar Uyaniyor’la Altin Krokodil odulunu aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
69-01-19. Bir gazetede eller aya biz yaya adi altinda kose yazilari yazıyor. [Cant Osman, 05-10]
69-02-18. Klaus’a (Ve Marie-Louise ve Diane’a) Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Türkiye’ye altinci filo geldi ve cok kanli kavgalar oldu”. Peggy ve Allan Gall Turkiye’deler. Hergun gazeteye (Gunaydin’a) yazi yazıyor. Ustura’yi hazirliyor.
69-03-15. Klaus’a Istanbul’ndan bir mektup yazıyor, Turkiye’nin Duzeni’ni yolluyor. Berber Nonoş’un prömiyer’ine gidecek bu gece.
69-07-17. Ağaoğlu Yayınevine senedini ödeyememiş ve protesto olmuş. Avukatlık ücretiyle birlikte 2400 lira borcu var. Bu, yanlış da olabilir, tam anlayamadım. [05-34]
70-01-03. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
70-02-16. Istanbul’dan Klaus’a bir mektup yazıyor. Marie-Louise’e Ingilizce bir mektup yazıyor.
70-06-01. Feneryolu’ndan Klaus’a bir mektup yazıyor. Depresyondan, tembellik ve uyku halinden sozediyor. Kaninda seker bulunmus. Bir kriz gecirmis, kalp sanmis, ama seker cikmis. Birbucuk aydir diyetteymis, 11 kilo zayıflamis. Ankara’ya gidecek o gün. “Marie-Louise, evlendigime pek sasmis, kiminle evlendigimi soruyor. Yine eski karimla evlendim. Ne yapayım? Cocuklar icin boyle yapmam gerekiyordu.”
70-06-02. Ankara’da. Televizyon’da bir acikoturuma katılacak. [Klaus]
70-06-15. Istanbul’dan Paris’e, Ali Nesin’e yazıyor.
70-06-26. Istanbul’dan Paris’e, Ali Nesin’e yazıyor. 29 Haziran’da annem ve Ahmet’le Bayramoğlu’na gideceklermiş. Orada bir hafta kalıp 5 Temmuz günü Istanbul’a dönmeyi tasarlıyorlar, ama planı değiştirip 20 Temmuz’da dönecekler.
70-06-29. Ahmet, annem ve babam Bayramoğlu’na gidecekler (Ali’ye mektup) . Ben Paris’teyim. Ateş askerde. 5 Temmuz’da dönmeyi tasarlıyorlar ama 20 Temmuz’a değin uzayacak tatil. Haftasonları Feneryolu’na geliyor.
Bana bu tarihte Paris’e bir mektup yazıyor.
70-07-05. Bugün Akşehir’e gidecek, 10 Temmuz’da Akşehir’den dönecek. (Ali’ye mektup) Gidip gitmediğinden emin değilim. Bayramoğlu tatili uzuyor.
70-07-10. Akşehir’den Istanbul’a bu tarihte dönmeli. (Ali’ye mektuptan)
70-07-13. Bayramoğlu’ndan Feneryolu’na geliyor ve bana bir mektup yazıyor. Benden bir mektup alıyor. Bayramoğlu’nda toplam 18 gün kalacaklar.
70-07-25. Istanbul’dan bana Paris’e bir mektup yazıyor.
70-07-08. Istanbul’dan Paris’e, bana kısa bir mektup yazıyor.
70-08-05. Mme Cuvillier ile birlikte Istanbul’a varıyoruz. Bizi karşılamaya geliyorlar. İstanbul’da günaşırı su olduğunu o zaman öğreniyorum.
70-10-18. Klaus’a bir mektup yazıyor. Perhize devam ediyormuş.
70-12-04. Feneryolu’nda Bir Sürgünün Anılarının bilmemkaçıncı baskısının son bölümünü, “Antidemokratik Bir Karar” bölümünü yazıyor.
70-12-21. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor.
70-12-28. Mum Hala’ya girebilecek notlar yazıyor. Annemle birlikte. İki ev arasında mekik dokuyor. Annemin kıskançlıkları...
70-12-29. Mum Hala’ya girebilecek notlar yazıyor. Annemle birlikte. İki ev arasında mekik dokuyor.
71-01-27. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. Gözlerinde yuksek tansiyon var. Ateş Perugia’ya gitmis, Ahmet’le ben durmadan kavga ediyormuşuz. Oya ikinci kocasından ayrılmak üzereymiş.
71-03-12. 12 Mart darbesi
71-05-10. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. Istanbul’da ve 11 ilde sıkıyönetim var. Göz tansiyonu normale inmiş
71-05-24. Maltepe’de Zırhlı Tugay kışlasında tutuklu, boş bir Amerikan barakasında, tek başına, yanında kalem kağıt yok. İbiş’i kurguluyor. Daha sonra kalem kagıt veriliyor ve İbiş’i yazmaya başlıyor. Dört gün sonra bırakılacak [İbiş dosyası]
71-10-21. Zat-ı Devletleri İbiş Hazretini Perşembe sabahı saat 3,30’da bitirir. [İbiş Dosyası]
72-04-00. Nisan sonlarına doğru Ömer Asım Aksoy’a iki kitabını yolluyor. Biri İnsanlar Uyanıyor. [M185]
72-04-27. Perşembe günü Noter huzurunda Vakf’ı kuruyor. Orhan Apaydın da orada.
72-08-19. Ören yakınlarındaki Karaağaç köyüne giderek savaşa katılmış yaşlıları dinliyor. (Ali’ye mektuplardan)
72-08-20. Ören’den yazıyor bana. Biriki gece önce beni kovmuştu Ören’den. Göz aşrısından şikayetçi. Bir oyun yazıyor.
72-09-08. Cuma. Saat 21,15’te Feneryolu’ndaki Küçük Ev’de, Yeni Ortam gazetesinde tefrika edilmek üzere, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in ikinci cildine başlıyor.
72-09-14. Bir kartonun arkasına, “Büyük kompozitörleri dinlediğim, bir de büyük sirk ustalarını - her türlüsünü - seyrettiğim zaman, kendi yaptığım iş gözümde küçülüyor.
72-11-13. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. On gündür hasta, grip olmuş. Klaus’un bir yazısını Cumhuriyet’e yada Milliyet’e verecek, “Yeni Ortam’ın okur sayısı azdır” diyor. Klaus Tut Elimden Rovni’yi cevirmis. Ahmet’le Ates’ten iyi haberler var diyor. Ahmet Ingiltere’de, Ates Italya’da.
72-12-12. Klaus’a bir mektup yazıyor. “On gun once Ankara’dan Süreyya Faruk! i geldi. Bir gun bizde kaldi. Aksam yemeginden sonra onu yine Ankara’ya ugurladik.” “Buyuk oglum Ates en sonunda Bologna universite’sine girebildi. Hem de giris sinavinda birincilik kazanmis. Iste buna cok sevindim. Ahmet’ten de cok iyi haberler almaktayız. Ali’yi de yazin Fransa’da bir okula gonderebilirsem daha da cok sevinecegim.”
73-01-08. Darüşafaka’nın 100. yılını kutlama törenine değgin önerilerini yazıyor Darüşafaka’ya. Bir belgesel film yapılsın diyor. 05-34
73-03-02. Klaus’a bir mektup yazıyor. Ustura’yi birakmis.
73-03-14. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Meral bir hafta sonra Ingiltere’ye Ahmet’i gormeye gidiyor”. Dunya Genclik Festivali’ne bir yazi yazmis, Klaus’a Almanca’ya cevirmesi icin yollamis.
73-03-18. “18 Mart’ta Meral oğlumuz Ahmet’i görmek için Ingiltere’ye gidiyor. Ahmet’le bir ay orda kalacaklar. Ahmet’in somestir tatili var. Meral ordan Paris’e gidecek, orda da bir hafta kalıp Istanbul’a donecek.” Yazin Oren’e gideceklermiş. Klaus’a yazdığı mektuptan olabilir bu bilgi.
73-03-28. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
73-09-09. Ahmet İngiltere’ye gidiyor. (Bana mektubundan)
73-09-10. Feneryolu’ndan, küçük evden, sabah erken saatlerde bana Lausanne’a yazıyor. Bugün Istanbul’a inecek. Bana ayakkabı ve şort alıp postalayacak.
73-09-11. Feneryolu’ndan bana Lausanne’a yazıyor. Gece. Mehmet’le Murat birkaç gece önce sünnet olmuşlar. Babam Mehmet’e bir bisiklet almış. Elinde Birinci Dünya Savaşına değgin bir iş var.
73-09-14. Uçak postasıyla bana bir paket yolluyor.
73-09-16. İtalyanca öğrenmem için bir mektup yazıyor.
73-09-20. Bana bir mektup yazıyor, kitap postalayacak.
73-09-21. Bana kitap postalayacak.
73-09-25. Bu tarihlerde Harvey Broadbentie bir mektup yazmış, mektup yerine 29 Eylül’de varıyor.
73-09-27. Ateş uçakla İyalya’ya gidiyor. Yolcu ediyorlar. (Ali’ye mektuptan)
73-09-28. Bana Istanbul’dan bir mektup yazıyor.
73-10-01. Bana ayakkabı postalayacak. Okuluma Madrit gezisi konusunda bir mektup yazacak. Ahmet sorun yaratıyor.
73-10-16. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor.
73-10-21. Tatlı Betüş Barış gazetesinde tefrika ediliyor. Tefrika en az 4 Ocak 1974’e degin surecek. [37-04]
73-11-04. Gagra’da.
73-11-06. Gagra, Yazarlar Dinlenme Evi. BGBG-C.12. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in sekiz cildini adlandırıyor.
73-12-01. Güngör Dilmen’le, saat 16’da, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasının bir konserine gidiyorlar. Şef Cemal Reşit Rey, Solistler: Suna Kan (keman) , Gülay Uğurata (piyano) . Cemal Reşit Reyin kendi besteleri. Birinci bölüm: Ellinci Yıla Giriş ve Keman ve Yaylı Sazlar için Andante ve Allegro. İkinci bölüm: Bir İstanbul Şarkısı Üzerine Senfonik Varyasyonlar. İkinci bölümü çok sevmiş. [programın üstüne yazmış]
74. TYS kuruluyor.
Asya-Afrika Yazarlar Birligi’nin Lotus odulunu kazandi. Bu odulu alamak icin Filipinler’in baskenti Manila’ya gitti.
74-01-26. Harvey Broadbent’e yazıyor.
74-03-18/74-04-08. Olay’a yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
74-05-07. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. Glokomundan sozediyor. Goz tansiyonu 40’a cikmis. Ahmet geri donmus.
74-05-08/74-05-22. Akbaba’ya yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
75-01-29. Filipinler’de, Manila’da, Asya-Afrika Birligi’nin LOTUS odulunu alıyor. Manila’da bir hafta kaliyor. Sonra bir gece Hong-Kong’da, bir gece de Tehran’da kaliyor. [Klaus, 8 Mart 75]
75-04-03. Bulgaristan’da uluslararasi mizah sempozyumuna katilmaya gidiyor. Ordan Yugoslavya’ya gidiyor (15 Nisan) , Gol Kralı’nin galasinda bulunuyor. Bu geziler tam bir ay suruyor. [Klaus, 11 Temmuz ve 8 Mart 1975]
75-07-01. Bu tarihler’de Nasrettin Hoca senlikleri icin Aksehir’e gitmis. 9 Temmuz’da Istanbul’a donuyor. [Klaus, 11 Temmuz 1975]
75-07-11. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
76. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in ikinci cildine başladı. Yeni Ortam’da yayımlanmaya başlandı ama yarıda kesildi. İkinci cildini yazdı ve yayımladı (BGBG-III, ilk sayfalar)
76-02-13. Annem Klaus’a yazıyor. 16 Subat gunu Munih’e gidiyorlarmis. “Ahmet’le ben, bir de arkadasi ve annesi”. 18 subat’ta Munihte olacaklarmis. Tren garda az kalacakmis... Ama garda gorusememisler [Aziz Nesin’in Klaus’a 9 Mart 1976 tarihli mektubundan].
76-03-09. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Meral Ahmet’i Ingiltere’ye bir dil kursuna goturdu. [...] Meral Ingiltere’den Isvicre’ye geldi, orda Ali’yi gordu ve Turkiye’ye dondu.”
Irak’a gidiyor. Bagdat’ta Asya-Afrika Yazarlar Birliği Yurutme Kurulu toplantisi var. Irak’ta iki hafta kalacak. [Klaus]
76-04-08. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Ahmet bir dil okuluna yerleşti.” “Vakf’ın ikinci yapısı daha bitmedi. Cunku cimento bulamiyoruz. Cimento karaborsada. Torbasi 6 liraydi, simdi 50 lira oldu, ama yine de bulunamiyor. [...] Vakıf icin bir arazi daha satn aldim. Bu araziye 460 bin lira verdim.”
76-06-21. Moskova’dan Klaus’a yazıyor. Daha once Leningrad’a ve Baku’ya gitmis. “Bugun Sovyet yazarlarinin 6. kongresi basliyor. Kongre’de bulunduktan sonra Ali’yi gormek icin Isvicre’ye, sonra da buyuk oglum Ates’i gormek icin Italya’ya gececegim”.
76-06-30. Moskova’dan ayriliyor. Isvicre’ye ve Italya’ya ogullarini gormeye gidecek [Klaus, 21 haziran 76]
76-07-12. Beşiktaş’ta Kuleli Askeri Lisesi fizik hocasından imzalı bir resmini alıyor. Bu resim 05-34’teydi, müzelik dosyasına koydum.
76-08-29. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Vakf’in kucuk yapisi (sanirim uzun zamandanberi) bitmis. Buyuk yapi kolay kolay bitecek gibi degil.
76-09-10. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Annemin arabasina yedek parca istiyor, tam 44 tane! Arabaya cok para harcanmis...
76-11-25. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. “Van’da cok buyuk deprem oldu. Olu sayısini tam bildirmiyorlar. Galiba 10 bin olu var. Iki gundur buyuzden cok canim sıkılıyor. Doguyu sen biliyorsun, felaket... Kar yagiyor, isi eksi onbes...”
77-01-09. Istanbul’dan Klaus’a yazyor. Subat basinda “galiba” annemle Avusturya Yazarlar Birligi’nin davetlisi olarak Viyana’ya gidecekler. Galiba gitmeyecekler.
77-01-20. Bu tarihlerde Nazım’ın 75. doğum yılı nedeniyle TYS olarak etkinlikler hazırlıyorlar. Nazım adına ödüller koymak, Nazım Hikmet Enstitüsü kurmak, mezarının yurda getirilmesi, anma toplantıları düzenlenmesi. Anma toplantılarına Aragon, Guillen, Simonof, Arif Melikof, Yves Montand çağrılacakmış. Toplantılar bu tarihten sonra. [Politika, 24 Ocak 1977. Nazım dosyası].
77-01-22. Nazım’ı anma toplantısı, İstanbul’da Spor ve Sergi Sarayında, 7000 kişi katılıyor. Açış konuşmasını yapıyor. [Cumhuriyet, 23 Ocak 1977]
77-01-26. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor.
77-02-05. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. Munih’te havaalaninda bulusacaklar. Galiba Berlin’e gidecekmis once, sonra planini degistirmis. Dr. Ingeborg Drewitz, Erster Kongress Europ Schriftstellerorganizationen cagirmis. 10 Subat’a bak.
77-02-10. Almanya’ya Munih’e ucuyor. Sabah saat 8,20’de hareket edecek, saat 10,50’de Munih’te olacak. Klaus karsilamaya gelecek. Munih’ten Panam’a binerek Berlin’e gidecek. Berlin’de Stadt Hamburg otelinde kalacaklar. Toplanti Berlin Kongre Sarayı’nda yapilacak.
Dr. Ingeborg Drewitz, Erster Kongress Europ Schriftstellerorganizationen cagirmis. [Klaus, 26 Ocak ve 5 Subat 1977]
77-02-13. Panam’la Berlin’den Frankfurt’a, ordan da Lufthansa’yla Istanbul’a ucacak. [Klaus, 26 Ocak 1977]
77-03-26. TYS’nin toplantisi var. Klaus’a 24 Mart 1977 tarihli mektubundan: “Iki gun sonra da bizim Yazarlar Sendikasi’nin kongresi var. Bu kongrede, baskanliktan cekilecegim. Cekilebilirsem kendi islerime egilebilirim. Yoksa bu sendika cok zamanimi aliyor.”
77-04-15? Bu tarihlerde, Bulgaristan’in Gabrova kentine ve Sofya’ya gidiyor. Uluslararasi Hitar-Petar odulunu aliyor. Bulgaristan’da onbes gun kadar kaliyor. [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-05-00. Sofya’da Dünya Yazarlar Barış Toplantısı’nda [foto].
77-05-06. 05-09 nolu dosyada bulunan Marc Aldonov’un Hainler Krali Azev’e onsoz yazıyor.
77-06-05. Bu tarihte Bulgaristan’a gidecek. Sofya’da Dunya Yazarlari Baris Kongresi var. O tarihte Turkiye’de secim var. Oy kullanacak! [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-06-15. Bulgaristan’dan Turkiye’ye donecek [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-07-22. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
77-07-31. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor: “Sizden ayrildiktan az sonra Meral’le birlikte Avusturya Yazarlar Birligi’nin cagrilisi olarak Viyana’ya, ordan da Salzburg’a gittik. [...] Pazar gunu Salzburg’daydik.
77-08-25. Klaus’a yazıyor. Galiba vakif’tan.
77-09-05. Klaus’a 25 Agsts 1977 tarihli mektubundan: “5 Eylul gunu saat 12,30’da Bayan Henni Mathes’le gorusmek uzere Sheraton oteline gidecegim.”
77-10-11. Oğuz Akkan’ın isteğiyle kitapçılığa nasıl başladığını anlatıyor. Güzel bir yazı. Kimbilir nerde yayımlandı? [1946-50] dosyasında.
77-11-30. Klaus’a Vakıf’tan yazıyor.
78-01-02. Sovyetler’de bir yerde konuşma veriyor olabilir [foto].
78-01-06. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-03-00. Ecevit’e “Edebiyat Seferleri”nin desteklenmesi konusunda TYS baskani olarak bir mektup yazıyor. Yardim reddediliyor. [Ismail Besikci’nin kitabi]
78-03-08/09. Floransa’da Avrupa Yazarlar Sendikasi’nin 2. Kongresine katiliyor galiba. [35-04]
78-03-12. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-04-00. Nisan’in ilk haftasinda Tacikistan’a gidecegini soyluyor. [Klaus, 12 Mart 1978] Gitmis de. Onbes gun icin Sovyetler’e gitmis. Once Moskova’ya, sonra Tacikistan’in baskenti Duşembe’ye. Sadrettin Ayn! i adlı bir yazarın 100. dogum yildonumu jubilesinde bulunmus. [Klaus, 21 Mayıs 1978]
78-04-06. Vakıf’ta Çok Özlemişim Kendimi şiirini yazıyor. [Sıvas Acısı]
İzmir’de bir konuşma veriyor [foto].
78-05-00. Mayıs’in ilk haftasinda Italya’ya gidecegini soyluyor. [Klaus, 12 Mart 1978]
78-05-04? Avrupa Yazarlar Orgutu’nun ikinci kongresi icin Floransa’ya gidiyor. Gezi on gun suruyor. Ates cevirmenligini yapiyor. [Klaus, 21 Mayıs 1978]
78-05-21. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. Tek Yol romanini bitirmis. Feneryolu’ndaki evde dort gundenberi yalniz ve burnu kaniyor, galiba tansiyondan. Bugun saat 17’ye kadar yataktan cikmiyor.
Sabri Tebrizi’ye yazıyor.
78-06-10. TYS 5. yıldönümü basın toplantısı [foto].
78-07-01/08. Antalya XV. Uluslararası Sanat Şenliği’nde. [35-02]
78-07-05? Antalya’ya bir festivale gidiyor. [Klaus, 20 Temmuz 1978]
78-07-20. Klaus’a yazıyor. Tek Yol Hurriyet’te tefrika edilmis. Turkiye’de Genelevler ve Genel Kadinlar adli bir inceleme-roportaj hazirlamak uzere.
78-08-18? Izmir fuarinda TYS icin kitap imzaliyor.
78-08-30. Klaus’a Vakıf’tan yazıyor.
78-09-26. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-10-00. Ekim ortasinda Kerim Korcan’la birlikte Almanya’ya gidecegini soyluyor. Kitabevi olan bir Turk cagirmis. Onbes gun kalacakmis. Berlin, Munih ve Hamburg. [Klaus, 16 Agsts 1978]
78-10-17. Sovyetler’de. Yuri Verçenko, Vitali Ozerov ve Oleg Şestinski’yle bir fotoğrafı var.
78-10-06. Moskova’ya gidecek. Ordan Taskent’e. Sonta Moskova’ya geri donecek. 17 Ekim’de Frankfurt kitap fuarina. Birkac gun sonra Duisburg’a. 2 Kasim gunu Turkiye’ye donecek. [Klaus, 30 Agsts, 26 Eylul 1978]
78-10-11. Taşkent’te. Azad ve Adil Yakup’la bir fotoğrafı var.
78-10-12. Taşkent’te. İlbek Musayef, İrgeş Kerimoğlu ve Hasan Yoldaşoğlu’yla fotoğrafları var.
78-10-17. Moskova’dan Frankfurt kitap fuarina gidecek Kerim Korcan’la birlikte. Birkac gun sonra Duisburg’a. 2 Kasim gunu Turkiye’ye donecek. [Klaus, 30 Agsts, 17 Eylul 1978] Ama bu arada Paris’e gelip beni gorecekmis. Galiba, ben gidip kendisini gorecegim.
TYS’de bir sohbet toplantisi. Ismail Besikci, Tahsin Sarac, Aziz Nesin ve baskalari Turk sorunu konusunda tartisiyorlar. Besikci TYS’yi Kemalistlikle sucluyor. [Ismail Besikci’nin Bir Aydin... kitabı]
79. Sofya’ya II. Dünya Yazarlar Barış Toplantısı’na gidiyor.
Arnavutluk’a gidiyor.
79-01-12/13. Vakıf’ta Seçim şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala] Vakıf’ta Kapılar Açık Kalsın şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
79-01-31/02-01. Büyük bir olasılıkla Ankara’da, Tahsin Saraçlar’da ve bişeye kızmış belli ki. BGBG-A.2’ye bak. “Korku. Nasıl olsa söylenmez, yazılmaz diye namussuzluklar. Hepsini yazacağım. Zor olacak benim için. V! al! a - Mehmet Ali Cimcoz olayı - Müzehher, daha neler yazacağım. Mahmut Dikerdem namussuzluğu. Orhan Apaydın açığı kayada. [? ]
79-01-31/2. Bu bir hödrü meydan, meydan okuması değil. Başkaları pis, ben temizim olması değil. Bu dönem anlaşılsın, tutanak yazanak” diye yazmış.
“Benim yasayışım bir felaket oldu. Ustume cok yuk aldim, tasiyamiyorum, altinda eziliyorum. Iki gun sonra TYS’nin kongresi var. Sendikanin baskanligini ustumden atabilirsem, biraz zaman kazanabilecegim. [Klaus, 29 Mart 1979]
79-03-31. TYS kongresinde konuşma yapıyor.
79-04-01. TYS’de Aziz Nesin konusuyor [Besikci’nin kitabi]
79-04-02. Bogazici universitesinde konferans var. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-28. Turk Dil Kurultayı’nda konferansi var. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-05-22/24. AKM’de birinci Balkan Ülkeleri Yazar Örgütleri toplantısına katılıyor. (Demirtaş Ceyhun’un kitabı)
79-06-10? Sofya’da Uluslararası Yazarlar Baris kongresi’nde. [Klaus, 20 Haz. 79]
79-06-20. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
79-06-22. Moskova’ya gidiyor. [Klaus, 20 Haz. 1979] Ordan Angola’nin baskenti Luanda’ya gidecek. Temmuz ortasinda Turkiye’ye donecek. Agustas’ta bir hafta Izmir Fuari’ndaki kitap sergisine gidecek bir haftaligina.
79-07-31. Vakıf’ta Kutsal Şölen şiirini yazıyor [Sondan Başa].
79-09-19. Çarşamba. İzmir’de Ömer Faruk Toprak için yapılan anma toplantısına katılıyor. Füruzan Toprak, Demirtaş Ceyhun ve Hikmet Çetinkaya’yla çekilmiş bir fotoğrafı var.
79-10-26/28. Antalya’da Çocuk Yayınları Seminerine katılıyor.
79-10-29. Yüksek Kültür Kurulu’nda, Yaşar Nabi’ye ödül veriliyor. Aziz Nesin de orada.
79-11-02. Klaus’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Annem de Vakıf’ta, Kurban Bayrami. “Ocak ayı sonunda Meral’le birlikte Prag’a gidecegiz, orda 15 gun kalacagiz. Meral turkiye’ye donecek, ben de ordan Almanya’ya gelecegim. Sanirim bir yada iki ay Almanya’da kalacagim”
79-12-06. Mehmet Cemil Uğurlu’ya bir mektupla doğa, sanat, bilim ve tıp kavramlarına ilişkin “özsöz”lerini yolluyor. Abece dergisinin Mayıs 1990 tarihli sayısına bak.
79-12-31. Yilbasini Vakıf’ta tek basina geciriyor, raki iciyor. [Klaus, 2 Ocak 1980]
80-01-02. Klaus’a yazıyor, Vakıf’tan. Bir haftadır Vakıf’ta. 20 Subat’ta Almanya’ya gitmek istiyor, Ulm Halk Yuksek Okulu’nun daveti uzerine. Sonra Prag’a gitmek niyetinde.80-01-28. Çatalca’da Daha Ne ve İnsanca şiirlerini yazıyor. [Sondan Başa]
80-01-31. Şakir Balkı’yla Oral Basım ziyaretine geliyor. Vakıf’ta olabilir, belki de Oralplerin evinde. “İzmit’teki eczacı Oralp Basım’la Cumartesi günü (31 Ocak 980) geldiler. Bana ‘Aç Ayı Oynamaz’ adlı kitabını getirmiş. Okumam için çok üsteledi.” Bu tarih 1981 de olabilir, çünkü eleştiriyi 5 Şubat 1981’de yapmış. OK.2-3-4
80-02-00? Almanya, Cekoslovakya ve Romanya gezileri... İkibuçuk ay sürüyor. Romanya’da hiç çalışmadan 15 gün dinlenmiş. [Klaus, 19 Mayıs 1980]
80-02-04. Vakıf’ta Sunu şiirine başlıyor. [Sıvas Acısı]
80-02-20. Ulm Halk Yuksek Okulu’nun davetlisi olarak Almanya’ya gidecek. Sonra Prag’a gidecek [Klaus, 2 Ocak 1980]
80-02-23. Bir yerde kitaplarını imzalıyor [foto].
80-03-07. Hamburg’da Onun Kentinde şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
80-05-19. Klaus’a yazıyor.
80-06-06. Yunanistan’a gidiyor. Iki gun Atina’da, alti gün Selanik’te olmak uzere sekiz gun kaliyor. Baris toplantisi ve konusmalar yapmak icin [Klaus, 20 Haz. 1980]
80-06-17. Vakıf’ta, saat 03,20’de Dünya Zengini şiirini yazıyor [Sondan Başa]
80-06-20. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
80-06-30. Vakıf’ta Ödenemeyen şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-08-09. Vakıf’ta Ve Hüve şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-08-25. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. Almanya yazilarini birakiyor. Benim Delilerim’i yazıyor. Ben Manuela’yla Vakıf’taymisim. Ates de Turkiye’deymis. “Berlin’de Turk Edebiyati semineri yapilacak, bir hafta surecek. Turkiye’den on Turk yazari katilacak. Almanya’daki Turk yazarlari da seminere gelecek ve Turkologlar da...”
80-08-27. Moskova’ya ucuyor. Ordan Ulan-Batur’a (Mongolistan) gidecek. 12-14 Eylul’de Marsilya’da Akdeniz dialogu toplantisina katilacak. Sonra Sofya’ya Dunya Yazarlar Baris Kongresine katilacak. [Klaus, 25 Agustos 1980] Biz Fransa’da gorusecegiz. Squatt’ta bende kalacak. Marsilya’da cevirmenlik yapmak istemeyecegim. 12 Eylul’de Bulgaristan’da olacak.
80-09-06. Ulan-Batur’da, saat 10,45’te İyimser şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
80-09-12. 12 Eylül darbesi. Mongolistan, Fransa ve Bulgaristan gezilerinden donuyor. Darbe babam Sofya’dayken oluyor. Ates’i askerler tutukluyorlar.
80-09-19. Paris’te, saat 03,10’da squatt’ta Şöyle Bir Bakınca Geriye şiirini yazıyor. Acaba zenciyle kavga ettiğim gece miydi? O gece olmalı.
80-09-23. Sofya’da [foto]
80-10-06. Sofya’da Park Otelinde Yazılarda şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
80-10-13. Sofya’da Yaşlı Adama Ninni şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-11-14. Klaus’a yazıyor.
80-11-15. Vakıf’ta Son Tanıklarım şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-12-10. Klaus’a bu tarihte Berlin’de olacagini yazıyor, ama gidebileceginden kuskuluyum. [Klaus, 14 Kasım 1980] Bir hafta sonra gidiyor.
80-12-15/17. Berlin’de. Tezer Özlü de orda.
Çok şaşılası bir benzerlik ki, Berlin’de (15-17 Aralık 980) “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı kitabı okuyunca, yazarı Tezer’e şunu sormak istemiştim: [...]
81-01-02/03. Neus’ta Ölmüş Bir Dost şiirini (Ekber Babayef üzerine) yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-01-31. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. “Turkiye’ye doneli uc hafta oldu, hep Vakıf’tayım”.
81-02-01. Pazar. Vakıf’ta. Saat 9:30’da Salim Şengil’in Es Be Süleyman Es adlı yapıtına eleştiri yazıyor. OK.12
81-02-02. Tezer Özlü’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı kitabına eleştiri yazıyor. OK.6-10
81-02-03. Vakıf’ta Kısırdöngü şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-02-05. Şakir Balkı’nın Aç Ayı Oynamaz’ı hakkında Okuduğum Kitaplara yazıyor. OK.1-2-3.
81-02-22. Klaus’a galiba Çatalca’dan yazıyor.
81-03-08. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-05-08. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-05-29. Vakıf’ta Son İstek şiirini yazıyor [Sondan Başa].
81-11-13. Taksim’de Herkesin Masalı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-12-10. Vakıf’ta Bir Başka Türlü Sevmek şiirine başlıyor [Sıvas Acısı]
82-01-20. Klaus’a yazıyor.
82-02-05. Nesin Vakfı’nda o güzel “G! uşe” yazısına başlıyor. O yazıyı kendisi de beğenmiş olacak ki, bir mektubunda Adnan Kahveci’ye okumasını önermiş. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 67) .
82-03-06 (82-06-03 de olabilir) . Bir yerde kitaplarını imzalıyor [foto]
82-04-03. Nesin Vakfı’nda Suçlanan ve Aklanan Yazılara Değgin Söyleşi yazısını yazıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
82-06-15? Klaus’a Haziran ortasinda Köln’de olacagini yazıyor. FDR Yazarlar Sendikasi uluslararasi bir toplanti duzenliyormus, dort gun surecekmis. Ama kendisi 1 hafta kalacakmis. [Klaus, 18 Nisan 1982]
82-07-05. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
82-07-27. Vakıf’ta Sana Adanmış Bir Gece şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-08-01. Vakıf’ta Bir Ah Çeksem şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-08-23. Vakıf’ta Sevinin İcadı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
82-09-03. Taksim’de Yaşanmamışlar şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
82-09-07. Klaus ve Sonja’yi ogullari Baris’in dogumundan oturu kutluyor.
82-10-10? Moskova’da hastalanmis. CCCR Cardiology Research Center’da 1 ay yatmis. Asagi yukari bu tarihte. 10 kasim 1982’ye de bak.
82-10-21. Saygon’da saat 03,00’te Yokluğundaki Sen şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-10-23. Phnom-Phen’de saat 05,22’de İbrişim şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-10. Moskova’dan Istanbul’a donuyor. Vietnam’da onbes gun kalmisti. Saygon, Hanoi ve Kampucia baskenti Phnom Phen’e gitmis. Orda Asya-Afrika Yazarlar Birligi Yurutme Kurulu toplantisi varmis. Donuste Moskova’da hastalanmis. CCCR Cardiology Research Center’da 1 ay yatmis: Steno kardi, angina pektoris, kalp buyumesi, kalp damarlarindan birinin genislemesi, glokom, belkemiginde kireclenme, plo nefrit. Iki kucuk enfarktus gecirmis ama haberi bile olmamis. Istanbul’a donuste sikiyonetim savciliginca sorguya cekiliyor Baris Dernegi kurucularindan oldugu icin. Geziye cikmadan once de TYS icin sorguya cekiyorlar. [Klaus, 19 Aralik 1982]
82-11-13. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında saat 23,05’te Ölümle Birolmak şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-15. Cennetbahçesi’nde saat 11,10’da Zor Zaman şiirini yazıyor. [Sondan Başa] Ama bu doğru olamaz.
Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında saat 02,05’te Arasında şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-23. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezi’nin 506 numaralı odasında, saat 04,10’da Acılı Gecenin Bitiminde şiirini yazıyor [Sondan Başa].
82-11-26. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında Söz şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-01-30. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Haftada iki gun (Pazartesi ve perşembe) Haydarpaşa Göğüs Cerrahi Hastanesine denetim ve teste gidiyor. 15 seans sürecek. Kalp ameliyatının gerekip gerekmediği karar verilecek. ABD’ye gitmesi gerekilir. Bir kız arkadaşı var. TYS davası başladı. Barış davası daha başlamadı, salt sorguya çekildi.
83-02-03. TYS davasinin ikinci durusmasi.
83-02-13. Nesin Vakfı’nda Zamanımız Varken şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-02-16. Vakıf’tan Tahsin Saraç’a yazıyor.
83-02-22. Taksim’de Yok şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-03-18. Nışantaşı’nda, saat 04,00’te Dar Dünya şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-04-02. Vakıf’ta Ne Oldu şiirini sabaha karşı saat 03.34’te yazıyor. [Sıvas Acısı]
83-04-04. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Düşün Yayınevi konusunda.
83-04-05. Vakıf’tan Tahsin Saraç’a yazıyor.
83-04-06. Nışantaşı’nda Paramparça şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-04-14. Vakıf’ta saat 00,12’de Ayrı Dünyalar şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-04-29. Sabri Tebrizi’ye yazıyor.
83-05-10/11. Vakıf’ta Vakum Çekimi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-05-15. İzmir Kitap Haftası’nda [foto].
83-06-26. Antalya’da saat 17,05’te Günahlım şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-08-17. Vakıf’ta, saat 03,20’de Yakın şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-08-21. Vakıf’ta, saat 21’de Aldanış şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-08-22. Vakıf’ta saat 01,20’de Beklemek şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-09-17. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Almanya anilarini yazmak uzere. Yazilmis bolumleri Klaus’a yolluyor yanlislarini duzeltmesi icin. Dusun Yayınevi icin kitap ariyor. Ahmet askerde, yayınevi isleriyle kendi ugrasiyor.
83-10-23. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Düşün Yayınevi konusunda.
83-11-26. Cumartesi. Inme iniyor. [Yuksel Pazarkaya’ya 22 Temm. 84 tarihli mektubundan ve Demirtaş Ceyhun’un kitabından]
83-11-28. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 23,22’de Sol El Konçertosu şiirini yazıyor [Sondan Başa]. El Yazısı şiir kitaba alınmış. Yazısı çok kötü, sol elle yazmış anlaşılan.
84-02-24. İzmir’de, Karşıyaka’da Can Baş Üstüne şiirini yazıyor. [Sondan Başa].
84-03-11. Nışantaşı’nda “gecenin bir saatinde” Dünya Nüfusu şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-03-17. Nışantaşı’nda saat 23,09’da (Cumartesi) Çok İstemek şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-03-27/31. Bir yerde Aziz Nesin haftası yapılıyor.
84-04-14. Eskişehir’de [foto].
84-04-20. Vakıf’ta Uzaklardan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-04-21. Klaus’a yazıyor, Vakıf’tan. 24 yil once Oncu gazetesinde yazdigibir yazi yuzunden dava acildigini ve ABD’ye gitmesine izin verilmedigini soyluyor. Gonul islerinden sozediyor.
84-05-05. Nışantaşı’nda Büyümeyen Çocukluğuma Başlarken ve Büyümeyen Çocukluğum Biterken şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-05-15. Ankara’da “Dilekçe” davası. Aziz Nesin’in savunması bir broşür olarak basılmış. “Müzelik” dosyasında. Acaba bu savunma bir yerde çıktı mı?
84-05-17. Samsun’da. Arayış Fotoğraf Sergisi’ni ziyaret ediyor [foto]. Gece de 19 Mayıs Üniversitesi’nin Tiyatro Kulübünün sahneye koyduğu Adalet Ağaoğlu’nun Evcilik Oyunu’nu seyrediyor. [foto]
84-05-23. Nışantaşı’nda Pişmanlık şiirini yazıyor. Daha sonra bitirecek bu şiiri. Öykü Konuları dosyasından çıktı. Bunu “şiirler” dosyasına alacağım.
84-05-24. Nişantaşı’nda Şiirin Tam Zamanıdır şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-06-15. Nermin Streater’a mektup yazıyor.
84-07-06. John Norton’a yazıyor.
84-07-09. Salıncakta şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-07-22. Galiba Çatalca’dan, Yüksel Pazarkaya’ya bir mektup yazıyor.
84-08-15. Ankara’da bir duruşma olmuş. Gitmiş mi? (Melahat Togar’a yazdığı 28 Ağustos 84 tarihli mektuba bak) .
84-08-23. Vakıf’ta Gerekçe şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
84-08-28. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor.
84-08-29. Bir kitap için öğretmenlerle ilgili kendisinden bir yazı isteyen Zeki Sarıhan’a sert bir mektup yazıyor.
84-09-01. Melahat Togar’a 23-08-84 tarihinde 1 Eylül’de imza için İzmir’e gideceğini söylüyor.
84-10-13. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Yetmis Yasim Merhaba ve Kalpazanlik Bile Yapilamiyor cikmis.
84-10-29. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor.
84-10-29. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
84-11-19. Baris 2 davasi basliyor. Almanya yazilari daha cikmamis. Vakıf’ta 8 cocuk var.
84-12-03. Şen Tiyatrosu’nda dogumgunu kutlaniyor. 5 saat suruyor kutlama. Server Tanilli olumunden sonra butun kitaplarini ve telif haklarini Nesin Vakf’ına biraktigini aciklayan bir mektup yazmis. [Klaus, 13 Aralik 1984]
84-12-13. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85. Hotel Etap Marmara’da Aşkım Dinimdir öyküsünü yazmaya başlıyor. (Aşkım Dinimdir) .
85-01-06. Ankara’da AST’ta bir dogumgunu gecesi daha yapilacak. [Klaus, 13 Aralik 1984]
85-01-17. Vakıf’ta Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-01-22. Nışantaşı’nda O Uzaktaki şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-01-29. Nesin Vakfı’nda Şimdi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-01-13. Nesin Vakfı’nda Bir Varım Bir Yokum şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-20. Nışantaşı’nda Sabırsız şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-22. Nışantaşı’nda Benimle şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-25. Nışantaşı’nda Böbür şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-03-03. A. Kadir’in cenazesinde Zamansızlık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-03-21. Nışantaşı’nda Konser şiirini yazıyor. [Sıvas Acısı]
85-04-30. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85-05-01. Vakıf’ta 1 Mayıs toplantısı. (Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubundan) .
85-05-09. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. İki haftadır Vakıf’ta olduğunu söylüyor.
85-05-18. Kirilik harfleriyle yazılmış bir berat alıyor. Beratın üstünde “Indulgencia” yazıyor kiril alfabesiyle.
85-05-18. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda İstanbul’a gideceğini söylüyor.
85-05-19. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda SODEP’in Gençlik Toplantısında konuşacağını söylüyor.
85-05-21. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda bir tiyatro toplantısından sözediyor.
85-05-23. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda Samsun’a gidip 4 gün kalacağından sözediyor.
85-05-28. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda bu tarihte Çatalca’da olacağını söylüyor.
85-06-05. Cennet Bahçesi’nde Bir Yaz Öğlesinde şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-06-18. Taksim’de Kurtulamam şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-06-19. John Norton’a yazıyor. Ben Türkiye’deyim. Vakıf’ta on çocuk var.
85-06-20. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. O sıralarda Ahmet terhis olmuş. Ben, Manuela ve Aslı gelmişiz. O sırada Ahmet’in evindeymişiz. O gece bir konuğu gelmiş, “unutulmaz bir gece” geçirmişler.
85-06-21. Sabah 05,27’de Melahat Togar’a yazmaya başladığı mektubu sürdürüyor.
85-06-29. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85-07-00. Dilekce davasinda savunmasini yapiyor. Savunmaya yayın yasagi getiriliyor. [Klaus, 18 Temmuz 1985]
85-07-05. Ankara’da Aydinlar Dilekcesi davasi var. Savunmasini yapacak. [Klaus, 29 Haz. 85] Marijana adli bir kadından sozediyor: “Bu ilkyaz gunlerinde Vakıf tam bir cennet, ama Marijana da oldugu zamanlar daha cok cennet oluyor. Marijana gercekten cok iyi bir arkadas.”
85-07-07. Nışantaşı’nda Tek Sahteciliğim şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-07-18. Klaus’a Çatalca’dan bir mektup yazıyor. “Gecen mektubumda tarihi yanlis yazmis olacagim”. Bn. Ute Jochimsen, yaninda bir Alman kizi ve bir Turk erkegiyle Vakıf’ta.
85-07-25. Ekmeleddin İhsan’a bir mektup yazıyor.
85-07-27. Nışantaşı’nda Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-08-13. John Norton’a yazıyor. 25-08’de Muğla’ya festivale gidecekmiş.
85-08-15. Nışantaşı’nda Küçümencik Hünerler şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-08-24. Güngör Dilmen’le John Norton Vakf’a babamı ziyarete geliyorlar.
85-08-25. Muğla’ya bir festivale gidecek (John Norton’a 13-08-95 tarihli mektuptan) .
85-09-26. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Hergün 20 kişiye yemek yaptığından yakınıyor.
85-10-17. Kitaplarını Danimarkaca’ya çevirmek isteyen 24 yaşındaki Zeki Gök’e mektup yazıyor. [M43]
Cumhurbaskanligi’na, TBMM Baskanigina, Basbakanliga, MIT Baskanligina, Icisleri Bakanligina ve Genel Kurmay Baskanligina ikinci kez yazıyor ve pasaport verilmediginden katilamayacagi 7. Avrupa Yazarlar Birligi toplantisi icin ne yanit vermesi gerektigini soruyor. Uc yildanberi pasaport verilmiyor. Mektubun bir kopyasi Klaus’ta.
John Norton’a yazıyor. Vakıf’ta 16 çocuk var. Ama aşçı yok. Çocuklara hergün yemek yapıyor. İşçilerle birlikte toplam 25 kişiye... Aydınlar dilekçesi ve Barış 2 davaları sürüyor.
85-10-21. Selahattin Erdem’e yazıyor. Selahattin Erdem kendisine cok yardim eden Sabahattin’in kardesi. Selahattin, kardesinin verdigi parayı istiyor.
85-10-28. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Hergün 20 kişiye yemek yaptığından yakınıyor.
85-11-23. Vakıf’ta Diriliş şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-11-24. Vakıf’tan iş isteyen Gönül Yüksel’e mektup yazıyor.
86-06-10. Nesin vakfı’nda Boğulan Şair şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-06-14. Nesin Vakfı’nda Pişmanlık şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala] Bu şiire 2 yıl önce başlamış, 23-05-84’te.
86-06-26. Ankara’da Yaşıyorum Demek şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-04. Vakıf’ta Çocuklarıma şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-07. Izmir’de Unutmak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-09. İzmir’de Birbaşıma şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-10/13. Dikili 1. Kultur ve Sanat Festivali’ne katiliyor. [15-08]
86-07-12. Dikili’de Dün Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-26. Vakıf’ta Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-30. Klaus’a yazıyor, galiba Vakıf’tan. Ben hapisteyim. Isparta’ya geldi daha once. Hakimler reddedildi. Mahkeme Konya’da gorulecek. “Sorgulamalar, davalar, durusmalar, yargilanmalar: Baris 2 davasi, yeni acilan Ekin-Bilar davasi, Nesin Vakfi dolayısıyla açılan iki dava, TYS’nin son davasi vb... Bunlarin cogundan aklandik. [...] Insan haklari Dernegi kurduk” Ekmek ve Hak Bildirgesi hazirlaniyor.
86-08-00. Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçığlu’na AST’a devlet desteğinin verilmemesini protesto eden bir telgraf çekiyor. 29-08-86 tarihinde bakandan yanıt geliyor. Bu konuda 25 Kasım 1986’ya bak. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 110) .
İzmir’de [foto].
86-09-00 Muğla Kültür Şenliği’nde [foto].
86-09-20/24. İngiltere’de. İstanbul’dan geliyor. Harold Pinter’in davetlisi. 6 yıldanberi ilk kez yurtdışına çıkabiliyor. O da bir kereye mahsus. 22’sinde Pinter’le görüşüyor. 23/24 Eylül’de Index of Cencureship ile ve Guardian gazetesiyle röportaj, Hakney Belediye Başkanı resepsiyonu, Türkiye ve Aydınlatma konusunda konferans ve imza töreni. Bu konuda 14-Ekim tarihli Cumhuriyet’e bak, konuşma orda.
86-09-22. The Friends of Turkey, Groucho’s Club’da onuruna öğle yemeği veriyor. Salman Rushdie, Harold Pinter ve Mehmet Ali Dikerdem de orada
86-09-29. Cihangir’de Yalan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-10-17. Vakıf’ta Sonsuzcasına şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-11-25. Ankara’da AST’ın kuruluş yıldönümüne katılamıyor ama 25-11-86 tarihinde yazdığı mektubu törene yolluyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 110) .
Vakıf’ta Neresindeyim şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-12-14. Sabri Tebrizi’ye yazıyor. Vakıf’ta 23 çocuk var.
86-12-21. Vakıf’ta Yetmişiki şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-12-30. Vakıf’ta Y! a M! alik-ül-mülk şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-01-00. Belgrad, New Delhi ve Moskova’ya gidiyor. (Melahat Togar’a 05-11-87 tarihli mektubundan) . Bu 88 olmasın? !
87-01-12. Ankara, AST’ta Bilar açılış konuşmasını yapıyor: “İnşallah Kurt Değildir” (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 53)
87-01-31. Istanbul’dan, belki de Vakıf’tan Klaus’a yazıyor.
87-02-00. Sıvas’ta bir salonda “korku” konusunda konuşması (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 22)
87-02-02. Klaus’a iki gun once, 31 Ocak’ta yazdigi mektuptan: “Iki gun sonra Almanya’ya gidiyorum. Orda bir basin toplantisi yapip bize radyo ve TV’den vatan hainleri dedigi icin Cumhurbaskani Evren’i mahkemeye verdigimi aciklayacagim”.
87-02-28. Taksim’de Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
87-03-07. Vakıf’ta Zor Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-03-12. Nesin Vakfı’nda Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
87-05-11. “11 Mayıs’a dek Mersin’de olacagim” [Klaus, 23 Nisan 1987]
87-05-11. Enis User’e yazıyor.
87-05-17. Atina’ya gidecek. [Klaus, 23 Nisan 1987]
87-05-20. Nesin Vakfı’nda AT’ye girip girmeme konusunda bir yazı yazıyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 116) .
87-05-22. Ankara, Bilar Bilim Merkezi Belge Dağıtım Töreni Açış Konuşması: Bugün Türkiye’de Diploma Neye Yarar (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 54) .
87-06-00. Münih’te bir konuşma salonunda [foto]. Münih’te Erdmute Heller’in evinde [foto].
87-06-15/07-13. Marburg’da Yalnızlık Baladı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-06-24. Berlin’de. Özcan ailesiyle bir fotoğraf çektiriyor.
87-07-01. Vakıf’ta Sönerken Mumun Son Alevi şiirine devam ediyor. [Sıvas Acısı]
87-07-03. Frankfurt Havaalanında Kendini Yakalamak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-07-18. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirine başlıyor. [Hoşçakalın]
87-07-19. Vakıf’ta Hep Birlikte şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-07-22. Klaus’a yazıyor, galiba Vakıf’tan. Almanya’ya gitmis. Bilar’in Istanbul subesi icin bir yer bulunmus: Macka’da Met adli bir dil merkezi. 10 milyona devredilecek. Almanya’da konusmalar verdi para toplamak icin, ama 500 mark’tan fazla gelmedi. Bu konuda İsmail Şahin’e bak.
Klaus’a bu tarihte yazdigi mektuptan: “Gizil’e selamlarin icin tesekkurler. Ama ben simdi Gizil’le birlikte degilim. Bir aylik Almanya yolculugumda canimi sıkan cok seyler yapti. Benim yasim icin kadın arkadasligini yurutmek cok zor oluyor. Biraz basimi dinliyorum. Cok rahatim. Ama uzun surmez, biliyorum.
87-07-23. Vakıf’ta Sönerken Mumun Son Alevi şiirine devam ediyor. [Sıvas Acısı]
87-07-29. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirine devam ediyor. [Hoşçakalın]
87-08-08. Vakıf’ta Başka şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-08-09. Vakıf’ta Hayvanlardan Alınacak Ders şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Gene Vakıf’ta Seviye On Ölüme Beş Kala ve Hoşçakal şiir kitaplarının sonuna eklenecek bir not yazıyor.
87-08-14. İsmail Şahin’e galiba Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Bilar’in kurulmasi icin Met adli bir sirketin devralinmasi icin Aziz Nesin 5 milyon lira veriyor. Oysa Bilar’a para toplamak icin Almanya’da 20 gun gezmis, en az 15 yerde konusmus. Bu mektubun bir fotokopisi Klaus’ta.
87-10-21. Yeni Delhi - Moskova uçak yolculuğunda Zamanlardan Artakalan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-10-13. Vakıf’ta Bir Zamanı Var şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-11-04. Vakıf’ta Şiire Tutunmak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-11-05. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Akşama Stockholm’e hareket edecek. Ordan Amsterdam’a ve Bruksel’e gidecek. Üç hafta sonra Türkiye’ye geri döneceğini söylüyor Melahat Togar’a yazdığı mektupta.
87-11-08. Stockholm’de “Turkiye’de Kultur Sanat ve Gocmen Edebiyati” konulu bir konferans veriyor. Tahsin Sarac da orada. Arkasindan Hollanda’ya gidiyor, orada da konferanslar veriyor. [Ismail Besikci’nin kitabi]
87-12-07. Tünel’de En Uzun Maraton ve Sesler şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-12-16. Vakıf’ta, yatakta En Anlamadığım şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-12-30. Vakıf’ta Kısırdöngü şiirini bitiriyor ve Böyle Bir Dünya şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-00. Vakıf’ta Yarıda Kalan ve Hepsi Aynı şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Ankara’da Tahsin Saraç’ın evinde Ülküsel şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-01-03. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor.
88-01-04. Vakıf’ta Alışkanlık şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Vakıf’ta Kalabalık şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
88-01-05. Gaziantep’e gidecek (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-07/11. Gaziantep’te, bir konuşma veriyor [foto].
88-01-12. Gaziantep’ten Istanbul’a dönüyor (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-14. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor. Refik Erduran da var fotoğrafta.
88-01-15. Grenoble’a gidiyor (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-23. Vakıf’ta Güzel yaşamak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-28. Vakıf’ta Ölüme eğilmek şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-30. Askerlik ve okul arkadaşı Fethi Başak’ın mektubunu yanıtlıyor. Fethi Başak’ın kızıyla Oya Nesin aynı hastanede doğmuşlar.
88-02-00. Şubat sonunda Sovyetler’e gidiyor, en az üç-beş gün onunla olacak (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) . 28 Şubat’ta Moskova’da.
88-02-01. Pakistan’dan bir konuğu geliyor, en az üç-beş gün onunla olacak (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-02-09. Vakıf’ta Düş Konukları şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-21. Ankara’da Aynı Yer şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-22. Vakıf’ta Paramparça şiirini bitiriyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-26/88-02-29. Unesco’nun On Yillik Kultur Izlencesi icin Moskova’da yapilan toplantisina katiliyor. “Ordaki konusmami yayınlayacagim” [Klaus, 15 Mart 88]
88-02-28. Moskova’da, Kosmos Oteli’nin 1982 numaralı odasında Son Kışın İlkyaz Güneşi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-03-00. Kürt sorunu uzerine bir yazisindan dolayı DGM’de yargilaniyor. Bir gunluk gazete cikarma girisiminde bulunuyorlar [Onbinler olacak] [Klaus, 15 Mart 88]
88-03-05. Tallinn’de En Zor Ayrılış şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-03-10/11. Antalya’da Gençlik Ticaret’te kitaplarını imzalıyor [foto].
88-03-15. Hassen Eyaleti ASTA’lar Konferansı, Bilar ile Dayanisma Gurubu’na bir mektup yolluyor. Mesajin bir kopyasi Klaus’ta. Sonunda galiba 5-10 bin mark arasi para toplanmis. Mektuptan: “[...] BILAR AS’nin turlu calismalarinin (Ankara ve Istanbul’da bilim merkezleri, Ankara’da ilk film senligi, Tuyatro kursu calismalari vb.) turlu etkinlikleri, Turk-Yunan Dostluk Denegi’nin calismalari, cikarmayı tasarladığımız günlük gazetenin ilk girişimleri, açıkoturumlar, konferanslar, DGM’de yargılanmalar ve elbette durmadan yazmak zorunu; bütün bunların dışında, Almanya’dan sonraki Yugoslavya, Hindistan, İsveş, Hollanda, Danimarka, daha sonra Moskova, Letonya, Estonya’daki kültür etkinlikleri [...] TYS’nin çalışmaları, hergün gelen ortalama on mektubu yanıtlamak, Basın konseyi çalışmaları vb.
Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. “Letonya ve Estonya’dan yeni döndüm”.
88-03-16. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
88-03-23. Kahire’ye gidecek. Fransa’dan da bir cagri var. “Kisisel kanima gore [Nihat Sargin’in ve Haydar kutlu’nun] Turkiye’ye gelmelerini pekcok bakimdan dogru bulmadim. Gelmeden once de, hic bizim dusuncelerimizi almadilar. Ama bu iki arkadas Turkiye’ye geldikten sonra onlari desteklemek, hele iskence gormelerine karsi cikmak, bizim namus gorevimizdir. Biz de bir deklarasyon yayınlayarak, onlara yapilanlari protesto ettik. Simdi bu bildirge imzadadir. Sanirim Nisan ayı basinda bir toplantiyla bu isi sonuclandiracagiz. [Klaus, 15 Mart 88]
Asya-Afrika Yazarlar Birligi’nin yeniden yapilanmasi konusunda gorusmek uzere kahire’ye gidecek [Klaus, 15 Mart 88]
88-05-27. Frankfurt’ta “Turkiye’nin toplumsal elestirisi” yazisini yazıyor. Bu bir konusmaya benzer. INTERLIT icin, yani Internationale Literaturtage icin. [15-13]
88-09-30. Otelden 1,20 marklık bir telefon görüşmesi yapıyor.
88-10-02. Otelden 0,60 marklık bir telefon görüşmesi yapıyor.
88-10-02. Stuttgard’ta bir konuşması var, saat 19,30’da.
88-10-03. Stuttgart’tan Frankfurt’a hızlı tren bileti almış. İki tane bilet buldum. Biletler ayın 4’ü için galiba. Biletlerden birinin sanırım ayın 7’si için dönüşü var. Acaba kimle yolculuk etmiş?
89-03-13. Ankara’da İbnisina Hastanesi’nde Yolun Sonu şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-03-15. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
89-03-17. Adapazarı’nda bir şölende. Öğretmenlikten atılan birisi öykü konusu yapabileceği bir olay anlatıyor. [Öykü konuları]
89-03-18/89-03-21. Adapazari’nda [Klaus, 27 Şubat 1989] Bu tarihte bir yanlışlık olmalı. 19 Mart günü, 17 Mart’ta Adapazarı’nda olduğunu yazıyor [Öykü Konuları]
89-03-19. Öykü notu: “El sıkışmak üzerine bir yazı yazacağım. Kaç türlü el sıkış vardır? Adapazarı’ndaki kitap imzasında elimi sıkan hayvan bu yazıyı anımsattı”.
89-08-07. Aksaray’da Yolunu Şaşıran Kurt (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
89-08-15/17. Baskı ve işkenceye karşı yurdumuzun çeşitli hapisanelerinde tutuklu ve hükümlülerce yürütülen açlık grevlerini desteklemek amacıyla Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Rasih Nuri İleri, Mina Urgan ve Emil Galip Sandalcı 15-17 Ağustos tarihleri arasında Pera palas otelinde 48 saat süren sembolik bir açlık grevi yaptılar. (TYS bülteninden) (orda ben de vardım)
89-08-22. Aksaray’da “Öğretmenlerim” başlıklı şiiri yazıyor (BGBG, üçüncü cilt ve Hoşçakalın) .
89-08-29. Salı. Sabah erkenden Ruşen Ulusoy’la birlikte minibüsle Vakıf’tan İstanbul’a gidiyor. Ali Nesin de var yanında. Ali Nesin Uğur ve Lale Müldürlere gidecek, Tuzla’ya. 15-19,30 arası Cumhuriyet Kitap Klubünde, Mis Sokak’ta kitaplarını imzalıyor. Sinem’le taksiyle Şişli’dekı Yazarlar Evi’ne gidiyor. Teşvikiye’ye dönüyor gece.
89-08-30. Ali Nesin’e iki kez çay bardağı alıyor. Saat 15-20,30 arası Cumhuriyet Kitap Klubünde kitap imzalıyor. Ali Nesin 21,40’ta geliyor. Cumhuriyet’in arabasıyla Vakf’a Ali Nesin’le birlikte geri dönüyor gece saat 21,40’ta. Saat 01,30ia dek rakı içiliyor. Ali Nesin ertesi gün Vakıf’tan Amerika’ya gitmek üzere ayrılacak.
89-08-31. Vakıf’ta. Kaybolduğu, hatta çalındığı sanılan Aziz Nesin’in Ali Nesin’e yazdığı bir dosya mektup bulunuyor. Ali Nesin’le vedalaşıyorlar. Kendini “işe veriyor”.
89-10-15. Vakıf’ta Gülçekim şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
Vakıf’ta Kendini Kandırmak şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
89-10-19. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
89-10-27. Taksim Anıtı’na karanfil ve Bilar’da basın toplantısı. [BVD]
89-11-00. Ankara’da Tahsin Saraç’ın evinde Film Seyrederken şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
Tüyap 8. Kitap Fuarı [foto].
Fazıl İskender’le Yazarların Evine gidiyor [foto].
89-11-05. Nesin Vakfı’nda Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
89-11-25. TYS Olağanüstü Genel Kurul’a gidiyor. Salt çoğunluk sağlanamadığından Genel Kurul 2 Aralık’a erteleniyor.
89-11-27. Ankara’da Bu Başka İnsan şiirine başlıyor. [Hoşçakalın]
89-11-29. Aksaray’da Bu Başka İnsan şiirine devam ediyor. [Hoşçakalın]
89-12-00. Ankara’da ikinci Milli Kültür Şurasına katılıyor. [foto]
89-12-02. TYS Genel Kurulu’nda bir konuşma yapıyor ve bazı yazarları eleştiriyor. Tomris Uyar için “elini vicdanına değil, sarhoşlukla başka yerine koymuş olmalıdır,” diyor. Tomris Uyar daha sonra tazminat davası açıyor ve kazanıyor. (18 Temmuz 1990’a ve 23 Ocak 1992’ye bak) .
89-12-28. Ilgın Su’nun nikâhında. Gelin Emine, Aziz Nesin’in çok sevdiği bir kız. Boşandıkları için Ilgın’a çok kızacak.
90-00-00. Yılın Onur Yazarı (Tüyap Kitap Fuarı) . [foto]
Bu yıl, 2-8-90’dan önce Babaeski Tarım Festivaline katılmış. Yaz ayları olmalı [foto]
90-01-04. Moskova’da [foto]
90-01-06. Ankara’da Uzun Yolculuk şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-01-18. Vakıf’ta Uzun Yolculuk şiirini bitiriyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-01-20. Paris’e geliyor. Yavuz Önen, Erdal Öz ve Atilla Dorsay Charles de Gaulle’de karşılıyorlar. [foto]
90-02-04/05. İstanbul Ankara tireninde Ha şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-09. Bursa’da, Hotel Almira’nın 402 numaralı odasında Telefon şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-13. Vakıf’ta Sözüm Var şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-15. Vakıf’ta Kendi Sesini Bulmak şiirine başlıyor. [Sıvas Acısı]
90-06-11. Tomris Uyar davası duruşması. Saat 10’da başlıyor.
90-06-15. Moskova’da (Hotel Oktiyabrskaya-415’de) Ölümünden On Gün Önceki Mektubu (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-06-27. Nesin Vakfı’nda Ölümünden On Gün Önceki Mektubu (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-07-10. Tomris Uyar davasında ikinci savunma dilekçesini sunuyor.
Vakıf’ta Yalnızlanma Senfonisi şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-07-11. İlk karısının resimlerini Çiçu’nun romanını yazmak için bir zarfa koyuyor. Zarfın üstüne şu notu düşüyor: “Çiçu’nun resimleri. Romanını yazarken, resimler hep önümde duracak.”
90-07-18. Istanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nde Tomris Uyar’ın açtığı d! av! a aleyhine sonuçlanıyor. 3 Milyon lira tazminat ödemeye mahkum ediliyor. 23 Ocak 1992 civarında Yargıtay cezayı onuyor.
90-07-18. Tomris Uyar davası duruşması. Saat 10,30’da başlıyor. Karar veriliyor. Davadan sonra Sultanahmet köftecisine gidecek.
90-11-05/12. Tüyap Kitap Fuarı’nda yılın onur yazarı seçiliyor. Vera Feonova, Vera Tülyakova, Yüksel Pazarkaya, Bülent Ünal, Zeynep Oral da oradalar. [foto]
90-11-07. Zat-ı Devletleri İbiş Hazretleri oyununu Halk Oyuncuları’na yolluyor. Yakında Fransa’ya gidecek, ya o gün ya da bir sonraki gün. Oyunu gözden geçireceğini söylüyor. [İbiş dosyasındaki bir mektuptan]
90-11-14. Vakıf’ta Bende Kal şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-17. Vakıf'ta Biri İnat Biri Sabır şiirini bitiriyor. Viyana'da, Hotel beim Ther esianum'da 702 numaralı odada başlamıştı, ama zamanı belli değil. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-18. Vakıf'ta Bir Yaşam şiirini bitiriyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
Vakıf'ta Parçayla Bütün şiirini bitiriyor. Tunus'ta, Hotel Sofitel Diplomat'ın 502 numaralı odasında başlamış, ama tarihi belli değil. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-30. Teşvikiye'de Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
1920 yılında doğmuşum. Ankara'ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındaydım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. Arapkir'e ordan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas'a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük.
Ulaşım yolları iyi değildi. Hatta o koşullarla zor ilerliyorduk. Ve hayvanlarla geliyorduk. Hanlarda yata yata. O zaman uzun bir yolculuktan sonra, on bir günde Ankara'ya gelebildik.
Ankara yeni kurulabilen on beş bin nüfuslu küçük bir kasaba görünümündeydi. Şehir bugünkü Ulus veUlus'taki heykel çevresinde ve Samanpazarı denen yer etrafında, Ankara Kalesi'nin çevresinde toplanıyordu.Bundan böyle burada yaşayacaktık.
Derken 929 yılında o zamanlar, Ankara'da Hüseyin Avni isminde bir zatın yönettiği hususi bir ilkokul vardı.Oraya paralı girip okunuyordu. Okullar yeni başlamıştı. Ben gecikmiştim zaten. Bu okula kayıt oldum. İlk okulu burada okudum ve bitirdim. 935 ve 936 yıllarında Cebeci ortaokuluna devam ettim. Lise tahsilime gene Ankara'nın Gazi Lisesi denen ünlü okulda devam etmiştim. 939 yılında öğrenimimi tamamladım.
Bu yıllarda yeni yeni okuyor, tadalıyor, gelişiyor ve kendimi yetiştiriyordum. Ta ilkokuldayken bu sevgi içimize atılmıştı. Celalettin Tevfik Bey adlı bir öğretmenimiz vardı. Bu öğretmen bana kendi derslerinde eski şairlerden (N. Kemal ve başka şairlerden) ünlü şiirler okur ve okuturdu. Bana şiirin güzelliklerini anlatırdı.Bu öğretmene karşı, bana okuma sevgisi aşıladığı için, saygım büyük olmuştur. Yine Gazi lisesinde edebiyat derslerine Fevziye Abdullah ve İsak Refet gelirlerdi. İsak Refet edebiyat hocamız oldu. Bu hocalar beni yönlendirdiler edebiyata. Ben de mümkün mertebe faydalandım. Bu hazırlıklarla Üniversite yaşamına başlamış oldum. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Türkoloji adlı bir bölüm vardı. Burayı seçtim.
İşte Üniversiteye devam etmem sırasında, daha doğrusu devrimci fikirlere olan yakınlığım dolayısıyla, fakültenin ilk yıllarında itibaren, bazı derneklere ve yatınlara yöneldim. Bunlarla bağlantı kurdum.
Ülkü dergisi adlı ünlü Halkevi dergisinde çalışmaya başladım. Görevim düzeltmenlik ve dergi çıkarma tekniği üzerineydi. O zaman dergiye Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yön veriyorlardı. İdare kısmında Ahmet Serdaroğlu adlı sevdiğim bir insan çalışırdı.
Dergiye, Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer zaman zaman uğrarlar ve konuşurlardı.
Ben bu arada, gene Ankara'da çıkan bir dergide, bir şiir yayınlamıştım. Bu şiir Ahmet Kutsi Tecer tarafından görülerek beğenilmemiş, (bu şiir, 'Köylülerime' adlı ve 'Dost Dost İlle Kavga' adlı kitabımda yayınlanan şiirdir.) bana Ahmet Kutsi Tecer tarafından şiirin çok kötü olduğu söylendi. Benim şiiri bırakarak düzyazı yazmam istendi. Ben de o zaman, Ahmet Kutsi Tecer'e 'ben daha kötüsünü de yazarım' diye güya esprili olarak cevap vermiştim.
Ülkü'de birkaç yeni arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesi Sefer Aytekin'di. O zamanlar çok devrimci bir rol oynayan Sefer Aytekin hayatımda unutamadığım insanlar arasındaydı.
O zamanlar Ankara'da bulunan Arif Damar (Arif Barikat) ve bugün de edebiyatımızın bilinen kişilerinden Mehmet Kemal de benim ilk edebiyat arkadaşlarımdır. Mehmet Kemal'le aynı mahallede otururduk. Benim ilk arkadaşlarımdan birisidir. Yine Ceyhun Atuf Kansu'da daha ilkokul çağında, belki de ilk tanıdığım en eski arkadaşlarımdan birisidir. Kendisiyle Hususi bizim mektepte beraber okumuştuk. Bu arkadaşlardan sonra şair Niyazi Akıncıoğlu'nu tanıdım. Bunlar 'On Beşinci Yıl' isimli kahvenin devamlı sakinlerindendi.
Belirli hocalar dışındaki hocalarla ilişkimiz her şeyden önce bir talebe hoca münasebetinin dışına çıkmazdı. Yani siyasi bakımdan yahut diğer yönlerden herhangi bir fikir alış verişinde bulunmak olmazdı. Yalnız devrimci hocalarımızdan, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve karısı Mediha Berkes'le aramız gayet iyiydi.
O sıralarda gene dergi ve gazete çıkarırken bir çok matbacı, mürettip işçi arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesini hiç unutamam. Bu Hasan isimli işçidir. Ve sonra adına 'Mürettip Hasan' isimli şiiri yazdım. Çok iyi, Anadolu Halkından bir gençti Hasan. Hasan'la daha sonra 951 büyük tevkifatta da karşılaştık. Onu da tutup getirmişlerdi. Zavallı Hasan beş seneye mahkum olmuştu ve veremdi de. Sonunda çok yaşamadı zaten.
O zamanlar gençtik, sıhhatliydik tabii. Her işi benimseyerek yapıyorduk. Bu yüzden bizim derginin çıkışında mesela Ant dergisinin çıkışında, ortaya getirilişinde büyük yararların olduğu doğrudur. Ve bu işleri hiç bir şey beklemeden, kendiliğinden ve tabii olarak yapıyorduk.
Sanatçılık ilişkilerimiz gelişmeye başladı.
Ben gençliğimde de kesin olarak içki taraftarı değildim. Bu yüzden o zamanki ünlü Ankara meyhanelerinden hiç birine gitmedim, gitmezdim. Ve arkadaşlarımı da bu yerlere gitmekten men ettim.
Yine bu devrede ünlü halk ozanları, Aşık Ali İzzet, Aşık Veysel, Habib Karaaslan gibi temiz şairlerin hepsiyle teker teker tanıştım, ilgilendim. Onların gerçekten temiz bir halk yüzleri vardı. Ve bu taraflarıyla az çok ilgilendim ve temaslar kurdum.
O gün iki şey vardı ortada benim için. Bir yanda Garip hasta sanat anlayışı diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbetteki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım. Bu yüzdendir ki o devrede bu şairlerin yanında olmam. Nitekim halk ozanları bu işte gerçek yerlerini göstermişler ve her zaman doğrunun ve güzelin yanında olmuşlardır.
Biz tavrımızı belirlemiştik.
945 yılında yani Garipçilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayınlamaya ihtiyaç duymuştuk. Bu devre henüz toplumcu akımı güçlendirmeye çalıştığımız bir devreye rastlar. Orhan Veli ve arkadaşları o zaman devrimci şiirleri yoksayan ve yozlaştıran bir çalışma içindeydi. Ve bu sebeple biz Ant çevresine, küçük bir topluluk da olsak, devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik. Daha evvelden Yeni Edebiyat dergisi tarafından yürütülen akımın mümessili olarak karınca kaderince çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Bu anti-faşist ve devrimci bir gençlik ve onun devrimci sanatı etrafında yeni bir akımın mümessili toplumcu sanatı ortaya çıkarmayı amaçlayan gençlerdik denebilir.
Bizim varlığımız aslında önemsizdi, küçüktü, ama doğruydu. Biz bu doğrudan dolayı bir aradaydık.
Bu sırada Nurullah Ataç ve arkadaşları bizim bu tutumumuzdan habersiz gibi görünüyorlardı. Bizim adımızı yoksaymak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Rahmetli Nurullah Ataç yalnız kendi dar çevresinde ve Orhan Veli etrafında yaygara koparıyordu.
Bu devredeki edebiyat çalışmalarımızın yararlı olduğu kanısındayım. Buna rağmen onların bu tavrı yüzünden bir çok yetenekli genç körelip gitti. Hatta denebilir ki Nurullah Ataç ve arkadaşları bu devrede bizim bu sınıfsal karşı koymamıza, güçlenmemize, bilemeden yardım etmişlerdir.
O günkü tavrımızın sadeliği ortadadır.
948 yılında, o zaman anti-faşist bir dernek kurmuştuk. Türkiye Gençler Derneği davası denildi bu davaya. Bu derneğin yüz elli kadar üyesi olmuştur. Ve harp sonrası devresinin bir parçasıdır.
Dernek her türlü anti-faşist ve demokratik fikirli genci bir araya getiriyordu.
Derneğin Ankara Denizciler caddesinde bir ahşap evde merkezi vardı. Faaliyetleri arasında halka her türlü yardım vardı. Örneğin, halkın hasatına bilfiil iştirak etmek, katılmak gibi faaliyetler bunların arasındaydı.
Hatırladığıma göre, o zaman dernek, içlerinde ben de olmak üzere, sekiz on üyesi bir İstanbul Ankara arasında yürüyüş tertip etmişti. Bu Ankara İstanbul yolculuğu beş altı gün sürdü ve tamamlandı.
Derneğin bir çok yapıcı işe yönelmesi, Ankara çevresinde bulunan ırkçı Turancıları rahatsız etmeye başladı. Dernek fakülte ve Ankara çevresinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu nedenle ırkçı Turancılar derneğin gidişine karşı bir takım eylemlere giriştiler. Gösteri yapmaya başladılar. Derneğin yıkılması etrafında tehditler çoğaldı.
Biz o zaman safça, yirmi otuz kişi, bir odacık yerde toplandık ve elimizde sopalarla gelenleri bekledik.
Turancılığın etkinliği çoktu o zamanlar.
Turancılar saldırdı. Dernek yıkıldı bir kaç saat içinde. Kitaplar yırtıldı. Sokaklara atıldı. Dernek üyelerinden yakaladıkları birkaç kişiyi dövdüler. Fakat dernek faaliyetine devam etti. Dernek etrafında bir takım provakasyonlar aldı yürüdü.
Sonucunda dernek üyelerinden iki kız arkadaş biri Melahat Kürşal, diğeri Nural ve ben, Mehmet Kemal Şevki Akşit tevkif edildik. Gerekçe olarak dernek üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları ileri sürülüyordu. Bu yüzden tutuklandık. Ankara cezaevine götürülüp tıkıldık.
Üç ay devam eden sorgudan sonra hiç kimseyi mahkum edemediler. Hepimiz beraat ettik. Böylece üç ay boşu boşuna geçti.
Bu devre hapishanede bir kaç tane şiir yazdım. 'Görüşmeci' isimli şiir bu devrenin mahsulüdür. Görüşmeye arkadaşlarım kendi ailemden kızkardeşim gelirlerdi. Bu şiiri daha sonra 'Görüş Günü' adıyla yayınladım.Gene bu devrenin anısı olarak 'Fakültenin Önü' adlı şiir, bu gösterilerden sonra yazılmıştır.Bu şiirde olayları günü gününe yansıtan en iyi bir şiirimdir.
Bu sırada memlekette büyük bir umut başlamıştır. Demokrat parti memleket için büyük bir ümittir. Ve Türk halkı da Demokrat Parti madrabazlarının peşinden gitmektedir.
Benim kişisel durumumsa, fakülteyi bitirmişim, iş arıyorum. O zaman Milli Eğitim Bakanı olan Tahsin Banguoğlu benim üniversiteden hocamdır. İş için müracaat ediyorum. Bana verilen cevap bir sürü bahaneden sonra yine de beklememdir. Nihayet işten ümidimi keserek başka bir ekmek parası kazanmak için yeniden çeşitli işlere girişiyorum.
Bu arada İstanbul'da Yurtlar Müdürlüğünde bir işe talibim. Neticede Yurtlar Müdürlüğünde yönetim memurluğu işini alıyorum.
Yurtlar müdürlüğünde görevime 1950 yılının içinde, ekim ayına doğru başladım. İlk görevim Çarşı Kapı öğrenci yurtlarındaydı. Daha sonra çalışmalarım beğenilmiş olacak ki, bir çok yurtların kuruluşunda görev aldım. Çarşı Kapıdan sonra Yıldız Teknik okulu yurdunda yeni görevime başladım. Bu arada kısa bir müddet için Denizcilik yurduna ve tekrar Kadırga Öğrenci yurduna atandım. Bu devre benim hayatımda çok önemli bir devredir.
Bu devre 951 tevkifatının başladığı devredir. 951 Tevkifatı İstanbul'da Ekim ayında başlatıldı.
Gazetelerde okuduğumuza göre Sevim Tarı isminde bir kadın Paris'e giderken yakalanmış. Bunun üstünden bir süre geçti. Bundan sonra, buna dayalı olarak Tevkifat başlamıştı. Ben de bir kaç öğrenciden sonra Eylül'e doğru tutuklandım. O zaman kadırga öğrenci yurdunda bulunuyordum. Daha önce yurt binasında kaldığım odanın arandığını, didik didik her tarafın araştırıldığını görmüştüm. Bu olayın üzerinden bir hafta geçti ki, tutuklanma günüm geldi.
O zamanlar İstanbul 1. şubesi geçici hapishane olarak kullanılıyordu. Teker teker o günün devrimcileri ve demokrat fikirli gençleri alel acele tutuklanıyordu.
Aşağı yukarı tevkifat için bütün hazırlıklar bitmiş olacak ki, büyük darbe indi. TKP Tevkifatı denilen meşhur 951 Tevkifatı olayı başlamış oldu. Bu tevkifatta alışılmamış bir çok yıldırma yöntemleri uygulandı.
Gene tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler yapıldı. Ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı. Gereği şekilde hepsi de cezalandı. Ben şahsen bu davada hiç bir fayda görmediğim için avukat bile tutmadım. Ayrıca bir çok gene hapishaneden tanıdığım insanlar da savunmalarını kendileri verdiler. Epeyce direndik. Fakat sonuç olarak şunu söyleyeyim, yüz altmış sekiz kişi bu davada hepsi hüküm giydiler. Bunların isimleri ve aldıkları cezalar yayınlanmıştır.
Ben savunmamı kendim yaptım. Hatırladığıma göre o zaman çok iyi bir savunma hazırlamıştım. Yapılan isnatları reddettim. Bazı arkadaşlarımla olan temaslarımın kanuni olduğunu gizli bir örgüt tarafından yönetilmediğimi iddia ettim. Fakat kaale alınmadı.
Ben savunmamın özünde Marksizmi istediğimi beyan etmiştim. Mahkeme bildiğini okudu. Sonuçta yedi seneye mahkum edildim. Ayrıca bu cezanın üçte bir bölümlük kısmı kadar da sürgün cezam vardı. Böylece mahkeme sonuçlandı ve herkesi ceza evlerine dağıttılar.
İlk toplandığınız yer İstanbul 1. Şubeden sonra Harbiye cezaevine, tekrar İstanbul 1.Şubesine ve Yıldız'daki Güvercinlik adı verilen eski bir binada tutuklu kaldık. Böylece iki yıl 1.Şube bir yıl da...............
İleri cezaevleri statüsüne göre bütün Türkiye Hapishanelerine dağıtılmış olduk. Son parti Adana cezaevine gönderildik. 1.Şubede kaldığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği günlerde iki yıl birinci şubenin ünlü odalarında gün geçirdik.
Bu arada içerde, bir çok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi deprasyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.
Adana'ya kadar parmaklarımızdan ve ellerimizden kelepçeli olarak getirildik. Siyasi koğuşa yerleştirildik. Adana'da Zeki Baştımar, Mihri Belli, Şevki Akşit de bulunuyordu.
Yedi yıl Adana'da tamamlandı. Adana cezaevinden sürgün yerime gönderilmek üzere salıverildim. Sürgünü geçireceğim Çorum'un Sungurlu kasabasına geldim.
Her gün Sungurlunun bir karakolunda İspat-ı vucut ediyorduk, kendimiz gösteriyor ve imza atıyorduk. Kalacak yerimiz yoktu, iş yoktu. Halimiz Allaha kalmıştı. Böylece sürgünümüz devam etti.
Neden sonra ordan başka bir yere, iş bulabileceğim bir yere naklimi yaptırmayı istedim. O zaman Sungurlu mahkemesine başvurarak Ankara'ya naklimi istedim. Böylece sürgünün bir kısmı Ankara'da geçti.
Hapishanede herkes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu. Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan 'Yusuf ile Balaban' ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir çalışması yapacağım belliydi. Bir takım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. ' Ve; zaman akar, zaman geçer, / Zaman zindan içinde. ' Dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destan kısa bir müddet içinde zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum. Destan böylece tamamlanmış oldu. Ben de rahatlamıştım ama, asıl iş bu parçaların dışarıya çıkarılmasıydı. Neticede o işi de başardım. Destan sağ salim dışarıya çıktı. Fakat daha sonra aynı titizlik destanın saklanmasında gösterilemedi. Ve eser tamamen bugün elimden çıktı. Kayboldu. Bugün destanın elimde kalan parçaları arasında sonradan, Başlangıç, Uy Kirpi Kız Kirpi, Bu Balaban'ın Dünyadan Göçtüğüdür, ve Kirtim Kirt adlı son bölüm kalmıştır.
Destanı birçok arkadaşım okumuştur. Dışarda da okunmuştur. Elden ele geçtiğini de öğrendim hatta. Destanı Ahmed Arif de okumuştur.
Hapishanede günlük çalışmalarım arasında Fransızca da önemli bir yer tutar. Orhan Suda ile o zaman aynı ranzada kalıyorduk. Bana dil bakımında çok yararları dokunmuştur. Orhan Suda ile hergün aynı ranzanın etrafında günümüzü geçirirdik. Ve çalışmalarımız bitince akşamları volta atardık. Böylece günler akıp geçti.
O zamanlar edebiyatla uğraşan Hilmi Akın, Arif Ünal (Ahmed Arif) ve ayrıca saz çalışmalarına devam eden Ruhi Su ve devlet tiyatrosundan şimdi rahmetli olmuş Ulvi Uraz ve Kemal Bekir gibi ünlü sanat adamları bulunuyordu. Şükran Kurdakul da o zamanlar tutulup getirilmişti. Sonuçta o da üç sene sekiz aya hüküm giydiği için cezasını geçirmeye çalıştı aynı hava içinde. Değerli bir gençti.
Süleyman Ege ile İstanbul sokaklarını, Beyazıt'ı karış karış her gün gezer dolaşırdık. Adnan Menderes'e karşı yürütülen miting be gösterileri izlerdik. İşte tam bu sırada yani 28-29 Nisanda Beyazıt'ta bir takım gösteriler yapıldı.Aynı gün de Turan Emeksiz'in öldüğü yahut ta ertesi gün Beyazıt meydanı hınca hınç doluydu. 'Turan Emeksiz' adlı şiirim bu devrede yazılmıştır.
Bu gösteriler her gün devam ediyordu.
Bizler de birkaç işçi arkadaşla habire Beyazıt meydanının etrafında dolanıp duruyorduk.
Bir gün evimden alınarak götürüldüm. Olaylardan korkan eski yöneticiler, ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir liste yapmış. Bu listede adımız vardı. Tutuklandık. Bizim kendi istediğimiz bir yere ama sıkıyönetim dışında herhangi bir bölgeye gitmemiz teklifi yapıldı. Ben o zaman, kendi memleketim diye, bildiğim ülke diye ve bunca uzun süren hapislik ve sürgünden sonra biraz nefes alırım diye Erzincan'ı seçmiştim. Zaten Ankara, İstanbul ve İzmir dışında bir yer seçmemiz gerekiyordu. Böylece Erzincan'a gitmeye karar verdim. Uzun bir yolculuktan sonra Erzincan'a geldim. Birkaç günüm şurda burda gözaltında tutularak geçti. Yollarda bir değişiklik olmadığı için, köyüme çok zahmetli gelebildim.
O zamanlar köyden birkaç kişi bu işten sevinmez göründülerse de, çoğunlukla kendi halkım tarafından gayet iyi karşılandım. 27 Mayıs devrimi başladı. Köyün radyosundan devrimin yapıldığı okundu. Menderes'in de yakalandığı okundu.
Bundan sonradır ki, şuraya buraya sürülen arkadaşlar da özgürlüklerimize kavuşmuştuk. Böylece ikinci sürgün de bitince hayat kavgasının içinde kaldık.
Eskiden beri tanıdığım Fethi Giray bir günlük gazete çıkarmaya başlayınca ben de iş için müracaat ettim. O zamanlar için küçük bir parayla gazetenin düzeltmenlik görevine başladım.
Bu gazete küçük trajlı bir reklam gazetesiydi. Bir ara İsmail Gençtürk isimli genç bir delikanlı da bize yardımcı olarak yanıma verildi. İsmail Gençtürk herhaliyle bir memleket çocuğu olduğu belliydi. Biz onunla altı ay kadar beraber çalıştık. Nihayet gazete 963 yılına doğru kapandı.
Bu arada bozulan sağlığımın tedavisi için kaplıcalara gittim. Haymana, Kızılcahamam ilçelerindeki kaplıcalardan şifa aradım.
Gazete kapanınca yeniden işşiz kaldık.
Pablo Neruda çevirilerini sürdürüyordum.
Neruda bilindiği gibi dünyanın en büyük şairlerinden birisidir. Şiirle uğraşmam dolayısıyla Neruda'ya eğilimim güngeçtikçe artıyordu. Neruda çarpıcı ve büyük bir ozandır. Dünyayı ve insanları seven birisi. Başından da büyük olaylar geçmiştir. Gizli yaşadığı, sürgünde kaldığı yıllar olmuştur. Büyüklüğü biraz da buradan gelmektedir. Benim ona ilgim de bu bazı yakınlıklarımızdandır.
İstanbul'a gittim. Daha önceleri de gitmiş olmama rağmen, İstanbul'u pek tanımıyordum. Yerleştim. Hatta Menekşe'den bir ev de tuttum. Bir çok çalışmam olacaktı. Çevirileri de hızlandırmıştım.
Ant dergisiyle de bir ara ilişkim oldu.
Bir spor dergisinde de düzeltmen olarak çalışıyordum.
Bu dönemde en önemli iş diyebileceğim çalışmam, Meydan Larus'taki çalışmamdır. Bu işi bana Yaşar Kemal bulmuştu. Yaşar Kemal eski bir dosttu. Çevresi de şimdi genişti. Bu iş beni çok rahatlattı.
Bu iş kısa sürdü.
Sakıncalılığımızdan dolayı dergiyle ilişiğimiz kesildi. Bu kararı o zaman bana derginin önemli bir yönetmeni olan Günay Akarsu isimli arkadaş tebliğ etti.
İstanbul'da çocuk yayınları yapan bir yayınevi vardı. Bu yayınevinin Dünya Masal ve Efsaneleri adlı bir dizisi vardı. Çin, Hint, Eski Mısır gibi dünya uluslarının masal efsane kolleksiyonlarını çevirdim. Yedi sekiz kitap tutuyordu. Basılmak üzere hazırlıklar yapılmıştı. Ekonomik sıkıntılar başgösterince, kendi köyüme yerleşmem gerekiyordu. İstanbul'a veda ederek kendi köyüme yerleştim. Kitapların basılıp basılmadığı konusunda bilgi alamıyorum. Bir kazık daha atılıyor bize.
Her yıl kış aylarında köyümde bulunuyordum. Yazları gezebileceğim zamanlarda dışarı çıkıyordum. Ankara, İstanbul gibi şehirlere geliyordum.
Bu arada şiir üzerindeki çalışmalarım ve çevirilerim devam etti.
Ben sınıf edebiyatı yapıyorum.
Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.
Bence sanat herşeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır.
1940 yılına gelinen zamanlarda Türkiye'de çeşitli sanat görüşleri varolmuştur. Bilhassa endüalist sanat biçimine karşı ve toplumcu yanı olan cereyanlar bu devrede etkili olmuştur. Gayet tabi olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim. Ve içinde olacağım. Hani eski bir söz vardır: İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Bu çok doğrudur. Yani düşüncesini, yani bilincini onun sosyal hayatı, sosyal pratiği belirler. İnsana kendi çevresinde olan ilişkiler gene diyalektik bir bakışla açıklanabilir. Sanat ise daha karmaşık bir olaylar zinciridir. İyi, başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur.
Sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olur. Ben büyük sanatçılarda bu içeriği ve estetik yanın kuvvetli olduğunu görmüşümdür. Örneğin, Nâzım'da ve Neruda'da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan gelmektedir.
Bir sanatçının doğru, devrimci bir yönde birşeyler verebilmesi için, pratik ve teori arasındaki işbirliği daima gözönünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabiliriz.
Sanatla bilinçle duyarlık arasında tam bir uyum olmalıdır. Ne salt bilinç ne salt duyarlık tek başına yeterli değildir. Bir sanat eserinden, devrimci sanattan söz ettiğimizde, devrimci bir görüş açısında hareket ediyoruz. Yani dünyamızı insanca yaşanacak bir hale getirmek için şiiri ve sanatı sosyo-politik bir mücadelenin tanımlayıcı araçları olarak görüyoruz.
Baştan bakıldığında asıl mesele, insanın görüşlerinde kararlı olmasını meydana getirmiştir. Sadece namuslu olmak da yetmez. Sonuna kadar hem namuslu hem de sapına kadar bilinçli olmak şarttır. Gerçek sanatçı, pazarlıkların, küçük hesapların insanı değildir ve olamazda.
Şimdi benim yapmak istediğim bir iş var. 951 Tevkifatını yazmak. Eğer sağlığım el verirse, ömrüm vefa ederse, 951 Tevkifatının destanını yazacağım. Bunun için kafamda bazı tasarılarım vardır. Eğer bu işi başarabilirsem çok mutlu olurum.
İyi bir sanatçı olmak için önce, kendini halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi içtenlikle bunu yapmak şarttır.
Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz.
İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.
Suyunu, dağını, toprağını, çevreyi de kendisi kadar her şeyini seveceksiniz. Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız.
Ben, Türk halkının içinden çıkmış, halkımızın özelliklerini yapıtlarımda yansıtmaya çalışan genç sanatçı arkadaşlarımı şimdiden kutlarım.
Ankara 1977 - 1980
enver gök çe
Enver GÖKÇE 19 Kasım 1981 tarihinde Ankara'da yaşama veda etti.
“Osmanlı İmparatorluğu Makedonyası’nın Priştine kasabasında Hüseyin Bey Posta Telgraf Müdürü iken, eşi Münire Hanımdan Hikmet doğuyor. Kosova vilayetinin İştip kazasında hastalanıyor. Bir gece, Bektaşi tekkesi türbesinde yatan Ali Baba, sandukasından fırlayarak Seher teyzesinin rüyasına giriyor. Çocuğun iyileşmesi isteniyorsa, Ali adıyla adlandırılması o zaman Hz. Ali gibi “Kılıcı kuvvetli” olacağını, yoksa öleceğini bildiriyor: Hikmet “Ali” oluyor. Henüz konuşmayı beceremezken, Pakize teyzesinin okuduğu kız mektebine götürüldükçe, kucaktan sıralar üstüne çıkarılıp davul taklitli nutuklar çekiyor, iyi alamet değil…
Hüseyin Bey Yemen-Hicaz PTT Başmüdürlüğüne aktarılıyor. Gidiş o gidiş. Çocuk babanın adını bile anmıyor. Seher teyze ve subay enişte ile Koçan’a Cumaibala üzerinden Bulgar eşkıyası baskını atlatılarak Drama’ya iniyor. Serez’den dupduru hatırlayabildiği tek şey: Demiryolu üzerinde bayram eden kalabalıklar ortasına bayraklarla donanmış bir tren gelince, vagonlara sinmiş sakallı Abdülhamit paşalarının kırmızı feslerini didik didik yırtıp havaya fırlatan Hürriyet oluyor.
“Bunun üzerine, anıları silik bir İzmir-Aydın-Muğla’ya gidiş.Tekrar İzmir İkiçeşmeliğine dönüş..
“Balkan Harbi patladığı gün çocuk kendisini yeniden İştip’te buluyor. Ulusların kanlı göçü başlamıştır. Çocuk, birkaç güne kadar geri dönmek üzere,göçmenler mahşerine kapılıyor. Bir omuzda taşınmaz Manliher tüfeği, öbüründe Kur’anı Kerim kesesi. Yollarda kaybola ola, yayan Köprülü’ye, bir buğday vagonuna ulaşıyor. Trenle, yarı aç inilen Selanik’te: Çocukları insan ve hayvan ayakları altında çiğneyen Panik’in, bezirgan yanında bir hafta Çırak’lığın, kırk para kazanmak için yarım saat süren tesadüfi Hamal’lığın, yatılıp ta kalkılmayan Ölüm’ün ne olduğunu acı acı öğreniyor.
“Bir aile kolunun bulunduğu İstanbul’a geçiş. Zabit Murat dayıyla Erzurum yerine gidilen Kuşadası. “Delice Emin Efendi'nin iptidai ve rüştiye mektebi. Tahta tüfeklerle asker talimleri. Ateş-Barut-Bomba lakapları. İlk sinema salonunda.
“Bahriyeliyiz biz sağımızdan solumuzdan
Cuşan ederiz yıldırımı her dağımızdan.”
“Efes harabelerinde, diz çökerek hedefi 11’den sahici mavzerle vuruş. Birinciliğe Celal Nuri’nin “Tarih’i İstikbal” kitabından ödül. Düğmesini basınca göklere uçan koltuklar. Saltanatları dinamitle havaya uçuran nihilistler. Teravihten sonra namaz kıla kıla sahura dek camide uyuya kalış. Çatıveren birinci Cihan Harbi. Her Allah’ın puslu günü Sisam adasından sökün edip kasabacığın üç beş yapısını delik deşik etmecesine yıldırımlar yağdıran İngiliz ve Fransız savaş gemileri. Pakize teyzenin 38’likle vuruluşu. İnsanların tavuk gibi öldürülüşü.
“İkinci Muğla’ya gidiş. Aydın-Söke yollarında açlıktan, bitkinlikte can vermiş “tebdil havalı” Mehmetçikler.. Muğla İdadi’si, sonra Sultani’si. Trampetçilik. Fifre. Çekirge mücadelesi. Nıfsıye, Nay. Mezarlığın sakız ağacına bağlı, gözleri camlaşmış, kurşuna dizilen sayısız asker kaçakları. Her gece bir karakolu basan eşkıya Demirci’nin kestiği başlar. Karakolda çeşit çeşit İşkenceler. Murat dayının ölümü. Tatilde aşar damgacılığı. Ekin harmanlarının güzelliği. Ölümden sonra daha acı gelen Osmanlı İmparatorluğunun bozgunu.
“İzmir Yunan işgalinde. Depolardan silah çekme. Kuvayımilliye gönüllülüğü. Havadan meteliği tabancayla vuran Yörük Ali Efe. Zeybekler. Aydın Cephesi. Çine köprüsü. “Köyceğiz Kuvayımilliye Askeri Kumandanlığına tayin” ediliş. Toprak beylerinin vurdum duymazlıkları ve nobranlıkları. Dağ Türkmenlerinin sıcak ana yüreklilikleri. Litoğrafya’da elle basılan menteşe gazetesi. Bolşevikler? Kızıllar! Bayrağımızın rengi. Elaltından İtalyanları çağıran Mutasarrıfa karşı gizli gençlik teşkilatı, ve hücumlar. Muğla ansızın İtalyan işgalinde. Yunan’a karşıymış: “Gavur değil mi? ” Yağlı boya kartal resmi ile Marmaris Yolları… Sıtmanın mezarlığa çevirdiği tüm köyler. Rodos’tan İstanbul’a aktarma.
“Vefa lisesi Müdürünün Kuvayımilliye kalpağını ve çizmelerini “talebeliğe yakışıksız” buluşu. Ailenin kökten işçileşmesi. Ali Kemal. “Kalpak bir alamet’i uriş oldu. Kalpaklıyı nerede görürsen vur! Sultani 9’dan İmtihan ile İstanbul Tıp Fakültesine. Ölüm kalım. “Tıbbiye’i Askeriye’i Şahane” müsabakayla müstezatlı gazel:
“Ey melce’i ulvi, ebedi hislere makes
“Sail sana bikes
“Ya sende serap, sen de mi masumlara kabus
“Bir talihe papus?
Sınıfta çıkan “Yıldız” dergisinde mistizim:
“Çiçekten buluttan bir şenme alıp
“Hü! Dedik meclis’i rindane geldik
“Bir lokma, bir hırka bir külah kafi
“Yunus’la biz bir imtihane geldik
“Coştuk ta, yahu asumane geldik
Tıbbiye camiinde askeri imamın arkasında tek sadık cemaat: Hikmet Hüseyin Efendi! Tıbbiye de İstanbul gibi İngiliz işgali altında. “Dünyayı sarsan broşürler, gazeteler. “Kül ya eyyühelkafirune…” süresinden materyalizme atlayış. Türk Ocakları Kurtuluş, Aydınlık mecmuaları. Sosyalizm… Anadolu’ya bütün sınıflarıyla geçme hazırlığı. Gelen gizli emir: “Şimdilik derslerinize çalışın! ”
“Geceyarısı 101 pare topla Cumhuriyet ilanı. Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırkası. Vazife gazetesi. Orak Çekiç dergisi Akaret’lerde Parti Kongresi. Aydınlık dergisinin Özel Gençlik Nüshaları. Orak Çekiçli postalar. Roza Lüksenburg ve Karl Licbkneht’i flütle anış. İhbar. 1925 (1341) yılı Tıbbiyeyi bitiriş. İngilizle Musul meselesi. Birinci Şark isyanı: Şeyh Said. Türk Ocağı’nda söylev. Tophane Bekirağa Bölüğü’ne “Kapital” ile giriş. Ankara İstiklal Mahkemesi. “Tarikat’ı Selahiye”. “Silk’i askeri”. “Zat”ı şahanenin atabe’i ülyasına suikast maddesi. 10 yıl kürek.
“Ne sıraları, ne günleri sezinlenemez batıp çıkmalar. 1928 yılı yeniden “Düyun’u Umumiye” borçları. “Gitsinler Sultanlarından alsınlar. Demokraside mebus tayin edilemez” İzmir’ de? “Ameleden adamları iktidara getirmek” suçu. 4 yıl,6 ay, 15 gün.. Siverek yerine: Afyon-Konya-Adana-Müslümiye-Mardin-Diyarbakır yoluyle: “Elaziz Kürdistan’ın Payitahtıdır”, ve “Alfabesinden cebr’i alasına değin” sosyalizm…”
1935 yılı MARKSİZM BİBLOTEĞİ YAYINLARI’ndan ÇIKAN TERCÜMELERDEN:
[! -[if! supportLists]-]1. [! -[endif]-]Gündelikçi İş ile Sermaye (Marks) ,
3. Karl Marks’ın Hayatı Felsefesi Sosyolojisi (Lenin) ,
4. Karl Marks’ın Ekonomi Politiği Sosyalizmi Taktiği (Lenin) ,
6. Ludwig Feuerbach Klasik Alman Felsefesinin sonu (Engels) , Kapital, (Marks) vs..
9. Marksizm Kalpazanları Kimlerdir? , Marks-Engels’in Hayatları, Demokrasi: Türkiye Ekonomi Politikası,
1938-3 Donanma Kor. Askeri Mahkemesi’nin İlanı: “İşbu kitaplar, erbaşlar tarafından okunmuş ve benimsenmiş ve bu hal ileride Donanma disiplinini sarsıcı mahiyette görülmüş olmağla kanaati vicdaniyeyi tamme ile” 15 yıl.
1954 yılı Türkiye Filipinlerden geri. Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe) .Vatan Partisinin Kuruluşu, Tüzüğü, Programı, Siyasetimiz,Soğan Ekmek Kongresi,1957 Seçim Kampanyası. İslam Hümanizması üzerine Eyüp Söylevi. İlkin dini siyasete alet etmekten, sonra Vatan Partisini kurmaktan Harbiye Kumandanlık hücrelerinde 6 ay aralıksız, bir tek gün gün ışığını görmeyiş. 2 yıl Sultanahmet aydınlık cehenneminde tutukluluk. Beraat, Münire Anne’nin ölümü.
1960 yılı MBK Açık Mektuplar. Anayasa Projesi. 1965: Tarih Devrim sosyalizm, İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme ilk geçiş: İngiltere, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Birinci ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz.
Üniversitelermi onlar bilim yuvası olmaktan ziyade geri kalmış kurumlardır.12 eylülün biri ürünü olan YÖK te nedense bir türlü kapamadı tam bir geri kalmışlık muamması içindeyiz bellike kenen evren ve onun unutulmaz eserleri daha 10-20 seneler daha ayakta kalıcak ve ne ilginçtirki öğrenciler sanki böcek gibi davranıyor ve çoğunluğu nedense bir avuç insana destek verilirmi dercesine hiç sesini çıkarmıyor her şeyi zamlı tarifeden sanki suskunluğunun bir bedeliyimiş gibi her türlü eğitim araç ve gereci'de onlar alıyor devletimiz ne bir sosyal devlet nede bir hukuk devletidir resmen vurguncu ve hortumcu koruyucusu
vede büyüklerimiz diye tabir edilen zaatlar bir türlü amerikan rüyasından uyanamadı ve ne şanski büyüklerini takip eden gençliğimiz'de amerikan pastasında bir dilim pay alma çabasından vaz geçmiyor
gel günlerim gel de dol
gel aydınlım izmirlim,
gel aslanım mamak'tan
erzincan'dan kemah'tan!
düşmanlar selâm ister
gözden, gezden, arpacıktan!
sana selâm olsun
sürgünler, mahkûmlar, hastalar!
alacağın olsun
seni istanbul seni
seni bursa, çankırı, malatya,
sizlere selâm olsun üniversiteler!
öğretmenleri alınmış kürsüler,
öğretmenler!
sizlere selâm olsun
hürriyeti yazan eller, dizen eller!
sizlere selâm olsun makineler
entertipler, rotatifler, bobinler!
bu gülünç, aşağılık,
namussuz şeyler dışında.
gel günlerim gel de dol!
gel aydınlım izmirlim,
gel aslanım mamak'tan
erzincan'dan kemah'tan
düşmanlar selâm ister
gözden, gezden, arpacıktan! '
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Kadın adına kavga yaptığımız sevdalar kimi zaman kaşık düşmanı kimi zamanda yürekler adına türkü yaktığımız yarimizdir nazım hikmet ran da bu dizeleri ile anlatıyor kadınları kadınlarımız şimdi üretten ve ve emek harcayan kadınlarımız
1938 - 26 Nisan 2006. Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdu. 1939’daki Erzincan depreminde babası öldü. Çok küçük yaşlarda bağlama öğrenmeye başladı. Potim İsmail Dede ve Emin Tabak Dede’den ilk bağlama dersleri aldı.
İlkokuldan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle öğrenimi sürdüremedi. Yaşamını sağlayabilmek için değişik işlerde çalıştı. Ancak müzikle bağını hiç koparmadı.
İlk gençliğinde İstanbul’a giderek dönemin birçok ünlü halk müziği isimleriyle tanıştı ve kendini geliştirdi.
Askerlikten sonra müzik ve bağlama bilgisini pekiştiren Çiçek, 1954 yılında Muzaffer Sarısözen tarafından beğenilince Ankara Radyosuna girdi. Bir süre burada çalıştıktan sonra, görevini 1960’dan sonra da İstanbul Radyosunda sürdürdü.
Radyoda çalıştığı dönemde yaklaşık 400 türküyü seslendiren ve geniş dinleyici topluluklarına ulaşan Ali Ekber Çiçek, kendinden sonra birçok bağlama ve ses sanatçısını etkiledi. Derlediği ya da bestelediği türkülerin birçoğu halk müziğinin klasikleri arasında yeri aldı.
Hakkında bir de belgesel hazırlanan Ali Ekber Çiçek, Türkiye ve Türkiye dışında birçok konser ve seminere katıldı, birkaçı Amerika ve Fransa’da olmak üzere onlarca albüm hazırladı.
Küba sınırları dışında büyük gelişme; Celia Hart troçkist oldu. Artık o sorumsuzca kalem oynatan, resmi çevrelerin desteğini alan bir yıldız sayılır; çeşitli uluslardan gazetecilerin ve karşı-devrimci kalemşörlerin yıldızı. Bu durumu en fazla alkışlayan da Fidel’in düşmanı Alberto Montaner’den başkası değil: “...rejimin sıkıcı ortodoks ideolojisinin içinden troçkist bir eğilimin çıkması bana ilginç geldi. Castro’ya ilk karşı çıkan Marksistler tam da troçkistler olmuştur.”
Kapitalizmin (dış düşman) ve bürokratizmin (iç düşman) kötülüklerine karşı Küba’da sosyalizmi savunan bizler için bu troçkist sızma ne “demokrasi” ne de “çoğulculuk” anlamına geliyor; buna olsa olsa ideolojik çözülme denir. Üretim araçlarını toplumsallaştırmış ve sosyalist ekonomiye geçmiş bir ülkede troçkist reçete tutmaz. Sosyalizme kesintisiz geçişi anlatan şu utangaç terim, sürekli devrim, zaten sosyalist düzende yaşayan Küba’da bir şey ifade etmez. Bunlar, enternasyonalist görevlerini her zaman yerine getiren devrimcilere bilmiş bilmiş devrimin uluslararası karakteri olduğunu vaaz ediyorlar. Küba Devrimi’nin tek ülkede sosyalizmi korumak adına proleter enternasyonalizmini reddettiğini kim iddia edebilir? Harry Villegas’ın çok güzel ifade ettiği gibi: “Mutlak bir fedakarlık ruhuyla hareket eden bütün Kübalı enternasyonalistlerin kahramanlığını ve büyüklüğünü anlatmaya sözcükler yetmez.”
Klasik troçkizmin başka bir tehlikesi de partinin ve halkın birliğini bozmak olabilirdi. Ama bu doktrin hiç kök salamayacağı topraklara düştü. Troçkistler, Uluslararası Kitap Fuarı’na (Havana, Şubat 2005) üç stand kitapla geldiler ama Küba halkı bunlara en ufak bir ilgi göstermedi. Üç yayınevi istedikleri satışları yapamadı, çünkü halk bilgedir. Aynı anda Casa de Las Americas’ın dergisinde, derginin sürekli okuyucularını şaşırtarak, troçkist eğilimli makaleler yayınladılar. Buna paralel olarak Hugo Chavez eserlerini okumadığı Troçki’yi öven sözler sarfetti.
Marksizm-Leninizm bütün devrimci partiler arasında asgari ortak temeli sağlarken troçkizm azami bölücü olma görevini sürdürüyor. Demokratik merkeziyetçilik ve birlik-eleştiri-birlik formülü troçkistlerin talep ettiği parti içinde fraksiyon yaratma özgürlüğünü içermez. Zaten troçkistlerin bu bölücülüğü bizzat troçkist hareketin sürekli bölünmesinden, mikro grupçuklara ayrılmasından ve atomize olmasında açıkça görülür. Küba’ya da bölünmeyi mi öneriyorlar?
Celia Hart hangi troçkizmi kastediyor? ... Moreno’yu mu, Pablo’yu mu, Lora’yı mı, Posadas’ı mı, Mandel’i mi? Hangisinin çizgisini kastediyor? Birleşik Sekreteryayı mı, Komünist Ligi mi, Dördüncü Enternasyonal Yeniden Kuruluş’u mu? Bunlara hiçbir zaman yapmadıkları ve yapmayacakları devrim için yapılan tartışmalardan doğan son saniye bölünmelerini de ekleyebiliriz. Troçkizm pek çok cephede çarpışır ve bunların arasında üç cephe öne çıkar: (bağımlı oldukları) kapitalizme karşı, Stalinizime karşı ve diğer troçkistlere karşı.
İnterneti şöyle bir gezin, troçkistlerin Küba Devrimi’ni Stalinist diye kötülediklerini göreceksiniz. Troçkizm hiçbir zaman Fidel Castro’nun müttefiği olmadı; tam tersine. Onu bürokratizmle, otoriterizmle, militarizmle, gerillacılıkla ve bunun gibi şeylerle suçladı. Emperyalizmin uşakları Celia Hart’ın bu dönüşünden işte bu yüzden bu kadar memnunlar.
Latin Amerika ve Avrupa’da troçkizmin burjuva aydınların, kısa bir süre solcu kalacak isyankar öğrencilerin ve ayrıcalıklı kastların afyonu olması bir tesadüf değildir. Yönetici kastın çocuklarının da ünlü figür Lev Davidoviç Bronstein’a, o “anlaşılmamış”, “kurban gitmiş” adama, reel sosyalizmin sonunu ilan eden peygambere aşık olması da tesadüf değildir.
PUSUDAKİ TROÇKİZM
Celia Hart’ın bu dönüşüne şaşıranlar var; bu kişiler Celia’nın babası Armando Hart’ın kızına Isaac Deutschter’in ilk kitaplarını verdiğini okuyunca daha da çok şaşırıyorlar. İşte bu yüzden Bay Hart tarafından Deutscher’in Stalin hakkındaki kitabına yazdığı önsöze değinmenin zamanıdır. Ama bu şaşkınlığı biraz yatıştırmak için Armando’nun her zaman bir Troçki hayranı olduğunu söyleyelim; Che’nin mektupları da buna tanıklık ediyor. Che’nin [Küba’da kısa süre önce yayınlanan, Eylül/1997 Contracorriente dergisi, yıl 3, sayı 9] Kongo’ya giden Kübalı gerilla grubuyla beraber yola çıktıktan sonra, Tanzanya’dayken, Küba’ya ve oradan da Bolivya’ya gitmeden önce yazdığı mektubu okuyalım:
Che beşinci maddede şunları söylüyor:
“Burada Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in [orijinal metinde Stalin’in altı çizilerek vurgulanmış] ve diğer büyük Marksistlerin bütün eserlerini basmak gerekir. Örneğin kimse Rosa Lüksemburg’u okumadı; Luxemburg Marx’ı eleştirirken bazı hatalar yapsa da (üçüncü cilt) şehit olmuş ve emperyalizme karşı içgüdüleri bizimkine göre daha yüksek bir devrimcidir.”
Daha sonra altıncı maddede:
“Bunların yanı sıra, gelmiş geçmiş ve bir şeyler yazmış bütün büyük revizyonistleri de (isterseniz Kruşçev’i de dahil edin) , -şimdiye kadar hiç olmadığı kadar iyi biçimde analiz edilmiş olarak- yayınlamak gerekiyor, dostun Troçki de bunların yanına koyulmalı, öyle görünüyor.”
Hala anlaşılmıyor mu? Zaten açık olanı bir de biz açıklayalım. Che, Kruşçev’in başlattığı topyekün bir destalinizasyon döneminde, Stalin isminin altını çiziyor, Kruşçev’i, “senin dostun” Troçki’nin yanında “gelmiş geçmiş ve bir şeyler yazmış büyük revizyonistler” listesine ekliyor. Che Marksist-Leninist, anti-revizyonist, anti-Kruşçevci duruşunu, troçkizme uzaklığını bir kez daha ortaya koyuyor. “Dostun” diyerek de Hart’ın troçkizmini belgeliyor.
İnternete baktığımızda Che’nin Stalin’e olan hayranlığını gizlemek için bu mektup tek bir cümle halinde yayınlandığını görüyoruz. Che, 1964 yılında yazdığı makalelerde sık sık Stalin’den alıntılar yapardı; bunu da Stalinizmi eleştirmek için yapmazdı. İki örnek vermek gerekirse “Finansal Bütçe Sistemi Üzerine”, “Banka, Kredi ve Sosyalizm” yazılarına bakılabilir. Che’nin Hart’a gönderdiği mektubu sergilemek istediklerinde beşinci maddeyi atıyor, altıncı maddeyi de kırpıyorlar. Cahilleri şaşırtmak için yapılan büyük bir sahtekarlık, kafa karıştırıcı bir tuzak bu.
Cehaletimizden yararlanarak başka bir aldatmacayı da atıyorlar önümüze: Che kendisi farkında olmasa da Troçkistmiş. Bırakın bunları! Bu kemiği başka köpeklere yutturun!
Aynı şekilde şunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyor: Che “sosyalist devrim ya da devrim karikatürü” derken Troçki’nin sürekli devrim tezine gönderme yapmıyordu. Che o sözleri söylediği sırada Küba devrimi demokratik devrim aşamasını geçmiş, sosyalizme kesintisiz biçimde geçiyordu.
MARKSİZM-LENİNİZME DÖNMEK
Küba Devrimi’nin içinde bulunduğumuz kritik günlerinde bu tür ideolojik sapmalara hiç yüz verilmiyor. Küba halkı liderleri etrafında kenetlendiğini ilan etti. Aynı zamanda doğru yolda olduklarını ve bu yolu inatla tuttuklarını ilan etmiş oldular. Miami’dekiler [Kübalı karşı-devrimci kaçakların büyük çoğunluğu ABD’nin Miami kentinde örgütlenmektedir –ç.n.] aldıkları hediyelerle mağaralarında pusuya yatmışken, kapitalizm açıkça adaya iktisadi baskı yaparken, her fırsatta devrime hakaretler yağdırırken, halkın parti çizgisine uzak eğilimlere kanması olanaksızdır. Troçkizm lümpen aydınların, asalakların, çenebaz kitapkurtlarının malzemesi olabilir ancak. Halk içi boş polemiklerle zaman kaybetmez; halk korkunç ambargonun ve işe yaramaz bazı bürokratların doğurduğu yokluk içinde yaşama savaşı verir. Bu iki kötülüğe karşı çare Marx ve Lenin’in orijinal tezlerine geri dönmek, Kruşçev ve onun devamcılarının miras bıraktığı revizyonizmle mücadele etmektir. Che’yi yeniden okumak onun Kruşçev karşıtlığını, bürokratizm yoluna girerlerse Doğu Avrupa’nın yıkılacağına yönelik öngörüsünü yeniden keşfetmektir. Che’nin “barış içinde bir arada yaşamak” ve “sosyalizme barışçıl geçiş” gibi Kruşçev’in en sevdiği tezlere karşı olduğu, destalinizasyona karşı çıktığı ortadadır. Che’yi itiraf edilmemiş bir troçkist gibi karikatürize etmek Küba Devrimi’nin temel ideallerine ihanet etmektir. Bütün bunlar Commandante’nin gözleri önünde gerçekleşiyor ve şimdilik bir tepki verilmiyor, o zaman soralım: burada oynanan oyun hangisidir? Glasnost mu? Solidarnosc mu? Bilmeyenler için söyleyelim, troçkistler bu iki akıma da destek verdiler.
--
Celia Hart’a karşı troçkizm hakkında
Celia Hart: Yalan Üretme Makinesi
Dante Castro / Rebelión / 27-10-2005
Celia Hart’ın, internette, biz sıradan Latin Amerikalıların ya da Devrime bağlı olmayı sürdüren Kübalıların asla erişemediği ölçüde söz hakkına sahip olduğunu görüyoruz. Hart’ın yazılarına geniş yer veren internet dergileri, ona karşıt görüşte olanların yazılarını büyük ölçüde sansürlemekte ve “stalinistlerin” yazılarından istisnai olarak eşantiyon örneklerle yetinmektedir. Bu ve diğer avantajları sayesinde, Bayan Hart, sözde “çoksesli” bir mecra olan internette hemen her yerde kabul gören yazılarıyla kendisini Küba Devrimi’nin tarihini ve özellikle de Ernesto Che Guevara’nın düşüncesini tahrif etme işine adamıştır. Şunun gibi cümleleri bu yöntem sayesinde telaffuz edebilmektedir: “Che’ye gelince; o Troçki’nin düşüncesini izlemiştir (ya da Troçki düşüncesinin en iyi yönlerini) , keza gerçekten bir devrim yapmak isteyen bir tek oydu.”
Aferin sana küçük hanım! ... Demek, gerçekten devrim yapmak isteyen kişi, otomatik olarak Troçki düşüncesinin izleyicisi oluveriyor. Bu mantıkla bu hükümden kurtulacak devrimci yoktur. Böylece ilk defa bilinçsiz troçkistlik diye bir olgunun varlığından haberdar oluyoruz. Böylesine talihsiz ve anlamsız bir operasyon yalnızca yaratıcısının cehaletini ortaya koymaktadır.
Che’nin ciddi biyografilerinin yazarlarından hiçbiri, daha önce böylesine zavallıca bir sonuca ulaşmamıştır. Che’nin eserini okumuş olan herkes, Celia Hart’ın yalan söylediğini kolayca farkeder. Birçok makale yazarak bir yandan Küba Devrimini savunuyor görüntüsü verirken, aynı anda öte tarafta Che’yi troçkize etme gibi bir girişimi, hak ettiği türden sıfatlarla tanımlamak durumundayız.
Kızamık
Celia Hart’ın polemik sanatında pek usta olmadığı açık. Ne de Marksizm hakkında yeterli bir bilgiye sahiptir, aynı şekilde, diyalektik materyalizm, Rus devrim tarihi ve Küba devriminin tarihi hakkında da pek bir şey bilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Leon Troçki’nin “bilgece tutumlarını” bir okulçocuğu ruhuyla keşfetmiştir, Stalin’in işlediği suçlardan, KGB yönetimi altında Sovyet Gulag’ında öldürülen milyonlardan, vb. şeylerden büyük bir dehşete kapılmıştır. Troçkistlerle Marksist-Leninistler arasındaki eski tartışmaya aşina olanlar için, bu türden naiflik, komünist hareket içindeki çocukluk çağı hastalığının tipik bir göstergesinden başka bir şey değildir. Bu kısa süren kızamık, normalde okulçocuğu, komiser Troçki’nin suçlarını, Troçki’nin hatalarını, Lenin’le Troçki arasındaki polemiği vb. “keşfeder keşfetmez” sona erer. Ne var ki bu hastalığı aşamamış birisinin devrime uygun olmadığını biliriz. Özellikle de kişi mezuniyet çağı geldiğinde de hala kızamık çıkarmayı sürdürüyorsa.
Stalinist baskı altında öldürülen şu “milyonlar”ı örneğin bugün artık açık olan KGB arşivlerinde bulmak gerekir. Hiç şüphe yok ki, Bayan Celia Hart Arjantinli araştırmacı Rafael Poch’un Rusya’da hazırladığı çalışmasını ve çok sayıda Rus yazarın emperyalizmle işbirliği yapmış troçkizm tarafından şişirilen rakamları yalanlayan önemli çalışmalarını okumamıştır. Bu araştırmacıların hiçbirisi ne Stalinisttir, ne de hatta komünisttir. Gerçek sayıları binlerle ifade edilen 30’lu yıllardaki ölümler –evet bu ölümler olmuştur- troçkizm ve CİA’in hayalgücü marifetiyle milyonlara ve milyonlara dönüşüvermiştir.
Okulçocuğu küçük hanımımız sözde hümanist ikiyüzlülüğe kendisini bu kadar kaptırdığına göre, onu anarşistlerin ve anarko-sendikalistlerin komiser Troçki’ye karşı Kronştad ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasındaki rolüyle ilgili eleştirilerini gözden geçirmeye davet etmemiz icap eder. Ya da daha iyisi Troçki’nin İspanya’daki troçkist parti POUM’u, İspanya İç Savaşı süresince “oportünist” olarak niteleyerek yüzüstü bırakmasıyla ilgili eleştirileri ele alabilirdi.
Celia Hart, olgun terimlerle tartışamamaktadır çünkü ele aldığı konu hakkındaki yeterliliği göründüğünden de azdır. Karşıtlarının makalelerini sansürleyen internetin dokunulmazlık şemsiyesi altına sığınmak zorundadır. Bizim makalelerimize bunları yayınlamayı reddeden aynı sitelerde yanıt verecektir. Ona sadece çocuksu damgası yemek ve Silvio Rodriguez’in (Kübalı bir şarkıcı –ç.n.) bir şarkısını mırıldanarak sorumluluklarından kaçmak kalıyor.
Troçkistler hükümlerini uzun zaman önce vermiştir
Ricardo Napuri, tanınmış bir Peru’lu troçkist, Che’yle bir konuşmalarından ona “Silvio Frondizi’yi (Arjantinli troçkist politikacı ve yazar –ç.n.) önerdiğini, ancak Che’nin ona troçkist olarak bilinen birisi olduğu için kuşkuyla baktığını” itiraf eder. Daha ileriki satılarda, Che’nin, Troçki’nin Sürekli Devrim kitabını okuduktan sonra kendisine “troçkist konumu oyalayıcı bir tutum olarak gördüğünü” söylediğini belirtir.
Benzer şekilde troçkist Gary Tennant “Che Guevara ve Kübalı troçkistler” makalesinde şunları iddia etmiştir:
“Bir stalinist tek parti devleti kurma düşüncesine sahip olan Che’nin ilk adımı, eleştirel-olmayan biçimde Sosyalist Halk Partisi (Küba Komünist Partisi o dönemde bu ismi kullanıyordu –ç.n.) kadrolarıyla 26 Temmuz hareketi kadrolarını 1961 yılında Birleşik Devrimci Örgüt adı altında yeni bir örgütlenme içinde bir araya getirmek oldu ve diğer devrimci grup ve eğilimlere karşı saldırılar ve baskı politikasını savundu, Bu saldırılardan sol içindeki Stalinizmi eleştiren Devrimci İşçi Partisi de nasibini aldı.”
Tennant daha ilerde:
“Hiç istisnasız biçimde, troçkistlerin Batista diktatörlüğü döneminde Mujalistalar diye anılan resmi sendikacılarla bağlantılı oldukları iftiracı gerekçesini kullanarak ve bunların ABD’nin Guantanamo’daki deniz kuvvetleri üssüne bir saldırı yapılmasını sağlamak için ajan-provokatörler olarak çalıştıklarını iddia ederek, Devrimci İşçi Partisi üyelerini aralıklarla keyfi olarak tutuklattı, bürolarını kapattırdı, onları uzaktaki adalara sürdü ve yayınlarını keyfi olarak toplattırdı. Onun ilk tavrı genel olarak bu şekildeydi. Şöyle derdi: [[Devrimin yanında olup, Küba Komünist Partisi’ne karşı olmak mümkün değildir. Devrim ve Komünist Partisi beraber yürür.]]”
Tennant yine de Che’nin zamanla troçkistlere karşı tutumunda belli bir “evrim” olduğunu not eder ancak şu noktayı da vurgular: “Che Guevara’nın Kübalı troçkistlere karşı tutumu sonuna kadar hiçbir anlamda troçkistlerden yana olmadı.”
Uluslar arası troçkizmin sözcülerinden Küba Devrimine karşı onu militarizmle, bürokratizmle, sosyalizmin deforme edilmesiyle, işçi düşmanlığıyla vb. suçlayan bunun gibi daha birçok saldırgan alıntılar yapmak mümkündür.
Devrimciler Montaner gibilerle aynı dili konuşmaz
Önceden de bildiğimiz gibi, Bayan Celia Hart, internetteki makaleleri ve aynı zamanda Marksizmin klasik eserlerini sonuna kadar okuyacak sabırdan yoksundur. Kendisine karşı olduğumuz kişiyi kaynak gösterenlere de karşıyız, Carlos Alberto Montaner gibi Küba Devriminin azılı düşmanlarına örneğin. Montaner bir yerde “… Küba’nın boğucu ideolojik Ortodoksluğu içinde troçkist bir eğilim olması benim ilgimi çekiyor. Kastro’ya karşı çıkan ilk Marksistler de troçkistlerdi zaten.” Bana kimin seni alıntıladığı söyle Celia, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Evet biz Celia Hart’ın temsil etmediği Küba Komünist Partisi’nin çizgisiyle aynı dili konuşuyoruz. Okuyucu da KKP’nin tüm kongrelerinin belgelerine ulaşabilir, orada ne troçkizmin ne de onun şu ya da bu yorumunun desteklemediğini görebilir. Bu devrim troçkistler tarafından yapılmadı, aksine troçkistlerden zarar görmüştür, bu yüzden onları dışlamış ve sağlam biçimde Marksizm-Leninizm yolunu tutmuştur. Birisi 'umutsuz kızının' eline İsaac Deutschter’in “aydınlatıcı” kitaplarını tutuşturmuş olabilir. Bu birisi ayrıca Deutschter'in bir kitabına yazdığı sunuşta da, Stalin’in Troçki’ye göre dezavantajının, ikincisi en gelişmiş ülkeleri görme fırsatı bulmuşken birincisinin Rusya’dan dışarı çıkmamış olması olduğunu yazabilmiştir. Böyle bir dehayı analizindeki keskinliğinden dolayı kutlayalım. Ancak bizden, bu tartışmaya katılmamamızı istiyorlar, çünkü bu sorgulanamayacak bir kutsal inektir. Sözün kısası: biz Küba Devriminin özgün çizgisinin korunması davasında kutsal inekleri tanıyoruz, ne de kimsenin dokunulmazlığını. Perulu Manuel González Prada’nın dediği gibi, yarım ağızla konuşmanın çirkin sözleşmesini bozmak gerekir.
Yalan söyle, mutlaka inanan çıkar
“Guevarist troçkizm”le ilgili yorumlar, notlar ve makaleler Küba’nın devrimci yürüyüşüne karşı insanların duyduğu güveni zedelemeyi amaçlıyor. Yeni yetmeler ve eğitimsiz insanlar bu çiziktirmelerle karşılaştıklarında bunların yarattığı yanlış izlenimin etkisinde söylenen her şeyin gerçek olduğunu zannedebilir. Ciddi çalışmaları okuyamadan önce, yazar hanımın ateşli safsatalarına pekala inanabilir.
Celia Hart, Devrime karşı değil, gerçeğe karşı komplo kuruyor. Oysa, Che’nin kendi tamamlanmış eserlerini okuyan her öğrenci onun gerçek ideolojik bağlılığının ne olduğunu ve bunun troçkizmden ayrılığını kendisi açıkça görebilir.
Bir hafta önce, o da kendisini Che’nin anısına saygı ışığı altında göstermek isteyen ve hayatında işçi sınıfıyla en ufak bir ilişki kurmamış bir troçksit liderle keskin bir polemik yapmak zorunda kaldık. Bu pek zavallı kimse yazarının köylücü, popülist olduğunu ve Marksist olmadığını kanıtlamak için Che’nin Gerilla El Kitabı’nı kullanılıyordu, çünkü burada işçi sınıfından söz edilmiyordu. Bu tip konumlar Che’nin sosyalist devrimin öncüsünün sanayi işçi-sınıfı olduğunu açıkça belirttiği diğer eserlerinden alıntılarla kolayca gülünç duruma düşürülür. Bu yüzden biz genç dostlarımıza sözlü curcunalar yerine baştan sona ve sistemli okumaları öneriyoruz.
Troçkizmin kafa karıştırmayı amaç edinen vaazı birçok kimseyi hazırlıksız yakalar. Bu politikanın gözde sloganın şu olduğunu anlıyoruz: yalan söyle, mutlaka inanan çıkar. Bizim tavrımız ise Devrim düşmanlarının desteğini alan her türden ideolojik sapmayla yığınların önünde açık ve sakınmasız tartışmadır.
Amauta José Carlos Mariátegui’nin çok yerinde olarak dediği gibi: “troçkizm sadece hiçbir zaman somut ve kesin formül biçimini almayan bir teorik radikalizmi bilir.” Ancak günümüzde troçkizmin kirli tohumlarını yayabilmek için gerekli unsurlara sahip olduğunu eklemeliyiz. Günümüzde, en azından şimdiki ideolojik çiçek açma döneminin sonuna kadar zarar vermeyi sürdürecek pek muhteşem bir sözcüye de kavuşmuşlardır.
Bayan Hart diyor ki: “Ve artık düşüncelerime karşı saldırıları yanıtlamakla daha fazla uğraşmak istemiyorum, Silvio Rodriguez’in şarkısındaki gibi: benden nefret edenlerin ve beni sevenlerin, benimle eğlenmelerini affetmeyeceğim.” Biz de ona diyoruz ki: bundan daha eğlenceli olamazdın.
* Dante Castro Arrasco, anavatanı Peru'da olduğu gibi Küba'da da edebiyat ve eğitim alanında çok sayıda ödülün sahibi olan devrimci bir yazardır. 1994 yılından beri Küba'da yaşamaktadır.
Troçki’nin ve Troçkistlerin Yalanlarından Yalnızca Birkaçı
YALAN 1: “Troçki gerçek bir Leninisttir”
“Lenin’in, oyundaki bu eski elin, Rus işçi hareketinde geri olan ne varsa hepsinin bu profesyonel sömürücüsünün sistematik olarak başvurduğu zavallıca rezalet çıkarmalar, anlamsız bir takıntı görüntüsü veriyor… Leninizmin bütün gövdesi yalan ve çarpıtma üzerine kurulmuştur ve çürüyüşünün zehirli öğelerini kendi içinden doğurmaktadır.”
(Troçki, Chkheidze’ye Mektup, Nisan 1913)
Troçkistler, Troçki’nin bu yazdıklarını, bu anlayışın Rus devrim tarihi açısından anlamını ve aklanmasının ne kadar zor olduğunu bilirler ama anti-marksist görüşlerini yeni-yetmelere “Leninizmin gerçek temsilciliği” olarak yutturmak için bunların sözünü pek etmezler.
Lenin ise Troçki’nin bu görüşlerini çok iyi biliyordu ve bolşeviklerle Troçki’nin görüşleri arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:
“Troçki’den ayrılıklarımız nelerdir? Bunu herhalde bilmek istersiniz. Kısaca – o bir Kautskycidir, yani, Enternasyonal’de Kautskycilerle ve Rusya’da Chkheidze’nin parlamento grubuyla birliği savunmaktadır. Biz böyle bir birliğe kati suretle karşıyız… Troçki şimdi Örgütlenme Komitesine (Akselrod ve Martov) karşı ama Chkheidze’nin Duma grubuyla birlikten yana! ! Biz kesin olarak karşıyız”
(Lenin, Henriette Roland-Holst’a Mektup, 1916)
YALAN 2: “Troçki tutarlı bir Marksisttir”
“Troçki’nin şimdiye kadar marksizmle ilgili herhangi bir önemli sorunda sağlam bir görüşü olmamıştır. O her zaman, şu ya da bu görüş ayrılığının yarattığı “yarıklara sızma” yolunu bulur, ve ikide bir taraf değiştirir. Şu anda bundçuların ve tasfiyecilerin dostudur. Ve bu baylar Parti’nin öngördüğü hizayı durmadan bozanlardır.”
(Lenin, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, 1914)
YALAN 3: “Troçkist “Sürekli Devrim” kuramı Marksist bir kuramdır”
“İşçi sınıfı hareketi içindeki yirmi yıllık ideolojik savaşımın tarihini görmezden gelen ya da çarpıtan kişiler (tasfiyeciler ve Troçki gibi) işçilere çok büyük bir zarar vermektedir.”
“Troçki 1901-1903 arasında ateşli bir İskracıydı, o kadar ki Ryazanov onun 1903 kongresindeki rolünü ‘Lenin’in çomağı’ olarak betimliyordu. 1903 sonunda, Troçki ateşli bir Menşevikti, yani, İskracıları terketmiş ve Ekonomisteler katılmıştı. ‘Eski İskra’yla yenisi arasında bir uçurum vardır’ diyordu. 1904-1905′ te, Menşevikleri de terketti ve kararsız bir konuma geçti, şimdi Martinov’la (Ekonomist) işbirliği yapıyor, şimdi de “saçma bir şekilde sol sürekli devrim kuramını” ilan ediyor. 1906-1907′ de Bolşeviklere yaklaştı ve 1907 baharında Rosa Luxemburg’la aynı fikirde olduğunu ilan etti.
Dezentegrasyon döneminde, uzun bir ‘hizipçi-olmayan’ kararsızlıktan sonra, yeniden sağa geçiyor ve Ağustos 1912′ de tasfiyecilerle bir blok kuruyor. Şimdi tekrar onları da terketti, ancak özünde onların baştansavma fikirlerini tekrarlayıp duruyor.”
(Lenin, İşçi Sınıfı İçinde İdeolojik Savaşım, 1914)
Böylece yalnızca Troçkist “Sürekli Devrim” kuramının ne kadar tutarlı bir Marksist kuram olduğunu değil, Troçki’nin ne kadar tutarlı bir devrimci olduğunu da Lenin’den öğrenmiş oluyoruz.
YALAN 4: “Tek Ülkede Sosyalizm” Stalin’in bir uydurmasıdır ve anti-marksist bir kuramdır”
“Dünya (ama Avrupa değil) Birleşik Devletleri, komünizmin tam zaferi demokratik devlet de dahil bütün devletlerin kesin olarak ortadan kalkmasına yol açmadıkça, sosyalizmle ilişkilendirdiğimiz ulusların birliği ve özgürlüğünün devlet biçimidir. Kendi başına bir şiar olarak “Dünya Birleşik Devletleri” şiarı ise pek doğru değildir, çünkü birincisi, sosyalizme tekabül eder; ikinci olarak, bu şiar, tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkansızlığı yönünde ve böyle bir ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri hususunda yanlış düşünceler yaratabilir.
Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda ya da hatta tek bir kapitalist bir ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesinde kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır. Proletaryanın burjuvaziyi alaşağı ederek zafer kazandığı toplumun politik biçimi, söz konusu ulusun ya da ulusların proletaryasının güçlerini, henüz sosyalizme geçmemiş devletlere karşı mücadelede gittikçe daha çok merkezileştiren demokratik cumhuriyet olacaktır.”
(Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine, 1915)
YALAN 5 (KUYRUKLU YALAN) : “Lenin Nisan 1917′ den Sonra Troçki’nin “Sürekli Devrim” Kuramını benimsedi ve kendi Aşamalı Kesintisiz Devrim düşüncesini reddetti.”
Önce devrimin hemen öncesinde, 1915 yılında Lenin’in Troçki’nin “şahane” Sürekli Devrim kuramına nasıl baktığını görelim:
“Yaklaşan devrimde sınıf ittifaklarını açıklığa kavuşturmak devrimci bir Partinin baş görevidir… ‘Naşe Slovo’da bu görev Troçki tarafından doğru çözülmüyor; o 1905 yılındaki ‘orijinal’ teorisini tekrarlıyor ve ”
Troçki’nin orijinal teorisi Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele ve siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını ödünç alırken, Menşeviklerden ise köylülüğün rolünün ‘yadsınmasını ödünçalıyor”… Bununla “Troçki gerçekte, köylülüğün rolünün ‘yadsınması’ndan köylülüğü devrim için harekete geçirmekte irade yetersizliğini anlayan Rusya’daki liberal işçi siyasetçilerine yardım ediyor! ”
(Lenin, Devrimde İki Çizgi Üzerine, 1915)
Acaba Lenin Nisan 17′ de ya da daha sonra herhangi bir tarihte, bu görüşlerini değiştirip, terkedip; bunun yerine alaya aldığı Troçki’nin “Sürekli Devrim” kuramını benimsemiş midir? Bütün demagoji ve çarpıtmaların önüne geçmek için, biz en iyisi Lenin’in “Gerçek Vasiyeti” diye anılan son yazılarından birine bakalım:
“Onların (II. Enternasyonal kahramanlarının) Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin gelişme seyri içinde ezberlemiş olduğu ve bizim sosyalizm için henüz olgun olmadığımız, onlar arasında çeşitli ‘allame’ bayların vurguladığı gibi, bizde sosyalizm için objektif ekonomik önşartların olmadığı şeklindeki argümanı… son derece basmakalıptır. Ve hiçbirinin de aklına kendi kendine şöyle sormak gelmiyor: Devrimci bir durumla, birinci emperyalist savaşta ortaya çıkmış olduğu gibi bir durumla karşılaşan bir halk, durumunun çaresizliğinin sonucu, kendisine hiç olmazsa, uygarlığın daha da ilerlemesinin pek de alışılmış olmayan koşullarım elde etme şansını sunan bir mücadeleye atılamaz mı”…
“Eğer sosyalizmi yaratmak için belirli bir kültür düzeyi gerekli ise (ki bu belirli ‘kültür düzeyi’nin ne olduğunu kimse söyleyemez) , neden işe ilk önce bu belirli düzeyin koşullarını devrimci yoldan elde etmekle başlayıp, ve sonra da işçi-köylü iktidarı ve Sovyet düzeni temeli üzerinde ilerleyip diğer halklara yetişmeyelim”…
“Sosyalizmi yaratmak için, diyorsunuz, uygarlık gereklidir. Mükemmel. Peki ama, daha sonra sosyalizme doğru ileri harekete başlamak üzere niçin ilk önce çiftlik sahiplerinin kovulması ve Rus kapitalistlerinin kovulması gibi uygarlığın böylesi önkoşullarını bizde yaratamayacak olalım? Normal tarihsel düzenin böylesi biçim farklılaşmalarının caiz olmadığını ya da imkansız olduğunu hangi kitapta okudunuz ki? ”
(Lenin, Devrimimiz Üzerine, Zuhanov’un Notları Vesilesiyle, 1923)
Lenin’in Ekim Devriminden yıllar önce, devrimin arifesinde ve devrimden sonra özü bakımından aynı olan ve aynı kalan yukarıdaki görüşleriyle, Troçki’nin “şahane” Sürekli Devrim kuramını dayandırdığı temeli karşılaştırınız:
“Sürekli devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler, yazarın kafasında tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmişti. Bu oldukça iddialı ifade, Rus devriminin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalamayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya, iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolma konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplarla değil, kendisiyle işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylülüğün ezici çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya proleter devrimi arenasında çözülebilirler.”
(Troçki, 1905, Önsöz, Tarih Bilinci Yay.)
Bütün bunlar Lenin’in devrim kuramı konusundaki görüşlerinin, Marx’ın bilimsel Kesintisiz Devrim kuramının bir çarpıtılması olan Troçki’nin “anti-aşamacı” “Sürekli Devrimciliği” bilim-dışı yönüne hiçbir zaman sapmamış olduğunu anlatmak için yine de yeterli görülmezse, Lenin’in 1905 ve 1921 yıllarındaki şu iki yazısı karşılaştırmalıdır:
“Demokratik devrimden derhal, gücümüz ölçüsünde, bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücü ölçüsünde, sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız…
Maceracılığa kapılmadan, bilimsel vicdanımıza ihanet etmeden, ucuz şöhret peşinde koşmadan, yalnızca şunu söyleyebiliriz ve söylüyoruz da: Yeni ve daha üstün bir göreve, sosyalist devrime mümkün olduğu kadar çabuk geçişi, bize, proletarya partisine, daha da kolaylaştırmak için, demokratik devrimi gerçekleştirmesinde tüm köylülüğe vargücümüzle yardım edeceğiz.” (Bkz. Lenin, 1905, Seçme Eserler, C. 3, s. 138. [türkçesi. s. 138.—İnter Yayınları.])
Ve onaltı yıl sonra, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra Lenin, bu konu üzerine şunları yazıyordu:
“Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, MacDonald, Turati ve ‘ikibuçukuncu’ marksizmin tüm diğer kahramanları, burjuva-demokratik ve proleter-sosyalist devrim arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlayamadılar. Birincisi, ikincisine geçer. İkincisi, geçerken birincisinin sorunlarını çözer. İkincisi, birincinin eserini pekiştirir. İkincisinin birinciyi ne derece geçmeyi başaracağını mücadele, ve yalnızca mücadele tayin eder.
Sovyet düzeni bir devrimin diğerine bu dönüşümünün tam da canlı bir onaylanması ya da tezahürüdür.”
(Bkz. Lenin, Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü Üzerine, Seçme Eserler, C. 6, s. 514. [türkçesi. s. 519. —İnter Yayınları.])
Demek ki; Lenin hiçbir zaman bütün mücadelesi içinde kendi ismiyle (”Leninizm”) özdeşleşmiş olan “Kesintisiz Devrim” görüşünü reddedip, “Sürekli Devrim” safsatacılığını benimsememişti. Bizzat Ekim Devrimi’ni, demokratik devrimle sosyalist devrimin bağlantısını doğru kuramayan, bu ikisini karşı karşıya koyan tüm formülasyonların tam bir iflası olarak gördü.
Lenin asla sosyalizmin zaferinin başlangıçta birkaç yada tek bir ülkede mümkün olacağı görüşünü terketmemişti. Tam tersine O, “yeni tipte bir devlet olarak” Sovyet Devletini bunun canlı bir doğrulanması olarak değerlendirdi. Bu somut gerçekliği göz göre göre reddeden tüm akımların kısa zamanda doğrudan yada dolaylı olarak emperyalizmin destekçileri arasındaki yerlerini almaları Lenin’i kesin bir biçimde haklı çıkardı.
Sonuç: “Troçkizm” ve Leninizm bambaşka konumlardır. Ya biri, ya öteki.
Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere Karşı
20 Ekim 1992, Etudes Marxistes
Ludo Martens
Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğinde burjuva karşı-devriminin zaferinin ardından komünistler arasında Troçkizm’in gerçek doğası hakkında kesinlikle hiçbir fikir uyuşmazlığı olamaz.
Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrimci sürecin gelişimi Troçkistlerin 60 yıllık söylemlerinin sınıfsal anlamının sınanmasına imkan vermektedir. Şimdi artık “sol” laf kalabalığının arkasında gizlenen bu akımın asıl hedeflerini görmek daha kolay hale gelmiştir. Gerçeği apaçık görebilmek için Troçkistlerin birkaç yıl önceki açıklamalarını okumanız yeterli olacaktır. Troçkizmin, çekirdeğinde fanatik antikomünizmin olduğu bir ideolojik akımdır, bu akım küçük-burjuvazinin ilerici unsurlarını kendi antikomünist çizgisinde doktrine edebilmek için devşirmektedir, bu akımın sebatla, istikrarlı ve inançlı olarak sürdürdüğü tek bir dava vardır o da, Marksizm-Leninizm ve uluslar arası komünist harekete karşı savaştır.
Bu ileri sürdüklerimizi aşağıda, Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’ndeki kadife karşıdevrimler sırasında Troçkistlerin tutumlarının incelenmesi yoluyla kanıtlayacağız.
“Kapitalizmin restorasyonu imkansızdır”
30’lu yıllarda Stalin temel bir soruna dikkatleri çekti. Sosyalizmin proletarya diktatörlüğü altında kurulmuş bulunduğu bir ülkede kapitalist restorasyon yine de mümkün müdür? Troçki burjuvazinin silahlı bir ayaklanması olmadan ve derin bir iç savaş olmadan bunun mümkün olmadığını belirtiyordu. Onun kapitalizmin restorasyonunun mümkün olmadığı yolundaki tezi bütün politik ve ideolojik kararlılığı ortadan kaldırıyor ve Parti içindeki oportünizme ve toplumdaki sınıf düşmanına karşı uzlaşmacı bir tutum teşvik ediyordu.
…
“Sadece ahmaklar…”
1934’de Stalin, Zinovyev-Kamenev oportünist grubunun çizgisinin kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin yeniden tesisine götüreceğini göstermişti. Tarih Stalin’in Troçki’ye, Zinovyev-Kamenev grubuna ve daha sonraları Buharincilere karşı eleştirilerinin haklılığını kanıtladı. Bunların fikirlerinin reddedilmesi 20’li ve 30’lu yıllarda proletarya diktatörlüğünün korunmasına ve sosyalizmin gerçekleştirilmesine, sonrasında ise faşist saldırganlığa karşı sosyalizmin korunmasını mümkün kılacak olan politik ve askeri güçlerin tahkimine imkan vermiştir… Bunların fikirlerine itibarlarının Gorbaçovca resmi olarak geri verilmesinin üzerinde iki yıl geçmemiştir ki, kapitalist restorasyon başarılı olmuştur.
1943 yılında Troçki Stalin’i nasıl yanıtladığını hatırlayalım: “Ancak açıkça ahmak olanlar, kapitalist ilişkilerin, yani toprak da dahil olmak üzere üretim araçlarının özel mülkiyetinin SSCB’de barışçı yoldan iktidarı ele geçirebileceğini ve burjuva demokrasisini kurabileceğine inanabilir. Gerçekte ise, kapitalizm diğer ülkelerde bunu başarsa bile- Rusya’da Ekim devriminin ve iç savaşın toplamının on katı kadar kayıp veren kanlı bir karşı-devrimci darbe olmaksızın, yeniden doğamaz.”[1] On katı: bu Sovyetler birliğine kapitalizmin yeniden sokulabilmesi için 50 ila 90 milyon ölü anlamına geliyor.
1989: “Orta vadede restorasyon imkansızdır! ”
Karşıdevrimci güçlerin açık olarak zincirlerinden boşanmış olduğu 1989 yılında bile, Mandel, kapitalist restorasyonun olaylar üzerine düşen gölgesinin, baskıcılığı meşru göstermek için uydurulmuş “Stalinci” bir yalandan başka bir şey olmadığına hükmediyordu. 1989 yılında, Polonya ve Macaristan şimdiden emperyalizm kampına kaymıştı. Yine de Mandel şöyle yazıyordu: “Küçük ve orta burjuvazi, bürokratikleşmiş işçi devletlerinde yalnızca en aza indirgenmiş bir azınlıktan ibarettir. Keza uluslar arası emperyalizmden çok sınırlı bir destek bulmaktadır. Bütün olarak alındığında, bu kadar sınırlı bir çıkar çakışması orta vadede bir kapitalist restorasyonun dayatılması için yetersizdir.” [2]
Hatta Sovyetler Birliğinin restorasyonu konusunda da bu aynı argümana sırtını dayadı: “Gorbaçov SSCB’si nereye gidiyor? Öncelikle bir kapitalist restorasyon ihtimalini bir yana bırakalım. Keza kapitalizm nasıl derece derece ortadan kaldırılamazsa, derece derece restore de edilemez.” [3]
Troçkistler Komünist Partisinden ve Devlet Aygıtından en ufak bir direniş geldiği müddetçe restorasyonun imkansızlığı teorilerinin ateşli propagandasını yaptılar. 30’lu yıllardan itibaren, bu kuram bütün oportünist ve karşıdevrimci akımların meşrulaştırılmasına yardımcı oldu. 30’lu ve 40’lı yıllarda, Troçkistler partinin Marksist-Leninist yönetimine karşı savaşan bütün oportünist fraksiyonları desteklediler. 1956’da, Kruçev’in “cesur anti-Stalinizmini” alkışladılar, Çarcı gerici yazar Soljenitsin’in yayıcılığına soyundular, bütün faşist ve gerici milliyetçi güçleri, bütün batı-yanlısı muhalifleri desteklediler, Gorbaçov çevresinin bütün antikomünist fikirlerini gazetelerini üçte ikisini Moskova Haberleri ve Sputnik gazetelerinden alınma sağcı yazılarla dolduracak kadar gürültücü bir biçimde savundular.[4] Kısacası, restorasyonun imkansızlığı teorisi adına, Troçkistler bütün karşı devrimcileri Lenin ve Stalin tarafından yaratılmış devrimci fikirlerden ve kurumlardan geriye hiçbir kalmayıncaya kadar desteklediler.
Muharebe bittiğinde, Mandel, iki yüzlü bir biçimde bir restorasyon hipotezine şöyle geçerken değindi. 12 Ekim 1989’da, bir mülakatta, iki farklı konumu aynı anda savunmayı başardı… “Kapitalizmin derece derece, barışçıl, kesintisiz bir yeniden tesisi fikrini dikkate almıyorum. Bu reformist bir aldatmacadır. Bunun için işçi sınıfını direncini kırmak gerekir.” Ardından bir restorasyon ihtimalinin yok sayılamayacağını, ama bunun ancak “Türk tipinde olabileceğini…” söyleyen Troçkist Catharine Samary’den alıntı yapmıştır.[5] Ancak bir restorasyon ihtimalini çağrıştıran bu sözler, temel ilkesi üzerinde ısrarcı olan Troçkist politikada hiçbir değişikliğe yol açmadı: komünizmi hatırlatan her şeyin topyekun yok edilmesi. Keza üç ay sonra 1989 Aralığının sonunda, karşı-devrimin son saldırısı gerçekleşirken Troçkistler ilk sayfadan şu sloganı ortaya attılar: “Doğu’da başlayan devrimler dayanışma! ”[6]
“‘Bürokrasi’ ve Karşısında ‘Kitleler’”
Kapitalizmin restorasyonunun imkansız olduğu tezi, 60 yıl boyunca antikomünistlerin tarafında saf tutan Troçkistlere ayıplarını örten asma yaprağı vazifesi gördü.
Oysa Stalin ve ardından Mao Zedung sınıf savaşımının sosyalizm altında devam ettiğini, sosyalizm yoluyla kapitalist yol arasındaki mücadelenin uzun bir tarihsel süreçte devam edeceğini ve dolayısıyla kapitalist revizyonun daima mümkün olduğunu savundular. Sosyalizm kendisini koruyabilmek ve ilerleyebilmek için, gerçek anlamda Marksist-Leninist bir Komünist Partisinin, düzenli aralıklarla kendi içinden oportünist akımları temizleyen bir parti önderliğine ihtiyaç duyar. Sosyalizm kendisini düşmanlarına karşı korumak, eski gerici sınıfların satın alma girişimlerine, yeni düzen altında ortaya çıkan yeni burjuva unsurlarına karşı ve emperyalizmin ajanlarına karşı korumak zorundadır.
Bu fikirlere saldıran Mandel ve diğer Troçkistler orijinal bir “teori” geliştirdiler, buna göre sınıf mücadelesi sosyalizmde de devam ediyordu … ama bu mücadele “halk kitlelerinin” “bürokrasiye” karşı mücadelesi biçimini alıyordu. “Bürokrasi”yi ancak faşistlerinkiyle karşılaştırabilecek bir şiddetle reddeden Troçkist şefler sosyalizmin karşısına çıkan bütün gerici muhalefetleri, bunların “halk kitlelerinin” iradesini dile getirdiklerini iddia ederek savundular. Bütün burjuva ve antikomünist unsurların avukatlığına soyunarak Troçkistler bir tarafa “demokratik özgürlükleri ortadan kaldırmak isteyen bürokrasiyi” ve karşısına “hakiki sosyalizmi” savunan “politik devrimin” güçlerini koyarlar. Böylece Mandel 1989 Ekim’inde şunları yazar: “Sürmekte olan politik mücadelenin esas gayesi kapitalizmin restorasyonu değildir. Bu antibürokratik politik devrimle, Glasnost süresince halk kitlelerinin elde ettiği demokratik özgürlüklerin kısmi ya da tümden ortadan kaldırılması ihtimallerinin mücadelesidir. Esas mücadele kapitalizm taraftarı güçleri anti-kapitalist güçlere karşısına koymuyor, halk kitlelerini bürokrasinin karşısına koyuyor.” [7]
Mücadelenin “halk kitlelerini bürokrasinin karşısına koyduğu” aldatmacasına dayanarak, Mandel açık ve aleni olarak, sosyalizmin son mevzilerine karşı mücadelelerinde liberal, sosyal demokrat, monarşist ve faşist güçleri savunmuştur.
“Glasnost Troçkizm’dir…”
Uluslararası burjuvazinin SSCB’de kapitalizmin restorasyonunun fiilen başarıldığını kabul ettiği bir dönemde, Mandel Sovyetlerde türeyen antikomünist basının gözdesi haline geldi. Yüzsüzlüğü Gorbaçov’un Troçkist tezlere geri dönen büyük bir devrimci olduğunu iddia etme derecesine kadar vardırdı. Mandel bununla da yetinmedi, ona göre “şimdi dünyadaki bütün komünistler kimlerin gerçek devrimci ve kimlerin gerçek karşı-devrimci olduğunu daha iyi anlıyordu.” Troçki, Troçkistler, Gorbaçov ve Gorbaçovcular devrim cephesini oluşturuyordu, bunun karşısında Stalin’in ve Stalincilerin karşı devrim cephesi yer alıyordu. Mandel Managua’da [Nikaragua’nın başkenti], Stalin’in “şiddetli bir karşı-devrimi” temsil ettiğini söyledi.[8] Ne mutlu bize ki, Mandel ve Gorbaçov’un ortak çabası sayesinde, şu kutsal 1990 yılında “devrime”, “hakiki devrime” gelebildik.
İşte Mandel’in Temps Nouveaux dergisine verdiği demeç:
“Temps Nouveaux: Mikhail Gorbaçov, perestroyka’nın hakiki bir yeni devrim olduğun ilan ediyor değil mi?
Ernest Mandel: Evet, bunu özellikle vurguluyor o, ve bu daha da iyi. Bizim hareketimiz aynı tezi 55 yıldır savunuyor, bu yüzden karşı-devrimci olarak damgalanıyorduk. Bugün her şey, SSCB’de, içinde gerçek karşı-devrimcilerin de gerçek devrimcilerin de bulunduğu uluslar arası komünist hareketin bir partisinin içinde daha açık anlaşılıyor.” [9]
Sovyetler birliği Çarcı ve amerikancı bir mafyanın eline düşüşüne, faşist ve Çarcı güçlerin Rusya’da ve diğer cumhuriyetlerde yükselişine ve burjuvazinin farklı fraksiyonları arasında ülkelerin kanlı iç savaşlara sürüklenmesini görmek için yalnızca iki yıl beklemek gerekti. Bu olaylar glasnost’un ve perestroyka’nın gerçek yüzünü açığa çıkardı ve Mandel’in, bu profesyonel antikomünistin hangi güçler için çalıştığını gösterdi.
Catherine Samary, Troçkist 4. Enternasyonalin diğer bir yıldızı, Sovyet basınına Gorbaçev’in Troçki tarafından geliştirilen programı uyguladığını açıklıyordu. Glasnost’u şu sözlerle övmüştür: “Ülkenizde Stalin’e karşı savaşan Sol Muhalefetin Platform’unu hiçbir zaman yayınlamadılar. Aslında bugün onların fikirlerini benimsiyorsunuz: gerçek sosyalist demokrasiyi ve özyönetimi kurmak.” [10]
Mandel’in Yeltsin’e Desteği
Mandel, Gorbaçev’in Glasnost’unun ateşli bir taraftarı olarak kendine düşen ödevin “Gorbaçev’den de solda” olan güçleri desteklemek olduğunu düşünüyordu, ve sözcülüklerini üstleneceği bu “solcular” da Yeltsin ve Saharov’du.
1989 başında Mandel Yeltsin’i işçilerin temsilcisi, SSCB’nin politik olarak bilinçli kesiminin fikirlerini ifade eden demokrasi adamı olarak sundu! Gorbaçev üzerine kitabında şöyle yazar: “Yeltsin’in SBKP yöneticiliğinden el çektirilmesi (11 Kasım 1987) SSCB’deki demokratikleşme sürecinde atılmış ağır bir geri adımdır.” [11] “Yeltsin bugün Sovyet işçileri arasında en popüler politik kişilik durumundadır… On binlerce “Yeltsin’i Geri Getirin! ” yazılı rozetler bir anda üretildi. Bütün bunlar 1986-1988 arasında kazanılan demokratik özgürlükleri korumaya kararlı politik olarak bilinçli bir toplum kesiminin iradesine işaret ediyor.” [12]
3 Nisan 1989’da Mandel “daha radikal ve daha kitlesel bir solun ortaya çıkışını” selamlıyordu. “Yeltsin ve Saharov’un platformundan üç ilerici güç çizgisi çıkıyor: bürokrasinin ayrıcalıklarına karşı; eşitlikten yana; çok partili bir sistemden yana.” [13]
Saharov, “radikal sol”un bu temsilcisi, uzun yıllardan beri fiilen CIA’in Sovyetler Birlğindeki resmi ajanı statüsüne sahipti. Vietnam’daki amerikan katliamcılığının tutkulu bir savunucusu olarak biliniyordu. Ona göre şayet “askeri ve özellikle de politik planda başından beri yeterince kararlılıkla hareket edilmiş olsaydı” Amerikalılar bu savaşı kazanabilirlerdi.[14]
Yeltsin’e gelince, Birleşik-Devletler’e ilk ziyareti esnasında, uluslar arası basında onun amerikan kapitalizmine övgülerine geniş yer veriliyor ve onun CIA’yle temaslarına değiniliyordu. De Gazet van Antwerpen gibi sağ bir gazete bile Yeltsin’in şu sözlerini abartılı buluyordu: “Kapitalizm çürümüyor, tam tersine çok canlı. Çok az bir paraya her istediğini alabiliyorsun. Sokakta, geceleri, hiçbir tehlike yok. Evsizlerde bile, yaşama iyimser bir yaklaşım buldum.” [15] Bu aşırı antisosyalist demeçlerin verilmesinden sonra bile, Mandel Yeltsin’i, SSCB Komünist Partisi’nin “radikal-demokratik solu” olarak desteklemeye devam etti.
Hatta, 1990 başında Troçkist basın, Sovyetler Birliğindeki muhalefetin “radikal-demokratik” kanadına desteğini bir kez daha ilan etti. “Moskovskaia Pravda 23 Şubat 1990 tarihli sayısında Boris Yeltsin liderliğindeki radikal-demokratik muhalefetin “demokratik platformu”nu yayınladı. Platform, çok partili bir sistem temelinde seçilmiş Sovyetlerin iktidarı ele almasını, Komünist Partisi’nin yönetici rolüne son verilmesini ve çok partili sistemin yasallaştırılmasını talep ediyor.” [16]
Görüldüğü gibi Troçkistler Yeltsin tarafından geliştirilen ve kendi “devrimci” çizgileriyle uyum içindeki tezleri desteklemeyi sürdürmüşlerdir.
Mandel yine de hızını alamadı ve sonunda Yeltsin’i yeni Troçki ilan ediverdi. “Mevcut durumda, reformcu Boris Yeltsin devasa bürokratik aygıtın küçültülmesini isteyen eğilim temsil ediyor. Böylelikle O, Troçki’nin açtığı yolda ilerlemektedir.”[17]
Yanayev’in 1991’deki beceriksiz darbe girişimine karşı[18] Yeltsin profesyonelce mevcut sistemin bütün yasal temelini yok eden gerçek bir darbe örgütledi; bu girişim bütün emperyalist güçlerin frenlerinden boşanmış bir uluslar arası hareketi tarafından desteklendi. Mandel ve Troçkistler tahmin edileceği gibi Yeltsin’in yanındaydılar.
“Yeltsin tarafından ateşlenen hareket ve eski sistemin reddedilmesi bir devlet darbesinden çok bir tepeden darbe olarak ortaya çıkan girişiminin başarısızlığını açıklıyor. Bu darbeye kesin olarak karşı çıkmak ve bu meselede Yetsin’in yanında savaşmak gerekiyordu. Öz-örgütlenmenin, politik çoğulculuğun ve sınırsız ifade özgürlüğünün gelişmesi, bir demokrasinin garantileri yalnızca bunlardır. Biz Komünist Parti’nin ve resmi sendikaların mallarının kamulaştırılmasına evet diyoruz.” [19]
Artık bütün dürüst antikapitalistler, Yeltsin’in çarcı mirası diriltmeyi amaçlayan yeni Rus burjuvazisinin ultraliberal ve amerikan-yanlısı kanadını temsil ettiğini kabul ediyordu. Gelin görün ki, Troçkistler “öz-örgütlenme yolunu”, kitlelerin Komünist Partisine karşı örgütlenmesi, liberal, sosyal-demokrat, faşist ve çarcı partilere özgürlük yolunu açan karşı-devrimci darbeyi alkışladılar. Burjuva partilerine özgürlük, ki bu kaçınılmaz olarak komünist örgütlenmelerin baskı altına alınması ve sonuçta yasaklanmalarını getirir, bu iş bütün “çoğulcu” burjuva demokrasilerinde böyle yapılmaktadır.
Bir sene sonra artık hiç kimse, hatta uluslar arası büyük burjuvaziden dahi kimse, Yeltsin’in aşırı sağ ve emperyalizm yanlısı karakterini inkar edemez hale geldi.
Gerçek antikomünist provokatörler olarak Troçkistler bu durumda utanmadan 180 derece yön değiştirdiler: “Boris Yeltsin: Joseph Stalin’in İzinde.” [20] Bu örnek bu antikomünistlerin hiçbir şeyden utanmadıklarını ve hertürlü aşağılığı yapabilecek durumda olduklarını göstermiştir: Yeltsin’i antikomünist savaşımında, onu hatta kendi sözde devrimci liderleriyle, büyük Troçki’yle mukayese ederek sonuna kadar destekliyorlar; ama kapitalist restorasyon başarıya ulaştıktan ve Yeltsin eski Çarların anısını selamladıktan birkaç ay sonra, bizim Troçkistler Yeltsin’in en kötü düşmanları Stalin’e benzediğini keşfediyorlar.
“Rahat bir nefes almak”
Nisan 1989’da Mandel Gorbaçovla, Yeltsinle ve özellikle de Glasnostla ilgili olumlu düşüncelerini dile getiren bir kitap yayınladı. Hatırlanacak olursa, o dönemde burjuvazi Gorbaçov tarafından başlatılan değişimler karşısında duyduğu heyecanı zorlukla saklıyordu. Bayan Thatcher Glasnost ve Perestroikanın inançlı bir taraftarı olduğunu kaydetmişti bile. Burjuvazi komünizmin sonunu ve büyük bir barış, demokrasi ve özgürlük çağının başlangıcını duyuruyordu. Mandel ise sahte “solcu” diliyle, her zaman olduğu gibi, moda olan burjuva akımını desteklemeye soyunmuştu. Kitabında şöyle yazıyordu: “Stalinizmin ve Brejnevizmin kabusu nihayet kesin olarak son buldu. Sovyet halkı, uluslar arası proletarya, bir bütün olarak insanlım şimdi artık rahatça bir nefes alabilir.” [21] O dönemde, biz Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliğindeki karşı-devrimin emperyalizm için stratejik bir zafer olduğunu, eski sosyalist ülkelerin halkları için bir felakete yol açacağını, halkların ilk kurbanı olacağı yürürlükteki değişikliklere yol açan Üçüncü dünyanın baskı altına alınmasını arttıracağını ve kapitalist dünyanın bütün çelişkilerini daha da ağırlaştıracağını saptamıştık. Troçkistler buna karşı şöyle başlıklar atıyorlardı: “Belçika İşçi Partisi yönetiminin hezeyanları ağırlaşıyor.” [22]Aynı gazetede, “insanlığın rahat bir nefes alışı” kuramı Üçüncü Dünya halkları için emperyalist askeri müdahalelerin olmadığı bir geleceğin parlatılmasıyla açıklanıyordu! “Doğu Avrupa’daki kitle hareketleri emperyalizm için bir tehdit oluşturmaktadır. Üçünçü Dünyaya emperyalist bir yabancı müdahalesi şimdi daha zordur.”[23] Ve yine bir yıl sonra, emperyalizmin müttefik güçleri Irak’a karşı barbarca saldırılarını başlattıklarında, Troçkistler, kendilerinin de aynı doğrultuda, Saddam Hüseyin’e karşı savaştıklarını açıklıyorlardı. Bu arada Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğindeki “insanlığın rahat nefes alışı”, işsizlik, sefalet, yoksulluk, gerici milliyetçilik ve iç savaşla dehşetli bir kriz olarak gerçekleşiyordu.
Mandel, Sovyet halkının rahat nefes alması düşüncesini geliştirirken, bunun kitabı için güzel bir final olduğunu düşünmüş olacak. İşte kitabının son sayfasının özeti:
“Şimdiki devrim, Leon Troçki tarafından yarım yüz yıl önce yapılmış olan analizi ve kehaneti doğruluyor: ‘Proletaryanın etkin hale gelmesiyle, Stalinci aygıtın altındaki zemin ortadan kalkacak. her şeye rağmen direnişe dayanmaya yeltenirse, ona karşı iç savaş önlenmeleri değil, daha çok polisiye önlemler almak gündeme gelecek. Proletarya diktatörlüğüne karşı bir ayaklanma değil, zararlı urun kesin atılması sorunu söz konusu olacak.’”
Dahası: “Bürokrasinin kendi kendisine karşı hazırladığı devrim, Ekim 1917 Devrimi gibi toplumsal bir devrim olmayacak: toplumun ekonomik temellerini değiştirmek, bir mülkiyet biçimini başkasıyla değiştirmek söz konusu olmayacak. İşte böyle olacak! ” [24]
Mandel’in bu şekilde kendi glasnost analizini (bir yıl sonra iflah olmaz antikomünist niteliğini maskelemeye yarayan bu analizi) , bu şekilde ihtiyar Troçki’ye bağlaması tebrik edilecek bir şey. Aslında, Mandel’in gülünç karşıdevrimci manevraları Troçki’nin anti-bolşevik önermelerini daha da sofistikleştirererek en uç noktalarına kadar ileri götürüyordu. Üç yüz sayfalık analizin sonucu olarak Mandel Troçki’nin kehanetinin sonunda Glasnot sayesinde gerçekleşmekte olduğunu fikrine ulaşıyordu. Yarım yüzyıl önce Troçki bir anti-bolşevik ayaklanmayı provoke etmeye çalışmıştı. O zaman proletarya diktatörlüğü sağlam bir biçimde yerleşmiş olduğu, Bolşevik Partisi kitleleri enerjik biçimde harekete geçirebilecek durumda bulunduğu için, Troçki abartılı bir “sol” demagojiye başvurmak zorunda kalıyordu: “Stalinci” Parti devrildiği zaman, proletarya diktatörlüğü hiç zarar görmeden yerinde kalacaktı, yalnızca “bürokratik ur kesip atılmış olacaktı.” Ayaklanma sağlıklı bir gövdedeki bir paraziti alacaktı. Troçki, işçileri, ayaklanmasının sosyalizminin ekonomik temellerini değiştirmeyeceğine, özel mülkiyetin yeniden tesis edilmesinin söz konusu olmayacağına ikna etmek durumundaydı. 50 yıl sonra, Mandel, sonuna kadar götürülen glasnot ve Sovyet toplumunun “demokratizasyonunun”, proletarya diktatörlüğünü ve toplumun ekonomik temelini ortadan kaldırmayacağını tam tersine geliştireceğini savunmak için kitabının sonunda aynı güvenceleri veriyordu. İki yıl içinde, bu tatlı önermelerle alıştırması yapılan ve meşrulaştırılan hain karşı-devrimci altüst oluşlara tanık olduk.
Troçkist “Anti-Bürokratik Devrim”
60 yıldır, Troçkistler sosyalist ülkelerde “bürokrasileri” “politik bir devrimle” yıkmak istediklerini söylerler. Troçki’nin sosyalist sisteme karşı duyduğu öfke, Sovyetler birliğinin Bolşevik liderliğini tanımlamasında en çarpıcı ifadesine kavuşur: “görgüsüz akbabalar kastı”, “totaliter oligarşi”, “yeni aristokrasi”, “Stalin’in suç çetesi”[25], “yeni baskıcı ve asalak kast”, totaliter bürokrasi”, “otokratik klik”, “asosyallerin ve artıkların hiyerarşisi”.[26] 30 ‘luyılların sonunun faşist literatüründe aynı dil kullanılmaktadır.
Troçki’ye göre, “bürokrasiye” karşı olan bütün güçlerin hareket geçirilmesi, gerçek sosyalist topulumu hırsızların ve bürokratik parazitlerden kurtaracak “politik devrime” yol açacaktı. Bu kuram bizzat Mandel grubunun ifşaatlarına göre Troçkist doktrinin çekirdeğidir: “SSCB’nin bürokratik dejenerasyonu ve politik devrim kuramsallaştırmaları, Troçkist hareketin en önemli programatik kazanımlarıdır. politik devrim ve onun getirdiği görevler, onun hazırlanması, 4. Enternasyonal’in gerçek varlık nedenleridir.” [27]
Nazilerin yararına provokasyonlar
“Politik devrim” kuramının gerçek anlamı 1930'ların mücadeleleri içinde sınandı. Bütün batı burjuvazisi Troçki tarafından yapılan “ihanete uğrayan devrim analizini” takdirle karşıladı. Aslında Troçki azılı bir antikomünistin diliyle konuşuyordu ve onun Bolşevik Partiye ve Stalin’e karşı ithamları alkışlanıyordu ve bugün de alkışlanmaktadır.
Yalnızca çok tipik bir örnekle yetinelim. 1982 yılında, Belçika Askeri Akademisi profesörü Henri Bernard, halkı bir Sovyet saldırısı tehdidine karşı uyaran bir kitap yayınladı. bize şunu söylüyordu: 1939 1982’ye benziyor, o zaman Nazilerdi şimdi komünistler tehlike kaynağı, antifaşist Einstein’ın günümüzdeki takipçisi antikomünist Soljenitsin’dir.[28]
Batı üzerine gölgesini düşüren korkunç tehdidi anlamamız için, 1982 yılında, Henri Bernad bize 1917’den başlayarak bütün Sovyetler birliği tarihinde bir tur attırmayı gerekli görmüştü:
Bu uzun seyahatten birkaç cümle: “Lenin, özel hayat bakımından, aynı Troçki gibi, bir insandı. duygusal yaşamı incelikten yoksun değildi. Troçki normal koşullarda Lenin’in halefi olmalıydı. Aralarındaki birkaç küçük düşünce ayrılığına rağmen, Lenin Troçki’ye karşı çok iyi duygular besliyordu. Onu halefi olarak görüyordu. Stalin’i çok kaba buluyordu. Ülke içinde Troçki komünist aygıtı felç eden korkunç bürokrasiye karşı duruyordu. Troçki rejimin ancak daha büyük bir eleştiri özgürlüğü ve yapıcı bir eleştirel ruhla dışa açılabileceğine inanıyordu. Bir sanatçı, eğitimli, uzlaşmaz ve çoğu zaman peygamber ruhlu bir insan olarak partinin basit dogmalarına uyum sağlayamazdı.” [29]
İşte bir askeri istihbarat şefi Troçki’yi bu ruh haliyle “takdir” edebiliyordu.
Hitlerci saldırganlığın Sovyetler Birliği’ne karşı açık bir tehdit halini aldığı 1938’den itibaren, Komünist partisinin bozguncu ve teslimiyet yanlısı güçlere karşı ölüm-kalım savaşı yürüttüğü bir anda, Troçki Nazi ajanlarının eline yeni silahlar veren bir ajitatör olarak çalışıyordu. 1938’de, bütün Sovyet komünist ve yurtseverleri Nazi saldırganlığına karşı politik ve askeri hazırlık davasında canla başla seferber olmuş durumdaydı. Troçki’nin silahlı ayaklanma öneren aklını kaçırmış çağrıları ancak sosyalizmin en azılı düşmanları arasında yankı bulabilirdi. Troçki’nin 1938-1940 arasındaki bazı savunularından örnekler:
“Ülkenin güvenliği sabotajcıların ve teslimiyetçilerin otokratik kliği yok edilmeden sağlanamaz” 3 Haziran 1938. [30] O esnada, Nazi tehdidi karşısında Sovyetler birliğinde tansiyon zaten en üst noktadaydı. Savaş hazırlığı için gerekli fedakarlıkları çok ağır bulan bazı oportünist gruplar ve bazı karşı-devrimci gruplar, bir darbe planına ikna olmuşlardı. Direniş savaşına hazırlık sürecinde kesinlikle kaçınılmaz olan siyasi temizlik bu grupları hedef alıyordu. Troçki bu bozguncu gruplara Parti üzerindeki ajitasyonlarını takviye etmeleri için yeni bir argüman öneriyordu: eğer Stalin ve “Stalinisler” iktidarda kalmayı sürdürürlerse, SSCB’nin Naziler karşısındaki çöküşü kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla, bir ayaklanmayla, Parti’nin ve ülkenin mevcut yönetimi yıkılmalıydı. Bu öneriler işgal planlarını daha kolay gerçekleştirebilmek için bir iç savaşı provoke etmek isteyen Nazilerin istekleriyle tam olarak örtüşüyordu.
“SSCB’nin askeri gücünü yeniden elde edebilmesinin tek yolu Kremlin’deki bonapartist rejimin alaşağı edilmesidir. Kim ki, doğrudan ya da dolaylı olarak Stalinizmi müdafaa etmeye kalkarsa, kim ki onun ordusunun gücünü abartırsa, o devrimin, sosyalizmin ve ezilen halkların en büyük düşmanıdır. -10 Ekim 1938” [31]
Şunu belirtelim ki Naziler bolşevizmin işini bitirmek konusundaki kararlılıklarını arttıran bu propagandaya inanmışlardır. Ancak altı ay savaştıktan sonra, Sovyet askeri potansiyelini ve muharebe gücünü küçüksemiş olduklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır…
“Ancak Sovyet proletaryasının bir ayaklanması Ekim Devrimi’in kazanımlarından toplumun temellerinde kalmış olan ne varsa onları yeni parazitlerin hain tiranlığının elinden kurtarabilir. 14 Ekim 1938” [32]
“Ekim devriminin kazanımları halka, o ancak daha önce Çarcı bürokrasi ve burjuvaziye karşı harekete geçtiği gibi Stalinist bürokrasiye karşı da harekete geçecek yetenekte olduğunu göstermesi şartıyla hizmet edecektir. (…) Bu ancak tek bir yolla olabilir: işçilerin, köylülerin ve Kızıl Ordu askerlerinin, baskıcıların ve parazitlerin yeni kastının karşısına dikilmesiyle. Bu kitle kalkışmasını hazırlamak için, yeni bir parti gerekir, o da 4. Enternasyonal’dir. Mayıs 1940” [33]
Okuyucu bu çılgınca cümlelerin hangi tarihte üretilmiş olduğuna dikkat etmiş olmalı: Mayıs 1940. Fransa ve İngiltere yedi ay önce Almanya’ya savaş ilan etmiştir; yalnızca iki ay önce, Almanya’nın müttefiki olan Finlandiya üç aylık bir savaşın ardından Sovyetler birliğine teslim olmuştur. Stalin her yoldan zaman kazanmaya çalışmaktadır, ancak Alman saldırısını her an başlayabileceğini bilmektedir. İşte bu koşullar altında, Troçki en aşağılık, en hain provokasyonlarını başlattı: önce bir halk ayaklanması sonra da “yeni parazit kastına” karşı bir ordu ayaklanması çağrısında bulundu, bunlar Hitlercilerin de sürekli tekrarlamakta olduğu çağrılardı. Bu durumda Bolşevikler Troçki’nin Hitlercilerin dolaysız bir ajanı gibi davranabilecek denli alçaldığını kesin olarak saptamak zorunda kaldılar.
1938-1940 arasında, bütün antikomünist demeçleriyle Troçki ve çevresindeki küçük gruplar bilinçli ya da bilinçsiz olarak Nazilerin hizmetindeki provokatörlere dönüştüler. Yine de bu provokatör gruplar muharebelerin seyrine en ufak bir etkide bulunamadılar. Keza Bolşevikler halkın örgütlenmesi ve Kızıl Ordu’nun seferber edilmesi uğrunda devasa bir çalışma sayesinde, askeri üretim ve yeni fabrikaların inşası alanlarında insan üstü çabalar sayesinde Nazi katillerine karşı kaçınılmaz mukavemet savaşına ülkeyi etkin olarak hazır hale getirmeyi başarmışlardı.
Faşizme karşı savaşın sonunda, aşağı yukarı dünyanın tümünde, sayısız küçük Troçkist klikler tamamen gözden düşmüş ve yalıtılmış durumdaydı.
Dünya gericiliğinin terimleriyle Stalin yoldaşın devasa eserine saldırmak yoluyla Troçkist antikomünistlerin başlarını göstermelerine Kruçev izin vermiş oldu. Bugün Kruçevin Brejnev ve Gorbaçov tarafından derinleştirilen ve geliştirilen çizgisi vahşi bir kapitalizmin bütüncül restorasyonuna yol açmıştır.
Bugün diyebiliriz ki Troçki’nin yukarda alıntılanan tezlerinin provokatör, antikomünist ve faşizme hizmet eden karakterini anlayamayan bir kişinin komünizmle hiçbir ilişkisi yoktur.
Mandel Ukraynalı Nazileri Savunuyor
Şimdi de ikinci dünya savaşından bu yana Troçkistlerin “politik devrim” adına hangi politik ve sosyal güçleri desteklediğini görelim.
Naziler 1941 yılında Sovyetler Birliğini işgal ettiklerinde Ukrayna’da nazi uşağı bir milliyetçi hareket kurdular. Bu hareket yüzbinlerce Yahudi, Polonyalı ve komünisti katletti. 1944 yılında, Naziler çekilirken, Kızıl ordu hatlarının gerisinde Alman subayların yönetimindeki Ukraynalı faşist gruplarını saldıılar. Mandel grubu bu nazi karşı devrimini “antibürokratik politik devrimin” bir parçası olarak göstermiştir! İnanılmaz mı? Hükmü kendiniz verin:
1988 Mandel şunu yazıyor: “İkinci dünya savaşı boyunca, 4. Enternasyonal’in Ukrayna milliyetçi hareketinin potansiyelini görmezden gelmesi ağır bir hataydı. Enternasyonal Ukrayna’da devrimci bir ulusal kurtuluş hareketinin varlığından ancak savaştan beş yıl sonra haberdar oldu, o sırada Ukraynalı gerillalar son muharebelerini veriyordu.” [34]
Burada Troçkistler kendilerini doğrudan Nazilerin hizmetindeki ajanlar olarak ele vermektedir. Troçkistler ayrıca1945’den itibaren amerikan gizli servisi tarafından yayılan Ukraynalı milliyetçilerin “hem Hitler’e hem Stalin’e karşı” savaştıkları yalanına da sahip çıktılar. Peki, gerçek neredeydi?
Gerçek, Doğu Cephesi’nde savaşmış bir Alman Waffen-SS subayı’nın Ukrayna’da yaşadıklarını anlattığı günlüğünde bulunabilir. Subay Ukrayna halkının “işgal sırasında Almanların uyguladığı politikadan büyük hayal kırıklığına uğradığını” yazmaktadır. Geri çekilmeden önce Alman ordusu Ukraynalılardan oluşan ve Alman subayları tarafından yönetilen Waffen-SS Galiçya Divizyonu’nu kurdular. Ukrayna İsyancı Ordusu’nun başı Melnik, “iki cephede, hem Sovyetlere hem de Almanlara karşı (Çekilmekte olan Almanlara karşı) savaşma çok sorumluluk isteyen kararını” aldı. Nazi subayı “Ukraynalılarıyla” Kızıl haziran 1944’de Ordu’ya karşı girdiği muharebeleri de değerlendiriyor: “Bir ortak düşmana karşı omuz omuza savaşmakta oluşları, Alman-Ukraynalı ilişkilerinin tarihine yeni bir boyut vermektedir.” [35]
Waffen-SS’in öncülük ettiği, bu Troçkist “politik devrim” gerçekten de gözyaşartıyor! [36]
Berlin ve Budapeşte’de Karşı Devrimin Yanında
Alman halkının büyük çoğunluğu savaş boyunca Hitlerci rejimi etkin biçimde desteklemiştir. Yenilgiden beş yıl sonra, Nazi etkisi hem Doğu hem de Batı Almanya’da hala oldukça canlı biçimde varlığını sürdürüyordu. Batıda, eski Naziler ve Nazi işbirlikçileri büyük işletmelerin ve ordunun yönetimindeki yerlerini korudular. ABD ve İngiltere tarafından başlatılan Soğuk Savaş, Demokratik Alman Cumhuriyetinde de Yeni Düzen’i özleyenlerin antikomünist hareketini destekliyordu. 1953 yılında Doğu Berlin’de CİA’in hizmetine giren eski Nazi Gizli Servisleri şefi General Gehlen’in[37] şebekeleri tarafından desteklenen Nazi eskileri bir ayaklanma başlatmaya yeltendiklerinde, Mandel bu “antibürokratik savaşım”ı alkışladı. “Bürokratik kast en isyan ettirici suçlarından geri adım atmayacaktır. Tarihin bu dersi 1953 yılında Berlin duvarlarına kanla yazılmıştır.” [38]
Macaristan’da Faşist Horty rejimi 1919’dan 1944’e kadar ülkeyi kesintisiz yönetmişti. 1956 yılında CİA desteğinde Macar karşı devrimi patlak verdi, Mandel yine sela durmuş alkışlıyordu: “Eylül-Ekim 1956 Macar Devrimi anti bürokratik politik devrimin şimdiye kadar ulaşabildiği en ileri nokta olmuştur.” [39]
Şunu da ekleyelim ki, 1989 yılında Budapeşte’de özel teşebbüsü ve NATO’ya katılımı ilan edenler, sonunda 1956 ayaklanmasının programının uygulama anının geldiğini söylemişlerdir. 31 Ekim 1956’da Varşova Paktından ayırılışı ve Macaristan’ın “tarafsızlığını” ortaya atan “ulusal kahraman” İmre Nagy’yi selamlıyorlardı… ki bunlar Özgür Avrupa Radyosu’nun da en gözde sloganlarıydı.[40] Troçkist basın da aynı şekilde 1989’da Macaristan’da yapılan antifaşist gösterileri selamladı. Mandel şöyle yazıyordu: “Bu hafta, bir milyon insan Budapeşte’de yoldaş İmre Nagy’yi, devrimin Stalinciler tarafından kurşuna dizilen bu komünist liderini anmak üzere toplandı.” [41] (Bu arada faşist basının da, Stalinciler tarafından idam edilen bu önde gelen milliyetçiyi anmaya büyük yer ayırdığını belirtelim.) …
Solidarnosc ve “işçi iktidarı”
Polonya’da Solidarnosc proletarya sosyalizmi için Stalinci Bürokrasiye karşı savaşan bir örgütlenme olarak tanıtılmıştır. 4. Enternasyonal yayınında 1980 yılında yazılanlar şöyledir: “Solidarnosc günden güne artan bir biçimde, en azından yerel ve bölgesel planda, bir ikili iktidar organı olarak işlev görmektedir; antibürotratik politik devrim Polonya’da aslında şimdiden başlamıştır. Polonya deneyimi, Bürokratik işçi devletlerindeki demokratik ve ulusal taleplerin proleter devrimci içeriğini açıkça göstermektedir.” [42] Yine 1981’de, Troçkistler, bir ikinci iktidar odağı niteliğini kazanmış olduğu halde Solidarnosc’un iktidarı almamak istemesinden yakınıyordu: “İnsanlar Solidarnosc’un iktidarı alma konusundaki isteksizliği yüzünden silahsızlanmış durumda. (…) Şu anda totalitarizm karşısında duyulan kinin totaliter diktatörlüğün karşısına dikilen işçileri silahsızlandırması gerçekten trajik olur. Devlete karşı bir iktidar inisiyatifi doğmuştur: Polonya işçilerinin iktidarı.” [43] Solidarnosc 1989’da Reagan, Bush ve Bayan Thatcher’in ve tüm batılı gizli servislerin güçlü desteğini açıkça arkasına aldığı zaman da Mandel görüşünü değiştirmedi: “Solidarnosc’un seçilmesi işçi sınıfı için bir zaferdir.” [44]
Çekoslovakya’da CİA’in yanında
1990 yılında, Özgür Avrupa Radyosu ve CİA’in önde gelen işbirlikçisi Vaclav Havel Çekoslovakya’da iktidara geçti. Havel, Troçkist Petr Uhl’u yeni Amerikan yanlısı Devletin sözcüsü olarak Çekoslovak basın ajansı’nın başına getirdi! Uhl şöyle yazıyordu: “Troçki’nin politik devrim kuramının ne ölçüde doğrulandığını tartışılıbalir. Benim düşünceme göre bu kuramın gerçeğe en çok yakın olduğu yer Çekoslovakya’dır.” [45] 12 Kasım’da, Mandel aynı düşünceyi saçmalık derecesinde ileri götürüyor: Çekoslovak karşıdevrimini büyük Ekim Devrimiyle karşılaştırıyor! Troçkistlerin raporunda şu görüşlere yer veriliyordu: “Yoldaş Ernerst Mandel hiçbir şüpheye yer olmadığını her zamankinden daha parlak bir biçimde ortaya koydu: ‘DAC’de ve Çekoslovakya’da yaşadıklarımız 1917 devriminden beri görülmemiş bir genişlik ve derinlikte, hakiki bir devrimdir.” [46]
Petr Uhl Çekoslovakya’da bütün gericilerin ortak cephesi tarafından gerçekleştirilen antikomünist devrim olarak “politik devrimin” şahane bir betimlemesini vermiştir: “Chart 77’yi politik devrim yönünde bir adım olarak görenler vardı –benim durumum buydu, ve aynı zamanda onu İsa’nın sözünün yayılması olarak görenler de vardı tabi. Bu tam bir karşılıklı hoşgörü laboratuarıydı. ‘Komünizme’, Stalinizme, bürokrasiye karşı olmak sözkonusu olduğunda ise aramızda hiçbir görüş ayrılığı yoktu” [47] Dinci-faşistleri, gerici milliyetçileri, sosyal-demokratları, Özgür Avrupa Radyosu ajanlarını ve Troçkist Truva atlarını aynı çatı altında birleştiren cephenin güzel bir tablosu.
Troçkisler ayrıca 1989 Aralığında bize şu dersi de veriyordu: “tarih Çekoslovakya’da parlak bir rövanş aldı: Dubçek’in onuru iade edildi” [48]
Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde Devrim!
Eylül 1989’dan itibaren, Federal Almanya’nın intikamcı burjuvazisi muazzam finansal kaynaklarıyla, televizyon ve radyo istasyonlarıyla, DAC’de antikomünist ajitasyona destek verdi. Mandel grubuna göre “hakiki bir politik devrim başlamıştı.” [49]
İki hafta sonra Mandel DAC’de “proleter devrimini” ilan etti! “DAC’deki kitle hareketi hakiki bir devrim derinliğine ulaştı. Bu hareket Avrupa’da mayıs 1968’den bu yana gördüklerimizin hepsini, hatta İspanyol devriminden bu yana gördüklerimizin hepsini aşmaktadır. DAC’de başlayan devrimin proleter karakteri, hareketlerin büyük çoşkusuyla bir kez daha kanıtlanmıştır.” [50] Bir ay sonra, Aralık 1989’da, Mandel’in hezeyanları en uç noktasına ulaştı: “Berlin’de olanlar beni gerçekten derinden etkiledi. Rosa Lüksemburg’un, Lenin’in, Troçki’nin hayal ettikleri her şey ilk defa gerçekleşiyor, Hollanda’da 16. yüzyıldaki devrimden bu yana ilk kez yabancı müdahale tehdidiyle karşılaşmayan bir devrim oluyor. İki yüzyıldan bu yana ilk defa antimilitarist ve antimilliyetçi olan ilk Alman kuşağıyla karşı karşıyayız. Beni özellikle heyecanladıran, bu halk hareketinin derinliği ve eşsiz gücü. Beş yüz bin Leipzigli’nin iki ya da üç yüz bini aralıksız sekiz haftadır her pazartesi sokaklara iniyor. Özellikle Doğu Almanya’da anti-sosyalist eğilim özellikle zayıf. 7 bin sloganın ancak yüzde biri anti-sosyalistti. kimse bundan sonraki devrimin Rusya’da mı, Fransa’da mı, Güney Afrika’da mı yoksa İspanya’da mı olacağını söyleyemez ama kesin olan bir şey varsa o da doğu-alman ve çekoslovakya’daki devrimlerin yeni devrimleri doğuracağıdır.” [51]
Hareketin “sosyalist” karakterini kanıtlamak için 4. Enternasyonal organı, sosyal demokrat bir grubun demecinden alıntılar yapıyordu. Oysa Alman sosyal-demokrasisinin yükselen ve yayılmacı güç Alman emperyalizminin bir şok gücü olduğu biliniyordu. Willy Brandt tarafından DAC Komünist Partisi’ne sızmaz, onu bölmek ve yok etmek için devreye sokulan strateji ve taktik Sosyalist Birlik Partisi’nin oportünist dejenerasyonunda çok önemli bir rol oynamıştı.
İşte Troçkistlerin alıntıladığı metin: “DAC’nin zorunlu demokratikleşmesi iktidarın tek elde toplanmasına ve tek hakim partiye karşı çıkmak şarttır. Bizim için bir sosyal-demokrat Parti’nin kurulması çok önemlidir. Programatik yönelimlerimiz: Hukuk devleti, parlamenter demokrasi ve çok partililik, tekellerin kesin olarak yasaklanmasına dayalı bir sosyal pazar ekonomisi, bağımsız sendikalar kurma özgürlüğü.” [52]
İşte Troçkistler açıkça burjuva rejimini telaffuz eden bir programı, yürürlükte olan “politik devrimin” “proleter” karakterinin bir göstergesi olarak böyle ortaya sürüyordu. Mandel ise sloganların yüzde birinden daha azının sosyalizme karşı olduğunu ileri sürmüştü!
Glasnost ve “Stalinistlere” karşı Çokparticilik
Mandel Stalinizm taraftarlarını “demokratik özyönetimci sosyalizm” yürüyüşüne uygun güçlerden ayırt etmek için üç kriter ortaya koymuştu: Gorbaçov’un glasnost’una karşı tutum, Komünist Parti’nin yönetici rolüne karşı tutum ve Tian An Men meydanındaki müdahale karşısındaki tutum.[53]
Yaşasın Glasnost!
“Biz glasnost’u demokratik özgürlüklerin kullanım alanını genişleten gelişmelerin süreci olarak değerlendiriyoruz.” diye yazıyor Mandel. [54]
Sovyetler Birliği Kadife Karşı-Devrim başlıklı kitapta, beş yıllık glasnost’un nasıl insanları sistematik olarak kapitalizmin bütüncül restorasyonuna ruhsal bakımdan hazırladığını, 1917’den önceki burjuvazinin fikirlerini nasıl dirilttiğini, bütün antikomünistlere, CİA’in adamlarına, örneğin onun eski yönetici William Coby gibi ya da rahip Moon gibilerine, Çarcılığın ve Çarcı Ortodoks Kilisesinin ajanlarına, Nazi işbirlikçileri Vlassov ve Bandera’nın adamlarına nasıl söz hakkı verdiğini gösteren özel bir bölüm ayırdık.
Gorbaçov’un en son sosyalist kurumların ve etkilerin kökünü kazımaya yemin etmiş bütün karşı-devrimcilere özgürlüğü karara bağlamakta olduğu bir dönemede Mandel sınıf karakterine hiç dokunmaksızın, genel olarak “demokratik özgürlüklerden” söz ediyordu. Leninizmin en temel öğretisi, sosyalizmin, burjuvazinin güçlerine karşı, sömürücülerin güçlerine karşı emekçilerin güçlerini bir araya getiren bir sınıf diktatörlüğü olduğudur. “Eğer emeğin kapitalist baskıdan kurtuluşu davasına hizmet etmiyorsa” der Lenin, “her türlü özgürlüğü bir dolandırıcılık olarak görüyoruz.” [55]
Kahrolsun Tek Parti!
Glasnost bütün anti-komünist akımlara söz hakkı verdi ve bütün kapitalist ve emperyalizm yanlısı güçlere de restorasyon için açıkça örgütlenme ve savaşma özgürlüğü tanıdı. Mandel 1989’da SSCB’de antikomünist ve karşı-devrimci partilerin kurulmasını alkışlıyordu: “SSCB’de bugün gerçek seçimlerin yapılmaya başlaması ileriye doğru büyük bir adımdır. Ancak gerçekten özgür seçimlerin yapılabilmesi gerekir, bunun için de eğilimlerin, fraksiyonların ve partilerin hiçbir ideolojik kısıtlama olmaksızın özgürce kurulabilmesi şarttır.” [56]
1989-1990 yıllarında Mandel en büyük rüyasının gerçekleşmesine tanıklık etti: “ideolojik sınırlanma olmaksızın, farklı partilerin örgütlenmesi”. Sovyetlerde türedi burjuvazi kendisini bu sosyal-demokrat, liberal, Hıristiyan-demokrat, milliyetçi-çarcı, vs. partiler aracılığıyla ifade etme fırsatı buldu. Bu burjuva çoğulculuğu sosyalizmin kesin olarak tasfiyesi ve kapitalizmin restorasyonu sürecini hızlandırdı. Günümüzde, sınıf mücadelesinin pratiği 1970’dan itibaren formüle edilen bu Troçkist istemin gerçek karakterini ve doğasını ortaya koymuştur. Mandel grubu, 9. Kongrelerinde, Lenin’in ünlü polemiğine konu olan dönek Kautsky’in antikomünist tezlerini kelimesi kelimesine yeniden “keşfeden” bir karara imza attı. Böylece Bolşevik Parti ve yoldaş Stalin tarafından sıkça tekrar edilmiş olan bir gerçek bir kez daha tekrarlanmış oldu: “Troçkizm sol sözcükler arkasına gizlenmiş sağcı sosyal-demokrasidir.” “Tek Parti ve Çokparticilik” başlığı altında Mandel şunları yazmıştır: “Şayet sadece burjuva programa sahip olmayan örgütlerin yasal olarak kurulabileceğini söylersek ayrım çizgisini nereye çizeceğiz? Büyük çoğunluğu işçi sınıfı içinden gelen üyelerden oluşan ama bir burjuva ideolojisini benimseyen partiler yasak mı olacak? Bir ‘burjuva programıyla’, bir ‘reformist program’ arasında ayrım çizgisi nasıl çizilecek? Reformist partileri de aynı şekilde yasaklayacak mıyız? Sosyal-demokrasiyi de mi ortadan kaldıracağız? (…) Hiçbir gerçek işçi demokrasisi çokpartili bir sistem olmadan kurulamaz.”[57]
Evet, Lenin sosyal-demokrat partileri, o zamanki adlarıyla Menşevik ve sosyalist-devrimci partileri ortadan kaldırdı. Çünkü iç savaşta, bunlar, Çarcılığın, burjuvazinin ve müdahaleci güçlerin safında savaştılar ve çünkü bunlar feodal ve burjuva güçlerle birlikte ezildiler. Lenin şuna dikkat çekmişti, akıllı bir büyük burjuva, Miliyukov gibi biri, içinde bulunduğu durumda ancak “sol”, sosyal-demokrat bir partinin kitleleri antibolşevik savaşa çekebileceğini mükemmel biçimde anlıyordu. Bu yüzden Miliyukov yalnızca bir sosyal-demokrat partinin legalleştirilmesinden dahi fazlasıyla memnun kalacaktı…
Karşı-devrimi Bastırmamak
Troçkizm gözünü tek düşmanının üzerinden bir an bile ayırmamıştır: Marksizm-Leninizm, uluslar arası komünist hareket. Bu çerçevede, Mandel bir restorasyon tehlikesini kaba bir biçimde inkar ederek, saldırılarını süreci bir karşı-devrim olarak nitelendiren ve etkin olarak ilerleyen karşıdevrime karşı savaşanlara konsantre etmiştir.
1989 senesi boyunca, iki politik eğilim yükselen karşı-devrime direnmeyi denedi. Önce, Doğu Avrupa’da,
…
Gorbaçov, Sovyetlerde restorasyon sürecinin hızlandırmak için Doğu Avrupa’nın bütün anti-komünist güçlerine sonuna kadar yeşil ışık yaktı. Glasnost’u mantıksal sonuçlarına doğru zorlayarak Doğu ülkelerini ve Sovyetler Birliğinin gerçek komünistlerinin bir anti-restorasyon cephesi kurmasını engellemek istiyordu. Ayrıca Doğu Avrupa’nın bütüncül restorasyonu SSCB’deki “reformcuları” cesaretlendirecekti.
Polonya’da ve Macaristan’da kapitalizmin restorasyonunun fiili olarak başarılmış olduğu bir anda, Mandel şunları söylüyordu: “Doğu Avrupa ikinci dünya savaşından bu yana en büyük krizini yaşıyor. Yüzeysel bir değerlendirmeden çıkacak sonucun aksine, burjuvazi bu istikrarsızlığa iyi bir gözle bakmamaktadır. Burjuvazinin, Doğu Avrupa’yı kapitalizme geri kazanma umudu yoktur.” [58] Bir yıl sonra bu değerlendirme, burjuvazinin Doğu Avrupa’yı kapitalizme geri kazanma “ümidi olmadığı” tezi, Mandel’i bir karşı-devrim palyaçosu yapmaya yeterli temeli sağlamıştır. Bu tez sayesinde “bürokrasiye” karşı taarruzda yıldızı parlayan bütün anti-sosyalist güçleri desteklemesini mazur gösterebildi. Mandel böylece yeni burjuvazi ve emperyalizm karşısında her türlü kararlı duruşu baltalayabildi.
Ancak öte yanda Mandel zayıf komünist güçlerin burjuva saldırganlığına karşı en ufak başkaldırılarına karşı büyük bir kararlılıkla saldırıyordu! “Bir tür anti-Gorbaçovcu ‘uluslar arası cephe’ koordinasyonuna tanık oluyoruz. Bu cephe, Romanya’da, Çekoslovakya’da, Doğu-Almanya’da bizim ‘muhafazakarlar’ olarak adlandırdıklarımızı, Polonya ve Macaristan’da yeni-Stalinci azınlıkları içine almaktadır.” [59]
1989 Nisan’ında Mandel Polonya ve Macaristan’da burjuva restorasyonunun açık ilerlemesini “çoğulcu deneyim” adına selamlıyordu. Havel onun kahramanıydı, restorasyonun karşıtları ise can düşmanlarıydı. “Polonya ve Macaristan’da sınırlı çoğulculuk denemelerinin yaşandığı bir anda, Prag yönetimi tekrar ‘partinin yönetici rolü’ ilkesini ileri sürdü… Doğu Alman basının Çekoslovakya’daki baskıyı desteklemeye devam ediyor ve perestroyka’ya karşıbir Prag-Berlin-Budapeşte aksının kurulmasını teşvik ediyor.” [60] Troçkistlere göre, antisosyalist güçlere karşı girişilecek her türlü baskı politikası, CİA hizmetine çalışan her hangi bir tek ajanın hapsedilmesi, Havel tarzında, canavarca bir suçtu.
1989 Mayısında, Pekinli antikomünist öğrenciler Gorbaçev’i “Yaşasın Glasnost, yaşasın Perestroyka! ” ve “Yaşasın Solidarnosc! ” bağrışlarıyla alkışladılar. 4 Haziran 1989’daki karşıdevrimci ayaklanma bastırıldığında, Mandel Tayvan’da yönetimde olan faşizm yanlısı Kuomintang tarafından yönlendirilen uluslar arası aşırı sağın korosuna katıldı. Pekin olaylara bir ilk tepki olarak Mandel grubu şöyle yazıyordu: “Bürokratik kast… en utanç verici suçlarından geri adım atmaz. Tarihin bu dersi 1953 yılında Berlin duvarlarına kanla yazılmıştı, 1968’de Prag’da, 1970’de Danzig’de ve 1981’de Varşova’da. Pekin’de yaşanan dehşet ancak 1956’da bastırılan Macar devriminde olanlarla karşılaştırılabilir… Pekin’in cellatları kavgayı henüz kazanmadılar. Çok uzun süre kararsız kaldılar! Bugün, Çin halkı ayaklanmıştır. İsyan bütün ülkeye yayılıyor. Ordu bölündü, gerçek bir iç savaş kapıda.” [61]Aynı Tayvanlı faşistler gibi, Mandel Çin’de “bürokratik kasta” karşı girişilecek “gerçek bir iç savaş” görmek istiyordu. Ardından Mandel kendisi şöyle bir “kuramsal” analiz yumurtladı: “Nisan-Mayıs 1989 Pekin Komünü (!) bir bürokratlar kliğinin çürümüş ve takatsiz rejimin yerine gerçek bir halk iktidarı kurmayı amaçlayan hakiki bir politik devrimin başlangıcıydı… Pekin’de ayaklanan kitlelerin kapitalizmi restore etmekte hiçbir çıkarları yoktur. Böyle bir niyetleri de yok zaten.” [62]
Ne mutlu ki “onurlarına sahip çıkanlar” yalnızca Troçkistler değildi, fırsattan istifade bunu da açıklıyorlardı: “SSCB Komünist Partisi’nin yalnızca sol kanadı komünizmin onuruna sahip çıktı. Bugün Çin’deki kanlı müdahaleye karşı protestomuzda başka komünistlerle omuz omuza mücadele veriyor olmamız bizi sevindiriyor. İlk tepki Boris Yeltsin’den geldi. Yüksek Sovyetin yeni seçilen başkanı ‘Çin’de olan, bir suçtur’ diye konuştu.” [63] İşte bir kez daha Mandel Yeltsinle yan yana gelmekten gurur duyuyor.
“Tien An Men 1989: revizyonist sapmadan karşı-devrimci ayaklanmaya” başlıklı bir denemede Pekin hareketinin gerçek karakteriyle ilgili kanıtları sunmuştuk.
Fang Li-Ji, Pekin’deki öğrenci “protesto”sunun tartışmasız manevi lideri, 17 Ocak 1989’da şunları beyan etmişti: “Lenin-Stalin-Mao çizgisindeki sosyalizm, tamamen gözden düşmüştür. Özgür bir ekonomi diktatörlüğün özeli olarak Çinlik biçim altında uygulanabilir mi? Sosyalist diktatörlük bir kolektif mülkiyet sistemine deriden bağlıdır ve onun ideolojisi ise özgür bir ekonominin gerektirdiği mülkiyet haklarıyla taban tabana zıttır.” Pekin hareketinin üç lideri Yan Jiaqi, Wuer Kaixi ve Wang Runnan, Fransa’ya sığındılar ve orada Demokrasi için Federasyon örgütünü kurdular… Amaçlarını programlarında şu şekilde dile getirmektediler: “özel teşebbüs ekonomisini geliştirmek ve tek partinin diktatörlüğüne son vermek.” Çokparticilik adına bu üçlü, Tayvan’ın faşist partisi Kuomintang’a katıldılar. Wuer Kaixi, Troçkist basında 29 Ocak 1990’da Çin Halk Cumhuriyetindeyken Tayvan istihbarat şefiyle görüştüğünü ve ona şunları söylediğini açıkladı: “Çinli antikomünistler arasındaki iletişim birliğe doğru atılmış bir ilk adım olacaktır.” Yan Jiaqi ve Wang Runnan da Tayvan’a gittiler. Yan orada şu açıklamayı yaptı: “Tayvan’da demokratik bir hükümetin olması, bizim iyiliğimizedir. Kıta Çin’iyle Tayvan’ın birleşmesinin asli temeli bence buna dayanacaktır.” Yueh Wu, Troçkistlerin pek sevdiği sözde “Bağımsız İşçi Sendikası”nın bu şefi, 16 Ocak 1990’da Tayvan’a geldi, kimin davetiyle… Dünya Anti-Komünist Birliği’nin. [64]
Mandel de Marksist-Leninist ilkeleri savunan “Stalincileri” “çokpartici sosyalizm” taraftarlarından ayırt etme çabası içinde üçüncü bir kriter ortaya atmıştı: “Bir diğer belirti de Pekin Komünü’nün kanlı bir biçimde bastırılmasına karşı takınılan tutumdur. Tien An Men katliamını mahkum edenlerin kampında neredeyse bütün glasnost taraftarı partiler toplanmaktadır.” [65]
Pyonyang’dan Havana’ya “Stalinciler”
Ekim 189’da Mandel, “stalinizm” güçleri arasında, Çin, Doğu Alman, Vietnam, Romanya, Çekoslovak, Bulgar, Japon, Hint (HKP-Marksist) , Kuzey Kore, Arnavutluk, Portekiz komünist partilerini ve Arnavutluk yanlısı ya da Maocu olarak değerlendirdiği diğer grupları saydı. Ve ayrıca Küba Komünist Partisi’ni.
Mandel “Küba KP’sinin konumunu diğerlerinden farklıdır” diyordu, keza Küba Komünist Partisini yok edilmesine yardımcı olmak için özel bir taktik izliyordu. Bu taktik açıkça kendisinin geliştirdiği şu teze dayanıyordu: “Fidel Kastro’nun ve Küba yönetiminin glasnost’a, yani SSCB’de ilerlemekte olan kısmi demokratikleşme sürecine yönelttikleri saldırılar, Sovyet proletaryasının çıkarlarına, uluslar arası proletaryanın ve dolayısıyla da Küba proletaryasının çıkarlarına aykırıdır. Bu saldırılar Küba yönetiminin kendisinin kitlelerin bir bölümün, özellikle de gençlerin gözünde bir meşruiyet krizi içine düşmesine yol açabilir. Küba’da düşünce özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar gittikçe artmaktadır.” Komünist Partisi kendisini kitlelerin yerine “ikame etmektedir.” “Bu acıklı ideolojik geriye gidiş, uzun vadede intihar anlamına gelecektir.” Kastro “Küba devletinin bürokratik yozlaşmasına karşı uzun süre direnemez”, çünkü o, “glasnost’u, çoğulcu demokratikleşmeyi, kitlelerin kurumsallaşmış yönetimini reddetmektedir. Bu yüzden onun tek yapabileceği bürokrasiye karşı bürokratik savaşımdan ibarettir. Bu da SSCB ve Çin’de gördüğümüz gibi kesin bir başarısızlığa koşarak gitmek anlamına gelecektir.” [66] Bu da çok iyi göstermektedir ki, Troçkistlerin “bürokratik tek parti yönetimine” karşı duydukları kin, Küba Komünist Partisi’ni de kapsamaktadır. Taktik yaklaşımın farklı olmasının tek nedeni, Latin Amerika’da Küba Komünist Partisi’ne ve Küba’ya yakın olan partilere sızarak onu yıkmanın daha kolay olacağını umut ediyor olmalarıdır. Bu taktik kendisini daha önce bu antikomünistlerin Nikaragua’da, Sandinist Cephe içinde yürüttükleri yıkıcı çalışmada açığa vurdu. Şimdi de Küba Komünist Partisi’nin “ilerici”, antibürokratik, reformcu kanadına yakınlaşmayı ummaktadırlar. Kübalıların Sovyetlerle uzun süren ilişkilerinin orada glasnost ve çokparticiliğin taraftarlarının oluşmuş olması için yeterli olacağı yönünde biraz umutları var.
Bu sırada Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğinde Mandel gibilerinin dahiyane önerilerinin nereye vardığını sınama fırsatımız oldu: karşı-devrimin zaferi, kapitalizmin bütüncül yeniden kuruluşu, faşizmin ve gerici milliyetçiliğin hortlaması, insanlık dışı bir sefalet içinde süper-zenginlerin bir kenara atılmış milyonların kanını emdiği vahşi bir kapitalizm ve iç savaş. Hiç şüphe yok ki Küba Komünist Partisi bu antikomünistlerin ve bu profesyonel karşıdevrimcilerin Küba’ya sızmalarını engellemek için gereken bütün önlemleri alacaktır.
Notlar
----------
[1] Troçki: L’appareil policier du stalinisme [Stalinizmin Polis Aygıtı], Ed Union générale d’Editions, 1976, Collection 10-18, s.26
[2] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.20.
[3] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ] Ed. La Brèche, Montreuil, 1989, s.20, 23.
[4] Rood, n°14, 15 Aoğustos 1989
[5] Rood, 24 Ekim 1989, s.6-7
[6] Rood, n° 24, 26 Aralık 1989, s.1.
[7] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.20.
[8] Inprecor, 11-24 Eylül 1992, s. 19.
[9] Temps Nouveau, n°38-1990, s.41-42.
[10] Catherine Samary Argumenti e fakti içinde, 2 Aralık 1989, Inprecor, n°302, 9-23 Şubat 1990, s.27.
[11] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ] Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s. 303.
[12] Aynı yerde, s.305-306
[13] Inprecor, n°285, 3 Nisan 1989, s.4.
[14] Sakharov: Mon pays et le monde, [Ülkem ve Dünya] Ed. Seuil, 1975, s.75
[15] Gazet van Antwerpen, 18 Eylül 1989, s.6.
[16] Inprecor, n°304, 9-22 Mart 1990, s.36.
[17] Mandel, Financieel-Ekonomische Tijd, 23 Mart 1990: Ernest Mandel: ´Gorbatchev is te vergelijken met Roosevelt en De Gaulle'.
[18] 19 Ağustos 1991’de, Gorbaçov ve diğer cumhuriyet liderlerinden bir grubun Sovyetlerin dağılmasını içeren ortak karara imza atmalarının ertesi günü, kendilerini Olağanüstü Devlet Komitesi olarak adlandıran bir grup Moskova’da iktidarı ele geçirmeyi denedi. Komite Gorbaçov’un sağlık durumunun iyi olmadığını ve devlet başkanı görevinden el çektirildiğini açıkladı. Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Yardımcısı Genady Yanayev Devlet başkanlığa getirildi. Komite’nin dokuz üyesi içinde şunlar da vardı: KGB başkanı Vladimir Kriuchkov, İç işleri bakanı Pugo, Savunma bakanı Dimitri Yazov ve Başbakan Pavlov, hepsi bu görevlere Gorbaçov döneminde gelmişlerdi. Karşıdevrimi durdurmak için gerçekleştirilen bu girişim iyi örgütlenmediği için kolayca yenilgiye uğratılmıştır. (-Stalin Arşivi’nin notu]
[19] Inprecor, Özel Sayı, 29 Ağustos 1991, s. 1-3.
[20] Harry Mol, Rood, n°2, 22 Ocak 1992, s.20.
[21] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ], Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s.23.
[22] Rood, 9 Ocak 1990, s. 10.
[23] Aynı yerde, s. 12.
[24] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ], Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s.340.
[25] Troçki: L’appareil policier du stalinisme, [Stalinizmin polis aygıtı] Union générale. d’Editions, Paris, 1976, collection 10-18, s.193, 256, 257, 247.
[26] Troçki, La lutte antibureaucratique en URSS, [SSCB’de Antibürokratik Savaşım] Union générale. d’Editions, 1975, s.300, 301, 169, 213.
[27] Turpin Pierre: Le trotskisme aujourd’hui,[Günümüzde Troçkizm] Ed. L’Harmattan, Paris, 1988, s. 61-62.
[28] Bernard Henri, 1982, s.9.
[29] Aynı yerde, s.48-49.
[30] Troçki: L’appareil policier du stalinisme, [Stalinizmin polis aygıtı] Union générale. d’Editions, Paris, 1976, collection 10-18, s.169
[35] Berkenkruis, Haziran 1992, n°6, s.4-5, Der Freiwillige dergisinde daha önce yayınlanmış bir makale tekrar yayınlanmış, Ekim 1956.
[36] Ukraynalı Nazi yanlısı milliyetçilerin gelişimi ve bugünkü durumları hakkında daha fazla bilgi için bkz.: http://www.katman.info/ukranazi.htm (-Stalin Arşivi’nin notu)
[37] General Reinhald Gehlen. İkinci Dünya Savaşı’nda istihbaratla görevli Alman Doğu Dış Orduları komutanı. Kontgerilla savaşı uzmanı. Alman askeri istihbaratının başıdır ve kendine bağlı olan istihbarat şebekesi “Gehlen Örgütü” olarak anılmaktadır. General Gehlen, 1945 başında yenilginin gelmekte olduğunu görmüş ve elindeki bütün istihbarat bilgilerini vermek karşılığında Amerika ve İngiltere ile anlaşmıştır. Ağustos 1945’de özel bir uçakla ve Amerikan üniformasıyla Washington’a kaçırılmıştır. Burada, Amerikan Dış İşleri’nin önde gelen yöneticileri Allen Dulles ve William Donovan’la buluşmuştur. Gehlen’in Amerikan yönetimiyle yaptığı anlaşma ana hatlarıyla şöyleydi:
- Gehlen bütün örgütünü ve elindeki bilgileri antikomünist savaşta kullanılmak üzere Amerikan İstihbarat teşkilatına aktaracak.
Karşılığında:
- Gehlen kendi örgütünün yönetimi üzerinde mutlak söz hakkına sahip olacak.
- Örgüte Amerikalıların girişi tamamen kendi onayına bağlı olacak.
- Örgüt yalnız SSCB ve ona yakın olan ülkelere karşı kullanılacak.
- Örgüt gelecekte Batı Alman İstihbaratı’nın temelini oluşturacak.
- Örgüt, Gehlen’in, Alman çıkarlarına aykırı olarak gördüğü hiçbir operasyona katılmayacak. (-Stalin Arşivi’nin notu)
[38] Rood, 6 Haziran 1989, s.2.
[39] Inprecor, 4. Enternasyonal’in 11. Dünya Kongresi, Kasım, 1979, s.250.
[40] Martens Ludo: L’URSS et la contre-révolution de velours, [SSCB ve Kadife Karşıdevrim] Ed. EPO, Bruxelles, 1990, s.107.
[41] Rood, 20 Haziran 1989, s. 6.
[42] Rood, n°12, 20 Haziran 1989, s.12.
[43] Sean Connoly, Inprecor, n° 108, 14 Eylül 1981, s.24.
[44] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[45] Petr Uhl, Inprecor, n°304, 9-22 Mart 1990, s.26.
[46] Rood, 26 Aralık 1989, s. 5.
[47] Inprecor, n°296, 30 Ekim-12 Kasım 1989, s.4.
[48] Rood, 26 Aralık 1989, s. 8.
[49] Inprecor, n°296, 30 oct-12 Kasım 1989, s.4.
[50] Mandel Inprecor, n°297, 13-26 Kasım 1989, s.3.
[51] Humo, 21 Aralık 1989, p 18-20.
[52] Groupe d’Initiative pour un Parti Social-Démocrate en RDA, [DAC’de Sosyaldemokrat Parti İnisiyatifi] 12 Eylül 1989, şunun içinde: Inprecor, n°297, 13-26 Kasım 1989, s.10.
[53] Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.15-16.
[54] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s. 15.
[55] Lenin: Birinci Halk Eğitimi Kongresi, 19 Mayıs 1919, Bütün Eserleri Cilt 29, s.356-362.
[56] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[57] Inprecor, Özel Sayı, 9. Dünya Kongresi, 1979, s.236-237.
[58] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[59] Inprecor, n°283, 6 Mart 1989, s. 3.
[60] Inprecor, n°287, 1 Mayıs özel sayısı, 1989, s.8-9.
[61] Rood, 6 Haziran 1989, s.2.
[62] Rood, 20 Haziran 1989, s. 6-7.
[63] Rood, 20 Haziran 1989, s.6 –s.12.
[64] “Tien An Men 1989: de la dérive révisionniste à l’émeute contre-révolutionnaire”, [Tien An Men 1989: revizyonist sapmadan karşı devrimci ayaklanmaya] şunun içinde: Etudes marxistes, n°12, Eylül 1991, Brüksel,, s. 62-63.
[65] Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.15-16.
[66] Inprecor, n°295, 16-29 ekim 1989, s.18-19
Bunlar solcu filen değidir onun için zaten hep sosyalist kesimlerce
dışlanmıştırlar.
Varidat (İçe Doğuşlar) ’dan Bazı Örneklemeler Bir Karşılaştırma
Bezmi Nusret Kaygusuz’un Şeyh Bedreddin Simaveni, (1957) çevirisinden:
“Var olmak ve yok olmak, bir suretin bir maddeden gitmesi ve yerine bir diğerinin gelmesinden ibarettir. Bu da öncesiz ve sonrasızdır. Ondan dolayı dünya ve ahiret itibari birşeydir. Görülen suretler fani sayılan dünya; görünmeyenler için baki telakki edilen ahirettir. Hakikatte bunların her ikisi için de tükenme yoktur. Fakat itibar galibe olduğundan dünyaya tüken, ahirete de kalım denilmiştir.” (agy., s.146)
“Dünya ve ahiret birbirlerinin mukabilidir. Herşeyin başlangıcına Dünya, sonuna da Ahiret denilir. Mesela zina, rakı ve şarap gibi şeylerle ilk önce tatlı bir lezzet hasıl olur. Fakat bu sevincin ardından insana bir rezalet ve pişmanlık gelir. İşte bu lezzete Dünya, o pişmanlığa da Ahiret ismi verilir. Halbuki bunların her ikisi de bu dünyada vaki olmaktadır. Bütün işleri ve onları takıbeden neticeleri buna kıyas edebilirsin.” (agy., s.166)
“Kuran'da bahsi geçen huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar ve benzeri şeylerin kaffesi (hepsi) cisim aleminde değil, hayal aleminde gerçeklenir. (agy., s.122) Çirkin ve iğrenç herşeye Cehennem ve ateş denildiği gibi, yüksek ve şerefli her mertebeye de Cennet ismi verilir.” (agy., s.151)
“Bizim bildiğimize göre, kıyamet zatın, zuhuru ve sıfat saltanatının sönmesidir. Eğer sen dilersen ölen herhangi birisi için 'kıyamet koptu' diyebilirsin. Haşir de, ölünün benzerini dünyaya getirmektir. (agy.,s.153) Halkın zanneylediği üzere cesetlerin haşri, yani gövdelerin tekrar dirilip mahşere çıkması olanaksızdır. Meğer ki zaman gelsin de dünyada insan cinsinden kimse kalmasın. Ondan sonra anasız babasız topraktan bir insan doğsun ve yine tenasül (cinsiyet) başlasın.” (agy., s.129)
“İnsandaki algıların, biliş ve tasarrufların gerek mücedderat (soyutluk-İ.K.) denilen ruhani şeylerde, gerek onların daha üstlerinde bulunması imkansızdır. Saltık varlık (``Mutlak' olan, Tanrı-İ.K.) için bu kemalat ancak insan mertebesinde hasıl olur. Başka mertebede olmaz. İnsan saltık varlığın sadık ve parlak bir aynasıdır... Tüm akıl, tüm nefs ve bunların üstünde mertebeler insanın üstünde zuhur etmedikçe, insan gibi birşeyi bilmenin ve algılamının onlar için (Melekler kastediliyor-İ.K.) imkanı yoktur.” (agy., s.161-162)
“Bütün Alem kendisini örgüleyen cüzleriyle (parçalarıyla) birlikte sapasağlam bir insan gibidir. Ucu bucağı bulunmayan bu boşluk içindeki büyük ve küçük herhangi bir şeyin diğerlerine çok kuvvetli bir bağlantısı ve hafifsenemiyecek birçok tesirleri vardır. Bu Alemin düzenine sebep olan şey, onun bu rabıtalı hal üzere kurulmuş olmasıdır.” (agy., s.167)
“Bütün namazlar ve niyazlar ahlakın düzeltilmesi ve içyüzün arınlanması için birer vasıtadan ibarettir. Hakiki ibadetin hiçbir vakit kayıt ve şartı yoktur. Herhangi tarzda yapılırsa yapılsın, Tanrının dileğine uygun olur. (agy., s.148) İbadetin temeli, maksudun Hak olmasıdır. Bir cemaatta bu temel bulunmayınca, yaptıkları ibadetler de kaybolur, yalnız kötü toplantıları kalır. Fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.” (agy., s.124)
“Hakka erişmek, insanın kendi saf varlığına erişmesi demektir. Ancak bu yolları gösteren bilim adamlarına karşısaygılı olmak yerinde olur. Ama bu yolları gösteriyoruz diye, ortaya çıkan 'hatip, imam ve ilim adam gibi cemaat büyüklerinin dileği Hak olmazsa, bunlardan uzaklaşmak gerekir.” (agy., s.125)
“İnsanlar birbirlerine, yahut haksız mala, meşru olmayan paraya veya rütbe ve mevkilere, yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, Allaha ibadet ediyoruz zannında bulunuyorlar.' (agy., s.123)
“Bu beden için ölümsüzlük olmadığı gibi, kaybolduktan sonra cüzüleri için de eskisi gibi bir daha birleşme yoktur... İnsanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda Hakka kavuşmuşlardır. Cennet işte budur. Kötü ve çirkin işlerle uğraşan insanlar Haktan uzaklaşmışlardır; Cehennem işte budur. Cennetle Cehennemi başka bir yerlerde aramak saçmadır.” (agy.,s.150)
Yazımıza son verirken, Şeyh Bedreddin’in kendisi gibi bir din bilgini olan ve Serez’de asılmasından tam 105 yıl sonra, yani 1525 yılındaki Almanya köylü isyanlarının ideolojisini çizen ve ayaklanmaya belirgin katkıda bulunan papaz Thomas Münzer'den bir karşılaştırma sağlayalım. F. Engels T. Münzer ve devrimci düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:
“O dönemde Thomas Münzer herşeyden önce bir din bilimciydi. Ama zaman zaman tanrıtanımazcılığa yaklaşan bir panteizm öğretiyordu. Bizim dışımızda bir Kutsal-Ruh yoktur, diyordu: Kutsal Ruh özellikle akıldır. İman da, aklın insan içinde ortaya çıkmasından başka birşey değildir ve bu yüzden Hıristiyan olmayanlar da iman sahibi olabilir. İşte bu iman, ete kemiğe bürünmüş bu akıldır insanı kutsallaştıran.(6)
Bu yüzdendir ki cennet öbür dünyada değil, onu da bu yaşamın içinde aramak gerekir. Öteki dünyada cennet var olmadığına göre, cehennem de lanetleme de yoktur. İman sahibi olanların yapmaları gereken cenneti, yani 'Tanrı krallığını' yeryüzünde kurmaktır. İnsanların kötü istek ve iştahlarından başka şeytan yoktur. İsa da diğer insanlar gibi bir insan, bir peygamber, bir öğretmendi.” (Frederick. Engels, Alman Köylü İsyanları, 76-77,78)
Alıntıyı biraz daha sürdürüp, okuyucuları Şeyh Bedreddin'in yukarıda verdiğimiz Varidat’taki söylemleriyle karşılaştırarak, hayret verici benzerlikleri ve Bedreddin'in nasıl daha ileride bulunduğunu görmelerini istiyoruz. Ayrıca o, Münzer gibi köylü isyanlarının sadece ideologu değil, aynı zamanda toplumsal ayaklanmanın hem ideologu hem de hazırlayıcısı ve önderidir
“Münzer'in Tanrı krallığı, hiç bir sınıf farkının, hiç bir özel mülkiyetin ve toplum üyelerine yabancı hiç bi özerk devletin bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi. Var olan bütün otoriteler, boyun eğmeyi ve devrime katılmayı reddederlerse devrilmeliydiler. Bütün işler ve mallar ortaklaşa olmalı ve en eksiksiz eşitlik egemen olmalıydı. Prensler ve soylular da bu birliğe katılmaya çağrılacaktı. Reddederlerse, birlik ilk fırsatta bunları silah zoruyla devirecek ya da yok edecekti. T. Münzer halkın o dönemde anlayacağı peygamber diliyle konuşuyor, ama gerçek amaçlarını güvendiği yakınlarına söylediği açık seçik ortadaydı.” (H. Engels, agy., s.79, 84)
Engels'in anlattığı Alman köylü savaşlarının büyük teorisyeni Thomas Münzer örneğini anımsattık. Oysa ondan 270-280 yıl önce Anadolu'daki Batıni-Alevi köylü ve ezilen emekçi halkların sosyal mücadalelerinin çok daha dikkate değer olduğunu açıkça görüyoruz. Eğer F. Engels Avrupa feodal çağının köylü savaşlarını incelerken, tesadüfen, Kıbrıs'ta oturan Dominiken rahibi Simon de Saint Quentin'in 1246 yılında Orta ve Doğu Anadolu'yu baştanbaşa dolaşırken, bizzat savaşa katılmış Frank şövalyelerinden dinlediği, 6-7 yıl önce Küçük Asya'nın yaşamış olduğu en büyük halk ayaklanması önderi Baba Resul ve eylemlerini yazdığı latince metinleri görmüş olsaydı, Alevi inançlı halkların sosyal ve siyasal mücadelelerine yönelmek zorunda kalacak; Şeyh Bedreddin’in düşüncelerini ve onun önderlik ettiği ikdidara yönelik toplumsal ayaklanmasını derinlemesine inceleyecekti. Hiç kuşkusuz o zaman Marksizm ve Marksist literatür bugünkünden çok daha zengin bir gelişim gösterecekti. (İsmail Kaygusuz: Görmediğim Tanrıya Tapmam, Alevilik-Kızılbaşlık ve Materyalizm, İstanbul 1996: 18-25)
6 Oysa Thomas Münzer'den 260-270 yıl önce Kappadokia'da Hacı Bektaş Veli, inancı dışındaki Hristiyanlarla dostluk kurmuş ‘73 millete tek nazarla bakmayı’ öğütlüyor ve ‘İslamın temeli ahlak, ahlakın özü bilgi, bilginin özü ise akıldır’ ve ‘yeryüzünde akıl ölçüsünden önemli birşey yoktur’ diyordu. İmanı bilinç içinde eritmiş, akla bağlamış ve akılla bilime ulaşmıştı Hacı Bektaş.
----------------
Kaynakça
Barker, Ernest (çev. Mete Tuncay) : Bizans'ta Toplumsal ve Siyasal Düşünce, İstanbul 1982.
Birdoğan, Nejat: “Şeyh Bedreddin Mahmud…” Kavga, Sayı 14, Nisan 1992.
Brehier, Louis: La Civilisation Byzantine, Paris 1970.
Dindar, Bilal: Sayh Badr Al-Din Mahmud et Ses Varidat, Ankara 1990.
Ducellier, Alain: Byzance et le Monde Orthodoxe, Paris 1986.
Engels, Frederick: Alman Köylü İsyanları, İstanbul 1978.
Eyüboğlu İ. Zeki: Bütün Yönleriyle Şeyh Bedreddin ve Varidat, İstanbul 1977.
Fiş Radi, (çev. Mazlum Beyhan) : Ben de Halimce Bedreddinem, İstanbul 1992.
Gölpınarlı, Abdülbaki: Hurufilik Metinleri Katalogu, Ankara 1989.
Gölpınarlı, Abdülbaki: Simavna Kadısıoğlu şeyh Bedreddin, İstanbul l966.
Kaydusuz, Nusret: Şeyh Bedreddin Simaveni 1957.
Kurdakul, Necdet: Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul,1977.
Lewis, Bernard: The Jews of Islam, Princeton University Press 1987.
Ostrogorski, Georg: Bizans Devleti Tarihi, Ankara 1981.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı: Osmanlı Tarihi I, 2.baskı, İstanbul 1982.
Yaltkaya, Şerafettin: Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 1924.
Yürükoğlu, R.: Okunacak En Büyük Kitap İnsandır, 4.basım, İstanbul 1994.
Zelyut, Rıza: Osmanlı’da KarşıDüşünce ve İdam Edilenler, İstanbul
10...bölüm wwww.turnadergisi.de
YAZI DİZİSİ İÇİN SON AMA BEDRETİNLER İÇİN DEĞİL...........! ! ! ! ! ! ! !
Şeyh Bedreddin çağının en önemli İslam bilginlerindendi. Çocukluk ve yeniyetmelik döneminden, Hüseyin Ahlati'nin tekkesinin başına geçtiği, ülkeler dolaşıp bir halk ayaklanmasının başını çektiği ve ona önderlik ettiği yıllara dek, Tebriz'den Tokat'a, Halep'ten Mora'ya dek çağının toplumsal-siyasal gelişmelerini, düşüncelerini izledi. Onlardan etkilendi ve onları etkiledi. Astrabadlı Fazlullah, Hacı Bektaş-Kaygusuz Abdal, G. Plethon, Anadolu ve Bizans halk haraketleri (Babailer, Zelotlar) onların inançsal ve siyasal gürüşler, incelememiz boyunca bunlara verdiğimiz bazı örneklerdir.
Kuşkusuz, Osmanlı ve Batı arşivlerinde Bedreddin'e ve Bedreddin hareketine ışık tutacak birçok belge vardır ve bunların gün ışığına çıkarılması, açıkta olanların yeni bir gözle elden geçirilmesi, Şeyh Bedreddin'in gürüşlerini ve savaşımını daha derinden kavramada çok yardımcı olacaktır.
Büyük komünist ozan Nazım Hikmet, “Şeyh Bedreddin Destanı” nda şöyle diyordu:
Yağmur çiseliyor.
Serez'in esnaf çarşısında,
Bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddin'im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
Yapraksız bir dalda sallanan Şeyhimin
Çırıl çıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşamamanın, görememenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
Bedreddin'imizi “Serez'in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında bir ağaca” asanlar, bugün tarih kitaplarında bir satırlık bile yer tutmuyor. Ama “yarin yanağından gayrı herşeyde ortaklık” çağrısı yapan Şeyh Bedreddin'in komünistik düşünceleri, yüzyıllardır Anadolu halk hareketlerinin sancağında, sloganlarında, destanlarında yaşıyor. Nazım'ın destanındaki dede gibi, “biz Bedreddin kuluyuz, ahrete, kıyamete inanmayız”, ama “Bedreddinler yine gelecektir” diyoruz. “Sözü, bakışı, soluğu aramızdan çıkıp gelecektir”. Çünkü Bedreddin düşüncesi insanlığın geleceğidir..!
Şeyh Bedreddin'in Hukuk Yapıtlarından Hukukun Özgürlüğü Ve Bağımsızlık İlkeleri (5)
“Şeyh Bedreddin Mahmud, Cami'ül Fusuleyn’in birinci sahibi olduğu hukuk mantığı ve felsefesinin esaslarını şöyle açıklar”:
‘Zamanımızın yargıçları, kendilerinden sorulan bir hukuksal sorun için, ancak, eğer İmam-ı Azam, yani imamlardan Hanefi hukukunda birinci derecedeki sorunları kapsıyan eserde rivayet varsa, buna göre fetva verir. Yargıç, isterse yepyeni düşünce ve gürüşlere sahip olsun, kendi oy ve düşüncesiyle onlara muhalefette bulunamaz. Çünkü hak yalnız onlardadır, onlardan başkasını uygulamak hak ve yetkisi olmadığı açıktır. Bu nedenle zamanımızın yargıcının içtihadı, onların içtihadları derecesine erişmez ve bunlara muhalefetmiş gibi olanların fikirlerine bakılmaz. Elbette ki karşı olanın çalışmaları kabul edilmez. Çünkü Müctehidler, yani Kur'an ve Hadis yorumcuları, kanıtları görüp, gerçek olanla olmayanı vaktiyle temyiz etmişlerdir.’
“Şeyh Bedreddin, bu gerçeği saptadıktan sonra eleştiri kısmında şunları söylemektedir”:
‘Bu bir inanış meselesidir. Yoksa İmam Malik onlardan öncedir; İmam-ı Azam ve diğer imamların, İmam Malik ve İmam Şafii'den okumuşlukta üstün olduklarına dair bir kanıt yoktur. Aynı zamanda Ebu Hanife ve Sahabeler zamanında henüz Peygamberin sözleri toplanıp düzenlenmiş de değildi. Bu konudaki kitaplar onlardan sonra tertib edilmişdir. Bir yargıcın ününe getirilen hukuksal sorundaki kendi yorumu, onların oylarına muhalif olsa da, fetvası kabul edilir. Nitekim Sahabeler zamanında şerihin (şerheden, açıklayan) muhalif düşen fetvaları kabul edilirdi. Madem ki bir yargıç, kendi oyunun, başkalarının düşünce ve yorumuna değil, hakikate uygun olduğu kanaatındadır; ona kendi oyuyla karar vermesi vacip olur. Başkalarının oyuyla hüküm vermek nasıl helal olur ki? ...’
“Bedreddin aşağıdaki süzleriyle de bağımsızlık, özgürlük ve adalet ilkelerinin uygulanmadığı toplumlarda Hukuk'tan söz edilemeyeceğine açıkça işaret ediyor. Böylelikle iskolastik hukuk düşüncesinin çıkmazında farkına varılmamış, değerlendirilmemiş alanlara geniş bir pencere açıyor. Hanefi hukuk gürüş ve içtihatının durumunu ve eleştirisini verdikten sonra şu çüzümü getiriyor”:
‘Bir bir içtihad sahibi, yani bir hukuk yorumcusunun reyi, İmam-ı Azam veya İmameyn (diğer ehli sünnet imamlar ı-İ.K.) reyine muhalif olacak olursa, vereceği karar muteber olmalıdır. Madem ki, kendi reyini hak ve diğer reyler üzerine tercih etmiştir, ana kendi reyiyle hüküm vermesi vacip olur. Başkalarını taklit etmesi haramdır.’
“Bedreddin bu sözlerle, yargıcın herşeyden önce kendi hukuk bilgisi ve dünya gürüşüyle olayı incelemesi gerektiği fikrini savunmaktadır. Çünkü imamlara kayıtsız şartsız uyulduğu takdirde Hukuk'ta düşünce özgürlüğü ve bağımsızlık duyguları kaybolmuş olur. Ve yargıç başkalarının hukuksal yorumlarına tutsak olmaktan kurtulamaz. Bedreddin, Teshil’in önsüzünde ise, Hukuk üzerindeki düşüncelerini şöyle devam ettirir ve adalet ilkesini daha da açıklığa kavuşturur”:
‘... Vaktaki, Tanrı beni; furuğ ve usul ve ma'kul ve menkuli cami Letaif ül İşarat namındaki hukuk eserimi yazıp bitirmeğe muvaffak etti. Bu eserimi anlamak, okuyanlarına güç geldi. Eserimin yazılmasında neden olan maksatları bilmesini kolaylaştırmak üzere anlaşılması güç gizli anlamlarını elde etmek ve bu hususta tesbit edilmiş olan rumuzlarını halletmek istedim. Ve kitaba karşı rağbetsizliğe sebep olmamak üzre sözü uzatmayarak, yorum ve izaha başladım. Ve bu açıklamalarımda bine yakın ince ve dakik hukuki ihtimalleri zikrettim. (Ekval) diye isimlendirmiş olduğum (Söz) ler bir karine-i ma'nia olmadıkça bana mahsus olup uyanık ve zeki olan kimselerin üstünlüğü de, bu gibi kişisel buluşlarıdır; yoksa bir takım rivayetleri nakil ve ezberlemek değil...’
‘Nitekim; Zi Mahşeri aşağıdaki sözüyle buna işaret eder:
‘(Bil ki: Her ilmin metninde ve her san'atın varlığında alim'lerin dereceleri yekdiğerlerine yakın ve san'atçıların seviye kademeleri birbirlerine uzak değildir veya müsavidir. Bir bilim adamınıdiğer bir bilim adamı geçecek olursa, ancak birkaç adım geçebileceği gibi, bir sanatçıya da diğer bir sanatçı az bir mesafe ile üstün gelebilir. Dereceler arasında tam bir üstünlük veren ve ona doğru açtığı meydanda bir kimsenin bin kimseye mukaabil itibar olunmasına kadar bilim adamlarını ve san'atçıları yarışmaya da'vet eden nokta; bilim ve san'atlarda gizli olan espriyi kavrayabilmek kudretidir.) ’
‘Diğer bilimlerde tasarrufa kaadir bir çok ilim ve irfan sahibi olanları hukuk'ta, taklid elinde esir kalmış sağır ve dilsiz gürürsek bunda tasarrufa kaadir olmaları şöyle dursun, bir çok gavamızı (hukuki incelikleri) bile anlayamazlar. Metnindeki süzlerin altında birtakım meselelere işaret edilmiş ve olağan tenbihlerde bulunulmuştur. Sözü uzatmamak için şerh'de bunlarıtekrarlamaktan sarfınazar ettim. Ümid ederim ki, perde gerisinden bunlar zeki düşünürler için kolayca keşfolunur.’
‘Zilliyed ve hariç meselelerinde bana 7070 mesele tanzimi müyesser oldu. Kitb-ül Dava’da sözü uzatmamak için, her tafsil ahkamını zikretmeksizin takriben bir varakada isbat ettim. İsteyenler Zilliyed ve Hariç meselelerinde sözünü etmiş olduğum kaidelere başvursunlar.’” (s.41-43'den aktaran Necdet Kurdakul: Bütün Yönleriyle Bedreddin, s.166-167)
5 Bu bülümde, Şeyh Bedreddin hakkındaki gürüşlerine tamamıyla ters düşmemize rağmen, kendisinin bir hukukçu olarak Bedreddin'in bu yönünü daha iyi değerlendirdiğini saptadığımız, Necdet Kurdakul'un “Bütün Yönleriyle Bedreddin” adlı kitabından yararlandık.
Mahzuni Şerif (1939, Afşin, Kahramanmaraş - 17 Mayıs 2002, Köln)
,
Hayatı [değiştir]Kahramanmaraş'ın Tarlacık (eski ismi Berçenek) Köyü'nde dünyaya geldi. 1955 yılında daha sonra Ankara'ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu'na kaydoldu. 1960'ta eşi Suna'yı kaçırdı ve 6 ay köyünde kaldı. Bu sırada okulu Balıkesir'e nakledildi. Okul komutanının çabası ile yeniden okula dönen Aşık Mahzuni, 6 ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan atılınca yeniden köyüne döndü. 1964 yılında ilk plağı ile müzik piyasasına girdi.
Bir süre Gaziantep'te ikamet ettikten sonra Ankara'ya taşındı. 1989-1991 yılları arasında Halk Ozanları Derneği Genel Başkanlığı'ni yürüten Aşık Mahzuni Şerif, Pir Sultan Abdal Dernekleri Genel Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı, Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği ve Ozan-Der Onur Kurulu Başkanlığı'nı da yaptı.
2001'in başlarında rahatsızlanarak, kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle, JFK Hospital'da yoğun bakım altına alındı. Mayıs ayında, günümüzün Pir Sultan'ı Aşık Mahzuni Şerif, bir kez daha ölümü yenmeyi başardı. Ve aynı yılın Kasım ayında kendisine, Elhamdülüllah Kızılbaş'ım ve Laikim. Ben değil yedi sülalem kızılbaştır. Bir suç varsa o da dedemdedir! ' dediği için, DGM tarafından dava açıldı. Duruşma 27 Aralık 2001 tarihinde DGM'de yapıldı. 2002 Mayıs ayının 17'sinde evli, sekiz çocuk, dört torun sahibi olan değerli Ozanımız 62 yaşında Almanya'nın Köln şehrinde hayata gözlerini yumdu. Bu ana kadar O, devletin düzenini yıkmak suçundan, hala yargılanıyordu. Şu an son ikamatgâhı olan Hacı Bektaş Veli Külliyesi'nin yakınındaki Çilehane adı verilen bölgede huzur içinde yatıyor.
Türk halk müziği sanatçılarının başvuru kaynağı,söz ve beste deposu olan Aşık Mahzuni birçok dinleyecisi açısından günümüzün çağdaş Karacaoğlan'ıydı. Dom Dom Kurşunu (Araştırmacı Yazar Battal Pehlivan Aşık Mahzuni Şerif'i yaşamı ve sanatı üzerine yaptığı incelemenin adı da Dom Dom Kurşunu idi) , Yuh Yuh, Fadimem, Gül yüzlüm, Ciğerparem ve Ekmek kölesi gibi eserleriyle tanınan Aşık Mahzuni'nin türkülerini İbrahim Tatlıses'ten Mahsun Kırmızıgül'e kadar birçok türkücü ile bazı pop müzik sanatçıları da okudu. Halk şiirine gönül veren ve konuşma dilini şiirleştiren Aşık Mahzuni'nin 400'e yakın plağı,50 kasedi ve yayınlanmış 9 adet kitabı bulunuyor
DEUTSCH
Werden die Balladen des großen alevitischen Künstlers Mahzuni Serif je an ihrer gesellschaftspolitischen Aktualität und Aussage einbüßen? Wohl kaum. Mahzuni hat in seinen mehr als 1000 Liedern den Humanismus im Allgemeinen und die alevitische Philosophie im Speziellen als Maßstab seines künstlerischen Weges genommen. Mit Sehnsucht haben wir immer auf seine neuen Werke gewartet und Millionen von uns sind damit groß geworden. Viele andere Künstler haben seine Lieder weiter gesungen und sind damit berühmt geworden. Mazuni Serif, der 1939 im kleinen Dorf Percenek geborene 'kleine' große Asik (Volksmusiker, die Texte ihrer Balladen selbst dichten und auch die Melodie dazu selbst komponieren) , der in seinen Liedern die Ungerechtigkeit und Willkür, Unterdrückung und Ausbeutung, Ausgrenzung und Stigmatisierung sowie religiöse Dogmen anprangerte, Gerechtigkeit und Recht, Wohlstand und Menschenrechte für alle, Respekt gegenüber Andersdenkende und Andersglaubende forderte, ist nicht mehr unter uns. Mit 62 Jahren starb er am 17. Mai in Köln an Herzinfarkt.
Er war Absolvent der Militärakademie und hätte als Offizier der türkischen Armee eine der sichersten Karriere in der Türkei machen und ein gutes Leben führen können. Stattdessen nahm er seine 'Saz', ein Seiteninstrument, in die Hand und machte sich auf den beschwerlichen und, - wie er später immer wieder erleben musste -, lebensgefährlichen Weg, auf seine Art und Weise Aufklärung unter dem Volk zu betreiben. Den staatlichen Institutionen in der Türkei war er wegen seiner provozierenden und zum demokratischen und kritischen Ungehorsam auffordernden Liedern ein Dorn im Auge, und das war Grund genug für zahlreiche Inhaftierungen und gerichtliche Verfahren gegen ihn. Für einige linke Dogmatiker war er 'zu weich' und für einige Hartgesottene sogar 'Sozialfaschist', weil er sich deren meist wirklichkeitsfremden Theorien nicht anschloss. Seine Kreativität gepaart mit seinem tiefen Humanismus und seiner alevitischen Überzeugung gaben ihm die nötige Kraft und Motivation, seine unbeugsame Haltung gegen all diese Angriffe zu wahren und uns wunderbare tiefsinnige von Liebe und Menschlichkeit geprägte Lieder zu hinterlassen. Mit diesen Liedern ist er mit Sicherheit der größte Dichter und Sänger in Anatolien nach Pir Sultan Abdal, der im 15. Jahrhundert von damaligen Herrschern mit der Todesstrafe bestraft und aufgehängt wurde.
Mahzuni wurde von vielen zurecht als 'der Pir Sultan' unserer Zeit bezeichnet. Er hat selbst von Pir Sultan gesungen und hat ihn in seine Kompositionen miteinbezogen, wie er in einem seiner bekanntesten Lieder zweifelnd fragt, ob er wie Pir Sultan den Weg zum Galgen wagen soll oder nicht (Pir Sultanlar gibi dar agacini, bilmem boylasam mi boylamasam mi?) . Mahzuni ist der Galgen, Gott sei dank, erspart geblieben, nicht jedoch Verfolgung, Folter, Ausgrenzung und Ignoranz sowie Zensur staatlicher Stellen. Oft wurde die Herausgabe seiner Platten noch vor der Erscheinung durch staatliche Stellen blockiert. Bis vor wenigen Jahren waren die Türen der Rundfunk- und Fernsehanstalten der Türkei für Mahzuni geschlossen. Diesem bedeutenden Künstler wurden auch Preise und staatlich-angeordnete Auszeichnungen nicht zuteil. Auf die Frage, wie Mahzuni dies bewerte, sagte er, dass er dies als eine große Ehre empfinde, von solchen Ehrungen und Auszeichnungen verschont geblieben zu sein. Traurig ist auch, dass die von der Kommerz geprägte und von der westlichen Kultur dominierte Musikwelt nicht in der Lage ist, Künstlern wie Mahzuni Raum zu bieten, so dass seine künstlerische Werbung für Frieden, Humanismus, Toleranz und Akzeptanz leider nicht noch weitere Teile der Welt hat erreichen können, was wünschenswert wäre.
Mahzuni hinterlässt insbesondere den nachkommenden Generationen alevitischer Künstler ein Vermächtnis, das verpflichtet und zugleich eine große Herausforderung darstellt. Die durch seinen Tod entstandene große Lücke kann nicht durch ein bloßes Kopieren geschlossen werden, sondern erfordert Kreativität und Standhaftigkeit sowie Nähe zum Volk bei gleichzeitig avantgardistischer Vision. Dies zusammen zu bringen stellt einen schweren Balanceakt dar und erfordert eine große künstlerische Gabe, gesellschaftskritische Weitsicht, Zivilcourage und unbeugsame Haltung gegenüber den Mächtigen an der Seite der Schwächeren sowie unbeirrbare humanistische Grundeinstellung und Internationalität.
In seinem Nachruf hat der beste Interpret der 'Saz', Arif Sag, zurecht folgendes gesagt: In wenigen Jahren wird keine Notiz von denen zu finden sein, die Mahzuni unrecht getan haben, Mahzuni selbst wird jedoch mit seinen Liedern noch in 500 Jahren im Gedächtnis der Menschen leben. Er wusste, dass dieser größte und wertvollste Preis ihm sicher ist. Mit Respekt und in tiefem Trauer verneigen wir uns vor dem großen Menschen und Künstler Mahzuni Serif.
Mein Dank an Prof.Dr. SÜLEYMAN ERGÜN für diese bericht über Mahzuni Serif!
Durch vieles Fragen
Du hast mich um den Verstand gebracht
Einen Stein nach dem anderen schlagend
Ich habe meinen teuren Freund gesucht
Vom Anfang bis zum Ende, durch vieles Fragen
Manche entzünden sich, manche erlöschen
Manche steigen auf, manche steigen ab
Die Serails werden zu Ruinen
Vom Anfang bis zum Ende, durch ihr immerwährendes Sein
Tritt ein, Mahzuni, in den Garten der Freunde
Es fiel Schnee auf dem Berg der Freundschaft
Meine Jugend für mein Leben
Vom Anfang bis zum Ende, durch ständiges gespalten sein
MAHZUNİ ŞERİF
Angelegenheit dieser Welt
Es ist nicht einfach, die Angelegenheiten dieser Welt
Trockene Worte reichen nicht aus, dass ich weitermache
Über die Todesstrafe zu entscheiden
Aber es gibt das Gewissen, dass nicht zulässt das ich entscheide
Innerlich fließen sie, die Tränen meiner Augen
Wie schwer ist er doch, der Freundschaftsstein
Ein fliegender Vogel auf dem Berg von Erciyes
Für ein blindes Auge nicht sichtbar, so dass ich ihn sehen könnte
Es blieb keine Kraft in meinen Gliedern
Ich säte die Saat, doch konnte ich nicht Dreschen
Trotz meiner Unschuld, traf mich die Verfügung der Herrscher
Den Freund Mahzuni kann ich doch nicht ausliefern
MAHZUNİ ŞERİF
FRANCİAS
Mahzuni Serif (parfois orthographié Mahsuni Serif) , né dans le village de Tarcalik, appelé autrefois 'Berçenek' (région d’Afsin en Turquie) en 1939, mort à Cologne (Allemagne) en 2002, était un poète, chanteur, compositeur et joueur de saz turc. L’usage a accolé à son nom le terme d’asik, équivalent turc du troubadour.
Mahzuni Serif appartient à cette tradition de musiciens itinérants qui transmettent la philosophie mystique et humaniste séculaire de l’Anatolie en s’accompagnant au saz, ou baglama, luth à long manche qui se joue à l’aide d’un plectre (mizrap) .
Ses chansons donnent une large place aux questions sociales et politiques; un des ses albums se nomme par exemple « Katil Amerika » (Amérique assassine) .
La vie et l'art d'Asik Mahzuni Serif sont fondamentalement marqués par l'héritage culturel alévi. Les alévis constituent une grande partie de la population anatolienne. Ils sont d'obédience chiite et pratique un Islam d'ouverture qui est empreint d'éléments pré-islamiques issus du chamanisme asiatique.
« Cherche et trouve.
Éduque les femmes.
Même si on te blesse, ne blesse pas […]
Le premier stade de l’accomplissement est la modestie.
Qu’importe ce que tu cherches, cherche en toi-même.
Maîtrise tes mains, tes paroles et tes désirs… »
Tels sont quelques-uns des préceptes qu’enseigne la sagesse prônée par les alevis.
Courte Biographie:
1956 il fini l'école primaire à Bercenek et continue ses études à Kahramanmaras/Elbistan Alembey le village, où il apprend et écrit l'ancienne langue turque.
1957 il part pour l’école de Mersin Astsubay (école militaire) .
1960 il a fini l'école d’armée (de militaires) de technique d'Ankara. Parce qu'il était un 'alevi' et qu’il écrit des livres il fut renvoyé de là.
Depuis cette date il compose de la musique et il produira de nombreux disques et cassettes.
Ses ecrits crés des echos de plus en plus importants et deviennent l’objet de nombreuses discussions.
1972 Sa maison à Gaziantep a été mise en feu et ses archives ont été entierement brûlé.
1962 - 1988 Il a été attaqué, emprisonné, torturé, accusé et a perdu une dizaines d’années de sa vie. Cette période de sa vie reste confuse en resons du manque d’informations.
1989-1991 Asik Mahzuni a été choisis pour être le Dirigeant 'de Halk Ozanlar Dernegi' (une organisation de musique) .
Juin 1997 en Allemagne il apprend sa maladie et sera examiné en Allemagne / Ulm.
1998 il devient le propriétaire de 58 cassettes et 8 livres. Dans plusieurs états internationaux sa musique a été chantée dans d'autres langues. Ce grand musicien père de 8 enfants a été présenté comme ayant eu un grand rôle dans la culture Bektasi (Alevi) et la musique Anatolienne dans le monde entier.
2001 il doit séjourner à l'hôpital JFK à Istanbul à cause de sa maladie du coeur.
2001 il a été accusé par le DGM (la cour protégeant l’état de la Turquie) d'énonciation: 'Elhamdülüllah je suis Kizilbas (l'expression pour alevis) et je crois en la laïcité. De plus il ne s’agit pas seulement de moi depuis 7 générations ma famille étais kizilbas. Si il y a là une culpabilité ça ne peut être que celle de mon grand-père! ' 27.12.01 Asik Mahzuni est au DGM.
Il est mort le 17 mai 2002 dans Cologne en Allemagne.
A FORCE DE DEMANDER
Tu m’as rendu fou
A force de frapper contre les pierres
J'ai cherché mon âme - sœur
Tout en demandant d'un bout à l'autre
Certains s'allument, d'autres, s'éteignent
Certains montent, d'autres descendent
Les sérails deviennent ruines
D'un bout à l'auter
Mahzuni, entre dans le jardin de l'ami
Il a neigé à la montagne
et sur ma jeunesse
en traversant d'un bout à l'autre
Etat de ce monde
Ce n'est pas facile dans ce monde
A vivre avec des mots vides
Peine capitale pour moi-même n'est pas à rendre Mes larmes coulent à l'intérieur
Un oiseau qui s'envole sur le mont
Erciyes N'est pas vu à l'œil aveugle
Je n'ai plus de force dans les geneux
J'ai semé, sans moissoner
Les seigneurs ont rendu firman, je suis innocent
On peut pas livrer l'ami Mahzuni
MAHZUNİ ŞERİF
ENGLİSH
ASIK MAHZUNİ SERİF
One of Turkeys wellknown and very intellectual music interprets!
He has been continuing the tradition of folk poetry.
He is one of the folk poets of our time,
who is asking the reasons and results of the public problems and who handles nearly every social subject in his poems in an informing manner.
He is from Barginekli Agucan Turkmens. The word asik preceding his name is a title used to indicate his position as a respected musician, but also indicates his affiliation with the Alevi variety of Shi'a Islam.
He has lost his life 17.05.2002 at 05.00 MET in Germany Köln-Porz hospital. He went there for examination before 4 days because of his heart problems.
Short Biography:
Asik Mahzuni Serif born 1939 in Turkey/ Kahramanmaras Bercenek village of Afsin county. 1956 he finished primary school in Bercenek and continues in Kahramanmaras/ Elbistan Alembey village, where he learns and writes old turkish language.
1957 he visits Mersin Astsubay school (military school) . 1960 he finished Ankara technique military school. Because he was an alevit and writes books he was fired from there. 1961 since this time he composes music cassattes and lp´s.
The discussions about his writings become a greater bandwidth in the world. 1972 his house in Gaziantep was set in fire and his whole archive was burned. 1962 - 1988 he was attacked, jailed, tortured, accused and lost his tenths. More informations weren´t known.
1989-1991 Asik Mahzuni was chosen for general Chief of 'Halk Ozanlar Dernegi' (a music organization) .
June 1997 in Germany he gets a brain blooding and he was examined in Germany/ Ulm.
1998 he becomes proprietor of 58 cassettes and 8 books. In several international states his music was sung in other languages.This big musicians with his 8 children was presented with a big role with the Bektasi culture and Anadolu music in the whole world.
2001 he must go into JFK hospital in Istanbul because of his heart troubles.
2001 he was accused by the DGM (Turkey´s state protecting court) of saying: 'Elhamdülüllah I am Kizilbas (expression for alevits) and a person who seperates religion from state. Not I but my 7 forefamilies were kizilbas. If here is a guilt it´s my grandpa´s! ' 27.12.01 Asik Mahzuni is in DGM.
Bu sözleri İmam Ali’ye ait olduğu bilinen Ali Divanı’dan (Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı, Arapça Çeviri:Vedat Atila, İstanbul-1990, nos. 164,1390,1405) derledik. Bilimin ve deneyimlerin akıl yoluyla elde edilebileceğini söylerken Ali, aynı zamanda iki koşul ileri sürüyor: İstekli ve araştırıcı olmak! Bu iki sözcük, öğrenmenin, eğitim-öğretimin psikolojik ve çevresel koşullarıyla birlikte yöntemlerini de kapsıyor. Üzerinde sayfalarca açıklamalar yapılabilir. Bir düşünen kişi; aklıyla hareket eden, sorgulayarak yargıya varan, soyutlamayı başaran bir kuramcı, kavramlar geliştirir, yorumlar açıklamalar gerektiren özlü sözler söyler ve önermelerde bulunabilir. Bugün İmam Ali’yi, Muaviye’nin ona lanetle başlattığı Emevi anlayışını günümüzde sürdüren Suudi Vahhabileri gibi değerlendirip küçümseyen ve Halife Osman’dan (644-656) sonra beş yıl kadar İslam imparatorluğunu yönetmiş başarısız, sıradan bir halife olarak görenlerle; bilgeliği, erdemleriyle birlikte bilginliği ve bilimsel düşüncelerinden habersiz ve onu sadece doğaüstü güçleri ve kerametleriyle yüceltenler bizim gözümüzde aynıdır. Ali zamanının bilginiydi; Peygamberin ölümünden itibaren “Ali bilim şehrinin kapısı” değil, kendisiydi. Zaten o, alçak gönüllülüğe gerek duymadan “ben devranın(dönemin, zamanın) bilginiyim” diyor. Üstelik bir bilgin, bir alim olarak zamanın ebeveyni, yani ana-babasıdır; öyle söylüyor. Ana-baba çocuklarını korur-kollar, eğitip-yetiştirir, iyiye doğruya yönlendirir. Öyleyse zaman ve o zamanı yaşayanlar, bilginlerin koruması altında olmalı ve onlar yönlendirip yönetmelidir. İmam Ali, ben bir bilgin olarak devranın (zamanın) anası-babasıyım, derken bunları söylemiş olmuyor mu?
Aşağıda, Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız. Yazının önemli bir kısmında, başta www.ismaili.net olmak üzere, İslam bilginleri, İmamlar,Ehlibeyt ve Şiilik hakkında bilgiler, araştırma yazıları, makaleler yüklenmiş web sitelerinden yararlanıldı.
1. İmam Ali’nin Bilimsel Kişiliği ve Kuramcılığına Kısa Bakış
Ali bin Abu Talib'in(600-661) erdemlerinin ve niteliklerinin bir portresini çizmek kolay değildir, zira o bilginin kaynağı ve bir erdemler örneğiydi. Gerçekten o, bir canlı bilgi ansiklopedisiydi. Bütün tanınmış sufiler batini (esoteric) bağlarını Ali'ye götürürler.
Abu Nasr Abdullah Sarraj Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında; Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman,
“Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi” diye yazmaktadır.
Ali, yandaşlarına İslamın, kendi nesnelliği içinde düşünce ile uyum sağlayan, ayrıca kendi yasakları ve buyruklarında da doğa ile anlaşan tek din olduğunu öğretti. İslamın din alanında yarattığı büyük devrim, açıkça aklın üstünlüğünü kabullendiği tutumuyla canlılık kanzandı. Ali insanları akıl ve düşüncenin üstünlüğünü kabul etmeye çağırdı ve onları doğal olaylar üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönlendirdi. Ali'ye göre İslam, herşeyden önce aklın dinidir; kör bir inanç yolu değildir ve bu nedenle mensuplarının, içsel kavrayışa sahip olurken düşünceyi, yeterliliği ve aklı kullanmalarını talebeder; ancak böylece onlar daima adalet ve gerçeğe ilişkin öğretilenler gereğince hareket edebilir ve sağlam bir karakter sahibi olabilirlerdi. Bunlardan dolayı Ali, çeşitli söylev ve konuşmaları aracılığıyla bilimin değerini yüceltti. Onun eğitim ilişkilerinden, bilginin bütün dalları kapladığı ve dinsel bilgiyle sınırlı olmadığı, buna karşılık Araplar'ın sadece teolojinin sınırları içinde durmuş oldukları anlamı çıkmaktadır.
Ali'nin, öğrencisi Abdul Aswad al-Aulai aracılığıyla Arab grameri çalışmalarını kurucusu ve doğru Kuran okuma yönteminin yaratıcısı olduğu bilinmektedir. Ali'nin çalışmaları, Sharif al-Razi Zul Hussain Muhammad bin Hussain bin Musa al-Musawi (ö. 408/1015) tarafından, “Nahjul Balagha” (Güzel konuşma yöntemi) adıyla çok geniş bir özet (compendium) içinde toplanmıştır. Bu onun, konuşmaları-vaazları, mektupları, tartışmaları, öğütleri, tavsiyeleri; ceza, sivil ve ticari hukuk sistemlerine ilişkin hükümleri, mali ve ekonomiksorunlar için çözüm önerileri antolojisidir; kitap ahlak, bilim, teoloji ve felsefe üzerinde yazılan en erken İslami örneği temsil etmektedir. Kendi özgün dokunulmazlığı içinde yapıt, Şiiler tarafından Kuran'dan sonra ikinci derecede saygı görür.
Onun tartışma konularını incelediğimiz zaman, 1300 yılı aşkın zaman önceki birçok çağdaş bilim kuramlarının Ali tarafından ortaya atılmış olduğunu göreceğiz. 9.yüzyıl yazarlarından Şeyh Ali bin İbrahim al-Kummi “Wassaffat”da, bir keresinde dolunaylı bir gecede Ali'nin şöyle söylediğini yazmakta:
“Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır.Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir.
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
“Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibolamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.”
Rivayet edilmektedir ki Ali, Mısırlı astrolog Sarsafil'e şu soruyu sormuş: “Söyle bana, Venus yıldızının uydular (tawabi) ve sabit yıldızlarla (jawami) ilişkisi nedir? ” Sarsafil, sadece Grek astronomisini bildiği için yanıt verememişti. Uydular için Arapça tawabi sözcüğü kullanılır ve “izleyenler” anlamındadır. Gerçekten de bir uydu, gezegenin çevresini dolaşan bir “izleyen-takibeden”dir. Benzer biçimde, sabit yıldızlar için kullanılan jawami sözcüğü “biraraya getiren-toplayan ve birarada olanlar” anlamındadır ve gerçekten güneş ya da bir sabit yıldız, biraraya toplanıp çevresinde dönen bütün gezegenleri korur. Ali'nin bu terminolijileri ne denli doğruydu?
Bir kere bir kişi Ali'ye sordu:
“Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? ” Ali yanıtladı:
“Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.”
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının satte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı. Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. “The Book of Knowledge” edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910) . Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti “History of the Arabs” (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
“Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.”
William Muir, Ali'nin hayranlarından biriydi ve “The Caliphate, its Rise, and Fall” (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
“Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.”
Ali İbn Abu Talib’in Ali Divanı’ndaki(No.1197) “ kim benden birşey için yardım isterse, yıldız kayması hızıyla ona koşarım” sözü acaba sadece onun büyük cömertliğini, yardımseverliğini mi gösteriyor? Ya da kendisinden yardım isteyenlere, Ali olabilecek en büyük hızla yardım ettiğini mi anlatıyor? Zahiri (dışsal) anlamda bu söz iki açıklamayı da kapsar. Ama Ali’ye inananlar, ona “Ali evvel Ali ahir, Ali batın Ali zahir”diyen Alevi toplumu tarafından batıni (içsel, mecazi) anlamda şöyle anlaşılır: Ali nerede çağrılırsa orada hazır ve nazırdır; sıtk-ı bütün olarak, yani kalpten inanarak, “ya Ali medet! ” derseniz, anında imdadınıza yetişir.
İmam Ali, kendisini yardıma çağıranların yardımına koşmasındaki hızının ölçüsünü, dörtnala koşan
Arap atının ya da yaydan çıkan okun hızına neden benzetmemiş de, bir anda yanıp sönen yıldızkayması ışığına benzetiyor? Acaba o, saniyede 312 500 km.olarak hesaplanan ışık hızının ilk habercisi miydi? Yukarıdaki örneklemeler de gözönüne alarak söylersek, bir başka deyişle ışık hızının ilk kuramcısı Ali olamaz mı?
Son olarak aşağıda birkaç batılı yazarın daha Ali hakkındaki görüşlerini vermek istiyoruz:
R.A. Nicholson, “A Literary History of the Arabs”, Cambridge, 1953, s. 191:
“O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.”
Charles Mills, “A History of Muhammadanism”, London, 1817, s. 84:
“Haşimi ailesinin başı Peygamber’in damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Ali’nin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.”
Dr. Andrew Crichton, “History of Arabia and its People”, London, 1852, s. 307:
“Bu prens (Ali) , bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Ali’nin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.”
Thomas Carlyle de “Heroes and Hero-worship” (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
“…bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi...”
Halifeliği dönemindeki iç çatışmalara, savaşlar ve çeşitli anlaşmazlıklara rağmen, Ali devlet içinde birçok reformlar yaptı. İlk kez o, toprak sahibi köylülerden yıllık arazi vergisi almayı uyguladı. Ticaretini at üzerinde (gezginci çerçi ticareti?) yapanları vergiden muhaf tuttu. İlk kez o, devletin gelir kaynağına ormanları da dahil etti ve onlar üzerine zorunlu vergi getirdi. Ayrıca yoksullar için, kendine özgü bir “fakirlere yardım vergisi” koydu. Yargıçlar için İslam yasalarını (Şeri hükümleri) bir sisteme bağladı. Devlet sınırları içinde taş kırıkları (mıcır) dökerek ilk stabilize yollar yapan Ali oldu ve tanınmış Astkhar kalesi gibi bazı kaleler yaptırdı. Orduyu yeniden organize etti ve çeşitli yerlerde askeri karakollar kurdu. Ayrıca Fırat ırmağı üzerinde ilk kez o sağlam bir köprü yaptırdı.
Ali'nin halifelik yılları aynı zamanda eğitim düzeyinin çok yükseldiği dönem olarak bilinir. Ali eğitim-öğretimi kendi koruması altına almış olan ilk halife idi. Bunun sonucu olarak, Küfe'de okuyan 2000 civarında öğrenciye devlet hazinesinden karşılıksız burs vermişti.
Yazıya, gerçekten tamamlanmasına katkısı olacağına inandığımız, kısa bir bölüm daha eklemek istiyoruz. Bu, “Görmediğim Tanrıya Tapmam” (Alev Yayınları, İstanbul 1996, s.125-128) kitabımızın “İmam Ali’nin akıl ve gönül penceresinden Derviş Baba’nın gördükleri” bölümünden birinci kısım olacak. Derviş Baba, Ali’nin aşağıdaki sözlerini yedi kıtalık bir şiirle yorumlamaktadır:
2. Ali’nin Siyaset Felsefesi: “Utançtır Yoksulu Ezmek, Ona Zulmetmek...”
38- Dünya her zaman iki karşıt halde bulunur; biri yokluk ve
yoksulluk, diğeri bolluk ve rahatlık..
77- Malı yalnızca kendin için kazanılmış olarak düşünme, Allahın
senden kuvvetli olduğunu unutma ondan kork ve malını paylaş.
677- Utançtır insana, evinde serilip yatarken komşusunun üstsüz başsız
bükülerek açlıktan (kıvrılıp) yatması.
467- Nasıl bir hastalıktır, sen evinde tok yatarsın etrafında deriyi
kemirmeğe hasret yürekler varken.
1187- Benim evim gelen herkesin kendi ortamıdır, kilerimiz yiyecek
alana açıktır.
1188- Bütün varımızı sunarız, sadece ekmek ve sirke olsa da.
24- Geçim sağlama isteği, beklemekle elde edilmez.Ama sen de
susuzluğunun giderilmesi için kovanı kuyuya göndermelisin.
25- Gün be gün kova sana suyla gelecektir. Çamuru çok suyu az da olsa
su getirecektir.
1184- İnsanlar bana diyor ki çalışıp kazanmak utançtır. Dedim ki utanç
çalışmayıp hazır yemektir.
26- Çok kimse çalışıp çabaladığı halde zenginliğe ulaşamazken, bir
diğeri hiç çaba harcamadan zengin olmuştur.
27- Ve hiç durmadan mal üstüne mal topladılar
366- Kişiyi ev barındırır, hırkası üstünü ayıbını örter;
ölmeyecek (gereksinimi) kadar yemek yetmez mi insana?
129- Geçimini doğruluk kapılarından iste, kat kat artarak gelecektir.
149- Geçimini şerefsizlikle elde etmeyi isteme. Nefsini yükselt düşük
isteklerden.
157- Mal noksanlığı- kişinin zengin olmaması- aklın yetersizliğine
yorumlanır, zeka fışkırsa da ahmak kabul edilir.
1168-(Oysa) malı çok olmasa da saygın kılabilir kendini kişi, nice
zengin insan vardır ki zenginliğiyle zelildir (kişilik yoksunudur) .
678- Utançtır yoksulu ezmek, ona zulmetmek...
164- Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri
aklıyla edindiği gibi.
(Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı,
Arapça Çeviri Vedat Atila, İstanbul-1990)
“Bir gün Tanrı arslanı Ali keremullahı vecheye (iki yüzü Hakka dönük) sordular: Tanrıyı görürü müsün ki taparsın? Ali eder: ‘Görmesem tapmayıdım(tapmaz idim) ” 1
Ali'm Sen Alimsin
Ali'm sen alimsin biz bilmiyoruz
Gizemine akıl erdirmiyoruz
Dinsel dünyada görüşün nesnel
Sen maddeciymişsin biz görmüyoruz
“Dünyada karşıtlık var” ne demektir
Açıkça diyalektik düşünmektir
Dilindeki “akıl, bilim, emektir”
Sosyalistmişsin de biz görmüyoruz
Sözün açık yorumlamak gerekmez
Tok olan varlıklı açları görmez
Emek sömürücü seni hiç sevmez
“Paylaş” demeni hiç düşünmüyoruz
“Kişinin barınacak evi olsun”
“Giyecek hırkası devliği olsun”
Yani ihtiyacı kadar pay alsın
Demek komünistsin de görmüyoruz 2
Emek sermay' çelişkisin görmüşsün
“Varlık şerefle sağlanmaz” demişsin
Aklı öne alıp bilg'üretmişsin
Sen bir öğretmensin biz görmüyoruz
Ali'm sen Tanrıyı insanda gördün
Onu “görmeseydim ben tapmam” derdin
İnsana sen Tanrı değeri verdin
Evvel ahir sensin biz görmüyoruz
Peygamber “bilimin kapısı” dedi
Övdü seni kızı Fatma'yı verdi
Derviş Baba ya Ali meded! dedi
Sen aramızdasın biz görmüyoruz
1 Kaynaklar: Hacı Bektaş Veli, Makalat, Haz. Sefer Aytekin, Emek Basım Yayımevi: İstanbul, 1954, s.73; Shihabaddin Shah Hoseyni'den W. İvanow'un İngilizceye çevirdiği True Meaning or Religion of Risala dar Haqiqat-e Din'den (Bombay 1947, s.72) aktaran Henry Corbin, Temps Cyclique et Gnose Ismaélienne, Paris 1982, s.143:...par exemple, attribué au Premier Imam: Je n'adorais jamais un Dieu que je ne verrais pas (Görmediğim bir Tanrıya asla tapmazdım) Ve yine Kolayni “Usul-u Kafi I, 98”de İmam Cafer Sadık’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Birisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) 'ın yanına gelerek dedi ki: 'Ey
Müminlerin Emiri, kulluk ederken hiç Rabb'ini gördün mü? ' Ali (a.s) cevaben
şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb'e kulluk etmem.' Sonra
da şöyle devam ettiler: 'O baştaki gözle görülmez; ancak O'nu kalpler iman
sivas katliamı
20.03.2008 - 15:38ASIM BEZİRCİ
SİVASIN YILMAYAN VE SÖNMEYEN IŞIKLARINDA BİRİ...! ! ! ! ! ! !
Doğum yılı kaynaklarda farklı geçen (1922, ya da 1927) Asım Bezirci Erzincan'da doğdu.Rıfat Ilgaz'la yakın arkadaş olan Bezirci, Ilgaz hakkında bir inceleme yayınladı (Rıfat Ilgaz, ISBN 975-348-036-9, 1997, İstanbul, Çınar Yayınları) . 2 Temmuz 1993'te Sivas Madımak Olayı'nda katledildi......! ! ! ! !
Eserleri
Abdülhak Hamit
Bilimden Yana
Edebiyat Bahçesinde
Güle Dil Verenler
Halk Ve Sosyalizm İçin Kültür Ve Edebiyat
Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri
İkinci Yeni Olayı
Nazım Hikmet
Nezihe Meriç
Nurullah Ataç
Orhan Kemal Yaşamı, Sanatı, Eserleri
Orhan Veli Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Eserleri
Pir Sultan Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri
Rıfat Ilgaz
Sabahattin Ali
Seçme Hikâyeler
Seçme Romanlar
Sosyalizme Doğru
Temele Gül Dikenler
Türk Yunan Dostluk Şiirleri
Şairlerimizin Diliyle Barış
PATİ[email protected]
bektaşilik
19.03.2008 - 21:23BEKTAŞİLİK
Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Hz. Ali ve On İki İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır/örgütlenmesidir.
Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.
Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Hz. Ali, On İki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.
Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın 'yol evladı' olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın 'bel evladı' olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşiydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826) .
Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.
PATİ[email protected]
pir sultan abdal
19.03.2008 - 20:17PİR SULTAN ABDAL'DAN SEÇME ŞİİRLER
1. Derleyen: ismail Kaygusuz
Koyun beni Hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu Kırklar eşidir
On İki İmamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte boynum keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Ulu mahşer olur divan kurulur
Suçlu suçsuz gelir anda derilir
Piri olmayanlar anda dirilir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Pir Sultan'ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
2.
Yas u matem günü derdim yeniler
Yarin sesi kulağımda çınılar
Sordum ki dağlara niçin iniler
Dedi çekticeğim karın elinden
Alnıma yazılmış kara yazılar
İtikattır talip pirin arzular
Sordum ki çamlara neden sızılar
Dedi çekticeğim pürün elinden
Varup Hakkın divanına durursun
Pervan olup aşk oduna yanarsun
Sordum degirmene ne hoş dönersin
Dedi çekticeğim perin elinden
Varup bir pir ile pazar edersin
Oturup da ikrarını güdersin
Sordum garip bülbül niçin ötersin
Dedi çekticeğim harın elinden
Serçeşmeden gelir suyun durusu
Nasibimiz verir pirin birisi
Dedim Pir Sultan'ım benzin sarısı
Dedi çekticeğim yarin elinden.
3.
Gelmiş iken bir habercik sorayım
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Gerçek erenlere yüzler süreyim
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Alçağında al kırmızı taşın var
Yükseğinde turnaların sesi var
Ben de bilmem ne talihsiz başım var
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Benim şahım al kırmızı bürünür
Dost yüzün görmeyen düşman bilinir
Yücesinden Şah'ın ili görünür
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
El ettiler turnalarla kazlara
Dağlar yeşillendi döndü yazlara
Çiğdemler takınsın söyle kızlara
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Şah'ın bahçesinde gonca gül biter
Anda garip garip bülbüller öter
Bunda ayrılık var ölümden beter
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın
Ben de bildim şu dağların şahısın
Gerçek erenlerin nazargahısın
Abdal Pir Sultan'ın nazargahısın
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
4.
Ben de şu dünyaya geldim sakinim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam divana kalsın
Mümin müslüm döşürür de cem olur
Anda sınık yaralara em olur
Kara taş erir de safi dem olur
Kalsın benim davam divana kalsın
Pir Sultan Abdal'ım dünya kovandır
Giden adil beyler kalan ihvandır
Muhammed divanı ulu divandır
Kalsın benim davam divana kalsın
5.
Şu yalan dünyaya geldim giderim
Gönül senden özge yar bulamadım
Yaralandım al kanlara bulandım
Gönül senden özge yar bulamadım
Güzel olan neyler altın akçayı
Arif olan düzer türlü bohçayı
Vücudunda seyreyledim bahçeyi
Dosta el değmedik nar bulamadım
Güzellerin zülfü destedir deste
Erenler Hak için oturmuş posta
Bir zaman sağ gezdim bir zaman hasta
Hasta halin nedir der bulamadım
Felek kırdı benim kolum kanadım
Baykuş gibi viranlarda tünedim
Bugün üç güzelin nabzın sınadım
Can feda yoluna der bulamadım
Felek benim kurulu yayım yastı
Her köşe başında yolumu kesti
Keskin kadeh ile dolumdan içti
Yandı yüreciğim kar bulamadım
Pir Sultan Abdal'ım dağlar ben olsam
Üstü mor sümbüllü bağlar ben olsam
Alem çiçek olsa arı ben olsam
Dost dilinden tatlı bal bulamadım
6.
Çıkıp gökyüzünde sökün eyleyen
Şam'da Kul Yusuf'u görmeye geldim
Eğildim turaba yüzümü sürdüm
Hakkın divanına durmaya geldim
Nurdan kuşak kuşattılar belime
Hak Muhammed Ali geldi dilime
İnem gidem imamların yoluna
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
Hani benim hırka ile postlarım
Men tutimi bir kafeste beslerim
Yüküm lal-ü gevher müşter'isterim
Alan kardeşlere satmaya geldim
Yapusu var usul ile yapulu
Hocası var kapusunda tapulu
Bir şar gördüm üç yüz altmış kapulu
Kimin açıp kimin örtmeye geldim
Pir Sultan Abdal'ım dünyadan göçtü
İdris peygamber de donunu biçti
Suyu suya köpr'eyledi kim geçti
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
7.
Kur'an yazılırken arş-ı Rahman'da
Kudret katibinin elinde idim
Güller açılırken kevn ü mekânda
Bülbül idim gonca gülünde idim
Evvel Cebrail'in ilk kelamında
Kırklar meclisinde aşk meydanında
Muhammed Ali'nin sır kelamında
Nihan söyleşirken dilinde idim
Kırklar arş üstünde kurdular cemi
Muhabbet halk olup sürdüler demi
Balçıktan yarattı Allah Ademi
Ben ol vakit anın belinde idim
Yunus'un deryaya daldığı zaman
Kırk gündüz kırk gece kaldığı zaman
Ali zülfikarı çaldığı zaman
Hayber kalesinde kolunda idim
Pir Sultan'ım içtim aşkın dolusun
Makadir bilmeze vermem yarısın
Bir kuşa seksen bin şehrin kapısın
Tayin verilirken yanında idim
8.
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Halımızı hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Hak divanına dizildik
Aşk defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultan Abdal'ım şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Ali'ye saydılar bizi
9.
Bir nefescik söylüyeyim
Dinlemezsen neyleyeyim
Aşk deryasın boylayayım
Ummana dalmaya geldim
Aşk harmanında savruldum
Hem elendim hem yoğruldum
Kazana girdim kavruldum
Meydana yenmeğe geldim
Ben Hakkın edna kuluyum
Kem damarlardan beriyim
Ayn-i Cem'in bülbülüyüm
Meydana ötmeye geldim
Ben Hak ile oldum aşna
Kalmadı gönlümde nesne
Pervaneyim ateşine
Şemine yanmağa geldim
Pir Sultan'ım yeryüzünde
Var mıdır noksan sözümde
Eksiğim kendi özümde
Dârına durmağa geldim
10.
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Irızgını veren Ali değil mi
Gelin vazgeçelim böyle gümandan
Vallahi çıkarız dinden imandan
Şefaat umariz On'ki İmam'dan
Anların atası Ali değil mi
Yarattı Mülcem'i o da oldu düşman
Kasdetti Ali'ye son oldu püşman
Kangı kitapta gördün Ömer Osman
Kur'an-da okunan Ali değil mi
Binbir adı vardır birisi Hızır
Her nerde çağırsam orada hazır
Ali'm padişahtır Muhammed vezir
Bu fermanı yazan Ali değil mi
Pir Sultan Abdal'am ben bir fukara
Acep bulunur mu derdime çare
Yüzü kara nasıl varam huzura
Divanda oturan Ali değil mi
11.
Alçakta yüksekte yatan erenler
Mürvetiniz yok mu aldı dert beni
Başım alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerlerde buldu dert beni
Oturup benimle ibadet kıldı
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalın kılıç olup üstüme geldi
Çaldı bölük bölük böldü dert beni
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Yavru şahin pençesinde kuş gibi
Seher çağı bir korkulu düş gibi
Çağırta çağırta aldı dert beni
Abdal Pir Sultan'ım gönlüm hastadır
Kimseye diyemem gönlüm yastadır
Bilmem deli oldu bilmem ustadır
Şöyle bir savdaya saldı dert beni
12.
Bu kanlı zalımın ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi paralar beni
Dar günümde dost düşmanım belloldu
On derdim var ise şimdi elloldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni
Pir Sultan Abdal'ım can göğe ağmaz
Haktan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni
13.
Hak nasib eylese dergâha varsam
Daim divanında dursam ya Ali
Eğilsem payine niyaz eylesem
Yüzüm tabanına sürsem ya Ali
Yüzüm tabanına sürdüğüm zaman
Kalmadı kalbimde zerrece güman
Kâfire Zülfikar çaldığın zaman
Önünce Kanber'in olsam ya Ali
Kanber gibi hizmetine yeldirsen
Bir dem ağlatsan da bir dem güldürsen
Çeküp Zülfikar'ı beni öldürsen
Kesmem eteğinden elim ya Ali
Hiç çekem mi eteğinden elimi
Hak katında kabul kıldım ölümü
Erler doğru sürün Ali yolunu
Mümince kulların görsem ya Ali
Mümin olan neresinden bellidir
Haklı söyler nefesinden bellidir
Erenlerin cemi gonca güllüdür
Tomurcuk güllerin dersem ya Ali
Mümin olan müslimini getürse
Hakikatı Hak cemine yetürse
Dizi dize verüp irfan otursa
Doyunca didarın görsem ya Ali
Pir Sultan'ım niyaz eyle pirine
İnan gel Muhammed Ali yoluna
Bu divanda girem kalbin evine
Yarın fırsat elden gider ya Ali
14.
Ben gayrı nesne bilmezem
Allah bir Muhammed Ali
Özümü gayra salmazam
Allah bir Muhammed Ali
Bir mum yanar bir şişede
Bülbül eğlenmez meşede
Yedi iklim dört köşede
Allah bir Muhammed Ali
İki kuş gördüm yuvada
Döner muallak havada
Dağda deryada ovada
Allah bir Muhammed Ali
Yaktıcağım bir çıraktır
Bindiceğim bir buraktır
Yerden göğe bir direktir
Allah bir Muhammed Ali
Pir Sultan'ım bu bir sırdır
Sırrını saklayan erdir
Ay da sırdır gün de sırdır
Allah bir Muhammed Ali
15.
Arzuladım size geldim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Rehber aradım aradan
Cümle alemi yaradan
Beş taşlı şahit getiren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda durur
Cümle eksikler yetürür
Beş taşlı şanit getüren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Âşıkların semah döner
Kırk budakta şem'a yanar
Dolusun içenler kanar
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza'nın torunu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıcı bıçağı
Erenlerin bal çiçeği
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan'ım gerçek Veli
Erenlerden çekmez eli
On İki İmam'ın yolu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
16.
Bu dünyanın evvelini sorarsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Sen bu yolun sahibini ararsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Tahtını terketti İbrahim Edhem
Süleyman Nebiye verildi hatem
Her kulun alnına yazıldı sitem
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Erenler öldürür yoldan şaşanı
İhlas ile kaldırtırlar düşeni
Tarikatta her kişinin nişanı
Erenler katında bellidir belli
Erenler elinden dolu içildi
Ol saadette kil ü kal'den geçildi
Firdevsi alâ'da güller açıldı
Cennet-i alâ'nın gülidir güli
Pir Sultan Abdal'ım ummana daldı
Yenemedi kendin engine saldı
Hakıpayinize yüz süregeldi
Erenlerin kemter kuludur kuli
17.
Kocabaşlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı
Haramı helalı yedi
Sende hiç din iman var mı
Fetva verir yalan yulan
Domuz gubu baga dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
İman eder amel etmez
Hakkın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle bir şeytan var mı
Pir Sultan'ım zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde ziyan var mı
18.
Kahpe felek sana n'ettim neyledim
Aksine döndürdün çark-ı devranı
Hani n'oldu esk'adalet eski gün
Perişan eyledin cümle cihanı
Dayanılmaz âşıkların derdine
Akıl yetmez ezberine virdine
Nakes konmak ister cömert yurduna
Tilki kovdu ülkesinden arslanı
Anca bu yaraya dayandı Eyyub
Huda'nın cefasın safaya sayıp
Cahiller kamile sen bilmen deyip
Anın için kaybettiler irfanı
Pir Sultan'ım niye geldin cihana
Kusur senin imiş etme bahane
Evvel kullar yalvarırdı sultana
Şimdi minnetç'ettin kula sultanı
19.
Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Korular kalmadı kara yurd oldu
Ali'm ne yatarsın dar günün geldi
Sancak gele Kazova'ya dikile
Münafık başına taşlar döküle
Mümin olanlar da Hakka çekile
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Kızılırmak gibi bendinden boşan
Hama'dan Mardin'den, Sivas'a döşen
Düldül eğerlendi Zülfikar kuşan
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Sene tekmil olduğunu bildiler
Yezid lain gömleğini giydiler
Kasdeyleyüb imamlara kıydılar
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Abdal Pir Sultan'ım bu sözüm haktır
Vallahi sözümün hatası yoktur
Şimdiki sofunun yezidi çoktur
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
20.
Gelin yiyelim içelim
Bu güzellik geçer birgün
Alem yaran yaran olmuş
Ali'm sırrın açar olmuş
Yeyip yediren bir adem
Eksik etmez bari Hüdam
Gök ekini misal adem
Anı eken biçer bir gün
Yeyip yedirmesi hoşdur
Dayan kahpe yürek taşır
Can dedikleri bir kuştur
Kuş kafesten uçar bir gün
Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Yer altında kefen yırtmak
Boyumuzdan geçer bir gün
Pir Sultan'ım düşümüzde
Uzak değil karşımızda
Baykuş mezar taşımızda
Dertli dertli öter bir gün
21.
Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar
Kıpkırmızı donlar giyer allanır
Hu dost çağırır sallanır ağaçlar
Çiçek açar domur domur dal verir
Kimi uzar birbirine el verir
Kimi meyva verir kimi gül verir
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar
Yazbaharda bahçe ile bağ ile
Kaba çamın gürlemesi dal ile
Koç yiğidin eğlenmesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
Pir Sultan Abdal’ım Hatayi şahım
Adem için ne halk etmiş Allah’ım
Güz gelince salar yaprağın dalın
Vakti geldimi sulanır ağaçlar
22.
Hızır Paşa’nın zulmü var ise
Ne yapayım benim de bir ahım var
Senin tuğlu padişaın var ise
Benim arkam kal’em bir Allahım var
Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz
Kimsenin hakkını kimsede komaz
Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz
Masumlar boğdurur padişahım var
Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e
Geçmem beni etseler pare pare
İrafizi deye çektiler dare
Acab benim bunda ne günahım var
Pir Sultan Abdal’ım yedullahımız
Batına hükmeder padişahımız
Sahib çıkar miskin kul (a) Allahımız
Şefaat edecek güzel şahım var
23.
Birlik makamında bir güzel gördüm
Leblerinin şekeri var kandi var
Âşıkı çok imiş aradım sordum
Nice bencileyin derdimendi var
Cemali geliyor hayalde düşte
Canım asumanda kandilde düşte
Uzakta yakında yepinde pişte
Her nereye baksam Ali'm kendi var
Gâh bahçeye girer gülden görünür
Gâh mana söyleşir dilden görünür
Gâh gönül evinde mihman görünür
Âşıkına türlü türlü fendi var
Şükür olsun bu sevdaya ulaştım
Muhabbet bağını gezdim dolaştım
On İki İmam'ın cemine düştüm
Şimdi boynumuzda aşk kemendi var
Pir Sultan'ım sever böyle dilberi
Bu cümle Cihanın yekta gevheri
Kahrın lutfun çeker ise gel beri
Sevdiğimin nerde bir menendi var
24.
Viran bahçelerde bülbül öter mi
Gönül eğlencesi gül olmayınca
Merhemsiz yaralar unar biter mi
Bir gerçek Veliden el olmayınca
Nefse uyan Hakka uymuş değildir
Gaziler namazın kılmış değildir
Bu gezen abdallar derviş değildir
Arkasında hırka şal olmayınca
Tabib olmayınca yaram sarılmaz
Mürşid olmayınca Pire varılmaz
Yüzbin asker olsa yezid kovulmaz
Eli Zülfikar'lı Al (i) olmayınca
Bu aşk meydanında bir divan olur
O meydana düşen nevcivan olur
İtikatsız talib boş kovan olur
Vızılar arısı bal olmayınca
Değme arif bunu böyle bilemez
Bilir ama yine arif olamaz
Her mürşid ölüyü diri kılamaz
Hünkâr Hacı Bektaş Vel (i) olmayınca
İki melek gelir sual sorarlar
Döker de hurcunu gevher ararlar
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca
Pir Sultan'ım baştan dalga aşırır
Bu aşkın doluşu aşka düşürür
Her bildiğin rehber çiğ mi pişirir
Yanıp ateşlere kül olmayınca
25.
Çeke çeke ben bu dertten ölürüm
Seversen Ali'yi değme yaram
Ali'nin yoluna serim veririm
Seversen Ali'yi değme yarama
Ali'nin yarası yar yarasıdır
Buna merhem olmaz dil yarasıdır
Ali'yi sevmeyen Hakk'ığn nesider
Seversen Ali'yi değme yarama
Bu yurt senin değil konup göçersin
Ali'nin dolusun bir gün içersin
Körpe kuzulardan nasıl geçersin
Seversen Ali'yi değme yarama
Ilgıt ılgıt oldu akıyor kanım
Kem gelde didara talihim benim
Benim derdim bana yeter ey canım
Seversen Ali'yi değme yarama
Pir Sultan Abdal'ım deftere yazar
Hilebaz yar ile olur mu pazar
Pir merhem çalmazsa yaralar azar
Seversen Ali'yi değme yarama
26.
Ne güzelce muradıma ererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Al yanaktan kırmızı gül dererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Demir kafeslerdir benim durağım
Yanar iken yanmaz oldu çırağım
Gün be gün artıyor derdim firakım
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince yazı yaban yurt olur
Ak sürüye kara koyun kurd olur
Sevip sevip ayrılması derd olur
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince atlar çıkar çayıra
Kadir mevlam sevdiğini kayıra
Meğer beni senden ölüm ayıra
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Pir Sultan Abdal'ım dağları aşam
Aşam aşam ırmaklara karışam
Hiç başına gelen var mı danışam
Felek beni nazlı yardan ayırdı
27.
Hazreti Ali'nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların öcü alınmalıdır
Kendin teslim eyle bir serçeşmeye
Er oldur ki yarın senden şaşmaya
Bir munafık bin gaziye düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır
Yeryüzünü kızıl taçlar bürüye
Munafık olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Sultan kim olduğu bilinmelidir
Çağırırlar filan oğlu filana
Ne itibar Yezid kavli yalana
Kılıcın arştadır doğru gelene
Ya ser verip ya ser alınmadır
Pir Sultan Abdal'ım ey Dede Himmet
Kendine cevr etme aleme rahm et
İstanbul şehrinde ol sahib devlet
Tac-ı devlet ile alınmalıdır
28.
Gelin özümüze sitem uralım
Hile ile hurda ile hal olmaz
Hakkın divanına nice varalım
Hak katında yalancıya yer olmaz
Yine gerçeklerden açtık kapuyu
Bir pirin önünde kıldık tapuyu
Arı birlik ile yapar yapuyu
Birlik ile bitmeyende bal olmaz
Erenler gafletten kalktı uyandı
Gerçeklerin nefesine boyandı
Bu yolun içine girde uyandı
Be gaziler bunda hiç vebal olmaz
Ali kulu olan Hak'tan utana
Var pazarlık ile cevher satana
Bu yolun içinde riya tutana
Sürün gitsün dört kapuda yer olmaz
Pir Sultan'ım eydür kalbimiz nurdur
Müminler gözlüyse munafık kördür
Erenlerin yolu kadimdir birdir
Her tepenin başında da yol olmaz
29.
Bülbül olsam gül dalında şakısam
Öz bağında biten gül neme yetmez
Süleymanın kuş dilinden okurum
Bana talim olan dil neme yetmez
Derviş oldum pir eteğin tutarım
Hakka doğru çekilmiştir katarım
Baykuş gibi garip garip öterim
Issız viraneler çöl neme yetmez
Aşk kitabın ele aldım yazarım
Yolum Hakka doğru meylim nazarım
Neme gerek dağı taşı gezerim
Karşıda görünen yol neme yetmez
Dünyanın ötesi neden malumdur
Anın da aslına eren alimdir
Az yaşa çok yaşa sonu ölümdür
Bana hırkayla şal çul neme yetmez
Pir Sultan'ım sırrım kimseler bilmez
Tevekkül malını erteye koymaz
Kişi kısmatından artuğun yemez
Bana kısmat olan mal neme yetmez
30.
Hacı Bektaş tekkesinin dışında
Dediler bir suna aştı yalınız
Ayrılmışlar yaranından eşinden
Dediler bir suna aştı yalınız
Eşinden ayrıldı Bektaş'a vardı
Kuru göllerde çok savaşlar kıldı
Ayrılık haberin Mucur'dan aldı
Dediler bir suna aştı yalınız
Geçti m'ola Kızılırmak boyunca
Çeken bilir ayrılığı doyunca
Ayrılmıştır On İki İmam soyunca
Dediler bir suna aştı yalınız
Aştı m'ola Kırlangıç'ın belini
Avcı rast gelirse yolar telini
Arzulamış gider dostun elini
Dediler bir suna aştı yalınız
Pir Sultan Abdal'ım gönlümüz paslı
Tutu kumru gibi kafeste besli
Hünkâr Hacı Bektaş Veli'dir nesli
Dediler bir suna aştı yalınız
31.
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün dev (i) rilir
Nemrud gibi Anka n'oldu
Bir sinek havale oldu
Davamız mahşere kaldı
Yarın bu senden sorulur
Şahı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Hana
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Hafid-i Peygamber'im has
Gel Yezid Hüseynimi kes
Mansur'um beni dâra as
Ben ölünce il durulur
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir
32.
Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ataşlara yandırır
Her evin devliğin öküz döndürür
İreçberler hoşça tutun öküzü
Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altını kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözünden öpün
İreçberler hoşça tutun öküzü
Pir Sultan'm der ki kaynar coşunca
Tekne hamur kalmaz ekmek pişince
Adem At (a) öküzün çifte koşunca
İreçberler hoşça tutun öküzü
33.
Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş
Meğer Şah'ı sevmiş dese yoludur
Yetmiş iki millet sevmezler şahı
Biz severiz Şah'ı Merdan Ali'dir
Kırkımız da bir katara dizildik
Hak Muhammed ümmetine yazıldık
Hakikat şerbeti olduk ezildik
Biz içeriz bize sunan Ali'dir
Gidi Yezid bizler haram yemedik
Batındaki gördüğümüz demedik
İkrar birdir dedik geri dönmedik
Yedileriz birincimiz Ali'dir
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Hem Cibril-i Emin'dir rehberimiz
Biz müminiz mürşidimiz Ali'dir
Pir Sultan'ım Nesimi'dir pirimiz
Evvel kurban ettik Şah'a serimiz
On İki İmam meydanında dârımız
Biz şehidiz serdarımız Ali'dir
34.
Emek çektim bir ev yaptım erenler
Yine bu güzele bildiremedim
Bahar geldi çiçek bitti ot bitti
Toprak güldü taşı güldüremedim
Önüne rehber almıştır kadıyı
Gelir kitabın okuyu okuyu
Burhan ile buldum yetmiş ikiyi
İkisin bir kaba sığdıramadım
Yüreğimde belli belli yaralar
Şeytan kalbin almış gözün köreler
Hakka niyaz eylemeye ar eyler
Eğilip bir secde kıldıramadım
Hu demine bir ikrarı güdenin
Tuh yüzüne ikrarından dönenin
Pir Sultan'ım munafıkın nadanın
Gönül aynasını sildiremedim
35.
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Gönül çıkmak ister Şah'ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali On İki İmam aşkına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zincir boynum sıktı haylı zamandır
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Ilgın ılgın eser seher yelleri
Yare selam eylen Urum Erleri
Bize Peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Çıkarım bakarım kale başına
Mümin müslümanlar gider işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Yaz seli gibiyim akar çağlarım
Hançer alıp ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Pir Sultan'ım eydür mürvetli Şah'ım
Yaram başverdi sızlar ciğergahım
Arşa direk direk de olmuş ahım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
36.
Ben de şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don giymişe döndüm
Sahibi çıktı da elimden aldı
Koru yerde koyup yaymışa döndüm
O yar geldi geçti geri bakmadı
Hendekler kazdırdım sular akmadı
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm
Pir Sultan Abdal'ım bu dünya fani
Baştan başa kim sürdü bu devranı
Yarin bir çift sözü üşüttü beni
Yüce dağ başında buymuşa döndüm
37.
Sofi mezhebimi niye sorarsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Gözlüye gizli olmaz ne ararsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Eğnimize biz kırmızı giyeriz
Halimizce biz de mana duyarız
İmam Cafer mezhebine uyarız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Her kulun çırağın yaksa Hak yakar
Mümin olanları katara çeker
Aslımız On İki İmam'a çıkar
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Muhammed Ali'dir Kırkların başı
Anı sevmeyenin nic'olur işi
Yezid'e lanetle atalım taşı
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Biz tüccar değiliz alıp satmazız
Erenler malına hile katmazız
Gönlümüz geniştir biz kin tutmazız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
İlkbaharda açılmıştır gülümüz
Hakkin dergâhına gider yolumuz
On İki İmamı okur dilimiz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Pir Sultan'ım söyler ganidir gani
Evveli Muhammed ahırı Ali
Anlardan öğrendik erkânı yolu
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
38.
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü taalallah
Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah
Açalım kızıl sancağı
Geçsin yezitlerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevekkeltü taalallah
Pir Sultan'ım geldi cuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkeltü taalalla
WWW.TURNADERGİSİ.DE
KARADENİZE@LİVE.COM
PATİ[email protected]
sivas katliamı
19.03.2008 - 20:11BEHÇET AYSAN SİVASIN IŞIĞI SÖNMEZ......! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Behçet Safa AysanBehçet Safa Aysan, şair ve tıp doktoru (1949-1993) .
Hayatı [değiştir]1949 yılında Ankara'da doğdu. Selimiye Askeri Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi'nde okudu. 1968'de Ankara Tıp Fakültesi'ne askeri öğrenci olarak girdi.
12 Mart döneminden sonra politik nedenlerle ara vermek zorunda kaldığı tıp öğrenimi sırasında çeşitli işlerde çalıştı. Mezun olduktan sonra İzmit'e atandı. Ankara'da psikiyatri ihtisası yaptı. SSK Yenişehir Dispanseri'nde doktor olarak çalışmaktaydı.
2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madımak Oteli'nde yakılarak öldürülen 35 kişiyle birlikte can verdi. Ölümünden sonra Türk Tabipleri Birliği tarafından adına şiir ödülü verilmeye başlandı.
Yapıtları [değiştir]Karşı Gece (1983)
Sesler ve Küller (1984 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)
Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)
Deniz Feneri (1987 Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)
Şiirler (1990)
Behçet Aysan Kitabı (1993)
Üç Kardeştiler (Radyo Oyunu, 1995)
PATİ[email protected]
KARADENİZE@LİVE.COM
pir sultan abdal
19.03.2008 - 15:38Pir Sultan'ın Yaşadığı Dönem: Tanık Olduğu ve İçinde Yaşadığı Alevi Halk Hareketleri
Ismail Kaygusuz
Celaleddin Ulusoy'un getirdiği yaklaşımla Kalender Çelebi'ye bağlandığında, Pir Sultan'ın yaşadığı dönem, yukarıda değindiğimiz birinci görüşte ileri sürülen dönemle, yani 2. Bayezid (1483-1512) , 1. Selim (1512-1520) ve Kanuni Süleyman (1520-1566) zamanlarıyla denk düşebiliyor.
Bunun yanısıra, İlhan Başgöz'ün, Düzmece Şah İsmail'in (1577-8) “Pir Sultan'ın beklediği Şah” olduğuna tarihsel kanıt olarak gösterdiği dörtlüğe göz atalım:
Pir Sultan Abdal'ım dost çiresine
Arzumanım kaldı Şah cilvesine
60 ile 73'ün arasına
Özümü irfana koşamam m'ola
İlhan Başgöz, rakamları Hicri 960 (1552-53) ve Hicri 973 (1565-6) tarihleri olarak yorumlayıp, “bu yıllar arasında, özünü irfana koşmak isteyen Pir Sultan yaşamaktadır” diyor. (S. Eyuboğlu, agy, s. 55) Hangi gerekçe ile bu rakamları tarih kabul ettiği açık değil.
Neden Pir Sultan Abdal, 60 ile 73 yaşları arasında özünü irfana koşmuş olmasın? Demek ki ömrünün bu dönemi, onun olgunlaştığı ve çağının bilgilerine ulaşıp onları özümsediği dönemdir. Bizce bu şiiri Pir Sultan 73 yaşlarındayken yazmış olmalıdır. Belki de Hızır Paşa'nın zindanlarında, ömrünün son zamanlarında yazmıştır. Böyle olunca onun 1475-80 arasında doğmuş olabileceği ortaya çıkıyor.
Bu tarihi esas aldığımızda, “Pir Sultan'ın zamanında, yaşadığı çevrede herhangi bir halk hareketi olmamış ve kendisi de böyle bir harekete katılmamıştır” diyenlerin (bu iddia sahipleri için bkz. Baki Öz: Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, s. 191) niyetlerinin karanlık olduğu görülür. Çünkü Pir Sultan Abdal, bu tarihe göre, 30 yaşlarından itibaren, idam edilinceye kadar en az on Alevi halk hareketi yaşadı. Büyük kırımlar ve kanla bastırılmış onca ayaklanmaya, Çaldıran savaşı (1514) öncesi ve sonrasında, yüzbinlerin öldürüldüğü toplu Kızılbaş kırımlarına tanık oldu. İran savaşları sırasında (1548-55) Kanuni'nin Kızılbaş kırımından yakasını kurtaramadı.
Pir Sultan Abdal'ın yaşamış ve tanık olduğu bu halk hareketlerinden bazılarına değinelim:
1. 1509-11 yılları arasında iki yıl süren Şah Kulu Sultan ayaklanması: Bu, Şah İsmail Safevi'yi dayanak alıp başlayan, ama kısa zamanda bağımsız gelişerek, Anadolu ve Rumeli'yi saran ve doğrudan siyasal iktidara yönelik bir Alevi halk hareketiydi. Yenilgiden yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvetleri, ancak Vezir Hadım Ali Paşa'nın yönetiminde Sivas yakınlarında Gedikhan'da yapılan savaşta Şah Kulu'nu öldürerek ayaklanmayı bastırabildiler. 1511 Haziran'ında yapılan bu savaşta Ali Paşa da öldü. Şahkulu Sultan'ın ölümüyle halk birlikleri dağıldı, 15 bin kadarı İran'a geçti. Şah İsmail daha başlardayken, bu hareketten desteğini çekmiş sudan bahanelerle birçoğunu katletti...
2. Nur Ali Halife ayaklanması: 1512 yılında Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum yörelerindeki Alevi kitleler tarafından gerçekleştirildi. Nur Ali, Şah İsmail'in halifelerindendi. Tokat'da Şah İsmail adına hutbe okuttu. Şehzade Ahmed'in (Yavuz Selim'in kardeşi) isyanı bastırmakla görevlendirdiği Sinan Paşa'yı iki bin askeriyle öldürüp, Sivas'ı kuşattı. Şehzade Ahmed'in oğlu Murat Kızılbaş olmuş ve Nur Ali Halife'yle işbirliğine girmişti. Nur Ali, emrinde 10 bin kişilik kuvvet bulunan Murat'la Kazova'da birleşti. Aynı yılın yazında Erzincan yakınlarında Göksu'da yapılan savaşta Nur Ali Halife birlikleri Osmanlı ordusuna yenildi. Bıyıklı Mehmed Paşa, Nur Ali'nin başıyla birlikte 600 isyancı Kızılbaşın kellesini Yavuz'a İstanbul'a gönderdi. Doğrusu ise, F. Sümer'in yazdığı gibi, Nur Ali Halife kurtulup Erzincan'a döndü. Kendisi 1514 Çaldıran savaşında Şah İsmail'in kumandanlarından biri olarak görev yapmıştır. (Faruk Sümer: Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 35-36) Şah İsmail, kendisi adına başkaldıran Nur Ali Halife’yi de desteksiz bırakmıştı. Bununla da kalmıyarak Çaldıran savaşının başında, Osmanlı ordusunun özelliklerini çok iyi tanıyan Diyarbakır valisiyle birlikte Nur Ali’nin de savaş planlarını kabul etmemiştir. Kızılbaş ordusunun Çaldıran’da yenilmesinin birinci nedeni Şah İsmail’in ateşli silahlar kullanmayışıysa, ikinci önemli neden bu çok değerli iki Kızılbaş önderinin savaş taktiklerini reddetmesidir.
Çaldıran öncesi ve sonrası iki yıl içerisinde Anadolu'da Büyük Kızılbaş Kırımları gerçekleştirildi. Osmanlı'yla Safevi devleti arasında 1514 yılında yapılan Çaldıran savaşı, Anadolu Kızılbaşları için bir dönüm noktasıydı. Bu büyük yenilgiyle Şah İsmail’den umutlar kesildi.
Bütün bu olaylardan, o sırada otuzunu aşmış bulunan Pir Sultan uzak mı kalmıştır? Hayır, tersine tamamıyla içinde bulunuyor ve kendisi Anadolu Kızılbaş siyasetinin öncülerindendi.
3. Bozoklu Celal, 1517 yılı ortalarında, Yavuz Selim'in Mısır seferi sırasında ayaklandı. Amasya ve Tokat bölgelerinin Alevi Türkmenlerini başına toplamıştı. Bozoklu Celal eyleminin tabanının oluşturan 20 bini aşkın yoksul halk ve köylüler, iki yıla yakın süre Osmanlı'ya karşı mücadele verdiler. Ferhad Paşa liderliğinde ordunun üstlerine yürümesi karşısında Bozoklu Celal ve yandaşları Turhal, Zile, Artova ve Sivas üzerinden İran'a yöneldiler. Ancak sonunda Erzincan'da Celal yakalanıp kafası kesildi ve Yavuz'a gönderildi.
4. Şah Veli ayaklanması: 1519'da Yozgat'ta başladı. Şah Veli, Bozoklu Şah Celal'ın talibiydi. Çevresinde toplanan 4 binden fazla insanla Celal'ın öcünü aldı. Zile'de Sivas beylerbeyi Şadi Paşa'yı savaşa zorlayarak, birliklerini dağıttı. Çarpışmalarda Sivas defterdarı öldürüldü ve Şadi Paşa yaralandı. Bu olayla Şah Veli büyük ün kazandı. Öyle ki bir Osmanlı tarihyazıcısı, sonradan onun “Şah İsmail Safevi'in bile adını unutturduğunu” yazacaktır. Şah Veli’nin kuvvetleri, aynı yılın ortalarına doğru, Kızılırmak üzerindeki Şahruh köprüsü yakınlarında Osmanlının Husrev Paşa’sına ve büyük bir Alevi katliamı daha yapıldı.
5. Süklün ve Baba Zünnun ayaklanmaları da Alevi Türkmenlerin yoğun olduğu Bozok'da (Yozgat) çıkmış, Tokat, Sivas, Amasya, Maraş, Adana, Tarsus ve İçel yörelerine kadar yayılmıştır. Osmanlı'nın ağır baskıya dayanan toprak-vergi-köylü siyaseti, Aleviler ve Alevilik inancına horbakışı, Alevileri “mülhid, rafızi (dinsiz, sapık) ” olarak nitelemesi ve hakaretin ötesinde Aleviliği “ağır suç” kapsamında görmesi, ayaklanmaların ana nedenleriydi.
Türkmen oymaklarından Süklün aşiretinin Koca Dede'sine devlet memurlarının yaptığı hakaret (hiç bıçak vurmadığı sakalının, bıyığının zorla kestirilmesi) , Alevi Türkmenlerin geniş tepkisine yol açan bir kıvılcım oldu. Yoksul halkın başa geçirdiği Baba Zünnun'un 1525'lerde başlattığı ayaklanma, hızla gelişip yayıldı ve 1527'ye kadar sürdü. Ayaklanma sırasında Bozok sancak beyi Mustafa bey, İlyazıcısı Kadı Muslihüddin öldürüldüler. Sancak beyinin Kanuni'nin halasının oğlu olması, İstanbul'da geniş yankı uyandırmış ve isyanı bastırmak üzere Hurrem Paşa görevlendirilmişti.
Baba Zünnuncu Alevi yığınlar, Kayseri yakınlarında Hurrem Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerini perişan ettiler. Hurrem Paşa, İçel sancak beyi Ali bey, Kayseri valisi Behram bey ve daha birçok zeamet ve timar sahibi beyler öldürüldü. Bu başarılarıyla taraftarları artan Baba Zünnun ise Artova ve Kazova'ya doğru ilerleyerek, Alevi köylü yığınlarının kaynağına yöneldi.
Osmanlı yönetimi bu kez Rumeli beylerbeyi Hüseyin Paşa'yı, Sivas beylerbeyi Hasan Paşa'yı ve Maraş beyi Mahmut'u isyanı bastırmakla görevlendirdi. Hüseyin Paşa tüm eyalet askerleriyle Zünnun'un üzerine yürüdü. Höyüklü'deki kanlı çarpışmalarda, Baba Zünnun'un kendisi ve yandaşlarından çok ölenler oldu, ama Aleviler Osmanlı ordusuna pes etmediler. Dağlara çekilip toparlandılar. Vakit geçirmeden yeniden Osmanlı güçlerine saldırıp onları dağıttılar ve Hüseyin Paşa öldürüldü.
Baba Zünnuncu Alevi Türkmenler, daha sonra, güneyden gelen Diyarbakır beylerbeyi Hüsrev Paşa'nın Kürt birlikleri tarafından dağıtıldılar.
Aynı yıllar içinde, Atmaca ayaklanması, babasının öldürülmesiyle oymağının başına geçen Zünnunoğlu; Maraş, Adana, Tarsus-İçel hattında Tonuzoğlu ve Yenice Bey, yine Adana'da Veli Halife, Seydi Bey ve İnciryemez Alevi kökenli halk ayaklanmaları, aynı zincirin halkalarıydı ve resmi tarihin “Yükselme Devri” adını verdiği Kanuni Süleyman'ın “Cihan İmparatorluğu'nu” temelinden sarsıyorlardı.
www.turnadergisi.de
[email protected]
sivas katliamı
19.03.2008 - 15:12METİN ALTINOK SİVASIN IŞIĞI SÖNMEZ.....! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Hayatı [değiştir]1941 yılında Bergama, İzmir'de doğdu. Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl'ün Genç ilçesinde, Karaman imam hatip lisesinde felsefe öğretmenliği yaptı.
Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti.
Sanatı [değiştir]Metin Altıok'u şiirleri 70'li yıllarda yayınlanmasına karşın, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) bir şairi olarak nitelemek gerekir. Gezgin'de Servet-i Fünun'dan, Haşim'den, Dranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler var. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında. Dili yalın. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı seviyor. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlanıyor. Yerleşik Yabancı'da tüm şiirler tek bir şiirmiş izlenimi uyandırıyor..Söyleyişte ve konularda tekdüzelik var. Buna karşılık Kendinin Avcısı'nda kendine özgü bir sese, romantik, acılı ve yalın bir söyleyişe ulaşıyor. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle şiirimizin lirik geleneklerine bağlanıyor.
SİVASIN IŞIĞI SÖNMEZ SÖNMEYECEK.................! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
KARADENİZE@LİVE.COM
PATİ[email protected]
sivas katliamı
18.03.2008 - 21:24SÖNMEZ IŞIKLAR.........! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Muhlis Akarsu, (d. 1948 Kangal, Sivas - ö. 2 Temmuz 1993 Sivas) Saz sanatçısı. 2 Temmuz 1993 günü bir grup saldırganın çıkardığı olaylar sonucunda Sivas Madımak Oteli'nin yakılması sonucunda katledilerek hayata veda etmiştir.
Kangal İlçesinin Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu Minarekaya'da okudu. Bu dönemde Bektaşi Cem cemaatlerinde, yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı. Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı.
1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı. Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Aşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi. Tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi. Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu.
Sanatında, 1970'lerden itibaren dönemin etkili aşığı Mahzuni Şerif'in izleri belirdi. Uzunca bir süre Mahzuni'nin deyişlerini çaldı ve okudu. Bu arada Alevi-Bektaşi aşık geleneğinden de kopmadı. Pir Sultan, Kul Himmet gibi ozanların birçok deyişini geleneksel kalıplardan çıkmadan seslendirdi.
1980'li yılların başlarında Alevî Dedeleri'nin çaldığı kısa kollu bağlamayı gündeme getiren ve halk müziğinin niteliğini yükselten Muhabbet Gurubu'nun (Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroğlu) oluşum fikri Akarsu'dan çıktı. Muhlis Akarsu, her yıl yapılan Hacı Bektaşi, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan gibi Alevî toplumunun kültürel etkinliklerine katılırdı.
1980'li yıllarda türkülerinden dolayı üç yıl cezaevinde yattı. O güne kadar usta malı deyişlerle kendini gösteren Muhlis Akarsu, 1980'lerin başından itibaren deyişlerindeki anlatımı güçlü, bağlamasına hakim ve sesini deyiş tavrında kullanabilen bir sanatçı görünümündedir.
Fikri kendisinden çıkan 'Muhabbet' serisinin (4.hariç) her yapıtında yer aldı. Eserleri çeşitli türlerde şarkı söyleyen sanatçılar tarafından okundu.
Portekiz asıllı Kanadalı şarkıcı Nelly Furtado’nun 2006’da piyasaya sürdüğü 8 milyon satan “Loose albümündeki “Wait For You adlı parçasının müziğinin, Muhlis Akarsu’nun 'Kalan Müzik'den çıkardığı “Ya Dost Ya Dost adlı albümünde yer alan, sözleri Pir Sultan Abdal’a ait olan “Allah Allah Desem Gelsem adlı türküden 'alındığı' anlaşıldı. Albümün kartonetinde “Wait For You adlı parçanın müziği ile ilgili bilgide Muhlis Akarsu’nun ve Pir Sultan Abdal’ın isimlerinden herhangi birinin yer almadığı görüldü.
2 Temmuz 1993 günü Sivas Katliamı'nda bir grup saldırgan tarafından Madımak otelinin ateşe verilerek yakılması sonucunda öldürülmüştür. Yaşamı boyunca 100'den fazla kırkbeşlik plak, 4 uzunçalar, 20 kaset ve yüzlerce deyiş bırakır.
Muhlis Akarsu'nun yapıtlarının hemen hemen tümünün lirik bir ifadeyle yapıldığı ve söylendiği hemen fark edilir. Repertuarının büyük bir bölümünde aşk ve sevda deyişlerine yer verdiği görülür. Akarsu'nun yar üzerine söylediği, feleğe çattığı, gurbete içerlediği, ayrılığa üzüldüğü yüzlerce deyişi vardır. Deyişlerinde toplumsal konulara da kayıtsız kalmaz. Ancak bu, sevgi üzerine söylediği deyişler kadar çok öne çıkmaz. Birkaç deyişinde cahilliğe, köleliğe, yoksulluğa başkaldırdığı görülür. Alevi-Bektaşi edebiyatının ve müziğinin deyiş türüyle ünlenen aşığı Muhlis Akarsu'nun Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan etkisindeki tavrını her zaman hissetmek mümkündür.
KARADENİZE@LİVE.COM
PATİ[email protected]
pir sultan abdal
18.03.2008 - 20:08PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir.Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.
Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.
Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir. Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.
Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.
[email protected]
sivas katliamı
12.03.2008 - 18:03GÜLE YEL DEĞDİ
AHMET ÖZYURT
1972 Ankara`da (Sivas / Sarkisla) dogdu
Ögrenci
Ahmet Özyurt, Bebekliginde çok uslu, hatta biraz zayif bir çocukmus. annesi Senem Özyurt, 'Her zaman tutmaya korkardim' diyor. Büyüdükçe fizigi gelisiyor Ahmet'in, uzun boylu, genis omuzlu, elleri ve ayaklari kocaman, atletik yapili bir delikanli oluyor. Basarili bir ögrencilikten sonra liseyi bitiriyor. Ögrenciligi sirasinda da komilik, garsonluk gibi küçük islerle çalisma yasamina atilan Ahmet Özyurt, bu konuda pek sansli olamiyor.
'Yalin bir insandi, tek istegi okumak, iyi bir üniversiteye gitmek, iyi bir ise sahip olmakti' diyor Nurcan Özyurt. Annesi Senem Özyurt anlatimiyla 'Bir siçrasa, karsi caddeye geçebilen' bir yigit delikanli... Her saglikli genç gibi bedenini çok seven Ahmet Özyurt, evde agirlik çalisarak kol ve bacaklarini güçlendiriyor, 'kendini yerden yere atiyor'... En büyük ideali Üniversite okumak... Hep sonuca yaklasti, fakat bir türlü basarili olamadi. Belki de basarisiz oldugu tek alan Üniversite sinavlariydi.
Ahmet Özyurt, en sevdigi iki eylemi; 'Kitap okumak ve spor yapmak' olarak belirtiyor. Ahmet Özyurt, 'Hayatin hep acilarini aklina getiren kisi mutlu degildir. Gerçekten mutlu kisi, içinde bir iyilik hisseden kisi demektir.' diye yazmis günlügüne... Ahmet Özyurt, kizkardesi kadar yakin bize 'Istedigi ve arzuladigi sonuçlara yaklasmisti, iyi bir insan olarak yasamayi, basarili ve mutlu olmayi fazlasiyla haketmisti, hayati haketmisti. basaracakti...
Kendimi bir atom bombasi ve bir kuzu gibi hissediyorum diyordu Ahmet. Ahmet’te semahci idi.
Üniversiteye girmeye hazirlaniyor, En çok sevdigi iki eylem okumak ve spor yapmakti. Günlük defteri güzel sözler kitabi gibi: Sorunlardan kaçmamak tam tersine üzerlerine gitmek gerek. Evet düsünmek gerek Her kitap okunmali, onlardan bir seyler kapilmalidir, diyor Ahmet. Ve gerçekten mutlu kisi gerçekten içinde bir iyilik hisseden kisidir, önemli olan insanlik adina bir seyler yapmaktir, Diyor, Ahmet Özyurt.
Íbadeti cuma namazindan sonra cana kiymak olanlara ibret: Onun ibadeti, her an, insanca yasamak, insanca düsünmekti, insani sevmekti
.........................................................................................................
ASAF KOCAK
1957 Yerköy Dogumlu
Karikatürist
Asaf Koçak bir karikatürist `di, fakat öncelikle bir insandi.
' yok devenin kusu' ' Cop Cumhuriyeti nin çizeri idi'. “insanin kendini sorgulamasi yeterli degil, mesele, dönüsebilmek, degisebilmek, mesele aynanin karsisina geçip kendine ATES-edebilmeyi becermekti”.Sakallarimdan baska her sey takma protez diyor ve son dakikalarinda, isyan borusu çalar gibi, Madimak koridorlarinda, ölüme mizika çaliyordu.
Bir yandan ödenmeyen ev kirasi 'kapanan telefonu 'ki müzmin durumlari budu Asaf'in' öte yandan duygusal olarak yasadigi derin yikim, gerede yesil pantalonu mor çoraba rengarenk gömlekleriyle yasamini ti'ye alabilen bir Asaf Koçak yasiyor.
.........................................................................................................
ASIM BEZIRCI
1927 Erzivan dogumlu
Yazar, Arastirmaci
1928'de demiryolu isçisi Hamdi Bey'le ev kadini Refika Hanim'in tek çocugu olarak dünyaya gelir Asim Bezirci. Üniversite yillarinda sosyalizmle tanisir. Türkiye Sosyalist Partisine girer. Refika Hanim hep bir denge isterdi. Sanki hassas bir terazi gibiydi. Siddetle karsiydi. Asim Bezirci, 67 yillik yasamina, bir insan ömrüne esit uzunlukta 70 kitap sigdirdi.Gençlige inaniyordu. Tercihi onlardan yanaydi.
67 yilik hayatinda 70 kitapla,O sosyalizmin, edebiyatin siirin, halkin kütüphanesi idi.
O Özgürlük, insanlik, baris, bir baskaldiri abidesi idi, özü sözü zülfü kâr olanlardan.
O bir elestirmendi, çünkü elestirmedendaha iyiye güzele dogruya gidilemezdi.Topraga gül dikenleri, güle dil verenleri, O halk ozanlarimizi ölümsüzlestirdi. ‘Bir insan olarak her türlü güzelligi koruma sorumlulugunu tasiyorum’. Herkes te öyle davranmali, diyordu. Ankara´dan öteye Sivas´a gidip, Ucunda ölüm olsa bile, gençlere moral vermeyi tercih etmisti.
.........................................................................................................
ASUMAN SIVRI
1977 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Yasemin ve Asuman Sivri kardesler, 1991 yili ortalarinda, Pir Sultan Abdal Dernegi'nin kültürel çaliismalarina katiliyor ve kisa sürede semah topluluguna giriyor. Asuman Sivri, özverili çaliismasinin karsiligini alarak, Semah hocaligina yükseliyor.Yasemin, Asumun'dan iki yas daha büyük... 1992 yiiliinda Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne giriyor. Semah ile basladigi kisisel çalismalarinda, giderek daha farkli kanallara yöneliyor. Dernegin Gençlik Komisyonu üyesi. Ayni zamanda kütüphane'den sorumlu. Kitaplari ciltliyor, numaralandiriyor.
Sokullu Lisesi 2. sinif ögrencisi. Kamber Hoca, Çorum’lularin bir gecesinde tanisiyor, Yasemin ve SÍVRÍ kardeslerle. 16 yasinda semah hocasi oluyor Asuman, 3 grupta 100´e yakin kisiye semah ögretiyor. 2 temmuz 93 günü otelden evi arayip karnesini alip almadiklarini soruyor ailesine. Takdirname bekliyor, takdirname aldigini ögrenemeden yobazlar otele saldiriyorlar.
Kamber Hoca çok sevdigi Asuman için: Asuman’ da her türlü özelik güzellik vardi, zeki ve çaliskandi. Emek veriyor çalisiyor çalistiriyordu.
Bütün evren semah döner,
Askindan günesler yanar.
Ateste semaha duranlarin basiydi
.........................................................................................................
BEHCET AYSAN
1949 Ankara`da dogdu
Doktor ve Edebiyatçi
Toplumsal gercekleri kirik ve duygulu bir tonla okuyucusuna ulastiran Behcet Aysan 1946 yilinda Ankara'da dogdu. 1979'dan bu yana cesitli dergilerde siirleri yayinlanan Aysan'in siir kitaplarindan 'Sesler ve Kuller' Nabi Nayir Odulu, 'Karsi Gece' ve 'Eylul' Ceyhun Atif Kansu Siir Odulu, 'Deniz Feneri' Abdi Ipekci Dostluk ve Baris Odulu'nu aldi. Behçet Aysan, yasami boyunca katiildigi demokrasi mücadelesinin güçlüklerini bilinçle gögüsleyen bir sairdi. Örgüt bilincinin saglam bir ömegiydi. Yasaminin son döneminde Nükleer Savasin önlenmesi için Hekimler Demegi'nde (NÜSHED) Yönetim Kurulu üyeligi yapti, Ankara Tabip Odasi ilc Genel Saglik - Is Sendikasi üyesidir. Edebiyatçilar Demegi'nin kurulusuna da katilarak Genel Yönetim Kurulu'nda yer aldi.
.........................................................................................................
BELKIS CAKIR
1975 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Güne Umut’tan, 'ceylanlara karisip semaha duran.
'Kamber Hocanin kizi, Üniversiteye gidecekti. Dernekte semahtan sorumlu idi. Kamber Hoca Cehennemden, Birsen’i, Çigdem’i, Gülay’i ve digerlerini kurtariyor kendi öz kizini kurtaramiyor. Bende astim, bronsit var..
' O taze ceylanlarin yerine neden beni almadi ölüm.' diyor.
Belkis’in kardesi Tuncer’de semah gurubunda. O olaylar basladiginda Madimak Otel’ine ulasamiyor. Simdi Sait Metin’in biraktigi yerden tiyatrodan Pir Sultan olmayi sürdürüyor. BELKIS 'Güne Umut' müzik gurubunda vokal yapiyor, okumayi çok seviyor, Zülfü Livaneli’nin sarkilarini seviyordu. Kisilikli, yürekli, yetenekli, tutugunu koparan tam bir Anadolu kiziydi.
1975 yilinda Ankara dogumlu belkiz çakir,umutlu olarak girdigi '93 yili Üniversite sinavlarinda IIdari Bilimler Fakültesi Isletme Bölümü'nü kazandigini ögrenemedi.
.........................................................................................................
ÖZLEM SAHIN
1977 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Nurcan ile Özlem Sahin amca çocuklari aralarindaki iliski kardeslikten öte. Çocuklukdan itibaren birlikte büyüyor, birbirlerine can yoldasi oluyorlar. Özlem'de simsicak sevimli, cana yakin insan sevgisiyle dolu bir genç kiz. Özlem'in kendine güvenen rahat bir yapisi var, o'da Nurcan gibi gülmeyi seviyor. Hizli ve sürekli ve akici konusmasi en önemli özelliklerinden biri, konusmaya bir basladimi susmak bilmiyor. Ikisi de yasitlarindan daha rahat iyimser ve olgunlar. Çirkinlikler ve kötülükler rahatsiz ediyor ikisini de.
Onlari, ne kanli Sivas, ne Madimak Otelinde,
ne de mezarlarinda aramayin
onlar, Onlar kaçip gittiler cellâtlarin elinden.
Cellâtlarin yüzlerine gülerek hem de.
Çünkü onlar artik sehirde bir kumru, parkta bir kelebek
denizde bir balik düsüncelerimizde güzel bir dostluk.
Ve Onlar: Biz ve su alemde sevgi, yasadikça yasayacaklar..
.........................................................................................................
CARINA JOHANNA CUANA
1970 Hollanda`da dogdu
Ögrenci ve Arastirmaci
Carina, üniversite ögrencisi, Türkiye’ye kadin ve Alevi kültürünü arastirmaya geliyor.
Ankara’da camiden/ kuran kursunda çikan çocuklari görüyor, çocuklarin üst tarafi kapali, altlarinda bir er sort vardir. Yaninda ki Sultan Sivri’ye dönerek bu çocuklarin üst kismi müslüman, alt kismi ne diye soruyor.?
Arkadaslari Sultan, Yasemin ve Asuman Sivri Carina’yi Sivas’a gitmekten vazgeçirmeye çalisiyorlar.
Sivas’ta su bulamazsin, aç kalirsin, kalacak yer bulamazsin diyorlar.
Carina: Siz ne yerseniz bende onu yerim, siz ne içerseniz bende onu içerim, nerede kalirsaniz bende orada kalirim diyor. Ve verdigi sözde duruyor. Kara dumanlari onlarla beraber yuduyor.
.........................................................................................................
EDIBE SULARI
1953 Erzincan`da dogdu
Edibe Davut Sulari´nin yadigâri, Isveç´ten kosup gelmisti Sivas´a
O zaten babasinin yoldan, hiç ayrilmadi.
Tarihi Seyyitlerimizden, Seyyit Mahmut Hayrani'nin torunlarindandir.Bassel'de yasadigi halde Türkiye'de yapilan bütün Bektasi Kültür etkinlikleri ve ehlibeyt cemlerine, konferanslarina katilmayi ihmal etmezdi.
Askiyla Perisan Davut Sulari
Muhabbeti baldir kendisi ari
Hz. Ali´nin sir zülfü kari
inkarin boynuna vuralim hele
Bu alemi yobazlardan kurtarmak, boynumuzun borcu olsun.
.........................................................................................................
EDIBE SULARI
1953 Erzincan`da dogdu
Edibe Davut Sulari´nin yadigâri, Isveç´ten kosup gelmisti Sivas´a
O zaten babasinin yoldan, hiç ayrilmadi.
Tarihi Seyyitlerimizden, Seyyit Mahmut Hayrani'nin torunlarindandir.Bassel'de yasadigi halde Türkiye'de yapilan bütün Bektasi Kültür etkinlikleri ve ehlibeyt cemlerine, konferanslarina katilmayi ihmal etmezdi.
Askiyla Perisan Davut Sulari
Muhabbeti baldir kendisi ari
Hz. Ali´nin sir zülfü kari
inkarin boynuna vuralim hele
Bu alemi yobazlardan kurtarmak, boynumuzun borcu olsun.
.........................................................................................................
ERDAL AYRANCI
1958 Nigde`de dogdu
Siir Yazarci
Bir çok ise projeye giristi, en son olarak Anadolu ipek yollarini filme almayi düsünüyordu, Pir Sultan etkinliklerini filme almak için Sivas´a geldi. Madimak´ta barikatta yaralandigi an, kim bilir belki de 12 eylül döneminde 81´de Mamak ceza evinde yazdigi siiri geçti aklindan...Eger bir gün sevgilim, son verecekse hayatima bir ses, (lânet olasi kara bir ses) isterim, durmasin patlasinanlam bulacaksa kulaklarda yaliniz...düserse kanimin bir damlasi yereBilsinler ki orada kirmizi yediveren gülleri açacakVe bülbüller agit yakacak ölüme Korksunlar korksunlar artikKorksunlar ALEV çemberinde ki akrep gibiÇünkü ölümleri Gül dikenlerinde olacak.”
Erdal 1978 ODTÜ girisli. Eylül'de baslayan olaganüstü bir dönem, pek çok insan gibi Erdal'iin da payina mahpusluk düsüyor. Erdal Ayranci, 1980-1993 yillari arasinda iki yil iki gün Mamak, Ankara Kapali, Nigde, Bor-Nigde cezaevleri'nde yatiyor. Çalisma odasinda gördügümüz maket 'gemiyi Mamak'ta kapilardan çikardigi tahtalardan yapmis. Gemiye esinin adini koymus: 'Hatçe'. Mahpusluk günlerindeki ilk siiri 2.7.1981 tarihinde Mamak'ta son siirini 20.03.1983'te Topçam'da yazmis. Erdal Ayrancinin 29.05.1982 tarihinde Nigde cezaevi'nde yazdigi siirde Hatice'yi, Zeynep'i ve Sivas'taki akrepleri bulmak mümkün. Siiri okuyoruz: 'Eger Bir gün / Bir beyaz güvercin / Gelecekse agzinda bir mektupla / Ve silecekse gözlerimdeki hüznü / îsterim / Durmasin kanat çirpsin bana dogru / Birgün eger bir tahliye kagidi / Beni sana kavusturacaksa / Gayri gelsin düslenen günler / Ocakta kaynayan tencere / Besikte bebek / tomurcuk tomurcuk / Filiz filiz hayat / Düsünsene ne güzel olurdu / Düsmansiz yasamak / Haydi bosver bunlara / Simdi bunlar tatli hayal / Eger birgün sevgilim / Son verecekse hayatima / Bir ses / isterim durmasin patlasin / Anlam bulacaksa kulaklarimda / Yalniz... / Düserse kanimin bir damlasi yere / Bilsinler ki / Orada kirmizi yediveren gülleri açacak / ve bülbüller agit yakacak ölüme / Korksunlar korksunlar artik / korksunlar alev çemberindeki akrep gibi / Çünkü ölümleri / Gül dikenlerinden olacak.
.........................................................................................................
GÜLENDER AKCA
1975 Sivas Divrigi`de dogdu
Ögrenci
Divrigginin Sahin Köyünden Ankara'ya uzanan 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Madimak Otelinde sona eren 25 yillik bir hayat Gülender Akça'niin hayati. Gülender Akça'nin toplumsal kimligini en iyi anlatan sözler de Agabeyinin sözleri olmali: ' Herseyden önce insana insanca muamele edilmeyen, hak ettigi degeri verilmeyen baskinin, zulmün, iskencenin, irticanin yogun oldugu bir dönemde yasadi. Bu nedenle haksizliga, zulme, irticaya karsi insan haklarindan, demokrasiden, laik düsünceden yana taviir koydu. Bu anlamda duyarli bir toplum yaratma çabasinda kardesçe, insanca yasamak için, insan olmaniin onuru ile yasamak isteyen milyonlarca insandan biri olmak için çaba sarfetti..
Kardesçe insanca yasamak için mücadele etti. Divrigli Kültür ve Yardimlasma derneginde. Ísçi ve sendikaci babasi, ve dernek yöneticisi kardesinin izinden gitti. Kadinlari örgütlüyor, folklör oynuyor, arkadaslari ile Anadolu semah arastirma toplulugunu (ASAT’i) kuruyordu. Ve kardesi Vedat Akça:
.........................................................................................................
GÜLSÜN KARABABA
1971 Sivas Divrigi`de dogdu
Ögrenci
Gülsüm Karababa: 22 yasinda
Pir Sultan Abdal Kültür etkinliklerine, Divrigi Kültür Dernegi kanadindan katilan dört genç kizdan biri de Gülsün Karababa... Handan Metin, Gülender Akça, Gülsün Karababa ve Nurhan Metin'den, yalnizca Nurhan geriye döndüyor.
'Bir kizimiz olsun adi da, Gülsün. 'Etkinliklere Divrigi Kültür Dernegi kanadindan katilan 4 kizdan biriydi, Gülsün.Bakkala pazara çikmayan kiz, Sivas’a gitti. Sivas soguk olur kalin giyin dediler. Oysa ki, yangin yeri olacakmis Sivas, bilemezdi...bilemezdi...
.........................................................................................................
HANDAN METIN
1973 Sivas Divrigi`de dogdu
Ögrenci
Handan Metin: 20 yasinda
Handan Metin 1973 Divrigi dogumlu, Dört çocuklu bir memur ailesinin üçüncü çocugu. 1992 yilinda, ODTÜ Egitim Fakültesi Biyoloji Bölümü'ne giriyor...
'Tüm güzellikleri toplayip uzun ince bir yola çiktim.'
1992 ODTÜ Egitim fakültesi Biyoloji Bölümüne giriyor Handan. Gülsün, Gülender ve Nurhan’la yakin akrabalar ve 4 kiz Divrig Kültür dernegi kadin komisyonunda çalisiyorlar. Annesi Sultan Metin: -Yavrularimiz, 8 saat, geldi, gelecek diye devlet bekledi, 8 saat yandilar, O yobazlar 8 saat, 'seriat isteriz' diye bagirdilar.
Ve Handan yaziyor: Ayrilmak bir doga kanunudur,
bir gün arkadaslarindan, yarin ailenden ve son olarak da bu dünyadan ayrilacaksin.
Ama önemli olan zihinlerde bir isim birakmak, ölsen bile ölmemis gibi yasatilmaktir.
Onlar, ölmeden, ölenlerden oldu. Zihinlerimizde 33 isim kaldi, 33´de birer Kubilay, 33´de birer Pir Sultan oldu..
Günlük defterine: Kendi kilidimi açacagim, kendimi asacagim, siradan biri olmayacagim diye yaziyor ve hayat felsefem: 'Yarin yanagindan gayri her sey ortak' diye devam ediyor. Onlar her seyi asti, arsa ulasti, tarihe yeni bir sayfa açti...
........................................................................................................
HASRET GÜLTEKIN
1971 Sivas Imranli`da dogdu
Müzisyen Virtiöz Ozan
Hasret Gultekin, 1 Mayis 1971 yilinda Sivas'ta dogdu. Alti yasinda saz calmaya basladi. 11-12 sahnede saz calan kucuk bir oznadi artik. Kadikoy Anadolu Lisesi mezunu sanatci, 1980'li yillardan itibaren muzikle kendi uslubuyla agirlikli olarak yer aldi. Ferhat Tunc, Gultekin'i anlatti.
1978 yilinda 'Ay isigi yanyana' adli calismami bitirmistim. Hasret Gultekin adini o zaman duydum. 'Gun olaydi' adli kaset yapmisti. Kaseti dinledigimde cok etkilenmistim. Halk muziginin sicak motiflerini ustaca yakalamis ve yorumlamisti. Kaseti ilk dinledigimde onun iri yari ve orta yasli biri olarak dusunmustum. Soyleyis tarzi ve tok sesi bende o izlenimi uyandirmisti. Bir gun Hasret'in benimle tanismak ve gorusmek istedigini soylediler. Gorusme gunu karsimda iri yapili bir insan beklerken tam tersine cok genc ve biyiklari henuz terlemis biriyle karsilastim. Hasret'le o gun orada baslayan birlikteligimiz geliserek bugune kadar surdu. Hasret zaman gectikce buyudu, buyudukce de buyuk isler yapmaya basladi. Arif Sag, Muhlis Akarsu, Yavuz Top ve Musa Eroglu'na olan hayranligini gizlemiyor ve baglamasini onlar kadar ustaca kullaniyordu. Ulkemizde uygulanan antidemokratik uygulamalar benim kadar Hasret'i de derinden etkilemisti. Turkulerine kaynaklik eden, onlara zenginlik katan ulkemizin toplumsal gercegiydi. Bu gercekligi geleneksel kaliplar icinde sikismis halk muzigini cagdas bir senteze kavusturmaya calisarak dile getiren ustaca yorumlayan ender kisilerden biriydi. Cagdas halk muziginde yeniligin sevdalisiydi. 'Nevroz' isimli Kurtce bir kasette yapti. Kurtce ezgileri enstrumantal olarak yorumlayan ender sanatcilardan biridir. Bu kasette 3 telli sazla gelistirilmis 'Selpe' ismini verdigi yeni bir yontem gelistirmisti.
Müzisyen, müzik yönetmeni, arastirmaci sair olan Hasret´e Nerelisin diye soruldugunda, üstüne basa basa, Koçgiriliyim, KÜRDÜM derdi. Gecelerde konserlerde baglamasindan bal akitir, Anadolu aydinlanmasina isik tutandi. Bir çok ustanin kasetlerine müzik yönetmenligi yapti. ' Her ne ararsan kendinde ara' felsefesinden yola çikarak, 'Ne ararsak Anadolu’da bulacagiz' diyordu. O Anadolu Mozaiginin unutulmaz bir ismi oldu. Yobazlari hiç mi hiç sevmezdi.HASRET`lere kiyanlari sizde sevmeyin....
.........................................................................................................
HURIYE ÖZKAN
1971 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Yesim Özkan: 20 yasinda
Huriye Özkan: 22 yasinda
Huriye Özkan, basarili bir ögrencilikten sonra, Deneme Lisesi'ni birincilikle bitiriyor. Gazi Üniversitesi Eczacilik Fakültesi'ne arkadasi Inci Türk ile birlikte giriyor, birlikte bitiriyorlar. îkisi de Alevi kültürüne bagli, üretme ve paylasma bilinciyle yüklü iki çagdas genç kiz...
Havanin yüzünde semah dönerken. ' Arkadasi Ínci Türk’le beraber Gazi Üniversitesi Eczacilik bölümünü bitiriyorlar.Pir Sultan Abdal Dernegi’nin çalismalarina katiliyorlar. Kardesi Yesimle beraber semah ekibine giriyor, Alevi kültürüne bagli üretme ve paylasma bilinciyle iki çagdas genç kiz. Pir Sultan tiyatrosunda anlatici ozan rolünü aliyor Huriye Özkan.
Ve Baba Hikmet’in, 33 cani gibi, iki yavrusunu da aliyor KANLI Sivas.
.........................................................................................................
INCI TÜRK
1971 Balikesir`de dogdu
Ögrenci
Inci Gazi Üniversitesi Eczaciiliik Fakültesini 1992 yilinda bitiriyor. Altindag Kültür Merkezinde ilk tiyatro çaliismalarina basliyor. Pir Sultan Abdal Tiyatro toplulugunun teknik kadrosunda yer aliyor. Inci Türk'ün Muammer Çiçek le olan yakinligi ortak arkadaslan Huriye Özkan'a oradan tiyatro çalismalarina dek uzaniyor.
Ïnci Muammer’le sevdali, Pir Sultan Abdal tiyatro toplulugunun teknik kadrosunda. Gazi Üniversitesi Eczacilik fakültesi mezunu.kendi yazdigi bir siiri:
' Yasamak istiyorum, ama kendimce,
Neden yasama karsi, bu kadar acimasizlar,
Neden özgürlügü böyle kisitliyorlar..”
Ve o kara günden sonra, annesi Neda Türk, rüyasinda görüyor Ínci’yi: ' Biz kendi kitabimizi kendimiz yazmaya geldik'
Onlar essiz Kura´ni, ÍNCÍ gibi düzdüler.“Okunacak en büyük kitap insandir.” dediler. Artik sadece iNSANI okuyacagiz.
Yitirdiklerimizin ardindan aglamak,anlik tepkilerle yollara çikmak çözüm degil.Toplumun, kitle örgütlerinin,demokratlarin, cenazelerin kalktigi günkü havayi sürekli kilmalari gerekiyor.'
“Onlar ölmedi, ALEVe güldüler
.........................................................................................................
KORAY KAYA
1981 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Menekse Kaya: 17 yasinda
Koray Kaya: 12 yasinda
Menekse ve Koray Kaya - Yesim Özkan, Yasemin, Asuman Sivri gibi Madimak'ta yakilan kardeslerden.
Su dünyadan Koray geçti. 13´de Sivas’tan.
5 yasinda yaziyi sökmüstü, okula baslamadan önce okumayi ögrendi. Çok zeki ve basarili idi. Kendinden büyüklerle iliski kurardi. Saz çalmasini ögrenmis semaha baslamisti.
.........................................................................................................
MEHMET ATAY
1968 Sivas Divrigi`de dogdu
Gazeteci
Mehmet Atay: 25 yasinda, Gazeteci
1968 baharinda, Divrigi'nin gönderen Köyünde, Atay ailesinin en küçügü olarak doguyor,Mehmet Atay..Üniversite yillarindan itibaren fotograf sanatina büyük bir tutkuyla baglaniyor... Yasamini, çektigi fotograf kareleriyle güzellestirmeyi kotaran bir insan...
Sahanim, sahdamarim yangin yüreklim. 12 yasinda babasini, 20 yasinda annesini yitiriyor. Orta okulda iken annesinin çeyiz sandigini bozup içinde güvecin besliyor. Gazi Üniversitesi Maliye Yüksek okulunu bitirmesine ragmen, O mutlulugun resmini arayan, bir fotografçi oluyor. O özgürlügün fotografini çekiyordu, ve en çok sevdigi çocuklarin resmini.Fig iken... biçtiler ekinimizi....Kalbimizde tasiyacagiz resminizi....
.........................................................................................................
MENEKSE KAYA
1977 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Menekse Kaya: 17 yasinda
Koray Kaya: 12 yasinda
Menekse ve Koray Kaya - Yesim Özkan, Yasemin, Asuman Sivri gibi Madimak'ta yakilan kardeslerden.
Bu dünyadan bir Menekse geçti, 15´inde Sivas’ta yakildi.
Semaha tiyatroya merakliydi. Günleri Pir Sultan Abdal Dernegi’nde geçerdi. Evde kardesi Koray’la saz çalip semah dönerdi. Turhal-Tokat, Amasya, Gümüshane, Hacibektas senliklerinde tiyatroda oynamis. Ístanbul, Ízmir, Ankara’da semah dönmüstü.
Menekse Kaya 15´inde SON semahini 2 temmuz 93 ‘te Sivas’ta döndü.
Menekse’lerin üzerine, su yerine kara dumanlar indi. 'Ol Sivas, Ol Kerbela’dan da beterdi.'
.........................................................................................................
METIN ALTIOK
1941 Bergama`da dogdu
Sair Yazar
Metin Altiok: 52 yasinda, Sair, Yazar
Metin Altiok kendini siire adamisti. Sair olmanin günün tehlikesini bir sis çani gibi duyurmak oldugunu vurgulayan bir sair Altiok. 13 Ocak 1991 tarihinde Cemal Süreya Siir Ödülünü aldigi gün, 'Ben hayatla tam anlamiyla karsi karsiyayim. Aydin olmak muhalif olmayi gerektirir. Aydin karsi koyan insandir, kafa sallayan insan degil,' diyordu.
Madimakta girdigi komadan, 8 Temmuz 93 te ayrildi aramizdan.Sivas sana verdik senden isteriz.Canli verdik, canli isteriz.
.........................................................................................................
MUMAMMER CICEK
1967 Tokat Zile`de dogdu
Oyuncu
Muammer Cicek: 26 yasinda, Oyuncu
1967 yilinda Tokat'in Zile ilçesinde dogdu 1992 yilinda Gazi Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlik Fakültesi Çehir ve Bölge Planlama Bölümünü bitirerek Sehir Planlamacisi oldu. Çankaya Belediyesi Imar dairesinde iki ay staj gördü. Muammer Çiçek siir yaziyor, Pir Sultan Abdal tiyatrosu yönetmeni, oyuncusu 'Küçük Prens' adli oyunda oynamis. Olaylar çiikmasa, Madimak Oteli yakilmasa 02 Temmuz saat 20.00'de Sivas Kültür Merkezinde kendisinin yönettigi Pir Sultap Abdal oyununu oynayacaklardi.... Serkan, Huriye, Yesim, Özlem hiçbiri oynayamadilar.
Gönlünü inci’ye öfkesini firtanaya kaptiran çocuk. Ve bir tiyatro yazdi 'inadina yasamak..' Bizde Seni inadina yasatacagiz. Okul bitirme projesi olarak, mühendis Muammer; 1992 de Sivas’in vaziyet plânlini yapiyor. 1 temmuz 93 te, Muammer Çiçek siir yaziyor.
'Soguk ölümün acimasiz pencereleri
geziniyor üzerimde kiyiya vurmus baygin bir balik gibi,
ayilip çirpinmaya basliyorum
Korkuyorum beni kavuracagindan günesin,
çirpiniyorum ATES kumlarda yasamak için
ulasmak istiyorum delice suya, nefesime ve kendime...
Ve 2 temmuz 1993 te Sivas’in vaziyet plâni,yobazlarin etki alani oludu. Fakat yarinlar Çiçek’lerin olacak.
.........................................................................................................
MUHIBE AKKARSU
1958 Sivas Kangal`da dogdu
Muhibe Leyla Çiftlik 1972 yilinda Muhlis Akarsu ile evlendi. Aci tatli yasami, aski ve ölümü beraber paylastilar. Akarsu yum böylesiydi ahtimiz, iste geldik gidiyoruz dediler, Pinar, Çinar ve Damla adlarinda 3 kiz, 3 gonca gül, hatira biraktilar bizlere. Onlari yasatmak borç olsun bize.
.........................................................................................................
MUHLIS AKKARSU
1948 Sivas Kangal`da dogdu
Halk Ozani
1980'li yillarda türkülerinden dolayi üç yil cezaevinde yatti. Bektâsî ve Cem Cemaatlerinde yörenin Dede'lerden ve ozanlarindan etkilendi. Akarsu, baglamaya küçük yaslarda basladi. Siirler, deyisler ve nefesler kurarak yasadigi toplumun kültürüne zenginlik katti. 1960'lii yillarda dönemin etkili ozanlari Ali Izzet, Mahzûnî Serif, IIhsânî'lerin içerisinde yer aldi.
1980'li yillarin baslarinda Alevî Dedeleri'ni, çaldigi kisa kollu baglamayi gündeme getiren halk müziginin niteligini yükselten Muhabbet Gurubu'nun (Arif Sag, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Musa Eroglu) olusum fikri Akkarsu'dan çikmistir.
Muhlis Akarsu, her yil yapilan Haci Bektasi, Abdal Musa, Veli Baba, Pir Sultan vb. Alevî toplumunun kültürel etkinliklerine katilirdi.
2 Temmuz 1993 tarihinde yapilan Pir Sultan Senliginde 37 aydin sanatçi ve essi ile birlikte Sivas'ta Madimak Oteli'nde katledildi.
TRT repetuarlarinda ellinin üstünde eseri vardir. Yüzden fazla 45'lik plak, 4 uzunçalar, 20 kadar ses kaseti bulunmaktadir.
.........................................................................................................
MURAT GÜNDÜZ
1971 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Murat Gündüz Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü üçüncü sinif ögrencisi olan Murat, Pir Sultan Abdal Demegi'nin gençlik komisyonlarinda görev aliyor.
'Yasamak bir agaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardesçesine. Bu Hasret bizim.. 'En güzelleri en iyileri yitirdik Sivas’ta.
Murat, Pir Sultan gençlik kollarinda görev aliyor, semahçi, kiz kardesi Birsen’le beraber gidiyorlar Sivas’a. Kara dumanlar içinden kardesi Birsen’i çikariyor. Fakat Madimak cehenneminden sag çikmiyor Murat.
.........................................................................................................
NESIMI CIMEN
1929 veya 1931 Adana`da dogdu
Nesimi Çimen 1931 yilinda Adana’nin Saimbeyli Kazasinin Fatmakuylu Köyü’nde dogdu. 1941 yilinda on yasindayken ailesiyle birlikte Kayseri’nin Sariz kasabasina bagli Incemagara Köyü’ne göçtü. Oniki yasinda heveslenerek cura çalmaya basladi. Bulundugu ortamda Alevi deyislerini ögrendi ve çevresinde, kendine özgü yorumlariyla ilgi gördü. O günden ölümüne kadar curasini elinden birakmadi, curasiyla birlikte iki Temmuz 1993’te Sivas’ta seriatçi ateste yandi. Yoksul bir Kürt ailedendi. Daha çocuk yasta hayatini çalisarak kazanmaya basladi. 1946 yilinda evlendi, tekrar göçtü. Bu defa Adana’nin Kozan kasabasinin Faydali Köyü’ne yerlesti. O köyde çapacilik yapti. Kalaycilik ve bakircilik ögrendi. Geçimini köy köy dolasarak bu mesleklerden sagladi. Bir yil sonra tekrar Kayseri-Sariz’ a göçtü. 1953 yilinda askere gitti. 1956 da tekrar Adana Kadirli’ye döndü. 1959 da ise Maras- Elbistan’in Akdil Köyü’ne yerlesti. 1960 yilinda tekrar Kadirli’ye dönen Nesimi Çimen’i bu kadar sik göçüren neydi? 1962 yilindan sonra Istanbul’a yerlesti ve bir mozaik fabrikasina isçi olarak girdi.
Isçilikle birlikte Nesimi’nin hayati da biraz düzene girdi. Yeni kurulan Türkiye Isçi Partisi ile tanisti ve partiye üye oldu. TIP’in düzenledigi bir çok gecede kendi demelerini ve Alevi deyislerini çalip söyledi. 1984’ten 1987 yilina kadar Isveç’te yasadiktan sonra, orada oturma hakki olmasina ragmen ülkeye dönmüstü. Dönmeden önce Almanya’nin bir çok kentini, bu arada Berlin’i de ziyaret etmisti. Sanki dostlariyla vedalasmaya çikmisti, curanin bu büyük ustasi... Türkiye’de eserlerini yayinlamak istiyordu. Umarim, onun „acilarimi dile getireyim“ dedigi eserleri zaman geçmeden yayinlanir. Nesimi eserleriyle sevenlerine ulasir.
Nesimi Çimen sik sik „sermayemiz laf“ derdi. Muhabbetine katilanlar, onun basindan geçenleri nasil bir ögreti gibi anlattigina sahittirler. Ben bir tanesini size aktarayim: Nesimi Çimen, arkadaslari Osman Dagli ve Mehmet Tokatli ile asiri bir sicak günde Istanbul’da bir cadde de birini beklemektedirler. Gelecek, saatler geçmesine ragmen gelmemistir. Sicaktan ayakta duramaz hale gelen üç arkadas yakinlarindaki camiyi görerek gölgesine siginmak isterler. Kapida caminin hocasi Nesimi’ye „dur sen giremezsin“ der „Elindeki ne“ diye sorar. Nesimi „Cura“ diye yanitlar soruyu. „Onunla içeri giremezsin“ der hoca. Nesimi; „Niye girilmesin Hoca. Surda bir Müslüman gelse. Elinde kitabiyla içeri girmek istese engel mi olacaksiniz? “ „Onu elbette sokariz“ der Hoca. Nesimi, „o halde ben de girecegim, cura benim kitabim“ der ve girer caminin içine. Sicaktan kavrulmus üç arkadas gölgede biraz rahatlamislardir. Nesimi Çimen uzaniverir caminin ortasina. Hoca tekrar görevini yapar. „Allanin evinde böyle uzanilmaz! “ Nesimi cevabi yapistirir: „Be Hoca, bura Allah’in evi, bende ona misafir geldim. Yani Allah’in evinde de mi rahat edemeyecegiz? “ Hoca ne söyleyecegini sasirmistir.
.........................................................................................................
NURCAN SAHIN
1975 Ankara`da dogdu
Nurcan ile Özlem Sahin amca çocuklari aralarindaki iliski kardeslikten öte. Çocuklukdan itibaren birlikte büyüyor, birbirlerine can yoldasi oluyorlar. Özlem'de simsicak sevimli, cana yakin insan sevgisiyle dolu bir genç kiz. Özlem'in kendine güvenen rahat bir yapisi var, o'da Nurcan gibi gülmeyi seviyor. Hizli ve sürekli ve akici konusmasi en önemli özelliklerinden biri, konusmaya bir basladimi susmak bilmiyor. Ikisi de yasitlarindan daha rahat iyimser ve olgunlar. Çirkinlikler ve kötülükler rahatsiz ediyor ikisini de.
Kim yakistirabilir sana ölümü.
Uzun yillar çocuk hasreti ile yanan ve tedavi gördükten sonra 'can isigi' anlamina gelen Nurcan adini koydugu kizi dogar. O’nun için annesi Fidan:
Ben seni Allah’tan zorunan aldim, özel olarak sevmek için kendime dogurdum, diyor. Nurcan belki yaslanacagim ama asla büyümeyecegim diyordu.
Okumayi çok seviyor, derneklerde her ise kosuyor semah, tiyatro, kitap dergi.
Sivas’a yola çikarken 'Anne oraya geçen yil gidenler tuvalet bulamamis, bizde su bulamayiz belki, bir su ver içeyim'.
Annesi Hacibektas’tan getirdigi sudan bir bardak veri, yarisini içer yarisini da Özleme verir.
Tas tas içtik ahulari sag iken.
Bir sen iç, sevdigim birde bana ver
.........................................................................................................
SAIT METIN
1970 Sivas Divrigi`de dogdu
Ozan
Çankiri gibi ters bir kent'te Çankiri Meslek Yüksek Okulundan mezun olan Sait Metin'i aldigi bu egitim tatmin etmiyor. 'Ben bir Yüksek okul bitirmekle tatmin olmadiim, bilyorum sizde tatmin olmadiiniiz söz veriyorum bir fakülte daha bitirecegim' diyordu ailesine. Sait ve Yesim'in birbirlerine çok bagli olduklarini söylüyor. Annesi Sultan Metin. 'Yesim'e çok fazla umut verme, belki ailesi istemez dedigimde, 'Anne sen delimisin, ben aradigimi buldum' demisti. Kiz da çok tatliydi. Saiti çok seviyordu. Birbirlerine çok uymuslardi' diyordu Sultan Metin.
'Uzundu usuldu dedemin boyu.' Sait Metin, Grup Güne Umut’ta saz çalip türkü söylüyor. Su gibi içiyordu eline geçen kitaplari. 'umut belki de gelecek sayfadadir... kapatma kitabi.'Pir Sultan tiyatrosunda Pir Sultan Abdali canlandiriyordu. Ayni tiyatroda Pir Sultanin esi Balliha ni canlandiran Yesim Özkan’la hayatlarini birlestirmeye söz vermislerdi. Sait- Pir Sultan/ Yesim- Balcan olmustu. Kerem’le Asli, Ferhat’la sirin gibi.
Sait annesine: 'Anne deli’misin sen, Ben aradigimi buldum' diyordu. Baba Mehmet Metin: ' devlete çok güvendik. Bizi ve çocuklarimizi bu kör güven yakti, diyor.
Tarih sizleri hep anacak, halkimiz sizleri kalbine kaziyacak.
- Ve halkimiz sizden baska hiç bir seye bel- baglamayacak.
.........................................................................................................
SEHERGÜL ATES
1963 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Sehergül Ates, 1963 Ankara dogumlu... Açik Ögretim Fakültesi ögrencisi... Türkiye Elektrik Kurumün'da (TEK) memur olarak çalismis...
Sehergül için babasi; Biz onunla baba kiz degildik. O hem sirdasim, hem yoldasim, hem dayanagim ve gücümdü diyor, eski Halkçi Parti, millet vekili, Musa Ates. Adi gibi çiçekleri çok seviyor onlarla konusuyor, ve çok azimli ve hirsli, elini attigi her seyi kopariyor,
'eger saz çalmayi ögrenmeden ölürsem, mezarimi tekmeleyin” diyor ve Sivas öncesi Musa Eroglu´ndan saz çalmayi ögreniyor. Sivas´a gidebilmek için babasindan izin alma imkâni olmamisti. Kardesi Ali´ye borçlu olduklarinin listesini verirken
'ben ölürsem siz ödersiniz' diyor. Yasamini güzellestirmeyi bilen, yarinlarina umutla bakan, yüregi sevgi dolu bir genç kizdi Sehergül Ates.
.........................................................................................................
SERKAN DOGAN
1974 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Serkan Dogan, kardesi Serdar ile birlikte demegin semah toplulugunda görev aliyordu. Ayni zamanda, Pir Sultan Abdal oyununda Ali Baba'yi canlandiriyordu
Basima kizil bagla, ardimdan sakin aglama, anam....
Serkan Dogan kardesi Serdar Dogan’la semah ekibinde, ve kitap ve kaset stantinda görev aliyorlar Pir Sultan etkinliklerinde. Serkan ayrica, Pir Sultan tiyatrosunda, Ali Baba’yi canlandiriyor. Cuma namazindan çikan yobazlardan kaçip, Madimak oteline siginiyorlar. Serkan’in ölüsü çikiyor Madimak cehenneminden.
Kardesi Serdar ise, öldü diye atildigi morgta, tam 12 saat kaliyor ve tesadüfen bir doktor nabzinin attiginin farkina variyor. Serkan, otelde yangin basladiginda, bir kaç dize yazip iç cebine koyuyor.:
'Yaniyorum, sakin ardimdan aglamasin anam.
Ali’yim ben,
Pir Sultan yoluna ölüyorum.
Basima kizil bagla, arkamdan sakin aglama.
'Dogan ailesi SERKAN’in vasiyete sadik. Yok gözlerinde bir damla gözyasi, yakinma.
Yalnizca direnç.. var direnç.. Pir Sultan Pirimiz, Yolunda Ölürüz
.........................................................................................................
SERPIL CANIK
1974 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Serpil Pir Sultan Abdal semah ekibinin en gençleri ve yenileri arasinda yer aliyordu.Serpil Canik, Ticaret Lisesi'nde okurken staj gördügü bir kooperatif sirketinde çalisiyor, bir yandan da haril haril üniversite sinavlarina hazirlaniyor... Çok çabuk kavradigi semahi severek oynuyor, diger arkadaslari gibi zamanla o da bir semah isigi olup çikiyor... Isyerinden dernege kosturuyor, hatta semah çalismasini engelliyor diye, isinden ayrilmayi bile düsünüyor bir ara... Bir yandan isin yogunlugu, bir yandan kurdugu, üniversite hayalleri, gene de dernek etkinliklerinden koparamiyor.
Ticaret lisesinde staj gördügü bir koparatifte çalisiyor, semah çalismalarimi engelliyor diye isten çikmayi bile düsünüyor, üniversiteye gitmek istiyordu. Serpil semah ekibinin en yenilerinden, önceden içine kapali olan Serpil aydinlanma kalesi olarak benimsedigi Pir Sultan Abdal Dernegine gelip, gül gibi açiliyor.Ablasi Serdar Canik Pir Sultan tiyatrosunda oynuyor. Ailece gidiyorlar Sivas’a Serpil hiç gitmedigi köyleri Banaz’i da görecek. Yobazlar Serpil’in anne babasini Ali Baba mahallesine ablasi Serdal Canik’i Kültür Merkezinde tutsak tutuyor, onunda Madimak’ta boguyor karanlik.
Gözü yasli Sultan anne: Yavrularim uça uça gittiler... diyor. 'Turnalar turnalar, telli turnalar, Semah edende, hakka gidenler'
........................................................................................................
UGUR KAYNAR
1956 Sivas Zara`da dogdu
Sair ve Edebiyatci
Edebiyat çevresine ragmen çok yanliz bir adamdi... Duygulu ve yarali bir insandi... Çoçuk yasta annesinin ölümü, ailenin dagilmasi ve benzeri olgular, Ugur'u fazlasiyla etkilemisti. Ugur'da diyor Serap Kaynar; 'Hayati boyunca hep çekti kendini insanlardan, kendi kabugunun içine girmeyi tercih etti... Kendini zorlayan bir insandi Ugur... Uyum saglamiyordu ve bunu istemiyordu da... Her zaman kaygili ve sikintiliydi. Hiçbir ortamda varligini bütünüyle ifade edemiyordu... Sivas'taki ölümü de bir tekbasinalikti! '
Militan bir sair ve yazari idi. Yalnizligi, sevgisi ve için için kaynamasi, belki de 12 eylül döneminde, 2 yil mesken tuttugu Mamak mahpushanesinden kaliyordu.ilk kitabi: 'çiçekler halaya durdu,' oldu. Ve cesedini bir torbada getirdiler. Deri çantasi pesinden geldi bir peçeteye son siirini yazmisti. 'Öldügümde dogdugum yere gidiyorumYillarca süren bir hasret ve Bilinmezligi iste böylesine yeniyorum.'
.........................................................................................................
YASEMIN SIVRI
1974 Ankara`da dogdu
Ögrenci
Yasemin ve Asuman Sivri kardesler, 1991 yili ortalarinda, Pir Sultan Abdal Dernegi'nin kültürel çaliismalarina katiliyor ve kisa sürede semah topluluguna giriyor. Asuman Sivri, özverili çaliismasinin karsiligini alarak, Semah hocaligina yükseliyor.Yasemin, Asumun'dan iki yas daha büyük... 1992 yiiliinda Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne giriyor. Semah ile basladigi kisisel çalismalarinda, giderek daha farkli kanallara yöneliyor. Dernegin Gençlik Komisyonu üyesi. Ayni zamanda kütüphane'den sorumlu. Kitaplari ciltliyor, numaralandiriyor.
Kamber abi’nin profesörü. Kitap kurdu. Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümüne gidiyordu. Pir Sultan’da, semahla basliyor, giderek yeni alanlara yöneliyor, gençlik komisyonu üyesi ve tâbi ki kütüphaneden sorumlu idi. Yasemin, Sivas’ta yazar, Aziz Nesin ve Asim Bezirci ile tanisip, görüslerini açiklayacagi için sevinçli. Benim en iyi arkadaslarim kitaplarim diyordu. Okuyordu okudugunu yorumluyordu: Ínsanlar öldükleri zaman degil, unutulduklari zaman ölürler... diyordu. Unutmadik.. unutmayacagiz... biz sizi yasatacagiz.
.........................................................................................................
YESIM ÖZKAN
1973 Ankara`da dogdu
Yesim Özkan: 20 yasinda
Huriye Özkan: 22 yasinda
Huriye Özkan, basarili bir ögrencilikten sonra, Deneme Lisesi'ni birincilikle bitiriyor. Gazi Üniversitesi Eczacilik Fakültesi'ne arkadasi Inci Türk ile birlikte giriyor, birlikte bitiriyorlar. îkisi de Alevi kültürüne bagli, üretme ve paylasma bilinciyle yüklü iki çagdas genç kiz...
Ballihan, erenlerinin bal çiçegi. O Pir Sultana, Sultan ona asikti. Hacettepe Üniversitesi Sosyal hizmetler okuluna gidiyor, Çocukken sakin ve durgun olan Yesim gençliginde bahar gibi yeseriyor, artik sözüne söz yetisemiyor, enerjisini tiyatroya veriyor. Pir Sultan oyununda görev aliyor. Biz Sivas’in yobazlara teslim oldugunu bilseydik gönderirimiydik çocuklarimizi diyor.
Babasi Hikmet Özkan. Sivas kiyimindan sonra, din konusunda fikirleri netlesiyor. ‘ Allah insanlarda vardir. Ínsan sevgisinden daha büyük bir sevgi yoktur. Ínsanlari sömürmek için dinler kullanilmaktadir. Bu sömürüye en uygun olan din de Müslümanciktir. Ben CAMiDEN nefret ettigim kadar hiç bir seyden nefret etmiyorum. Cuma namazindan, camiden çikip, katlettiler çocuklarimizi. Hiç mi insan/Allah sevgisi yok bu yobazlarda? . Yok olasicalar da...
ŞERİAT DENEN BU GERİ KALMIŞ ORTA ÇAĞ KALINTILARI YOK OLMAZ YADA KALKMAZSA DAHA ÇOK 'GÜLE YELE DEYECEK'
PATİ[email protected]
fikret kızılok
10.03.2008 - 21:37Yıllar geçse de üstünden...
Türk müzik tarihine adını altın harflerle yazdıran, unutulmaz bestelerin mimarı, gerçek usta Fikret Kızılok 22 Eylül gecesi tedavi gördüğü İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesinde aramızdan ayrıldı.
Yıllar geçse de ilk tadını kaybetmeyen şarkılarıyla Türk müziğine damgasını vuran Fikret Kızılok artık aramızda değil. Kızılok, 22 Eylül gecesi kalbine yenildi. Temmuz ayında Bodrum'daki teknesinde kalp krizi geçiren sanatçı İstanbul'a getirilip İÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi altına alınmıştı.
68 kuşağının folk-rock öncüsü, haşarı çocuğu için mutlaka herkes kalbinde bir sızı duymuştur. 23 yılını aktif olarak müzikle geçiren sanatçı, bu 23 yıla o kadar kaliteli ve sağlam şeyler sığdırdı ki, bunun sayesinde çıktığı gönül tahtından asla inmeyecek.
1947 yılında Kalamış'ta doğan Kızılok, Galatasaray Lisesi'nin ilkokul bölümünde okurken müzikle ilgilenmeye başladı. Daha 7 yaşındayken sınıf arkadaşlarıyla birlikte 'Fikret Kızılok ve Orkestrası' adlı minik bir grup kurdu. Türkü söyleyen bu grup ilk konserini 23 Nisan'da okul müsameresinde verdi. Ortaokul yıllarında da bu konserler devam etti.
Galatasaray'da okurken lakabı 'Topal Fikret' olan Kızılok, bu yıllarda gitarı eline alarak yeni bir grup kurdu. 'Fikret Kızılok ve Veliahtları' adlı bu grupla lise ve sonrası yıllarda çalışmalarına devam etti.
Fikret Kızılok, 1964 yıllında eski arkadaşı Cahit Oben'le bir araya gelerek eski gruplarını dağıtıp, profesyonel bir grup olan 'Cahit Oben 4'ü kurdu. Grup, yabancı şarkılardan oluşan ilk 45'liğini doldurdu. Ardından ikinci 45'lik geldi ancak bu plâk türkü formatında oldu. Plâkta Kızılok'un 'Hereke' adlı bir de bestesi vardı. Cahit Oben 4, ilk Altın Mikrofon Yarışmasına 'Halime' adlı parçayla katıldı. Bu yıllarda Dişçilik Yüksekokuluna giren Kızılok gruptan ayrıldı ve ilk solo 45'liğini doldurdu. 1966 yılında çıkan 'Ay Osman-Sevgilim/Colours-Baby' adlı bu plâğıyla umduğunu bulamayan sanatçı, bu arada Barış Manço ile çalıştı.
Bir süre Sivas'ın Sivrialan ilçesine giderek Âşık Veysel'in yanında yaşayan Kızılok, ondan çok etkilendi. 1969'da Veysel'in 'Uzun İnce Bir Yoldayım'ını yeniden yorumlayarak ikinci 45'liğini çıkardı. Kızılok 1970'de kendi besteleri 'Yağmur Olsam' ve 'Yumma Gözün Kör Gibi' adlı parçalarıyla üçüncü 45'liğini doldurarak büyük ses getirdi. Aynı yıl kendi şarkısı 'Söyle Sazım' ve Karacaoğlan'ın şiiri 'Güzel Ne Güzel Olmuşsu'nu besteleyerek bir plâk daha yaptı. Bu plâk Barış Manço'nun 'Dağlar Dağlar' şarkısını devirerek haftalarca liste başı oldu ve Fikrek Kızılok yılın erkek sanatçısı seçildi.
Kızılok 1972 yılında hayatını kurtaran bir kamyon şoförüne itâfen 'Emmo' adlı şarkıyı besteledi. Ardından Ahmed Arif'in 'Vurulmuşum' şiirini besteledi ve bu parçalarla beşinci 45'liğini doldurdu. 1973'te ise 'Gün Ola Devran Döne/Anadolu'yum' adlı plâk geldi.
1973-75 yılları arasında 'Leylim Leylim' ile başlayan ve 'Âşkın Olmadığı Yerde'ye kadar süren bir plâk serisi yayınladı. Aslında bu şarkılar Kızılok'un kendi yazdığı 'Bir Ali Var' adlı oyunun bölümleridir.
1975'te 'Tehlikeli Madde' adlı bir grup kuran Kızılok, bu grupla folk-rock müzik yaptı. Aynı yıl yine Ahmed Arif'in şiirlerinden bestelediği 'Haberin var mı? ', 'Kör Pencere' ve 'Ay Battı' adlı parçalarla onbirinci 45'liğini çıkardı. Yine bu yıl 'Anadolu'yum 75' ve Mahsunî Şerif'in 'Darağacı' türküsünü yorumlayarak bir plâk daha doldurdu. Ancak sanatçı olumsuz eleştiriler aldı.
1976 yılında yine Âşık Veysel'in 'Sen Bir Ceylan Olsan' ve Mahsunî'nin 'Biz Yanarız' adlı türküleriyle 45'liklerine son verdi.
Fikret Kızılok bir yıl sonra 1977'de Nâzım Hikmet'in şiirlerinin yer aldığı 'Not Defterim' adını taşıyan bir albüm hazırlardı. O yılların siyasî ortamında Nâzım Hikmet adı, albümün toplatılmasına neden oldu. Bu olaydan çok etkilenen sanatçı müziği bıraktı ve Bodrum'a yerleşti.
80'li yılların başında Bülent Ortaçgil'le beraber 'Çekirdek Sanatevi'ni kuran Fikret Kızılok; 1983'te 'Zaman Zaman', 1988'de 'Yana Yana', 1990'da 'Olmuyo Olmuyo', 1992'de '68'ler', 1993'te 'Seçme Eserler-68'ler 2', 1995'te 'Yadigar' ve 'Demirbaş (Albüm-kitap) ', 1998'de 'Mustafa Kemal- Devrimcinin Güncesi' ve en son 1999'da 'Gün Ola Devran Döne' albümlerini çıkardı.
*İ.Ü. İletişim Fak. Gazetecilik 2
wwww.istanbul.edu.tr
[email protected]
aziz nesin
10.03.2008 - 21:16Aziz Nesin'e dön
AZİZ NESİN’İN AYRINTILI YAŞAMÖYKÜSÜ
Ali Nesin (NV arşivinden)
(çok eksiktir / yıl-ay-gün)
15-12-20. Doğumu. (1915 - 1331 galiba)
23. Bir komşu kadın bir tuluat tiyatrosuna götürüyor. Eve geldiğinde o oyuna öykünerek 47-09 yazıyor. [Kitabın Sonsözü, Seviye On Ölüme Beş Kala]
“[...] Cerrahpaşa’da oturduğumuz zamanlar (6-7 yaşımda olacağım) bir gece seyrettiğim ilk tiyatro (ortaoyunu) dur.” 26 Haz. 1991’e bak.
25. İstanbul’da Süleymaniye’de “Kanuni Sultan Suleyman İptidai Mektebinin üçüncü sınıfına girdi. (Sonradan okulun adı, İstanbul 7. Ilkokulu oldu) . [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
26. Darüşşafaka Lisesi’nin İlkokul 4. sınıfına girdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
27-09-15. Annesi ölüyor. [33-07] Bu tarih doğru, kendisi 1929 diye anımsıyor.
28. Cağaloğlu’ndaki Vefa Ortaokulunun 6. sınıfına girdi, devamsızlıktan sınıfta kaldı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Davutpaşa Ortaokul 1’de ilk romanını yazıyor, bir defter dolusu. [Kitabın Sonsözü, Seviye On Ölüme Beş Kala] Bu yıl 1929 da olabilir.
29/30. Davutpaşa Ortaokulu’nun 6. sınıfında. Her Cuma, Çehzadebaşı’ndaki ya Millet Tiyatrosuna ya Ferah Tiyatrosuna gidiyor. Naşit’e hayran. Millet Tiyatrosu bir oyun yarışması açıyor. Yarışmaya katılıyor. Yazarlığa ilk adımı. Yarışmaya İbiş’e benzer bir oyunla katılıyor.
30. Çengelköy Askeri Okulu 7. sınıfına girdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
30-07-08. Babası ve kendisi Halıcoğlu Askeri Lisesi Müdürlüğüne “Teahhüt Senedi” yazıyorlar. Babasının kaşesi var. 17 Temmuz günü Veledi Kara Baş Mahallesi İhtiyar Heyeti tarafından belge tasdikleniyor. [33-08]
31/32. Askeri ortaokul son sinif ogrencisi
32-06-28. Askeri Ortaokulu (Çengelköy) bitiriyor. Yabancı dil: iyi, öbür bütün dersleri pekiyi. Karnesi var. [33-08]
32-09-00. Kuleli Asker! i Lisesine geçiyor. Kuleli’nin 9. sınıfında okuyor. Ekim de olabilir. Daha önce Çengelköy Askeri Ortaokulu’nda. BGBG-3.
33/34. Kuleli’nin 10. sınıfında okuyor. BGBG-3.
34/35. Kuleli’nin 11. sınıfında okuyor. BGBG-3.
35-05-00. Kuleli’den ayrılış. “Kuleli salonunda toplantı. Boğaz vapuru ve Kuleli resmini yapan kimdi? Siyah beyaz resim, siyahın tonlarıyla yapılmıştı. Vapura binip ayrılıyoruz. Son ayrılış bu. 935 Mayıs idi. Bir daha 1972’de (37 yıl sonra) Kuleli’ye gideceğim. 937 Harp Okulu mezunları Cemiyeti Kuleli’de bir toplantı düzenlemişti.” [BGBG-e]
35-05-01. Harp Okulu’na geçiyor (dühul) . [33-08]
35-06-00. Harbiye’den ayrılış. Balıkesir Bandırma vapuruna binecek arkadaşlarıyla. BGBG-E. Sonra Harp Okulu’na gidecek.
35-06-30. Balıkesir’de. [fotoğraf arkasından]
35-07-27. Sinan Köprüsü Tahrip Projesini yapiyor. Imza: Is. Tb. Bl. 1. Hr. St. 211 Nusrat Nesin. Müzelik bir belge bu. 5 numarali dolapta. 05-13 numarali ama ustune numarasini yazmadim.
37. Asteğmen oluyor.
37/38. Fen Tatbikat Okulu’nda. [29-04]
37-08-30. Subay çıkıyor. Sicil 937/2. Rütbesi Yarsubay. Herhalde o sirada Vedia Hanim’la nisanlanmis olacak. [bgbg notları, bgbg-e]
37-09-00/38-00-00. İlk karısı Vedia Bitirim, İnönü Kızorta Okulu’nda Ortaokul 2. sınıfta. Tanışıyorlar, hatta belki de nişanlılar. Nişanlanmaya karar verdikten birkaç hafta sonra, Vedia Hanım, Aziz Nesin’in sınıf arkadaşı Rıfkı, Vedia Hanım’ın erkek kardeşi Büyük Ada’ya gidiyorlar, Dil’de Orta 3’teyken evlenme muamelelerini başlatıyorlar. Taksim Belediye bahçesindeki Dağcılık Kulübünde (daha sonra yıkıldı) yapılıyor. Vedia Hanım’ın “haminnesi” Ortaköy’de oturuyor. [foto]
Sıvas Acısı’na eklenecek şiirler zarfından çıkan “Eski Büyü” şiiri Bedia Hanım için mi yazılmış?
37-10-20. Okulu izinsiz olarak terketmekten maasinin 1/8’i kesiliyor.
37-12-07. Sabah müzakeresindeki yoklamada dershanede bulunamamamis. Uyanamamış. Dört gün göz hapsi cezasına çarptırılıyor. Fen Tatbikat Okulunda [33-08]
38. Beyoğlu Maçka Askeri Fen Tatbikat Okulu’nda teğmen rütbesiyle meslek eğitimi görüyor. (Bir Sürgünün Anıları, 13. basıma önsöz, ayrıca Bedia hanım’ın dosyasına bak) . Bu okuldaki çalışmaları Vakıf’taymış. Bu yıl 39 da olabilir. Bu okul 2 yıl surecek. Bir yandan da Istanbul Guzel Sanatlar Akademisi Dogu Susleme Bolumu ogrencisiydi. Akademide minyatur, tezhip, hat, cinicilik, ciltcilik dersleri aldi. Tegmen rutbesiyle Harp Okulu’nu bitirdi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] 17-IKanun-938’te nişanlanıyor. [33-07]
38-02-28. Teğmen oluyor. [33-07]
38-10-05. Istihkam ikinci sinif ogrencisiyken bugün akşam müzarekesinden sonra okuldan ayrılıyor. 15 Ekim gunu haftasonu cezasina carptiriliyor.
38-12-09. Kuyumcular caddesinden senetle iki nişan yüzüğü alıyor. 24 Mayıs 1939’da alacaklı haciz yolunu seçiyor.
39-01-08. Vedia Hanım’la kütüphaneye gidiyorlar. [foto]
39-01-26. Gümüşsuyu Hastanesine Asabiyye’ye gitmek icin izin aliyor! ! ! Saglam raporu veriliyor! [33-08]
39-02-20. Vedia Hanım’a Maçka’dan bir mektup yazıyor. Bu Vedia Hanım’a ilk mektubu. Vedia Hanım da Istanbul’da oturuyor.
Millet dergisinde yayımlanan Kısmet öyküsünü Maçka’da yazmış olabilir.
39-03-28. (Salı) Harp Akademisi mahkemesinden saat 14’te ayrılmasına karşın, saat 17,30’a kadar okula “avdet” etmediginden üç gün göz hapsi cezasına çarptırılıyor. [33-08]
39-04-13. (Perşembe) İstihkam 2. sınıftayken (ve teğmenken) , Elektrik manipülasyon dersine girmiyor ve dört gün oda hapsine carptiriliyor. Ayni suctan Şinasi Sukan ve Hulki sekizer gun oda cezasına çarptırılıyor. [33-08]
39-05-31. İşıldak tatbikatına katılmadıklarından 4 arkadaş dört gün göz hapsi cezasina carprtiriliyorlar.
39-06-01. Akşam yoklamasında bulunmadıklarından 13 arkadaş 12 Haziran’da dört gün oda hapsiyle cezalandırılıyor. Aralarında Şinasi Sükan da var. [33-08]
39-06-04. Akşam yoklamasında bulunmadıklarından 4 arkadaş 12 Haziran’da dört gün oda hapsiyle cezalandırılıyor. Aralarında Şinasi Sükan da var. [33-08]
39-06-20. III Kor. Is. Tb.’una iltihak ediyor. (Muratlı) [33-07]
39-06-30. İlk karısına Muratlı’dan bir mektup yazıyor. O zamanlar nişanlılar. Gece saat 1. Belki de ertesi gün. Yedigün dergisine “Kuyu” ve “Hisler ve Düşünceler” adlı iki şiir daha göndermiş. “Yalnız dışarı çıkma. Eğer bir yere gitmek lazımsa. Gitmeden evvel bana yaz ve cevabımı bekle.” Muratlı’da 3. Kolordu Istihkam Taburu 2. Bl’te takım subayı olarak bulunuyor.
39-07-10. İkramiye için İngilizce sınavına giriyor. Galiba Burgaz’da. [33-08]
39-08-02. Trakya Manevrasına çıkıyor. [33-07]
39-08-23. Edirne’ye geliyor. Edirne’den Vedia Hanım’a (Fıstıklık Cudi Sokak, No. 48, Ortaköy adresine) bir kartpostal atıyor.
39-10-07. Bedreköyü’nde
39-11-01/25. Bu tarihlerde “fenni hizmetler kursu” veriyor. Bu kurstan bir tarihte şikayet etmiş. [33-07]
39-11-11. Saime Güngör’e Ömroba’dan bir bayram kartı. Adres Vedia Hanım’ın Ortaköy’deki adresi. Zarfı ve kartı sanırım kendi yapmış.
39-11-20. Trakya tahkimat işinden dönüyor. [33-07]
39-12-08. Vedia Hanım’a Karahamza’dan bir mektup atıyor. Sanırım iki aydır nişanlılar. Vedia Hanım Oya’yı 17 yaşında doğuracak.
39-12-22. Muratlı’da. Kıtası: III Kor Is. Tb. 2 Bl. Rütbesi: Teğmen. Duhulü: 1 Mayıs 1935. Sicili 937/2. Nasbı: 28 Şubat 938. [33-08]
39-12-31. Evleniyor. Bir kağıt parçasına şunları yazmış: “Muratlı’da evlendik. Nikahı muhtar kıydı. Tabur komutanımla Bölük komutanım şahit oldular.
Muratlı’dan İstanbul’a eskavatör kursuna gelmiştim. Bu resim o zaman çekildi.” Hangi resim olduğu belli değil. (68-31)
40-02-24. Maçka Fen Tatbikat Okulunda ekskavatör kursuna gidiyor. 5 Nisan’da bitiriyor. [33-07]
40-03-20. Fen Tatbikat Okulu’nda, ekskavatör kursunda. [foto].
40-04-05. Maçka Fen Tatbikat Okulundaki ekskavatör kursunu bitiriyor. [33-07]
40-05-23. Taburca Kırklareli Tahkimat Komutanlığının emrine giriyorlar. [33-07]
40-06-20. Erzurum’a Mst. Mv. İs. Tb. 3. Bl. TK.K.’ligina tayınen geliyor. [33-07]
40-07-28. Erzincan mühimmat deposuna gidiyor. 23-Eylul’de dönüyor.
40-09-23. Erzincan’dan Erzurum’a dönüyor.
40-09-28. Kars’a Mst. Mo. İs. Tb. 4. Bl. TK.K.’lığına tayınen gidiyor.
40-11-04. Kars’ta.
40-12-16. Pazartesi gunu saat 4,30’da Oya doğuyor
41. Bu yıllarda Trakya’da çadırlı ordugâhta görev yaptı. Bu görev iki yıl sürdü. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
41-08-30. Üsteğmen oluyor.
41-09-20. Kars’ta [foto]
41-12-20/44-04-21. Niğde’de subay olan Şadi Usal’la mektuplaşıyor. Şadi Usal, Aziz Nesin’in öykülerini eleştiriyor. [M? ]
42. Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Tb. Bölük Komutanlığına atandı. Bir bomba kazasında yaralandı. Erzincan’da depremde yıkılmış olan ordu cephaneliginin boşaltılmasıyla görevlendirildi.
Kars Müstahkem Mevkii İstihkam Taburuna atandı. Üsteğmenliğe yükseldi. Müstahkem Mevki’de Birinci Şube Müdür Yard. olarak görev yaptı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Kars Müstahkem Mevki Komutanlığı Birinci Şube Müdürü Cemal Akbay’ın yardımcısı. General, daha sonra Genel Kurmay İkinci Başkanı olacak olan Şahap Gürler. Şahap Gürler çok iyi bir insan. [İbiş Dosyası]
21-IItş-942 günü saat 4,30’da Ateş doğuyor. [33-07]
42-yaz. Kars’tan Ankara’ya tank kursları için geliyor. At yarışlarına gidiyor. Vedia Hanım’la hipodromda çekilmiş. Ne pahasına olursa olsun askerlikten ayrılmaya karar verdiği günler [foto]. 43-05-10’a bak. Bu 43 de olabilir.
43. 1942 de olabilir. 7 GÜN’de yazar ve yönetici. Şiirleri yayımlanıyor. Şubat 1943’te Millet dergisinde Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirleri üzerine olumlu bir eleştirisi yayımlanıyor. Bu, yazıları üzerine ilk eleştiridir. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
1944 de olabilir. Üsküdar Paşakapı Cezaevi’nde. Karısı ve çocuklar Fatih’te oturuyorlar. [foto]
43-01-29. Kars Nüfus Müdürlüğünden Nüfus Sureti alıyor. 74-28
43-05-10. Ankara tank talimgâhına gidiyor.
43-05-27. Bu tarihte Kars’ta üsteğmen.
43-08-20. Safranbolu’da, 23. tüm. is. Bl. K. oluyor.
43-09-07. Manevraya çıkıyor.
44-01-01. Millet dergisinin 21. sayısında Aziz Nesin adıyla Arkadaş Hatırı adlı öyküsü yayımlanıyor. O sırada Kars’ta.
44-03-01. Millet dergisinin 23. sayısında Aziz Nesin adıyla Kısmet öyküsünü yayımlıyor.
44-04-01. Millet’in 24. sayısında Aziz Nesin adıyla Çıngır Bey öyküsü yayımlanıyor. O sırada Zonguldak’ta.
44-05-11. Safranbolu’da “Vüzuh ve İpham” yazısını yazıyor.
44-06-23. İstihkam Blğ’den onbaşı Günenli 322 doğumlu Mustafa Karakaş bu tarihte babam aleyhine ihbarda bulunmuş.
44-07-03. Savcının iddianamesini hazır. Aynı gün tevkif müzekkeresi çıkıyor.
44-07-04. Tevkif tarihi. Ama hapishaneye girdiği tarih 23-09-44. 4 ay 10 güne mahkum olmuş. (“Hırsızlık, zimmetçilik”) . 11-11-1944’te tahliye olacak.
44-07-05. Kurmay Albay Hilmi Oray, İstihkam Bl.K’lığına, babama bir yazıyla birlikte tevkif müzekkeresini, iddianameyi ve tahkikat kararını yolluyor.
44-07-18. Mahkeme karar veriyor. 4 ay 10 gine mahkûm oluyor ve askerlikten ihraç ediliyor.
Askerlikten ayrıldıktan hemen sonra bir fotoğraf çektiriyor. [foto]
44-08-31. Mahkeme kararını temyiz etmediğinden karar 24-08-44 tarihinde kesinleşiyor. Emekli maaşı bağlanabilirmiş. Bu maaşı aldığını sanmıyorum.
44-09-23. “Zimmetçilikten, hırsızlıktan” hapse girdiği tarih. 11-11-44’te tahliye olacak. 74-28, Mahkûmiyet Varakası.
44-11-11. Tahliye tarihi. 74-28
45-00-00. Nuruosmaniye’de bakkallık yaptı. Karagöz gazetesinde ve Yedigün dergisinde redaktörlük ve yazarlık yaptı. Profesyonel olarak yazarlığa başladı. Tan gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Yayımlanmış ilk bağımsız yapıtı Parti Kurmak Parti Vurmak adlı onaltı sayfalık broşürü çıktı. Cumartesi adlı haftalık bir magazin çıkardı, 8 sayı çıktı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
45-05-23. Bu tarihte Mimar Kemal Mahallesi, Derin Kuyu sokak, No: 4, Kumkapı adresine Istanbul Belediye’sinden bir mektup alıyor. 74-28
45-12-04. Tan Gazetesi yıkılıyor. Oradaki işinden oluyor. Sedat Simavi de çekindiği için Yedigün’den de çıkartılıyor. Geceleri, ayda 60 liraya Vatan’da Ankara muhabirlerinin verdiği telefon haberlerini alıyor. Sıkıntılı günler... [foto]
46. Yaşamında ilk ve son kez bir siyasi partiye girdi. Esat Adil Müstecaplı’nın kurduğu Turkiye Sosyalist Partisi’nde iki ay üye kaldı ve istifa ederek ayrıldı. Amerikan emperyalizmi ve Turkiye’ye uygulanmaya baslanana Truman Doktrini’ne karşı yazdigi bir broşürden dolayı sıkıyönetimce tutuklandı ve tutuklu gorulen yargilanmasi sonunda askeri mahkeme on ay hapse mahkum etti. Bu son olay 47’de olmali. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Partiye ilkbahar ya da yaz aylarında kayıtlı olduğunu sanıyorum.
46-07-00. Esat Adil Müstecabi Gerçek’i çıkarıyor. Aziz Nesin gazetenin sekreteri ve köşeyazarı. Gerçek 25 sayı çıkabiliyor. Celal Bayar’ın İzmir söylevini yayımladıkları için kapatılıyor bir ara. (ne zaman) AN işsiz kalıyor. Esat Adil’e haftalık bir gülmece gazetesi öneriyor. Parti üyelerinden gazetenin çıkması için para toplanacak; 3000 lira gerekiyor. İki ay sürüyor bu iş ve yalnızca 260 lira toplanıyor. Partiden istifa ediyor. Eylül aylarında olmalı bu. Gazete işi yatıyor. (Medet 1)
46-11-00. Yeni Dünya Gazetesinde çalışıyor. Vedat Baykurt’la tanışıyor. Yeni Dünya 4 Aralık’ta faşistlerce yıkılıyor. Vedat Baykurt geri kalan matbaaada basım işleri yaptı.
46-11-25. Markopaşa’nın ilk sayısı çıkıyor. Emek’te basılıyor. “Hakkınızı helal edin dostlar”ı yazıyor. Medet’lerde Markopaşa’nın ve öbür gazetelerin öyküsü var. Gazeteyi dağıtıcılar almıyor, kendi satıyor. Markopaşa’nın satışı 70 binlere kadar çıkacak zamanla, ki o tarihte onca satan gazete yok. (Medet 2 ve 3) Büro İzzettin Han’da, Ankara caddesi, Vilayet karşısı, No. 23. Falih Rıfkı Atay’a bir destan yayımlanıyor Markopaşa’nın birinci sayısında. AN yazmış, destanda adı geçiyor: “Aşık Nesin”. Falih Rıfkı daha sonra bir başka vesileyle, ama bu destana kızdığından, Markopaşa’yı dava ediyor. Sabahattin Ali 1000 lira ödemeye mahkum ediliyor. [Medet 7]
46-11-27. Haftalık bir gazete olan Ses’in 8. sayısı çıkacak. Ses’te bir ara çalışmış mıydı, Markopaşa’dan önce?
46-12-00. Yusuf Ahıskalı’nın çıkardığı SES dergisinde Türk sosyalistlerini birleşmeye çağıran bir yazı yazıyor. [Medet 4]
46-12-02. Markopaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Tan’da (Halil Lütfi’nin matbaası, daha önce yıkılmıştı) basılıyor. Üçüncü sayı da Tan da basılacak, dördüncü sayıyı basmaya Halil Lütfi korkacak ve basmayacak.
İkinci sayıyı 15 bin basmak isteyecek ama Sabahattin Ali “satmaz” diyerek karşı çıkacak. Sonuçta 10 bin basılacak.
46-12-09. Markopaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Tan’da basılıyor. 15 bin basılmış.
46-12-15. Birkaç arkadaşı Tan matbaasına gelerek AN’ye ertesi gün aleylerinde miting yapılacağını, idarehaneyi yakıp yıkacaklarını bildiriyorlar. Emniyet Müdürlüğüne ve Valiliğe korunmaları için dilekçe veriyor. Gene de idarehanede bulunuyor, gazete zamanında çıkmalı! Gazete satışı 25 bine yükselmiş. Ertesi gün (16’sı) sabah saat 4,30’da polisler geliyor ve tutuklanıyor. Gazete Tan matbaasında basılıyordu. 4. sayıda nerde basıldığı yazmıyor. Nedeni şu: Halil Lutfi Dördüncü korkuyor ve baskı makinesinden çıkarıyor. Dördüncü, Tan’ın bir kez daha yakılmasından korkuyor. AN ile Sabahattin Ali çok rica ediyorlar ama razı edemiyorlar. Önceden tanıdığı Nazım Berksoy basmayı kabul ediyor, ama iki misli para alıyor. [Medet 4-5]
46-12-16. Markopaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. 25 bin.
Milletvekili Cemil Barlas’a mektup: “Topunuzun köküne kibrit suyu”. Bu yazı AN’nin olmalı. Ama SA yargılanıyor.
“Buyuk Tutuklanma”. Sabah saat 4,30’ta, gazeteleri kırmak üzereyken İzzettin Han’a polisler geliyor, tutuklanıyor. Demir Ahmet’ten en az bir tokat yiyor. Emniyet Müdürlüğü’nde (Sansaryan Han’da) gozaltına alınarak 17 gün ağır sorgu altında hücrede tutuluyor. Sabahattin Ali de hemen sonra tutuklanıyor. AN’nin evindekilerin parası yok. Hücrede 6 gün aç susuz bekletiliyor. [Medet 4-5]
“Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısından Sabahattin Ali “galiba” 3 aya mahkum oluyor, milletvekillerine hakaretten. [Medet 7] Ressam Faris Erkman da tutuklanıyor ve işkence görüyor. Erkman daha uzun süre kalıyor. [Medet 8] Esat Adil de içerde. Daha sonra hapishaneden kitap isteyecek. Bir gün sonraki Son Telgraf gazetesinde büyük puntolarla şöyle bir haber var: “Sıkı Yönetüm Komutanlığının Tebliği: Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü, Türkiye Sosyalist Partileri kapatıldı”. Sendika, Gün, Ses, Noro, Dost, Yığın gazete ve dergileri ve bunların matbaaları kapatılıyor. Yarın ve Büyük Doğu 4 ay kapatılıyor. Daha kapatılanlar da var. Son Saat’in de başlığı buna benzer. Sorguya çekilenler: Dr. Şefik Hüsnü, matbaacı Ferit, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Yusuf Ahıskalı, Aram Pehlivanyan, Avadis Aleksanyan. 2 parti, 2 cemiyet, 3 gazete, 5 mecbua kapatıldı. Serteller içeri alındı gibi haberler varsa da, bu doğru değil. 47’yle 60 arası insan tutuklanıyor.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
46-12-18. Markopaşa kapatılıyor (2 gün önce de kapatılmış olabilir) . Yarın gazetsi ve Büyük Doğu dergisi kapatılıyor. Necip Fazıl mahkemeye veriliyor. [Gece Postası Gazetesi, 1946-50 dosyası]
47-01-01. Aşağı yukarı bu tarihlerde (belki bir-iki gün sonra serbest bırakılıyor) . Markopaşa 4 sayı çıkabildi ancak. Ahmet Demir’i mahkemeye veriyor, ama 6 ay oyalıyorlar. [Medet 6]
47-01-06. Markopaşanın 5. sayısı çıkıyor. Büyük tutuklanmadan sonraki ilk sayı. Emek’te basılıyor.
47-01-13. Markopaşa’nın 6. sayısı çıkıyor. Yazı İşleri bu sayı Sabahattin Ali’den Aziz Nesin’e geçiyor. Gelecek sayı gene Sabahattin Ali’ye geçecek. Nedenini anlamadım. Bu sayı Berksoy’da basılıyor.
47-01-16/47-05-30. Sabahattin Ali’den mektuplar alıyor bu tarihlerde. [M96-98]
47-01-20. Markopaşa’nın 7. sayısı çıkıyor. Berksoy’da dizilip Emek’te basılıyor.
47-01-27. H. Yalçın 30 lira alıyor. [1946-50]
47-01-27. Markopaşa’nın 8. sayısı çıkıyor. Belli ki yazı ve resimler başka gazetelerde yayımlanıyor. Gazetenin ortasında bir duyuru var bu konuda. Gazete Işık’ta dizilip Berksoy’da basılıyor. 12. sayıya dek bu böyle gidecek.
47-01-28. Orhan Müstecabi, ev kirası için 40 lira, Esat Bey için 50 lira, hastane için 30 lira alıyor.
47-01-29. TBMM’de “komünist tahrikatı” tartışılıyor. İçişler bakanı Türkiye’de komünist hareketleri üzerine uzun bir nutuk çekiyor. Nutkun metni 30 Ocak tarihli Son Posta gazetesinde. [1946-50]
47-02-00. Markopaşa ciddi yayın yapmak (Kültür Serisi) istiyor. Broşürler basılacak: 1) Kemal Yalazkan’ın Şemseddin Sirer’e açık mektubu, 2) Nereye Gidiyoruz, 3) Cemal Nadir, 4) Sendika. Bunlardan ikincisi toplatıldı, diğerleri? [Medet 11]
Markopaşa yayımlandığı tarihlerde Nereye Gidiyoruz? başlıklı bir broşür yazıyor. Broşür basımevinde toplatılıyor. İşte bu yüzden hapse ve sonra sürgüne gidiyor. 161. maddeye muhalefetten: yayın yoluyla milli menfaatlere aykırı eylemde bulunmak...” [Bir Sürgünün Anıları]
[Medet 11-15] [1946-50]
Nereye Gidiyoruz adlı broşürden dolayı tutuklanıyor. 10 ay hapse ve 4 ay Bursa’da sürgüne mahkum oluyor. 161. maddeden, ulusal çıkarlara aykırı yayından... Bu madde daha sonra antidemokratik bulunarak kaldırılmış.
47-02-01. M.A. Aybar, Hür’ün 1. sayısını çıkarıyor.
47-02-03. Markopaşanın 9. sayısı çıkıyor. “Muazzam Yerli Kepazelik” yazı dizisine başlıyor.
47-02-05. Orhan Müstecabi 10 lira almış. [1946-50]
47-02-08. Bakırköy Akıl Hastanesinde birine Orhan Müstecabı 30 lira yolluyor. [1946-50]
M.A. Aybar, Hür’ün 2. sayısını çıkarıyor.
47-02-10. Markopaşanın 10. sayısı çıkıyor. Krallara değgin bir yazı var.
47-02-11. H. Yalçın 50 lira alıyor. [1946-50]
47-02-13. Orhan Müstecabi, Esat Bey için 10 lira alıyor. [1946-50]
47-02-14. Esat Adil, Aziz Nesin’e yazıyor. [1946-50]
47-02-15. M.A. Aybar, Hür’ün 3. sayısını çıkarıyor.
47-02-17. Markopaşanın 11. sayısı çıkıyor
47-02-18. Orhan Müstecabi 15 lira almış. [1946-50]
47-02-22. M.A. Aybar, Hür’ün 4. sayısını çıkarıyor.
47-02-24. Esat Adil, Orhan Erkip’e bir not yazıyor. Notta, Aziz Nesin’in 24-02-47’de, yani o gün, kendisine 15 lira yolladığını ama eline geçmediğini söylüyor. [1946-50]
Markopaşanın 12. sayısı çıkıyor.
Bir ara tutuklanıyor, ama tam ne zaman bilemiyorum. Tutuklu bulunan Esat Adil’e gönderdiği bir kitabın içinde unutulan bir mektup yüzünden. 3 gün 3 gece sorgusuz tutuluyor. Sonra Demir Ahmet sorguya çekiyor.
47-02-28. Rıfat Kaplan’a 25 lira ödemiş. [1946-50]
47-03-01. Esat Adil’e yazıyor. Esat Adil aynı nota not düşüyor. eski Türkçe. H. Yalçın’a 15 lira ödemiş. [1946-50]
M.A. Aybar, Hür’ün 5. sayısını çıkarıyor.
47-03-03. Markopaşa’nın 13. sayısı çıkıyor. Bu sayı Stad’da basılıyor. Daha önce Berksoy’da iki misli fiyatına basılıyordu. [Medet]
47-03-06. H. Yalçın, hastaneye vermek üzere 40 lira almış. Rıfat Ilgaz’a olabilir mi? [1946-50]
47-03-08. M.A. Aybar, Hür’ün 6. ve galiba sayısını çıkarıyor.
47-03-10. Markopaşa’nın 14. sayısı çıkıyor. Sabahattin Ali hala sahibi ve yazı işleri müdürü, ama bu son. Bundan sonra değişecek.
47-03-12. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Mücap Ofluoğlu’na geçiyor. [29-03] Çünkü, Sabahattin Ali “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısından ve Falih Rıfkı’nın açtığı davadan dolayı içerde. Ofluoğlu o arada Şehir Tiyatrosu’nda, galiba atılıyor. [Medet 12] “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” yazısını Aziz Nesin yazmıştır. Müzehher Va-Nu, birgün Moda’da bir evde Sabahattin Ali’nin bakın ne yazdım diye heyecanla bu yazıyı okuduğunu anlattı.
47-03-13. Perşembe. Haluk Yetiş’le Ziya Tanburacı bir sözleşme yapıyorlar. Matbaa makinası alacaklar. Bu konuda Bir Sürgünün Anılarının son basımına bak, son sayfalarda bu konuyla ilgili bir mektup var.
47-03-15. Esat Adil’e 10 lira yolluyor. R. Kaplan eliyle. Aynı R. Kaplan’a ayrıca 15 lira veriyor. [1946-50]
Bu tarihte birisine kısa bir eski Türkçe not yazmış. Galiba Esat Adil’e, sanırım “Esatçığım” diye başlıyor.Notun altında Esat Adil’in kurşun kalemle bir notu var: “On lira aldım, teşekkür ederim, kitap gönderme”. Anladığım kadarıyla Esat Adil hapiste. Aziz Nesin, Esat Adil’e bir başkası aracılığıyla bu notu ve para yollamış. Esat Adil de aynı nota parayı aldığını yazmış. Yanılmış olabilirim. [1946-50]
Bir gün sonraki Tasvir’den bir haber: Falih R. Atay Markopaşa’yı “Biliyor musunuz” adlı yazıdan dolayı dava etti. [1946-50]
47-03-17. Markopaşa’nın 15. sayısı çıkıyor. Sabahattin Ali içerde olmalı. Sahibi ve yazı işleri M. Ofluoğlu’nda. Gazeteyi basacak basımevi bulmakta güçlükler çekiliyor. Stad’da basılıyor.
47-04-05. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 1. sayısını çıkarıyor.
47-04-07. Markopaşa’nın 16. sayısı teksir makinasında çıkıyor. En son 17 Mart’ta çıkmıştı. Basamamışlar. [Medet 12]
Aziz Nesin, Nazım Berksoy’a baskı makinası için 350 lira ödüyor. Sözleşme hazırlıyorlar, ama Nazım Berksoy imzalamıyor. 16 Nisan’a bak. [1946-50]
47-04-08. Markopaşa’nın telefon isteği reddediliyor. [1946-50]
Falih Rıfkı Atay, Sabahattin Ali’ye hakaret davası açıyor. Sabahattin Ali şöyle yazmış: “Biliyor musunuz Falih Rıfkı Atay apartımanlarından aldığı hava parasile sıkıntı içinde yaşıyor”. Bir gün sonraki Tasvir gazetesinden. [1946-50]
47-04-12. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 2. sayısını çıkarıyor. 3. sayı da çıkıyor ama tarihini bilmiyorum.
47-04-14. Markopaşa’nın 17. sayısı çıkıyor. Bu sayı gene Berksoy’da basılıyor. Daha önce Stad’da basılıyordu.
47-04-17. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Mustafa Uykusuz’a geçiyor. [29-03] Çünkü Mücap Ofluoğlu’nun annesini tehdit etmiş polis. [Medet 12]
47-04-19. M.A. Aybar, İzmir’de Zincirli Hürriyet’in 3. sayısını çıkarmış olabilir.
47-04-21. Markopaşa’nın 18. sayısı çıkıyor. Sahibi ve Yazıişleri Mim Uykusuz’da.
47-04-28. Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. 26 Nisan tarihli ihtarname Nazım Berksoy’a tebliğ ediliyor. [1946-50]
İmzasız olarak “Dediğin” başlıklı bir şiir çıkıyor. Uykusuz savcıya şiiri kimin yazdığını söylemiyor. Asliye 7. ceza mahkemesi gazeteyi bu yüzden kapatacak. 15 Mayıs’a bak.
Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. 26 Nisan tarihli ihtarname Nazım Berksoy’a tebliğ ediliyor. [1946-50]
47-04-30. Tevkif ediliyor. 24-02-48’de tahliye edilecek. [74-28] ve 20-02-48’de Bursa’ya gidecek.
Neden? 18-05-89 tarihli sabıka kaydında 12-09-47’den 20-02-48’e kadar on ay ağır hapis yattığını yazıyor. Bu süre on ay değil. Yukardaki tarihler doğru olmalı.
Cezaevinden nasıl yazı kaçırdığını anlattığı bir yazı var [05-34]’te. Bu yazıyı [1946-50] dosyasına aktarmış olabilirim.
47-05-01. Mustafa Uykusuz C. Savcılığına ve Emniyet müdürlüğüne bir dilekçe yazıyor: “Gazetemizin basılmakta olduğu Cağaloğlu’nda, Türk Ocağı 19-21 numarada Berksoy Basımevine Markopaşanın basılmaması, aksi takdirde matbaa sahibinin ve matbaanın başına bir hal gelebileceği tarzında ve milliyetçi bir grup imzasile, küstahça tehditler savuran bir takım mektuplar gelmektedir. Matbaanın herhangi bir zarar ve ziyana uğramaması için gerekli tedbirlerin bir an önce alınması hususunda ehemmiyetle nazarı dikkatinizi çeker ve bu vesile ile saygılarımı sunarım.”
47-05-05. Markopaşa’nın 20. sayısı çıkıyor.
Aziz Nesin cezaevinde. Gazete kapanmış durumda. Mustafa Uykusuz gene de gazeteyi çıkarıyor. Bu yüzden 500 lira para cezasına mahkum ediliyor.
47-05-08. İlk eşine hapisten bir mektup yazıyor. Bu mektup “Çiçu” dosyasına dahil değildi. Ekleyeceğim. Şimdilik “1946-1950” dosyasına koyuyorum.
47-05-09. Markopaşa’dan Haluk Yetiş’le Berksoy Matbaası sahibi Nazım Berksoy sözleşme imzalıyorlar. Berksoy daha önce sözleşmeyi imzalamaktan kaçınmış. 26 Nisan’a bak. [1946-50]
47-05-12. Markopaşa’nın 21. sayısı çıkıyor.
Bu tarihle 19’u arasında Merhumpaşa’nın bir sayısı çıkmış olmalı. Merhumpaşa çok daha sonra yayınını sürdürecek.
Kendisi cezaevinde.
47-05-14. İstanbul 7. asliye ceza mahkemesi Markopaşa yazıhanesinin (İzzetpaşa Hanı, 23-24) mühürlenmesine ve 3 aylık kapatılmasına karar veriyor. Markopaşa’nın 19. sayısında çıkan “dediğin” başlıklı şiir yüzünden. Karar infaz ediliyor. 15 Ağustos’ta gene açılıyor yazıhane. Emniyet gazeteden birçok evrak almış. Daha sonra da iade etmemişler. 5 Ocak 48’e bak. [1946-50]
47-05-19. Markopaşa’nın 22. sayısı çıkıyor.
Kendisi cezaevinde.
Bu sayı toplatılıyor. Polislerin gazeteleri topladıkları bayilere verdikleri yazılar var [1946-50] dosyasında. Çok ilginç!
47-05-20. Cezaevinden Vedia Hanım’a bir mektup yazıyor.
47-05-27. Orhan Müstecabi, Haluk Yetiş’ten 120 lira alıyor. [1946-50]
47-05-28. Mustafa uykusuz gazetenin 15 mayıs’ta yolsuz kapatıldığına dair bir dilekçe veriyor, ama bir işe yaramayacak. Dilekçe yok bende. [1946-50]
47-06-19. Markopaşa davasına devam ediliyor. Dava 25-06-1947 tarihine bırakılıyor. 16 Temmuz’da dava bitecek. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-07-11. Avukatları Mülhime Gökbudak bugün Haziran ve Temmuz aylarının vekalet ücretini alıyor. [1946-50]
47-07-16. Markopaşa davası bitiyor. Gazete kapanıyor ve Uykusuz 6 aya hapse mahkum ediliyor. Ceza üç aya iniyor. Kendisi cezaevinde.
47-07-29. Bu tarihlerde Yeni Adam’a öykülerini yollamış. Bu konuda bir mektup almış editörden. [M94] Aziz Nesin cezaevinde.
47-08-12. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
47-08-15. Üç ay önce mahkeme kararıyla mühürlenen Markopaşa idarehanesi bugün açılıyor. [1946-50]
47-08-30. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:79031/49 16.12.1946 CK.164/Son.61.İstanbul Sıkıyönetim [? ] nolu mahkeme 10 ay ağhp.12.8.1947 56-60 30.8.1947”.
47-09-08. Malumpaşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri müdürü Orhan Erkip, sonradan başlarına türlü belalar açacak adam... Gazete Büyük Doğu matbaasında basılıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-12. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”.
47-09-15. Malumpaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-19. Malumpaşa çıkıyor, belki de çıkarılmak isteniyor. [29-03]. Ayın 27’sinde çıkmış ama. Kendisi cezaevinde.
47-09-22. Malumpaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Kendisi cezaevinde.
47-09-26. Mustafa Uykusuz, Markopaşa’yı eski sahibi Mücap N. Ofluoğlu’na devrediyor. [1946-50]
47-09-27. Haftalık Markopaşa için Vilayet’e beyanname veriliyor. Sabaheddin [sic] Ali sahibi ve yazi isleri sorumlusu [29-03] Kendisi cezaevinde.
47-09-29. Malumpaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Bu ana dek Orhan Erkip’le birlikte çalışıyorlar. Malumpaşa’nın gelecek sayısı sağcı olacak! Orhan Erkip çıkaracak... Kendisi cezaevinde.
47-10-00. Orhan Erkip tek başına sağcı bir Malumpaşa çıkarıyor... Malumpaşa’nın 5. sayısı. Bu sayıyı Vakıf’ta bulamadım. [29-09] dosyasına bak, belki orda vardır. Kendisi cezaevinde.
47-10-01. Orhan Erkip Markopaşa’yı “satın almış” ve İstanbul Vilayeti Basın ve Yayın Md.lüğüne gereken tescil muamelesini bu tarihte yaptırmış. Markopaşa’nın sahibi Mustafa Uykusuz 1. Ağır Ceza’da yargılanıyor. [1946-50]
47-10-02. Perşembe. Gece saat 21-22 arası Markopaşa’nın belgeleri çalınıyor. Mustafa Uykusuz’un savcılığa dilekçesi var. Yeni adres: Asmalımesçit, Şehbender Sok. No. 18. Çinili Han 1/1 [1954-60]
47-10-06. Markopaşa davası. Beraat. Davalı Mstafa Uykusuz’du. Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-07. Markopaşa’nın yeniden çıkmasına bu tarihten önce izin verilmiş. [29-03] Kendisi cezaevinde.
47-10-08. Sabahattin Ali’ye mahkemeden davetiye. Davacı Sabahattin Ali, davalı Rauf Yazar. Mahkeme 16-10-47’de saat 14’te. [1946-50]
47-10-09. Mustafa Uykusuz İstanbul Cumhuriyet Savcılığına bu tarihte 947/15229 numaralı dilekçe yazıyor. Ayın 22’sinde bu dilekçeye ek yazıyor. [1954-60]
47-10-10. Markopaşa’nın 23. sayısı çıkıyor. Markopaşa 5 aydır çıkmıyordu. Sahibi ve yazı işleri Mim Uykusuz’un. Aziz Nesin cezaevinde. Oysa gazetenin yasal sahibi (hile yoluyla ama yasalara uydurarak) Orhan Erkip. Orhan Erkip hiç memnun değil. Mahkemeye veriyor, satışın durdurulmasını, tedbir alınmasını isteyecek ertesi gün. [1946-50]
47-10-11. Haluk Yetiş’e ve Mustafa Uykusuz’a mahkemeden davetiye. Orhan Erkip, Mustafa Uykusuz’un çıkardığı Markopaşa’nın satışının durdurulmasını istiyor. Çünkü gazetenin sahibi Orhan Erkip! [1946-50]
Malumpasa’nin 6. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip’in... Şöyle bir haber var: “Karikaturist Mim Uykusuz’u ayda 80 lira maaşla istismar eden Sabahattin Ali’nin 800 lira masrafla Tokatlıyanda kıt kanaat gecindigini biliyor musunuz? ” [29-09] Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-15. Mustafa Uykusuz’un bir davası var Ticaret mahkemesinde.
47-10-16. Merhumpaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazı işleri Sabahattin Ali’de. Aynı gün Markopaşa’nın 24. sayısını Orhan Erkip çıkarıyor. Orhan Erkip Markopaşa’yı resmen çalmış. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-10-17. Bir mesele hakkında konuşmak için Selanik Bankasına çağrılıyor Malumpaşa. [1946-50] Bayilere Merhumpaşa konusunda mektup yazılıyor. [1946-50]
Geveze çıkıyor. Markopaşa da... Mim Uykusuz’un bir gazete ilanı var Geveze’de, Markopaşa karikatürlerimi izinsiz basıyor diye... Orhan Erkip Markopaşa’yı basıyor ve Mim’in ve Aziz Nesin’in eski yazılarını, karikatürlerini aşırıyor. Bu yuzden kendisine dava da açılmış. [29-09] Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-19. Markopaşa’nın 25. sayısı çıkıyor. Bu sayıyı belli ki Orhan Erkip çıkarmış. [29-09] Aziz Nesin cezaevinde. Bu sayıyla ilgili ayın 20’sine de bak.
Sabahattin Ali, bu sayıdaki bir yazıdan dolayı Orhan Erkip’i mahkemeye veriyor, ama olumlu sonuç alamıyor. Sabahattin Ali, Mustafa Uykusuz ve Mücab Ofluoğlu dava dilekçesini ertesi gün veriyorlar. [1946-50]
47-10-20. Sabahattin Ali, Mustafa Uykusuz ve Mücab Ofluoğlu, Orhan Erkip’i dava ediyorlar. Dava dilekçesini bugün veriliyor. [1946-50] Bir gün sonra yayımlanan Cumhuriyet’te şöyle bir haber var: Linguafon Enstitüsü sahibi Vitalis B. Bilen tarafından Markopaşa gazetesinin yeni sahibi Orhan erkip aleyhine maddei mahsusa tayini suretile neşren hakaret suçundan dava açılmıştır. Dava mevzuu yazı, Markopaşa’nın 19 Ekim tarihli nüshasında yayınlanan bir makaledir. [1946-50]
47-10-21. Vitalis Bilen, Sabahattin Ali’ye bir mektup yazarak randevu talep ediyor. V.B., Orhan Erkip’e hakaret davası açmıştı. [1946-50]
47-10-22. Mustafa Uykusuz ayın 9’unda yazdığı dilekçeye ek ekliyor. Aziz Nesin, Mim Uykusuz’a bu tarihte bir mektup yazıyor. Belki de mektup Uykusuz’un eline bu tarihte geçmiş. [29-09] Kendisi cezaevinde.
Bir gün sonraki Cumhuriyet’te Sabahattin Ali’nin Orhan Erkip hakkında hakaret davası açtığı haberi var. Hakaret, Markopaşa’nın son sayısında (25. sayı) edilmiş. Dava dilekçesi bu tarihte verilmiş. Ancak Savcı Hicabi Dinç davayı reddediyor. [1946-50]
47-10-24. Haluk Yetiş’in ve Mustafa Uykusuz’un bir davası var bu tarihte. [1954-60]
47-10-25. Merhumpaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Aziz Nesin cezaevinde.
47-10-26. Markopaşa’nın 26. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip çıkarıyor, sağcı. Aziz Nesin hapiste.
47-11-01. Merhumpaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Merhumpaşa bu sayıdan sonra bir sayı daha (son sayı) çıkmış olabilir. 24-08-48 tarihli Başdan’a ve 7-1-49 tarihli Markopaşa’ya bak. Aziz Nesin hapiste.
47-11-02. Markopaşa’nın 27. sayısı. Belli ki Orhan Erkip çıkarıyor. Antikomünist bir dergi. Gazetedeki bir ilandan anlaşıldığına göre Malumpaşa’yı da polis eline geçirmiş. Kendisi cezaevinde.
47-11-08. Merhumpaşa ya çıkıyor yada çıkarılmaya çalışılıyor. [29-03] Kendisi cezaevinde. Merhumpaşa için kağıt verilmiyor. [1946-50]
47-11-12. Mahkemeden Mustafa Uykusuz’a davetiye. Davacı Mustafa uykusuz, davalı Orhan Erkip. Duruşma 14-11-47’de, yani iki gün sonra. [1946-50]
47-11-14. Mustafa uykusuz’un Orhan Erkip’e açtığı davanın duruşması. [1946-50]
47-11-19. Büyük Doğu matbaası sahibi Necip Fazıl Kısakürek’le Alibaba gazetesi sahibi Haluk Yetiş altı aylık anlaşma yapıyorlar. Alibaba’nın Büyük Doğu’da basılması için. [1946-5]
47-11-22. Mustafa Uykusuz Markopaşa’da çıkan Dediğin isimli bir siir yuzunden 3 ay hapse mahkum olmus ve cezasi kesinlesmis. Bugun yakalanip cezaevine gonderilmis. [29-09] Kendisi cezaevinde.
47-11-25. Ali Baba’nın 1. sayısı çıkıyor. Ofluoğlu sahibi ve yazıişlerinde. Sabahattin Ali başyazar. Aziz Nesin hapiste.
47-11-26. Mustafa Uykusuz İstanbul cezaevinde hükümlü. Orhan Erkip’e dava açmış. Cezaevinde olduğundan duruşmaya gidememiş. Daha sonra İstanbul 2. asliye ticaret mahkemesine bir dilekçe yazıyor. [1946-50]
47-12-00. Bu ayda, belki daha da önce, Selahattin Alisbah adlı biri Markopaşa’yı mahkemeye vermiş. [1946-50]’dan çıkan bir dosyadan.
47-12-01. Sabahattin Ali Yeni Sabah gazetesine tekzip gönderiyor. Çünkü 29 Kasım’da “Sabahattin Ali bulunamıyor” başlıklı bir yazı çıkmış. [1946-50]
47-12-02. Ali Baba’nın 2. sayısı çıkıyor. Haluk Yetiş müessese sahibi, Ofluoğlu sahibi ve yazıişlerinde. Sabahattin Ali başyazar. Aziz Nesin hapiste.
47-12-09. Ali Baba’nın 3. sayısı çıkıyor. Aziz Nesin hapiste.
47-12-12. Türk Dil Kurumu Sabahattin Ali’ye bir mektup yazıyor: “Yıllardan beri zimmetinizde bulunan ve birçok istemelerimize rağmen halen ödemediğiniz 150 lirayı yıllık hesaplarımızı kapatmak durumunda olduğumuzdan, on gün zarfında ödemediğiniz taktirde sizi mahkemeye vermek zorunda olduğumuzu bildirir, üstğn saygılar sunarım.” [1946-50]
47-12-15. Ali Baba gazetesi için kağıt isteniyor. Ayın 20’sinde Ekonomi Bakanlığı olumlu yanıt veriyor. [1946-50]
47-12-16. Ali Baba’nın 4. ve son sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Rıfat Ilgaz. Aziz Nesin hapiste. Sabahattin Ali bu tarihten sonra ne yazıişlerinde, ne gazete sahipliğinde, ne de başyazarlıkta. Sanırım kamyonla Anadolu’ya gitmiş.
Rıfat ılgaz sahipliği ve yazı işlerini Nedim Ofluoğlu’na bırakacak, ancak gazete bundan sonra çıkmayacak. [1946-50]
47-12-17. Ertesi gün çıkan Halk Dostu adlı gazeteden bir haber: Gazetesinde yayınladığı yazı dolayısıyla Sabahattin Ali tarafından mahkemeye verilen Güney Postası sahibi Ali Elgin İstanbul birinci asliye mahkemesince 2 ay hapse ve 66 lira para cezasına mahkum edilmiştir. Bu ceza tecil edilmiştir. [1946-50]
47-12-30. Sabahattin Ali’nin Orhan Erkip’e karşı açtığı hakaret davası sonuçlanıyor. Orhan Erkip beraat ediyor. Karar temyiz edilebilir. [Mahkeme kararı, 1946-50]
47/49. Markopaşa taklit ediliyor: Alay, Lalapaşa, Mazete, Bekri Mustafa, Salamon...
48. Vedia Hanım’dan ayrılıyor. İkinci kitabı Azizname’yi çıkarıyor. Bu kitap için Istanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılıyor. Dört ay tutuklu süren yargılanma sonrasında aklanıyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
48-01-05. Mustafa Uykusuz Üsküdar Paşakapısı cezaevinde. Cumhuriyet Savcılığına bir mektup yazıyor. 14 Mayıs 47’de mahkemenin aldığı bir kararla polisin İzzettin Hanı’ndan birçok evrak aldığını ancak evrakların iade edilmediğini söylüyor. Evraklar Emniyet 1. şubede. [1946-50]
48-01-15. Mahmut Altıntaş adlı birisi Bedia Nesin’i, evine gece saat 11,30’da dört boş rakı şişesi attı diye dava ediyor. Dava 17 Şubat 1948’de açılmış. [1946-1950 dosyası].
48-01-26. Aziz Nesin birine bir mektup yazıyor, kime olduğunu anlayamadım. [1954-60]
48-02-02. Adalet Bakanlığı, Savcılığa Aziz Nesin’in Ahmet Demir hakkındaki şikayeti konusunda bir yazı yazıyor. Anlaşılan oyalıyorlar. Aziz Nesin Üsküdar cezaevinde. [1946-50]
48-02-05. M.A. Aybar, İstanbul’da Zincirli Hürriyet’in 2. yılının 1. sayısını çıkarıyor. Sabahattin Ali’nin bu sayıda yer alan “Asıl tehlike bugünkü iktidarın devamıdır” yazısına dava açılmış. Bu “asıl tehlikenin bir öyküsü var. TKP, “tehlike faşizmdir” diye bir yazı yazıyor. Sağcılar, “asıl tehlike komünizmdir” diye yanıt veriyorlar. [Mete Tunçay] Bu sayıya Aziz Nesin de yazıyor, “Ey Türk Faşisti”. tepki büyük.
48-02-06. Vatan’da, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. [1946-50]
48-02-07. Cumhuriyet’te, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. Vatan’da, Son Telgraf’ta ve Son Posta’da da aynı tepki. [1946-50]
48-02-08. Vatan’da ve Tasvir’de, Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki sürüyor. Veto adlı “tarafsız milliyetçi mecmua”da “Ey Faşist Yumurcakları” yazısına ve Zincirli Hürriyet’e hücum ediliyor [Veto, yıl 1, sayı 1]. Yılı kolaylıkla bulunabilir. [1946-50]
48-02-09. Lüleburgaz’da çıkan Özdilek gaztesinde Zincirli Hürriyet’te çıkan “Ey Türk Faşisti” adlı yazıya tepki var. Bu yazıya tepkiler bir sonraki gün Son Posta’da devam ediyor. İki gün sonra Gülek gazetesinde... 14 Şubat’ta “Haftalık Gazete”de de... Belli ki çok gürültü koparmış yazı. [1946-50] Bu yazı üzerine 6 sayfalık güzel bir yazısı var [1946-50]’de. BGBG’e girecek diye de not düşmüş.
48-02-15. Mehmet Ali Aybar, “İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’a Açık Mektup’u yazıyor. Ama yazıyı basacak matbaa bulamıyor. Yazı 23 Mart 1948’de Ankara’da Sakarya Matbaasında basılabiliyor ancak. [1946-50]
48-02-20. Bursa’ya sürgün gidiyor. (Vedia Hanım’a yazdığı 6 Mayıs 1948 tarihli ve Haluk Yetiş’e yazdığı 14-03-48 mektuplardan) . Sürgünde 4 ay 10 gün kalacak. Sürgünde yazmış olabileceği dergiler: Zincirli Hürriyet, Akın, Geveze (Remzi Gürcan çıkarıyor) . Geveze’ye kesinlikle yazmış [Bir Sürgünün Anıları’nda, Remzi Gurcan’ın mektubu var]
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “Y:79032/49 79031/49 16.12.46 CK.161/Son.61. İstanbul Sıkıyönetim 3 nolu Yar.12.9.47 56-60.10 ay ağhp.20.2.1948”
48-02-24. Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor, Bursa’dan [Bir Sürgünün Anıları]. Halil Lütfi’nin bütün koşullarını kabul ettiğini söylüyor. Halil Lütfi kendisine para verecek, daha sonra Hanımeli için yazıp borcunu kapatacak. Çocukların yanına gelmesini istiyor. Vedia Hanım’dan sözetmiyor nedense.
48-02-26. Bursa’dan Haluk’a yazıyor. “On param yok”. [Bir Sürgünün Anıları] Haluk Yetiş’te bir romanı var. Çok beğeniyor bu romanı. Ama dediğine gore roman kaybolmuş.
48-03-02. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Gönderdiğin 15 liraya çok teşekkür ederim. Bunu ne müşkül şartlar altında temin ettiğini biliyorum. Fakat çocuklar benden çok daha mühimdir. Beni değil Bursa’ya, bulutların üstüne atsalar aç kalmam. Uludağın karlarını sıkar, ekmek çıkarırım. Eve haftada en az 30 lira vermelisin. Artarsa bana gönder”.
Fotoğraf çektiriyor. [foto]
48-03-03. Bursa’dan Haluk Yetiş’e yazıyor. Sabahattin Ali kayıp, öldürülmüş olabilir. Haluk’un elinde iki romanı varmış. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-04. Bugün ya da yarın Bursa’da bir ev tutuyor.
Bu tarihte Nadire Kamay’dan [? ] [Kimdir] bir mektup alıyor: “Aziz Bey, bu broşürü Nizamettin Nazif dayıma ithaf ediniz de iktibaslar [alıntılar] sütununda neşretmek imkanını bulalım. Hürmetler.”
48-03-06. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Akın için ikinci yazıyı gönderiyorum. Yazıları beğenip beğenmediklerini bana bildir ki ona göre yazayım. Beğenmezlerse geri al. 15 günde ancak iki yazı yazdığım, tembellik ettiğim için belki bana darıbilirsin ama, 24 saatte, hatta bazen 48 saatte bir yemekle, soğuk odada titreye titreye yazı yazılmıyor.
48-03-07. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor, onları Bursa’ya çağırıyor. Aziz Nesin’in Bursa adresi: Sivasiler Mahallesi, Dere sokak, Nr. 8.
Mum Uykusuz bu tarihte Aziz Nesin’e yazıyor.
Halk Gazetesi diye bir gazete çıkarmayı düşünüyor.
48-03-08. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
Bursa’dan Akın dergisi sahibi Selime Hanım’a bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-09. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-10. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] “Evden haber ve mektup istemiyorum. Yalnız sen ne yap yap, haftada 30 lira götür. Para bulamazsan benim namıma bütün tanıdıklardan borç iste. Karımın bundan sonra olsun borçlanmasını istemiyorum. Haber ve mektup istemem.”
48-03-11. Bursa’dan Akın Dergisi sahibi Selime Hanım’a bir mektup yazıyor. O dergi için Bursa genelevleri uzerine en az bir yazi yazmis. On yazidan olusacagini soyledigi bir yazi dizisi yollamis. Yazi basilmamis galiba [Haluk’a yazdigi 14-03-48 tarihli mektuba bak], ama galiba baska yazilari cikmis ve para alamamis. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-12. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-14. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-14/15. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Bu mektup ayın 15’inde de yazılmış olabilir, hatta 15’inde başlanıp 16’sında bitirilmiş olabilir.
48-03-29. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. Vedia Hanım’a bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-03-30. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Karısı o güne dek bir tek mektup yazmış kendisine.
48-04-02. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Haluk Yetiş’le Bursa’da gorüşmüşler.
48-04-03. Lalapaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Sağcı. Ama uzun zamandır çıkmamış. Öbür paşaların taklidi. Aziz Nesin Bursa’da. Lalapaşa’da bu konuda “mizahi” bir yazı var. “Sabahattin Ali Şarka gidiyormuş, kamyon vs” başlıklı bir de yazı var. Sahibi: Hamiyet Yılmaz, Yazı İşleri: Reha Gediz. Adres: İzzettin Han, No. 24. Aynı hanın 23 numaralı odasını Aziz Nesin ve arkadaşları kullanıyorlardı. [1946-50]
48-04-14. Bu gece Bursa’dan Istanbul’a kaçıyor. Bütün gece karısına nasihat veriyor. [Bir Sürgünün Anılarındaki 6 Mayıs 48 tarihli mektup] Ertesi gün Bursa’ya dönüyor. [Haluk’a 16-04-48 tarihinde yazdığı mektup]. Haluk’tan Gazap Uzumleri’nin ikinci cildini istiyor. Istanbul’a daha sonra 3 Mayıs’ta bir kez daha gidecek.
48-04-18. Şerif Hulusi’den bir mektup alıyor.
48-04-22. Haluk Yetiş’e Bursa’dan bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları]
48-04-28. Haluk Yetiş’e Bursa’dan yazıyor. 3 Mayıs pazartesi günü Istanbul’a geleceğini söylüyor. Hanımeli dergisine yazı yolluyor. Karısı ve çocukları mahkemeyle evden atilacaklarmis ve sokakta kalabilirlermiş. Neden babası almıyor? Mektuba bak.
48-05-03. Galiba Istanbul’a kaçıyor ve gerçegi öğreniyor.
48-05-06. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor. Vedia Hanım’la olay. Olay çocukların önünde olmuş. 28 Nisan’da Haluk’a yazdığı mektupta 3 Mayıs’ta Istanbul’a gideceğini söylemişti. Gitmiş olabilir.
48-05-10. Şadi Usal bir mektup yazıyor ve Istanbul’da bir randevu veriyor.
48-05-11. Vedia Hanım’a Bursa’dan bir mektup yazıyor.
48-05-20. Sürgün’ü bitiyor. [Haluk’a yazdigi 28 Nisan 1948 tarihli mektuptan, Bir Surgunun Anilari] Gerçekten bitiyor mu? 4 ay 10 gün sürgün olması gerekirdi.
48-07-27. Başdan gazetesi için “Yeni Mecmua ve Şaka Neşriyatı” bir ilan veriyor. 40 liralık makbuz [1946-50]’de.
48-08-03. Bursa’dan Haluk Yetiş’e bir mektup yazıyor. [Bir Sürgünün Anıları] Burda bir yanlış olmalı, bir kez daha bak.
48-08-06. Galiba bugün, Cumhuriyet’e bir ilan veriyor. [1946-50]’de makbuz var.
48-08-09. Başdan’ın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Aziz Nesin’de (2 sayılık) . Berksoy’da basılıyor. 10 bin basılmış, 4 bin satmış, 72 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-17. Başdan’ın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri Aziz Nesin’de. Reklam’da basılıyor. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 186 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-18. Başdan kapatılıyor. Gene bu tarihte Orhan Müstecaplı Baştan’ı yeniden çıkarmak için başvuruyor. Ayın 26’sında Orhan Müstecaplı’ya karar tebliğ edilecek. [1946-50]
Orhan Müstecaplı Vilayete bir dilekçe yazarak, Başdan’ı Aziz Nesin’in çıkaracağını söylüyor, ama teklif kabul edilmiyor. [1946-50]
48-08-24. Başdan’ın 3. sayısı çıkıyor. Müstecaplı sahibi ve yazı işlerinden sorumlu. Reklam’da basılıyor. Aziz Nesin’in fotoğrafı var gazetede. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 68 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-08-28. Baştan gazetesi için Vilayet’e beyanname veriliyor. [29-03]
48-08-31. Başdan’ın 4. sayısı çıkıyor. Seyhan’da basılıyor. 10 bin basılmış, 5 bin satmış, 84 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-09-07. Başdan’ın 5. sayısı çıkıyor. FK [? ] matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. 7 bin basılmış, 4 bin satmış, 88 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Başdan’ın 5. sayısının yazıları [1946-50] dosyasında bir zarfta. Bu yazılarla Başdan’ın 5. sayısını karşılaştır.
48-09-14. Başdan’ın 6. sayısı çıkıyor. Nerde basıldığı belli değil. Sahibi ve yazıişleri müdürü yazmıyor, O. Müstecaplı olabilir. Aziz Nesin’in Rıfat Ilgaz’la fotoğrafı var. 6 bin basılmış, 3 bin satmış, 67 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-09-18. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğünden bir yazı: “Halen 5. sayısını çıkarmış bulunduğunuz gazetenize kullanılan kağıdın nereden, kimden ve ne suretle temin edilmiş olduğunun K.730 sayılı koordinasyon kararına istinaden bildirilmesini saygı ile rica ederim.” Aziz Nesin’in mektuba notu: “Cevap verildi”.
48-09-21. Başdan’ın 7. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 6 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 39 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-09-28. Başdan’ın 8. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 6 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 10 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-10-05. Başdan’ın 9. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 10 lira kar edilmiş. [1946-50]
48-10-12. Başdan’ın 10. sayısı çıkıyor. Seyhan matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin 500 satmış, 83 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-10-19. Başdan’ın 11. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 5 bin basılmış, 2 bin satmış, 87 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Vilayet’e gazetenin Rıfat Ilgaz’a devredilmesi için başvuruluyor. [1946-50]
48-10-20. Çarşamba. Bugün bir duruşma var, Aziz Nesin tanık olarak çağrılıyor. Ayrıca aynı duruşmada sanık da... Duruşma Esat Adil Müstecabi’nin ve kendisinin, matbuat kanununa muhalefetten. İstanbul Asliye Mahkemesi 2. ceza yargıçlığında... İddianame dosyada. [1946-50]
48-10-26. Başdan’ın 12. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 2 bin satmış, 44 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-10-27. Markopaşa’nın sahibi ve yazı isleri Rıfat Ilgaz’a geçiyor. [29-03]
48-10-29. Markopaşa’nın (yeni seri) 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin başyazar, kurucu ve sekreter. Daha sonra Aziz Nesin’in adı başyazar olarak geçmiyor. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-01. Başdan gazetesinin (haftalık, Salı gunleri) Rıfat İlgaz’a devri için Vilayet’e beyanname veriliyor [29-03]
48-11-02. Başdan’ın 13. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. O. Müstecaplı sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu sayıda, bir yazısında, öztürkçeci olmadığını söylüyor! .. 4 bin basılmış, 1800 satmış, 37 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-04. Bu tarihte Başdan gazetesi için 0,16 pound alınıyor İş Bankasından...
48-11-05. Markopaşa’nın (yeni seri) 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-09. Başdan’ın 14. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1700 satmış, 37 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Vilayet’ten Başdan’a yazı: Gazetenin Rıfat Ilgaz’a devredilmesi için 60 kuruşluk damga pulu gerekiyor. [1946-50]
48-11-10. Milli Eğitim Bakanlığı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü, Markopaşa’ya 31, 32, 33, 34 üncü sayıların hangi basımevinde basıldığını soruyor. Aziz Nesin’in notu: “Cevap verildi”. [1946-50] Markopaşa’nın 35. sayısında çıkan “Markopaşa’nın haşmetli bir zata gönderdiği mesaj” başlıklı yazıdan dolayı Cumhurbaşkanına hakaretten, 2. Ağır Ceza’da Rıfat Ilgaz 3 yıla mahkum oluyor. [Hürriyet 1946-50]
48-11-11. Markopaşa’nın (yeni seri) 3. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-11-16. Başdan’ın 15. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1800 satmış, 49 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-19. Markopaşa’nın (yeni seri) 4. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme.
Savcılık, bu sayıda yayımlanan Sağır Kemancı yazısını kimin yazdığını soracak ayın 24’ünde. Rıfat Ilgaz üstlenecek. [1946-50]
48-11-22. Basın ve Yayın Genel Müdürlüğüne kağıt için müracaat ediliyor.
48-11-23. Başdan’ın 16. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1700 satmış, 55 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-11-24. Savcılık, Markopaşa’nın 4. sayısındaki Sağır Kemancı’yı kimin yazdığını soruyor. Rıfat Ilgaz üstlenecek. [1946-50]48-11-26. Markopaşa’nın (yeni seri) 5. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Pamuk Prenses yazısı burda. Bir hafta sonra toplatılıyor gazete. Toplatılmayla ilgili bir belge var. 8-12-48’e bak. [1946-50]
48-11-26. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM. 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
48-11-30. Başdan’ın 17. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1500 satmış, 50 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-02. Işık gazetesinde (Yıl 5, sayı 721) Başdan’a hücum ediliyor.
48-12-03. Markopaşa’nın (yeni seri) 6. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Gazete bir hafta sonra toplatılıyor.
48-12-04. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7 CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
48-12-07. Başdan’ın 18. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 4 bin basılmış, 1500 satmış, 10 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-08. Bugün alına bir kararla 525 adet Markopaşanın 5. sayısı toplatılıyor idarehaneden. Babamın elyazısıyla tutanak var. [1946-50]
48-12-10. Markopaşa’nın (yeni seri) 7. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-14. Başdan’ın 19. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1500 satmış, 20 lira zarar edilmiş. [1946-50]
Bugün Savcılıktan Markopaşa yazıları alınıyor. [1946-50]
48-12-17. Markopaşa’nın (yeni seri) 8. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-21. Başdan’ın 20. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Sabah saat 8’de toplatıldı. 3 bin basılmış, 1700 satmış, 22 lira zarar edilmiş. [1946-50]
48-12-24. Markopaşa’nın (yeni seri) 9. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor.
48-12-28. N. Gamzeoğlu’na Başdan’la ilgili bir mektup yazıyor, sanıyorum gazetelerin eline geçip geçmediğini soruyor. [1946-1950 dosyasında]
Başdan’ın 21. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 gün sonra toplatıldı. Bir başka notta hiç satmadığı yazıyor. 3500 basmış, 110 lira zarar.
48-12-31. Markopaşa’nın (yeni seri) 10. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Basıldıktan 10 saat sonra toplatıldı.
Bu tarihli bir gazetede Başdan’ın “açık komünist propagandasını havi ve suç mahiyetinde neşriyat” yapıldığından toplatıldığı yazıyor. [1946-50]
49. İngiltere Prensesi Elisabeth, İran Sahi Rıza Pehlevi, Mısır Kralı Faruk Aziz Nesin aleyhine dava açıyor. 6 ay hapse mahkum ediliyor ve ceza infaz ediliyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
49-01-04. Başdan’ın 22. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1800 satmış, 35 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-05. Vatan gazetesinde Markopaşa aleyhine (Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz aleyhine) dava açıldığını bildiren bir haber var (Krallar davası) . Dava ayın 8’inde 7. Asliye Ceza mahkemesinde başlayacaktır. [1946-1950 dosyasında]
49-01-07. Markopaşa’nın (yeni seri) 11. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Aynı gün Orhan Erkip aynı gazeteyi Hür Markopaşa adı altında çıkarıyor. Bu nasıl olabiliyor? Orhan Erkip’le barışıldı mı? Babam acıdı mı OE’ye? Her iki gazete de aynı matbaada basılmış, ama sahipleri, yazıişleri ve adları değişik.
49-01-08. İstanbul İşçi Sendikaları Birliğinin gazetesi Hürbilek, Markopaşa ve öbür paşalara çatıyor. [1946-50]
49-01-11. Başdan’ın 23. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. 3 bin basılmış, 1800 satmış, 40 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-14. Markopaşa’nın (yeni seri) 12. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Hür Markopaşa’dan ses seda yok. İlerde Hür Markopaşa ve Orhan Erkip ortaya çıkacaklar.
49-01-18. Başdan’ın 24. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Sabahattin Ali özel sayısı. 3 bin 500 basılmış, 1900 satmış, 17 lira zarar edilmiş. [1946-50]
49-01-20. “Milliyetçi” gazete İbret solcu neşriyatlara sataşıyor.
49-01-22. Markopaşa’nın (yeni seri) 13. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme...
49-01-27. Ayından emin değilim. Rıfat Ilgaz için H. Ada Senatoryumuna 120 lira ödeniyor. Sanırı Rıfat Ilgaz orada 22-01-49’dan 06-02-49’a kadar kalmış.
49-01-28. Başdan’ın 25. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu sayı gecikmeli çıkıyor. 8 bin basılmış. Daha önce 3000-4000 basıyordu, birden ne oldu? 5000 satmış, satış da birden artmış... 40 lira kar edilmiş. [1946-50]
49-01-30. Markopaşa’nın (yeni seri) 14. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. Bir gün gecikme, iki kez üstüste... Toplatıldı.
49-02-04. Başdan’ın 26. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Aziz Nesin’le söyleşi var. Toplatıldı bu sayı. 8000 basılmıştı, 200 lira zarar. Bundan sonraki sayı da toplatılacak. [1946-50]
49-02-08. Markopaşa’nın (yeni seri) 15. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. İki gün gecikme, üç haftadır gecikiyorlar... Toplatıldı.
49-02-11. Başdan’ın 27. sayısı çıkıyor. Osmanbey matbaasında basılıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Aziz Nesin müessisi ve sekreteri. Bu, Başdan’ın son sayısı. Toplatıldı bu sayı. 7000 basılmıştı, 220 lira zarar. [1946-50]
49-02-14. Markopaşa’nın (yeni seri) 16. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazışleri Rıfat Ilgaz’da. Aziz Nesin kurucu ve sekreter. Osmanbey matbaasında basılıyor. İki gün gecikme, üç haftadır gecikiyorlar...
Rıfat Ilgaz İkinci sorgu yargıçlığına çağrılıyor, BMM’ye hakaretten. Ayın 23’üne bak. [1946-50]
49-02-15. Rıfat Ilgaz’ın duruşması var. Davetiye dosyada. Basın kanununa muhalefetten. İddianame de dosyada. Haşmetli bir zata gönderilen mektup yüzünden. [1946-50]
49-02-16. Vedia Hanım’dan boşanma duruşması. İstanbul Asliye Altıncı Hukuk Hakimliğinden Vedia Hanım’a celp kağıdı. Vedia Hanım davalı galiba. Duruşma sabah saat 10’da. Vedia Hanım’ın adresi: Galatasaray, Yeni Çarşı, Eski Çiçekçi Sokak. no. 35
49-02-23. 7 Ocak 1949 tarihli Markopaşa ve Merhumpaşa’ların ikinci sayfasında yer alan “Al Sözünü Geriye, 1 perdelik manzum piyes” yüzünden savcı iddianame yazıyor: TBMM’ye hakaret... Yazıyı Rıfat Ilgaz üstleniyor. [1946-50]
İki gün sonra Orhan Erkip’e bir iddianame postalanıyor. [1946-50]
49-03-07. Hürriyet gazetesinde “Krallar işi azıttılar”, “Pamuk Prenses Elizabeth doğurdu”, “İki kadın aranıyor” başlıklı yazılardan açılan duruşma dün 3. ceza mahkemesinde devam edilmiş. Savcı AN’nin “Pamuk Prenses” davasında beraatini, öbür ikisinden de tecziyesini istemiş. Tarih, 7 Nisan 1941 atılmış ki, bu doğru olamaz. [1946-50] Rıfat Ilgaz’la Aziz Nesin, Krallar işi azıttı ve bir kadın aranıyor başlıklı yazılar yüzünden Asliye yedinci ceza mahkemesi tarafından yedişer ay hapse mahkum olacaklar ve gazete kapatılacak. Bu kararın verildiği gün Mehmet Ali Aybar Zincirli Hürriyet yüzünden 159. maddeden tutuklanıyor. [Hürriyet, 1946-50]
49-03-10. Aziz Nesin’in saat 14’te duruşması var. Neşren hakaretten sanık. Aziz Nesin’in adresi: Derin Kuyu Sokak, 4 numara, Kumkapı.
49-03-15. Rıfat Ilgaz, Cep adlı siyasi, edebi, ilmi, sanat dergisi çıkarmak için Vilayet’e başvuruyor. Bu dergi çıkmış mı? 7-8 Paşa birkaç gün sonra çıkacak. [1946-50]
49-03.23. Yedisekiz Paşa gazetesi için vilayet’e beyanname. Sahibi Naciye Aydın Tanrıöver. Yazıişleri Osman Aydın Tanrıöver. Haftada iki kez çarşamba ve cumartesi gunleri çıkıyor. [29-03]
49-03-29. 5 adet Markopaşa’yı Çarşamba Doğruluk Yayınevi iade ediyor.
49-03-30. Markopaşa’nın sahibi ve yazı işleri Mahmut Kayman’a geçiyor. [29-03]
49-03-31. Markopaşa’nın 17. sayısı Seyhan matbaasında basılmakta iken toplanıyor.
Mahmut Kayman şikayet ediyor. [1946-50]
49-04-01. Mizah dergisi Hacıağa çıkıyor. Sağcı. “Markopaşa”nın değeri ve “Sabahattin Ali’yi köylü nasıl tanır? ” başlıklı yazılar var.
49-04-01. Markopaşa’nın (yepyeni seri) 1. sayısı çıkıyor. Mahmut Kayman sahibi ve yazıişleri. Seyhan matbaasında basılıyor. Sanırım başka da Markopaşa çıkmıyor, Hür Markopaşa’ya dönüşüyor.
49-04-26/27. Yedisekiz Paşa Orhan Müstecaplı’ya geçiyor. [29-03]
49-04-29. Yedi-Sekiz Paşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05.06. Yedi-Sekiz Paşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05-11. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “T:57734/51.57733/51. İstanbul AslC7CM.11.5.1949 549-269 5 ay hp. 233 lira 20 krş. ağpr.içtima.”
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
49-05-13. Krallar İşi Azıttı davası sonuçlanıyor, 7 ay hapse mahkum oluyor. Rıfat Ilgaz da mahkum ediliyor. O sıralarda Zincirli Hürriyet de çıkıyor. Mehmet Ali Aybar da mahkum ediliyor.
Yedi-Sekiz Paşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor.
49-05-16. Hür Markopaşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Bu nasıl oluyor? Osmanbey matbaasında basılmış.
49-05-20. Yedi-Sekiz Paşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Sahibi ve yazıişleri O. Müstecablı. Seyhan matbaasında basılıyor. Bu gazete burda bitiyor galiba. Bundan sonra Yedi-Sekiz Hasan Paşa çıkmış mı? Çıkmışsa bu tarihten sonra olmalı.
49-05-23. Hür Markopaşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-05-28. M.A. Aybar, “Müdafaam”ı yayımlıyor. [Mete Tunçay’da gördüm, Güllü Aybar vermiş]
49-05-30. Hür Markopaşa’nın 4. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-06-06. Hür Markopaşa’nın 5. sayısı çıkıyor. Orhan Erkip sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Gelecek sayıda sahibi ve yazıişleri Rıfat Ilgaz olacak.
49-06-13. Hür Markopaşa’nın 6. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. oldu. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-06-21. Hür Markopaşa’nın 7. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Bir günlük gecikme.
49-06-23. Başdan’ın ilk 23 sayısının ne kadar basıldığını, ne kadar satıldığını, ne kadar zarar edildiğini gösteren bir dizelge hazırlıyor. O güne dek 150 bin basılmış, 60 bin satılmış ve toplam 1581 lira zarar edilmiş. Bu zarar Markopaşa’dan giderilmiş. [1946-50]
49-06-24. Bizim Paşa’nın 1. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor.
49-06-25. Markopaşa’nın bir taklidi olan Salamon çıkıyor.
49-06-27. Hür Markopaşa’nın 8. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-07-01. Bizim Paşa’nın 2. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor.
49-07-04. Hür Markopaşa’nın 9. sayısı çıkmış olmalı, elimde yok.
49-07-07. Millet Partisi’ne yakın olduğunu sandığım Kudret gazetesine yazı yazmak için Millet Partisi’ne başvuruyor. 08-07-49 tarihli Hikmet Bayur imzalı bir mektupla bu isteği geri çevriliyor. [74-28].
49-07-08. Bizim Paşa’nın 3. sayısı çıkıyor. Remzi Gürcan sahibi ve yazıişleri müdürü. Latif’te basılıyor. Bu, Bizim Paşa’nın son sayısı olabilir.
49-07-11. Hür Markopaşa’nın 10. sayısı çıkıyor. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış. Bundan sonra, 5 Eylül 1949’a dek Hür Markopaşa çıkmamış olabilir.
49-08-14. Yeni Sabah’ta bir haber: “Solcu muharrir Aziz Nesin bulunamıyor. Solcu muharrir Aziz Nesin neşren Türklüğü tahkirden sanık olarak yargılanmak üzere ağır ceza mahkemesine verilmiştir. Sanığın mevkufen muhakemesine karar verilmiş ve tevkif kararının infazı için müzekkere de yazılmışsa da sanık bulunamadığından karar infaz edilememiştir. Bu sebeple de dün yapılması mukarrer olan duruşma yapılamamış, başka bir güne talik olunmuştur.” Buna benzer bir haber, aynı günkü HER GÜN gazetesinin birinci sayfasında da var. Vatandaşlar ihbar etsinler diye herhalde bir de fotoğrafını basmış gazete. Yeni Sabah’ta da var aynı haber. [1946-1950]
49-09-05. Hür Markopaşa’nın 18. sayısı çıkıyor. Ama bence bu 11. sayısı. Uzun zaman çıkmadığından, sayıyı zamana uydurmak istemiş olabilirler. Gelecek sayı gelecek hafta çıkacak. Çok daha sonra, 26-06-50’de Hür Markopaşa’nın 13. sayısı çıkacak. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
49-09-12. Hür Markopaşa’nın 19. sayısı çıkıyor. Ama bence bu 12. sayısı. 49-09-05’e bak. Rıfat Ilgaz sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
Öküz Mehmet Paşa bu tarihten sonra çıkmış olmalı, ama elimde hiç yok.
49-09-23. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51.57732/51.26.11.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7CM.15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:57733/51 4.12.1948 CK.482/Son.İstanbul Asl7 CM.3ay 15 g.hp.116 lira 60 krş. ağpr. 11.5.49 549-269 23.9.1949”.
50. Baştan ve Yeni Baştan dergisini çıkardı. Fransızca’dan çevirdiği (!) bir yazı yüzünden 16 ay hapse ve 16 ay güvenlikçe gözaltında tutulmaya mahkum ediliyor. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Yazı, Politzer’in Felsefe Dersleri adlı kitabının önsözü. Yazıyı G. adlı bir genç çeviriyor. [1946-50, Kitapçılık Anısı] Politzer’in yazısı Yeni Baştan’da ne zaman çıkmış? Baştan’ın sorumlu yönetmenini suçluyor. M. Büyükalp mi bu sorumlu kişi? Babamın çevirdiğini söylemiş. Oysa kimin çevirdiğini biliyormuş. Kimin çevirdiğini bilmiyorum demek yerine, Aziz Nesin’in çevirdiğini söylemiş.
50-02-09. Bu tarihte Nail V’den Paşakapısı Cezaevinde olan Aziz Nesin’e bir mektup geliyor. [1946-50] Aziz Nesin Politzer’in önsçzünü çevirmekten (!) içerde olabilir.
50-03-00. Bir yerde Modern Aile Sofrası öyküsü yayımlanıyor. Bu öykü Geriye Kalan’da çıkmış, ama sonra öyküyü kitaptan çıkarmış mı?
50-04-23. Medet’in 1. sayısı çıkıyor. Haftada 2 kez çıkacak. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Markopaşa ve diğer paşaların Aziz Nesin’in elinden öyküsü var, dizi. Çok ilginç.
50-04-24. Üsküdar Paşakapısı Cezaevi Müdürüne 19 lira 10 kuruş yolluyor. Kendi adresi: Langa Mimar Kemalettin Mahallesi, Derin Kuyu Sokak 4. [1946-1950 dosyasında]
40-04-26. Medet’in 2. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Kurucusu Aziz Nesin.
50-04-30. Medet’in 3. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Kurucusu Aziz Nesin.
50-05-03. Medet’in 4. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-07. Medet’in 5. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-11. Medet’in 6. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-15. Medet’in 7. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-18. Medet’in 8. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-22. Medet’in 9. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-05-29. Medet’in 11. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. 10. sayı sonra çıkıyor, olacak iş mi?
50-06-01. Medet’in 12. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-03. Medet’in 10. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Ama tarih yanlış olmalı. 10. sayı 11. sayıdan sonra çıkamaz!
50-06-05. Medet’in 13. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-08. Medet’in 14. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-12. Medet’in 15. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-14. İmzasını okuyamadığım biri bu tarihte Aziz Nesin’e bir mektup yazıyor. “Üzülerek rica ediyorum. Markopaşayı Seyhan matbaasından polisler gelerek almıştı. Bu hesaptan da malumunuz 300 lira kalmıştı, hatt sizde notu dahi var. Kalan borcunuzu 500 er [anlaşılmadı] verirseniz biter. [...] [1946-50]
50-06-15. Medet’in 16. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-19. Medet’in 17. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-21. Isparta’da Süleyman adlı bir kişiye 50 lira yolluyor. Kendi adresi: Osmanbey Matbaası, Camii sokak 59. [1946-1950 dosyasında]
50-06-23. Medet’in 18. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-06-26. Medet’in 19. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Hür Markopaşa’nın 13. sayısı çıkıyor. Hakkı Dinçer sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılmış.
50-06-30. Medet’in 20. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Yeni Baştan’ın 1. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-05. İmzasını okuyamadığım birinden elyazısı bir not alıyor: “Aziz, Sadri’den alıp dün için verdiğim otuz lirayı Kemal’e ver. Ben Sadri’yle mutabük [sic] kaldım. Sonra ben Sadi’ye vereceğim. Çocuk bilet parasını tamamlayamadı. Selamlar. [İmza]” [1946-1950 dosyasında]
50-07-06. Medet’in 21. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-08. Yeni Baştan’ın 2. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-10. Medet’in 22. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Kelepir Bir İşçi’yi yayımlıyor bir yerde. Bu öykü Geriye Kalan’da yayımlanmış. Sonradan çıkarmış mı bilmiyorum.
50-07-13. Medet’in 23. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
Aziz Nesin, Ayşe Evrensel’e verdiği 110 liralık senedini ödeyemiyor. [1946-1950 dosyasında]
50-07-15. Yeni Baştan’ın 3. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor.
50-07-20. Medet’in 24. sayısı çıkıyor. M. Demiray sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Başka Medet yok galiba.
50-07-22. Gaziantep’ten bu tarihte bir bayi şöyle bir kartpostal atıyor: “Sayın Bay, Medet ve Yenibaştan gazetelerini benden derhal kesiniz, Yalnız birer adet bana her ikisinden de muntazaman gönderiniz. Selamlar.”
Korkutmuşlar galiba. Ama okumak istiyor! [1946-50]
50-07-24. Yeni Baştan’ın 4. sayısı çıkıyor. M. Büyükalp sahibi ve yazıişleri müdürü. Osmanbey matbaasında basılıyor. Gecikme var. Başka Yeni Baştan yok galiba. Bundan sonra 60’larda Zübük’ü çıkaracak.
50-08-01. Mimli Edip adında birine Paris’e bir mektup yazmış ve sorular sormuş. Mimli Edip 10 Ağustos’ta yanıt veriyor, ama sorulara yanıt vermiyor. İstanbul’da yeni gözaltına alınmalar olmuş. Aziz Nesin’in de içerde olacağından ve mektubun polisin eline geçeceğinden korkuyor. [1946-1950 dosyasında]
50-08-11. Pasaport alıyor. “İşbu pasaport Fransa ve bütün yabancı memleketler için Türkiyeli Mehmet Nüsret Nesir [sic] İstanbul Emniyet Müdürlüğünden verilmiştir.
50-08-12. Ayın 10’unda Konya’dan Rıza Kulakçıgil kendisine bir mektup yazıyor. Mektup ertesi gün postaya veriliyor. Eline bugünden sonra geçmiş olmalı. [1946-1950 dosyasında]
50-08-17. Fransa vizesi alıyor.
50-09-07. Lübnan vizesi alıyor.
Galiba 3 gün önce de Suriye vizesi almış.
Annemin dediğine göre ve 11-10-77’de yazdığı Kitapçılık Anısı [1946-50] yazısından anladığıma göre İskenderun’a ilk eşiyle gitmiş. Bu çok ilginç. Onca olaydan sonra...
50-10-31. Kars naliye hazinesi kendisine bir dava açmış. Bugün bir duruşma var ama yargıç gelmediğinden yapılmayacak. [1951 dosyasında]
51. Özgeçmiş şiirini yazıyor. [Sondan Başa] Kendisinin de dediği gibi [şiir kitaplarının sonundaki notu oku] N! azım’dan etkilendiği belli oluyor.
Çevirdigi (!) Fransızca yazıdan (Politzer, önsöz) dolayı Üsküdar Paşakapısı Cezaevindeyken, cezasının bitmesine 40 gün kala Nevşehir Cezaevine gönderiliyor. Nevşehir’den tahliye ediliyor. Levent’te bir dukkan kiralayarak Oluş Kitabevini açtı. Sabahları Levent’teki evlere gazete dağıtıyordu. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Üsküdar Cezaevinde Biraz Gelir misiniz’i yazıyor. 1963’te gözden geciriyor ve Aralık 69’da yayımlanıyor.
51-01-18. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:6958/53 Nesin Mehmet Nusrat B:Abdulaziz A:Hanife 20.1.1331, İstanbul Giresun Şebinkarahisar Gölve(k) 950.CK.142/Son,173 İstanbul 2 AğM.1 y 4 ay ağhp. 1yıl 4 ay emnz.18.11951 220-2 27.4.1951”. Politzer’in yazısından olacak.
51-04-13. Cumhuriyet gazetesinde Ez Ihvera Jin Anım adlı öyküsü yayımlanıyor.
51-04-27. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:6958/53 Nesin Mehmet Nusrat B:Abdulaziz A:Hanife 20.1.1331, İstanbul Giresun Şebinkarahisar Gölve(k) 950.CK.142/Son,173 İstanbul 2 AğM.1 y 4 ay ağhp. 1yıl 4 ay emnz.18.11951 220-2 27.4.1951”.
51-06-08. Üsküdar cezaevinde bir mektubu kendisine verilmiyor. “Gereği yapılmak üzere C. savcılığına veriliyor! Cezaevi müdürü Halil Hilmi Yazıcıoğlu. [1951 dosyasında]
51-07-07. Üsküdar cezaevinde [foto]
51-08-21. Kars naliye hazinesi kendisine bir dava açmış. Daha önce 31 Ekim 1950’de bir duruşma varmış ama yargıç gelmediğinden yapılmamış. Aziz Nesin’in adresi: Ortaköy, Fıstıklı Cudi sokak 48. Kendisine “emekli üsteğmen” diye hitap ediliyor. [1951 dosyasında]
51-11-05. Üsküdar cezaevinde yatmakta olan “Hükümlü” Aziz Nesin devlete 19 lira 95 kuruş ödüyor. Makbuzu var. [1946-50]
Bunun tarihi büyük bir olasılıkla yanlış. Tarih makbuzun üstünde 95!
52-04-06. Levent’te ortak dukkan açtığı (Oluş Kitabevi) Sabahattin Erden (belki de Erdem) tutuklanıyor. [M47]
“Şunca yıllık geçmişime bakıyorum da, çocukluk günlerimi saymazsam, karşılıksız, benden hiç karşılık beklemeden, bişey ummadan bana yardım ve iilik etmiş olan ancak bir kişiyi anımsayabiliyorum. O bir kişi: Yüzbaşı Sabahattin Erdem... Tanıdığım en içli, en coşkun, en duygusal insandır.” [1951 dosyasında]
53. Beyoglu’nda Bursa Sokagi’nda yeni yapilmis bir hanin odasinda Paradi Fotograf Studyosunu kurdu bir ortakla birlikte. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
Fotoğrafhanede çekilmiş bir fotoğrafı var [foto]
54. Akbaba’da yazmaya başladı. Takmaadlar kullandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
55. İlhan Selçuk’un sahibi olduğu basımevinde On Dakika adlı ilk şiir kitabını yayımlıyor (3 bin tane) . Yahya Kemal ve Faruk Nafiz’in etkisinde kaldığından ve Nâzım’a öykündüğünden, kitapları dağıtıma vermeden Düşün Yayınevi’nin bahçesinde yakıyor.
55-09-06/07. 6-7 Eylul olaylari. Tutuklaniyor. Harbiye Askeri Cezaevi’nde Meral Celen’le nisanlaniyor. 6 ay sonra sorgusuz birakildi.
56. Meral Çelen’le evlendi. Halil Lutfi Dorduncu’nun Yeni Gazetesi’nde kose yazarligi yapti. Italya’da Bordighera’da 22 ulus arasinda yapilan Altin Palmiye gulmece oykusu yarismasini Kazan Toreni adlı oykusuyle kazandı. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
56-11-18. İstanbul’da Oğlu Ali Nesin doğuyor.
57. Italya’da Bordighera’da yapilan Altin Palmiye uluslararasi gulmece oykusu yarismasini Fil Hamdi adli oykusuyle kazandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
57-08-04. Az Gittik Uz Gittik köşesinde Karakoldan Kurtulamadık öyküsünü yazıyor.
57-09-09. Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’den bir ödül alıyor. Eskişehir Gazeteciler Derneği Basın Balosunda.
57-11-30. İstanbul’da oğlu Ahmet doğuyor.
57-12-30. Istanbul Yeni Gazete’de Vatandaş Türkçe Konuş.. koşeyazılarını yazıyor. Ne zaman başlamış ne zaman bitirmiş?
58. Erenköy’de Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor. 1990’da bitirecek.
58-02-17. Istanbul 1’inci Sorgu Hakimliği, Mahallenin Kısmeti adlı kitabındaki Az Daha Vali Oluyordum, Tavsiye Kartı, Eşek Hangi Tarafta, İlle de Amerikalı, Mahallenin Kısmeti öyküleri için dava açılmasına karar verdi.
58-03-19. Ulus gazetesinde çalışıyor olmalı ki, bu tarihte Ulus gazetesinin bürosunda çekilmiş bir fotoğraf var.
58-03-24. Istanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde saat 11’de duruşması var. 05-34
58-06-28. Demokrat Izmir’de Istanbul’dan Ne Haber koseyazilarini yazmis.
58-09-22. Yeni Gazete’ye yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . 1955’te baslamis olabilir. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
58-10-28/60-04-09. Akşam’a yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . Galiba 58 sonlarinda başlamış. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
59-02-01. Havadan Sudan (ULUS) köşeyazılarını yazıyor. Ne zaman ballamış, ne zaman bitirmiş? 22-06-1958’e kadar sürüyor. [Burda herhalde 1959 demek istedim]
59-09-15. Şebinkarahisar’da. [34-05]
60-00-00. ODTÜ’de bir konferans veriyor [foto]
60-03-31. Muzaffer Bingöl’e yazıyor. Akşam’dan ayda 300 lira alıyor. Aylık kazancı 4500 lira. Ama Akşam gazetesinden çıkmış. Mektubun sonunda not bu.
60-04-15. Amerika’da bir piyes ödülüne Biraz Gelir misiniz’i gönderiyor. Muzaffer Bingöl’e mektuptan.
60-04-26. Muzaffer Bingöl’e yazıyor. Erenköy’de oturuyor hala.
60-05-22. Erenköy’den Muzaffer Bingöl’e yazıyor. Ertesi gün sürgüne gidecekmiş. Ama gitmeyecek galiba, 27 Mayıs imdadına yetişecek.
60-05-27. 27 Mayıs darbesi. Altin Palmiye’lerden birini devlet hazinesine ba=g=i=slayacak. Milli Birlik İktidarı sırasında Askeri Mahkemede tutuklu olarak İhsan Ada’yla birlikte yargılanacak.
60-06-08. Ankara’da bir kitabevinde kitaplarını imzalıyor [foto]
60-07-16. Ankara’da kitaplar=in=i imzal=iyor olabilir. [mek A 124]
60-08-16. Amerikan Neşriyat Bürosuna annem 48,75 lira yatırıyor.
60-09-01. Şahinkaya Dil’e yazıyor. [mek A24]
60-09-15. Akşam’dan ayr=il=iyor. Hasta oldu=gu duyurulmu=s. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
60-09-17. İmzasını okuyamadığım birine yazmış. [mek A48]
60-10-03. Ruhi Tansever’e gazetelerini ciltletmi=s, ama daha gidip almam=i=s. borcu var. Mektup yazmış. [mek A56]
60-10-21. Bu sıralarda TEF’e yazıyor galiba. Yassıada röportajları yayımlanıyor. [mek A54]
60-10-25. Bu tarihten önce Gazeteciler Cemiyeti fıkra birincilik ödülünü almış.
60-11-14. Sözcü Dergisi’nde yazıyor [mek A34]
60-11-25. Şebinkarahisar Kültür Dayanışma Derneğine 100 lira yolluyor (annem postalıyor) [mek A-12]
60-12-17. Ruhi diye bir adamdan mektup alıyor. 400 lira borcu var. Geç kalmış. 03-10-60 tarihine de bak. [mek A2]
61. Babası ölüyor. [29-06]
61-03-01. Tanin çıkmaya başlıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar] 1 Ekim 1960’da çıkması gerekirdi.
61-03-26. Bu tarihten birkaç gün önce Ankara’ya basın toplantısına Cemal Gürsel’i görmeye gidiyor.
61-05-12. Tanin’e yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . Bu yazilardan dolayı tutuklandi. Balmucu cezaevine kondu. 4 ay tutuklu yargilandiktan sonra aklandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
61-05-18. Tanin gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Ada’yla birlikte tutuklanıyor. Düşün Yayınevi ve evi aynı gün aranıyor. Çuval çuval not, belge, yazıya el konuluyor. Harbiye’de lağımlı bir hücreye atılıyor. Bütün geceyi ayakta geçiriyor. 8 Temmuz’da tahliye edilecekler. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-07-08. Tanin davasında tahliye ediliyor.
61-08-11. Istanbul Sıkıyönetim Komutanlığında (Balmumcu) Tanin’de yazdığı yazılar yüzünden yargılanıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-08-17. Tanin duruşmasında yargilanıyor. Mahkemeye gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-08-22. Tanin davası duruşması (ikinci duruşma) [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-09-12. Tanin davası duruşması. Duruşmaya gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-09-26. Tanin davası duruşması. Duruşmaya gidiyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-10-31. Tanin davası duruşması. Son savunmasını okuyor ve aklanıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
61-11-01. Öncü’ye yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
62. Dusun yayınevi yaniyor.
62-02-11. Babası Abdulaziz Efendi 11 Şubat 1962 Pazar günü ölür. (BGBG-3)
62-07-15. Göztepe’de “Olayın Kısaca Açıklanması” yazısını yazıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
63-11-16. Teneke Ahmet adlı romanına basliyor. Ama hicbir zaman bitiremeyecek. [27-12]
63-11-17. Tanin’e, Öncü’ye ve Akşam’a Az Gittik Uz Gittik yazılarını yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) . 14 Temmuz 57’de yazıyor, 9 ekim 64’te yazıyor. 69’da da yazıyor (Gunaydin yazilari) .
64-02-10. Adnan Veli bir mektup yazıyor kendisine. Düşün Yayınevi için verdiği 30-40 kadar öyküyü istiyor.
64-05-00. Bu tarihlerde Akşam gazetesinde Mertek sütununu yazıyor.
64-05-05. Agzina Biber Doldurururum (Simdiki Cocuklar Harika) romanini bitiriyor. [47-15]
64-05-15. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:25984-66 20.12.1331Şebinkarahisar 6957-53.57734-51 [okunmayan üç basamaklı bir sayı]8-53 2.10.1963 3222 sa.37,38-4.CK.59 89 İstanbul Asl6CM.25 g.hp.15.5.1964 182-317. 23.5.64”.
64-05-23. 18-05-89 tarihli sabıka kaydında şöyle bir not var: “C:25984-66 20.12.1331Şebinkarahisar 6957-53.57734-51 [okunmayan üç basamaklı bir sayı]8-53 2.10.1963 3222 sa.37,38-4.CK.59 89 İstanbul Asl6CM.25 g.hp.15.5.1964 182-317. 23.5.64”.
65. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in birinci cildini yazdı. Akşam’da yayımlandı.
İlk kez yurtdışına cikti. 5 ay kaldı. Berlin ve Weimar’daki Antifasist Yazarlar Toplantisi’na katildi. Almanya, Polonya, Sovyetler, Finlandiya, Romanya, Bulgaristan, Kief’e ve Tiflis’e gitti. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] ve [29-05] ve [foto]
Mayakovski’nin mezarını ziyaret ediyor [foto].
65-03-00. Yeşil Renkli Namus Gazı yayımlanıyor.
65-06-04. Cuma. Varşova’da. Bayan Gota’yla (Mme. Kherova) .
65-06-05. Krakov’da. [foto]
65-06-13. Pazar. Moskova’da, Nâzım’ın, Çehov’un ve Gogol’ün mezarında [foto]
65-06-23. Baku’da. Azerbaycan’ın “Kirpi” adlı mizah dergisi idarehanesinde [foto].
65-07-11. Finlandiya’da, Helsinki’de. Palace Oteli’nde kalıyor büyük bir olasılıkla. (Ali Nesin’e kart atıyor)
65-07-28. Kief’te [foto]
65-08-07. Sofya’da. Mehmet Bekir, Hasan Tekkeliev ve Süleyman Garas’la birlikte. [foto]
65-08-18. Sofya’dan Ateş’e bir mektup yazıyor. Biz de Sofya’dayız. On gun once gelmisiz. Yarin ucakla Varna’ya gidecekmisiz.
Bu tarihlerde Macaristan’a ve Bulgaristan’a gidiyor. Çıkış nedeni Altin Kirpi.
65-09-24. Şarkılar şiirini yazıyor [Sondan Başa]
66. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in birinci cildi kitap olarak çıktı.
Bulgaristan’da Vatani Vazife oykusuyle Altin Kirpi’yi aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]. Bakü’ye de gidecek.
66-01-12. Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yönetmenliğine bir mektup yazıp, Yeşil Renkli Namus Gazı adlı kitabıyla yarışmaya katılıyor. Mektubun tarihi 1965, yanlışlık olacak. Aynı kitapla Sait Faik Armağanı yarışmasına katılıyor. [M139-140]
66-01-16. Sigarayı dördüncü bırakışı olabilir. Bak BGBG-C.3
66-05-04. Budapeşte’den Ali Nesin’e kart atıyor. Dün şehri gezmiş, bugün de bir mizah dergisini geecek.
66-06-12. Üsküp’ten Ali Nesin’e bir kart atıyor. Grand Hotel’de kalıyor. Ayın 19’una dek Üsküp’te kalacak. Sonra 5 gün için Ohri kıyısında bir otele gidecek. 24 Haziran’da Sofya’ya gidecek.
66-06-19. Üsküp’ten Ali Nesin’e bir kart atıyor. Bugün Ohri’ye gidecek.
66-06-24. Ohri’den Ali Nesin’e bir kart atıyor. Bu akşam Üsküp’e gidecek, yarın sabah da Sofya’ya. Ohri’de bir villada beş gün kalarak bir senaryo yazıyor.
66-06-25. Üsküp’ten Sofya’ya geçti.
66-06-27. Varna’dan Ali Nesin’e bir kart atıyor.
66-11-18. Kahire’den Ali Nesin’e bir kart atıyor.
67-00-00. 14-10-66 ve 13-11-67 tarihleri arasında Asya-Afrika Yazarlar Birliği için Kahire’ye gidiyor. Orada 13-15 gun kaliyor. Kahire’den ucakla Atina’ya, ordan da Istanbul’a geliyor. [29-06]
67-05-26. Tirenle Edirne’den Bulgaristan’a, Sofya’ya gidiyor. Üç gün kalıyor. Ucakla Moskova’ya gidiyor, bir gece kaliyor. Ertesi gün ucakla Baku’ya gidiyor. Baku’de on gun kaliyor. Celil Mehmet Kulizade’nin yuzuncu dogumgunune katiliyor. Moskova’ya geri donuyor. 3 gun kaliyor Moskova’da. Sofya’ya gidiyor. Sofya’da 4-5 gun kaldiktan sonra 24-06-67’de tirenle Istanbul’a donuyor. [29-06]
67-06-03. Bakü’de. [foto]
67-07-04. Bir siyasi polisin ihbarıyla siyasi polis tarafından gözaltına alınıyor ve kanundışı 8 saat sorguya çekiliyor.
67-10-00. Sovyet Devriminin 50. yılı dolayısıyla Şarkiyat Enstitüsünde bir konuşma yapmış olabilir. [foto]. Yanında çevirmen Vera var.
67-10-26. Bir rahatsızlık geçirmiş [M206]
67-11-13. Ahmet Küflü’ye bir mektup yazmış. Meral Çelen’le araları iyi değil. Boşanmamışlar ama daha galiba. [M206]
68. Üç Karagöz oyunu’yla Milliyet’in birincilik odulunu aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname] Aldigi 10 bin lirayla bize 1000’er liraya birer bisiklet aldi. Bisikletçi 900 liraya indirmişti bisikletleri
68-04-29. Ankara’da Zafer Alanı’nda Devrimci Güçbirliği (Dev-Güç) tarafından düzenlenen mitinge katılıyor. Aynı gün konuşmasını Doğu Perinçek’in yardımıyla Yüksel Palas’ta hazırlıyor. Bu konuda 05-11-87’ye bak. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 127) .
68 sonu, MÇ’le barışıyor.
69. Moskova’da Insanlar Uyaniyor’la Altin Krokodil odulunu aldi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
69-01-19. Bir gazetede eller aya biz yaya adi altinda kose yazilari yazıyor. [Cant Osman, 05-10]
69-02-18. Klaus’a (Ve Marie-Louise ve Diane’a) Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Türkiye’ye altinci filo geldi ve cok kanli kavgalar oldu”. Peggy ve Allan Gall Turkiye’deler. Hergun gazeteye (Gunaydin’a) yazi yazıyor. Ustura’yi hazirliyor.
69-03-15. Klaus’a Istanbul’ndan bir mektup yazıyor, Turkiye’nin Duzeni’ni yolluyor. Berber Nonoş’un prömiyer’ine gidecek bu gece.
69-07-17. Ağaoğlu Yayınevine senedini ödeyememiş ve protesto olmuş. Avukatlık ücretiyle birlikte 2400 lira borcu var. Bu, yanlış da olabilir, tam anlayamadım. [05-34]
70. TDK odulunu Cicu adli oyunuyla kazandi. [Ankara Devlet Tiyatrosu, Azizname]
70-01-03. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
70-02-16. Istanbul’dan Klaus’a bir mektup yazıyor. Marie-Louise’e Ingilizce bir mektup yazıyor.
70-06-01. Feneryolu’ndan Klaus’a bir mektup yazıyor. Depresyondan, tembellik ve uyku halinden sozediyor. Kaninda seker bulunmus. Bir kriz gecirmis, kalp sanmis, ama seker cikmis. Birbucuk aydir diyetteymis, 11 kilo zayıflamis. Ankara’ya gidecek o gün. “Marie-Louise, evlendigime pek sasmis, kiminle evlendigimi soruyor. Yine eski karimla evlendim. Ne yapayım? Cocuklar icin boyle yapmam gerekiyordu.”
70-06-02. Ankara’da. Televizyon’da bir acikoturuma katılacak. [Klaus]
70-06-15. Istanbul’dan Paris’e, Ali Nesin’e yazıyor.
70-06-26. Istanbul’dan Paris’e, Ali Nesin’e yazıyor. 29 Haziran’da annem ve Ahmet’le Bayramoğlu’na gideceklermiş. Orada bir hafta kalıp 5 Temmuz günü Istanbul’a dönmeyi tasarlıyorlar, ama planı değiştirip 20 Temmuz’da dönecekler.
70-06-29. Ahmet, annem ve babam Bayramoğlu’na gidecekler (Ali’ye mektup) . Ben Paris’teyim. Ateş askerde. 5 Temmuz’da dönmeyi tasarlıyorlar ama 20 Temmuz’a değin uzayacak tatil. Haftasonları Feneryolu’na geliyor.
Bana bu tarihte Paris’e bir mektup yazıyor.
70-07-05. Bugün Akşehir’e gidecek, 10 Temmuz’da Akşehir’den dönecek. (Ali’ye mektup) Gidip gitmediğinden emin değilim. Bayramoğlu tatili uzuyor.
70-07-10. Akşehir’den Istanbul’a bu tarihte dönmeli. (Ali’ye mektuptan)
70-07-13. Bayramoğlu’ndan Feneryolu’na geliyor ve bana bir mektup yazıyor. Benden bir mektup alıyor. Bayramoğlu’nda toplam 18 gün kalacaklar.
70-07-25. Istanbul’dan bana Paris’e bir mektup yazıyor.
70-07-08. Istanbul’dan Paris’e, bana kısa bir mektup yazıyor.
70-08-05. Mme Cuvillier ile birlikte Istanbul’a varıyoruz. Bizi karşılamaya geliyorlar. İstanbul’da günaşırı su olduğunu o zaman öğreniyorum.
70-10-18. Klaus’a bir mektup yazıyor. Perhize devam ediyormuş.
70-12-04. Feneryolu’nda Bir Sürgünün Anılarının bilmemkaçıncı baskısının son bölümünü, “Antidemokratik Bir Karar” bölümünü yazıyor.
70-12-21. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor.
70-12-28. Mum Hala’ya girebilecek notlar yazıyor. Annemle birlikte. İki ev arasında mekik dokuyor. Annemin kıskançlıkları...
70-12-29. Mum Hala’ya girebilecek notlar yazıyor. Annemle birlikte. İki ev arasında mekik dokuyor.
71-01-27. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. Gözlerinde yuksek tansiyon var. Ateş Perugia’ya gitmis, Ahmet’le ben durmadan kavga ediyormuşuz. Oya ikinci kocasından ayrılmak üzereymiş.
71-03-12. 12 Mart darbesi
71-05-10. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. Istanbul’da ve 11 ilde sıkıyönetim var. Göz tansiyonu normale inmiş
71-05-24. Maltepe’de Zırhlı Tugay kışlasında tutuklu, boş bir Amerikan barakasında, tek başına, yanında kalem kağıt yok. İbiş’i kurguluyor. Daha sonra kalem kagıt veriliyor ve İbiş’i yazmaya başlıyor. Dört gün sonra bırakılacak [İbiş dosyası]
71-10-21. Zat-ı Devletleri İbiş Hazretini Perşembe sabahı saat 3,30’da bitirir. [İbiş Dosyası]
72-04-00. Nisan sonlarına doğru Ömer Asım Aksoy’a iki kitabını yolluyor. Biri İnsanlar Uyanıyor. [M185]
72-04-27. Perşembe günü Noter huzurunda Vakf’ı kuruyor. Orhan Apaydın da orada.
72-08-19. Ören yakınlarındaki Karaağaç köyüne giderek savaşa katılmış yaşlıları dinliyor. (Ali’ye mektuplardan)
72-08-20. Ören’den yazıyor bana. Biriki gece önce beni kovmuştu Ören’den. Göz aşrısından şikayetçi. Bir oyun yazıyor.
72-09-08. Cuma. Saat 21,15’te Feneryolu’ndaki Küçük Ev’de, Yeni Ortam gazetesinde tefrika edilmek üzere, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in ikinci cildine başlıyor.
72-09-14. Bir kartonun arkasına, “Büyük kompozitörleri dinlediğim, bir de büyük sirk ustalarını - her türlüsünü - seyrettiğim zaman, kendi yaptığım iş gözümde küçülüyor.
72-11-13. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. On gündür hasta, grip olmuş. Klaus’un bir yazısını Cumhuriyet’e yada Milliyet’e verecek, “Yeni Ortam’ın okur sayısı azdır” diyor. Klaus Tut Elimden Rovni’yi cevirmis. Ahmet’le Ates’ten iyi haberler var diyor. Ahmet Ingiltere’de, Ates Italya’da.
72-12-12. Klaus’a bir mektup yazıyor. “On gun once Ankara’dan Süreyya Faruk! i geldi. Bir gun bizde kaldi. Aksam yemeginden sonra onu yine Ankara’ya ugurladik.” “Buyuk oglum Ates en sonunda Bologna universite’sine girebildi. Hem de giris sinavinda birincilik kazanmis. Iste buna cok sevindim. Ahmet’ten de cok iyi haberler almaktayız. Ali’yi de yazin Fransa’da bir okula gonderebilirsem daha da cok sevinecegim.”
73-01-08. Darüşafaka’nın 100. yılını kutlama törenine değgin önerilerini yazıyor Darüşafaka’ya. Bir belgesel film yapılsın diyor. 05-34
73-03-02. Klaus’a bir mektup yazıyor. Ustura’yi birakmis.
73-03-14. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Meral bir hafta sonra Ingiltere’ye Ahmet’i gormeye gidiyor”. Dunya Genclik Festivali’ne bir yazi yazmis, Klaus’a Almanca’ya cevirmesi icin yollamis.
73-03-18. “18 Mart’ta Meral oğlumuz Ahmet’i görmek için Ingiltere’ye gidiyor. Ahmet’le bir ay orda kalacaklar. Ahmet’in somestir tatili var. Meral ordan Paris’e gidecek, orda da bir hafta kalıp Istanbul’a donecek.” Yazin Oren’e gideceklermiş. Klaus’a yazdığı mektuptan olabilir bu bilgi.
73-03-28. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
73-09-04/09. Alma Ata’da (Kazakistan) Asya-Afrika Yazarlar Birligi’nin 5. toplantısı yapiliyor. Galiba oraya gidiyor. [57-01]
73-09-09. Ahmet İngiltere’ye gidiyor. (Bana mektubundan)
73-09-10. Feneryolu’ndan, küçük evden, sabah erken saatlerde bana Lausanne’a yazıyor. Bugün Istanbul’a inecek. Bana ayakkabı ve şort alıp postalayacak.
73-09-11. Feneryolu’ndan bana Lausanne’a yazıyor. Gece. Mehmet’le Murat birkaç gece önce sünnet olmuşlar. Babam Mehmet’e bir bisiklet almış. Elinde Birinci Dünya Savaşına değgin bir iş var.
73-09-14. Uçak postasıyla bana bir paket yolluyor.
73-09-16. İtalyanca öğrenmem için bir mektup yazıyor.
73-09-20. Bana bir mektup yazıyor, kitap postalayacak.
73-09-21. Bana kitap postalayacak.
73-09-25. Bu tarihlerde Harvey Broadbentie bir mektup yazmış, mektup yerine 29 Eylül’de varıyor.
73-09-27. Ateş uçakla İyalya’ya gidiyor. Yolcu ediyorlar. (Ali’ye mektuptan)
73-09-28. Bana Istanbul’dan bir mektup yazıyor.
73-10-01. Bana ayakkabı postalayacak. Okuluma Madrit gezisi konusunda bir mektup yazacak. Ahmet sorun yaratıyor.
73-10-16. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor.
73-10-21. Tatlı Betüş Barış gazetesinde tefrika ediliyor. Tefrika en az 4 Ocak 1974’e degin surecek. [37-04]
73-11-04. Gagra’da.
73-11-06. Gagra, Yazarlar Dinlenme Evi. BGBG-C.12. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in sekiz cildini adlandırıyor.
73-12-01. Güngör Dilmen’le, saat 16’da, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasının bir konserine gidiyorlar. Şef Cemal Reşit Rey, Solistler: Suna Kan (keman) , Gülay Uğurata (piyano) . Cemal Reşit Reyin kendi besteleri. Birinci bölüm: Ellinci Yıla Giriş ve Keman ve Yaylı Sazlar için Andante ve Allegro. İkinci bölüm: Bir İstanbul Şarkısı Üzerine Senfonik Varyasyonlar. İkinci bölümü çok sevmiş. [programın üstüne yazmış]
74. TYS kuruluyor.
Asya-Afrika Yazarlar Birligi’nin Lotus odulunu kazandi. Bu odulu alamak icin Filipinler’in baskenti Manila’ya gitti.
74-01-26. Harvey Broadbent’e yazıyor.
74-03-18/74-04-08. Olay’a yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
74-05-07. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. Glokomundan sozediyor. Goz tansiyonu 40’a cikmis. Ahmet geri donmus.
74-05-08/74-05-22. Akbaba’ya yazıyor. Ne zaman başlamış, ne zaman bitirmiş? (Az Gittik Uz Gittik, 5. basım) .
75-01-29. Filipinler’de, Manila’da, Asya-Afrika Birligi’nin LOTUS odulunu alıyor. Manila’da bir hafta kaliyor. Sonra bir gece Hong-Kong’da, bir gece de Tehran’da kaliyor. [Klaus, 8 Mart 75]
75-03-08. Yugoslavya’da Yugoslav yazarları 60. dogumgununu kutluyorlar. [Klaus]
75-04-03. Bulgaristan’da uluslararasi mizah sempozyumuna katilmaya gidiyor. Ordan Yugoslavya’ya gidiyor (15 Nisan) , Gol Kralı’nin galasinda bulunuyor. Bu geziler tam bir ay suruyor. [Klaus, 11 Temmuz ve 8 Mart 1975]
75-07-01. Bu tarihler’de Nasrettin Hoca senlikleri icin Aksehir’e gitmis. 9 Temmuz’da Istanbul’a donuyor. [Klaus, 11 Temmuz 1975]
75-07-11. Klaus’a Feneryolu’ndan bir mektup yazıyor.
75-07-12. Feneryolu’nda Yazıt şiirini yazıyor [Sondan Başa]
75-07-23. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Meral, yarin Ahmet ve Isvecli bir kadin misafirimizle Oren’e gidiyor. Ben yazliga gidemiyorum.
75-08-00. Yunanistan’a gitmiş olabilir. [David Tonge’un mektubundan].
75-10-02. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Pazartesi Sali gunleri evde, obur gunler Vakıf’ta. Ahmet’le Annem yazi Oren’de gecirmisler. Ben Ingiltere’ye gitmisim. Ates de Italya’da.
75-12-20. Altmışında şiirini yazıyor [Sondan Başa]
76. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in ikinci cildine başladı. Yeni Ortam’da yayımlanmaya başlandı ama yarıda kesildi. İkinci cildini yazdı ve yayımladı (BGBG-III, ilk sayfalar)
Cikan kitaplar: Borclu Olduklarimiz, Seyyahatname (Duyduk Duymadik demeyin) , Surname, Pirtlatan Bal, Boyle Gelmis Boyle Gitmez, Turkiye Sarkisi (Nazim Hikmet’in hayati) “basiliyor” diye not dusmus, 5 Kisa Oyun, Karagoz’un Kaptanligi
76-02-13. Annem Klaus’a yazıyor. 16 Subat gunu Munih’e gidiyorlarmis. “Ahmet’le ben, bir de arkadasi ve annesi”. 18 subat’ta Munihte olacaklarmis. Tren garda az kalacakmis... Ama garda gorusememisler [Aziz Nesin’in Klaus’a 9 Mart 1976 tarihli mektubundan].
76-03-09. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Meral Ahmet’i Ingiltere’ye bir dil kursuna goturdu. [...] Meral Ingiltere’den Isvicre’ye geldi, orda Ali’yi gordu ve Turkiye’ye dondu.”
Irak’a gidiyor. Bagdat’ta Asya-Afrika Yazarlar Birliği Yurutme Kurulu toplantisi var. Irak’ta iki hafta kalacak. [Klaus]
76-04-08. Klaus’a Istanbul’dan bir mektup yazıyor. “Ahmet bir dil okuluna yerleşti.” “Vakf’ın ikinci yapısı daha bitmedi. Cunku cimento bulamiyoruz. Cimento karaborsada. Torbasi 6 liraydi, simdi 50 lira oldu, ama yine de bulunamiyor. [...] Vakıf icin bir arazi daha satn aldim. Bu araziye 460 bin lira verdim.”
76-06-21. Moskova’dan Klaus’a yazıyor. Daha once Leningrad’a ve Baku’ya gitmis. “Bugun Sovyet yazarlarinin 6. kongresi basliyor. Kongre’de bulunduktan sonra Ali’yi gormek icin Isvicre’ye, sonra da buyuk oglum Ates’i gormek icin Italya’ya gececegim”.
76-06-30. Moskova’dan ayriliyor. Isvicre’ye ve Italya’ya ogullarini gormeye gidecek [Klaus, 21 haziran 76]
76-07-12. Beşiktaş’ta Kuleli Askeri Lisesi fizik hocasından imzalı bir resmini alıyor. Bu resim 05-34’teydi, müzelik dosyasına koydum.
76-08-13. Vakıf’ta Gülüp Ağlayan Meşe Ağacı şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
76-08-29. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Vakf’in kucuk yapisi (sanirim uzun zamandanberi) bitmis. Buyuk yapi kolay kolay bitecek gibi degil.
76-09-10. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Annemin arabasina yedek parca istiyor, tam 44 tane! Arabaya cok para harcanmis...
76-11-25. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. “Van’da cok buyuk deprem oldu. Olu sayısini tam bildirmiyorlar. Galiba 10 bin olu var. Iki gundur buyuzden cok canim sıkılıyor. Doguyu sen biliyorsun, felaket... Kar yagiyor, isi eksi onbes...”
77-01-09. Istanbul’dan Klaus’a yazyor. Subat basinda “galiba” annemle Avusturya Yazarlar Birligi’nin davetlisi olarak Viyana’ya gidecekler. Galiba gitmeyecekler.
77-01-20. Bu tarihlerde Nazım’ın 75. doğum yılı nedeniyle TYS olarak etkinlikler hazırlıyorlar. Nazım adına ödüller koymak, Nazım Hikmet Enstitüsü kurmak, mezarının yurda getirilmesi, anma toplantıları düzenlenmesi. Anma toplantılarına Aragon, Guillen, Simonof, Arif Melikof, Yves Montand çağrılacakmış. Toplantılar bu tarihten sonra. [Politika, 24 Ocak 1977. Nazım dosyası].
77-01-22. Nazım’ı anma toplantısı, İstanbul’da Spor ve Sergi Sarayında, 7000 kişi katılıyor. Açış konuşmasını yapıyor. [Cumhuriyet, 23 Ocak 1977]
77-01-26. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor.
77-02-05. Klaus’a Istanbul’dan yazıyor. Munih’te havaalaninda bulusacaklar. Galiba Berlin’e gidecekmis once, sonra planini degistirmis. Dr. Ingeborg Drewitz, Erster Kongress Europ Schriftstellerorganizationen cagirmis. 10 Subat’a bak.
77-02-10. Almanya’ya Munih’e ucuyor. Sabah saat 8,20’de hareket edecek, saat 10,50’de Munih’te olacak. Klaus karsilamaya gelecek. Munih’ten Panam’a binerek Berlin’e gidecek. Berlin’de Stadt Hamburg otelinde kalacaklar. Toplanti Berlin Kongre Sarayı’nda yapilacak.
Dr. Ingeborg Drewitz, Erster Kongress Europ Schriftstellerorganizationen cagirmis. [Klaus, 26 Ocak ve 5 Subat 1977]
77-02-13. Panam’la Berlin’den Frankfurt’a, ordan da Lufthansa’yla Istanbul’a ucacak. [Klaus, 26 Ocak 1977]
77-03-26. TYS’nin toplantisi var. Klaus’a 24 Mart 1977 tarihli mektubundan: “Iki gun sonra da bizim Yazarlar Sendikasi’nin kongresi var. Bu kongrede, baskanliktan cekilecegim. Cekilebilirsem kendi islerime egilebilirim. Yoksa bu sendika cok zamanimi aliyor.”
77-04-15? Bu tarihlerde, Bulgaristan’in Gabrova kentine ve Sofya’ya gidiyor. Uluslararasi Hitar-Petar odulunu aliyor. Bulgaristan’da onbes gun kadar kaliyor. [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-05-00. Sofya’da Dünya Yazarlar Barış Toplantısı’nda [foto].
77-05-06. 05-09 nolu dosyada bulunan Marc Aldonov’un Hainler Krali Azev’e onsoz yazıyor.
77-06-05. Bu tarihte Bulgaristan’a gidecek. Sofya’da Dunya Yazarlari Baris Kongresi var. O tarihte Turkiye’de secim var. Oy kullanacak! [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-06-15. Bulgaristan’dan Turkiye’ye donecek [Klaus, 31 Mayıs 1977]
77-07-22. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
77-07-31. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor: “Sizden ayrildiktan az sonra Meral’le birlikte Avusturya Yazarlar Birligi’nin cagrilisi olarak Viyana’ya, ordan da Salzburg’a gittik. [...] Pazar gunu Salzburg’daydik.
77-08-25. Klaus’a yazıyor. Galiba vakif’tan.
77-09-05. Klaus’a 25 Agsts 1977 tarihli mektubundan: “5 Eylul gunu saat 12,30’da Bayan Henni Mathes’le gorusmek uzere Sheraton oteline gidecegim.”
77-09-23. Klaus’a Vakıf’tan yazıyor. Evden vakf’a geliyor. Annem Oren’de.
77-10-11. Oğuz Akkan’ın isteğiyle kitapçılığa nasıl başladığını anlatıyor. Güzel bir yazı. Kimbilir nerde yayımlandı? [1946-50] dosyasında.
77-11-30. Klaus’a Vakıf’tan yazıyor.
78-01-02. Sovyetler’de bir yerde konuşma veriyor olabilir [foto].
78-01-06. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-03-00. Ecevit’e “Edebiyat Seferleri”nin desteklenmesi konusunda TYS baskani olarak bir mektup yazıyor. Yardim reddediliyor. [Ismail Besikci’nin kitabi]
78-03-08/09. Floransa’da Avrupa Yazarlar Sendikasi’nin 2. Kongresine katiliyor galiba. [35-04]
78-03-12. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-04-00. Nisan’in ilk haftasinda Tacikistan’a gidecegini soyluyor. [Klaus, 12 Mart 1978] Gitmis de. Onbes gun icin Sovyetler’e gitmis. Once Moskova’ya, sonra Tacikistan’in baskenti Duşembe’ye. Sadrettin Ayn! i adlı bir yazarın 100. dogum yildonumu jubilesinde bulunmus. [Klaus, 21 Mayıs 1978]
78-04-06. Vakıf’ta Çok Özlemişim Kendimi şiirini yazıyor. [Sıvas Acısı]
İzmir’de bir konuşma veriyor [foto].
78-05-00. Mayıs’in ilk haftasinda Italya’ya gidecegini soyluyor. [Klaus, 12 Mart 1978]
78-05-04? Avrupa Yazarlar Orgutu’nun ikinci kongresi icin Floransa’ya gidiyor. Gezi on gun suruyor. Ates cevirmenligini yapiyor. [Klaus, 21 Mayıs 1978]
78-05-21. Istanbul’dan Klaus’a yazıyor. Tek Yol romanini bitirmis. Feneryolu’ndaki evde dort gundenberi yalniz ve burnu kaniyor, galiba tansiyondan. Bugun saat 17’ye kadar yataktan cikmiyor.
Sabri Tebrizi’ye yazıyor.
78-06-10. TYS 5. yıldönümü basın toplantısı [foto].
78-07-01/08. Antalya XV. Uluslararası Sanat Şenliği’nde. [35-02]
78-07-05? Antalya’ya bir festivale gidiyor. [Klaus, 20 Temmuz 1978]
78-07-20. Klaus’a yazıyor. Tek Yol Hurriyet’te tefrika edilmis. Turkiye’de Genelevler ve Genel Kadinlar adli bir inceleme-roportaj hazirlamak uzere.
78-07-27/28. Vakıf’ta Dahaca Yazılmamış Bir Romanın Şiiri şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
78-08-16. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
78-08-18? Izmir fuarinda TYS icin kitap imzaliyor.
78-08-30. Klaus’a Vakıf’tan yazıyor.
78-09-26. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
78-10-00. Ekim ortasinda Kerim Korcan’la birlikte Almanya’ya gidecegini soyluyor. Kitabevi olan bir Turk cagirmis. Onbes gun kalacakmis. Berlin, Munih ve Hamburg. [Klaus, 16 Agsts 1978]
78-10-17. Sovyetler’de. Yuri Verçenko, Vitali Ozerov ve Oleg Şestinski’yle bir fotoğrafı var.
78-10-06. Moskova’ya gidecek. Ordan Taskent’e. Sonta Moskova’ya geri donecek. 17 Ekim’de Frankfurt kitap fuarina. Birkac gun sonra Duisburg’a. 2 Kasim gunu Turkiye’ye donecek. [Klaus, 30 Agsts, 26 Eylul 1978]
78-10-11. Taşkent’te. Azad ve Adil Yakup’la bir fotoğrafı var.
78-10-12. Taşkent’te. İlbek Musayef, İrgeş Kerimoğlu ve Hasan Yoldaşoğlu’yla fotoğrafları var.
78-10-17. Moskova’dan Frankfurt kitap fuarina gidecek Kerim Korcan’la birlikte. Birkac gun sonra Duisburg’a. 2 Kasim gunu Turkiye’ye donecek. [Klaus, 30 Agsts, 17 Eylul 1978] Ama bu arada Paris’e gelip beni gorecekmis. Galiba, ben gidip kendisini gorecegim.
78-10-24. Duisburg’da Zenaat şiirini yazıyor [Sondan Başa]
78-11-02. Almanya’dan Turkiye’ye donuyor.
TYS’de bir sohbet toplantisi. Ismail Besikci, Tahsin Sarac, Aziz Nesin ve baskalari Turk sorunu konusunda tartisiyorlar. Besikci TYS’yi Kemalistlikle sucluyor. [Ismail Besikci’nin Bir Aydin... kitabı]
79. Sofya’ya II. Dünya Yazarlar Barış Toplantısı’na gidiyor.
Arnavutluk’a gidiyor.
79-01-12/13. Vakıf’ta Seçim şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala] Vakıf’ta Kapılar Açık Kalsın şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
79-01-31/02-01. Büyük bir olasılıkla Ankara’da, Tahsin Saraçlar’da ve bişeye kızmış belli ki. BGBG-A.2’ye bak. “Korku. Nasıl olsa söylenmez, yazılmaz diye namussuzluklar. Hepsini yazacağım. Zor olacak benim için. V! al! a - Mehmet Ali Cimcoz olayı - Müzehher, daha neler yazacağım. Mahmut Dikerdem namussuzluğu. Orhan Apaydın açığı kayada. [? ]
79-01-31/2. Bu bir hödrü meydan, meydan okuması değil. Başkaları pis, ben temizim olması değil. Bu dönem anlaşılsın, tutanak yazanak” diye yazmış.
79-03-29. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
79-03-31/79-04-01. TYS’nin Istanbul’da Gazeteciler Cemiyeti’nin toplanti salonunda 4. Olagan Kongresi yapiliyor.
“Benim yasayışım bir felaket oldu. Ustume cok yuk aldim, tasiyamiyorum, altinda eziliyorum. Iki gun sonra TYS’nin kongresi var. Sendikanin baskanligini ustumden atabilirsem, biraz zaman kazanabilecegim. [Klaus, 29 Mart 1979]
79-03-31. TYS kongresinde konuşma yapıyor.
79-04-01. TYS’de Aziz Nesin konusuyor [Besikci’nin kitabi]
79-04-02. Bogazici universitesinde konferans var. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-03. Çatalca’ya gelecek. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-04. Ankara’ya gidecek [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-05/79-04-06. Ankara’da Kultur yuksek Kurulu’na katilacak. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-08. Ankara’dan Istanbul’a donecek [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-09. Çatalca’ya gidecek [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-10. Arnavutluk’a gidiyor. Ucakla, Istanbul-Belgrad-Tiran... 15 gun kalacak. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-26. Ataturk Kitapliginda konferans. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-04-27. Ankara’ya gidecek.
79-04-28. Turk Dil Kurultayı’nda konferansi var. [Klaus, 29-Mart-1979]
79-05-22/24. AKM’de birinci Balkan Ülkeleri Yazar Örgütleri toplantısına katılıyor. (Demirtaş Ceyhun’un kitabı)
79-06-10? Sofya’da Uluslararası Yazarlar Baris kongresi’nde. [Klaus, 20 Haz. 79]
79-06-20. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
79-06-22. Moskova’ya gidiyor. [Klaus, 20 Haz. 1979] Ordan Angola’nin baskenti Luanda’ya gidecek. Temmuz ortasinda Turkiye’ye donecek. Agustas’ta bir hafta Izmir Fuari’ndaki kitap sergisine gidecek bir haftaligina.
79-07-31. Vakıf’ta Kutsal Şölen şiirini yazıyor [Sondan Başa].
79-09-19. Çarşamba. İzmir’de Ömer Faruk Toprak için yapılan anma toplantısına katılıyor. Füruzan Toprak, Demirtaş Ceyhun ve Hikmet Çetinkaya’yla çekilmiş bir fotoğrafı var.
79-10-26/28. Antalya’da Çocuk Yayınları Seminerine katılıyor.
79-10-29. Yüksek Kültür Kurulu’nda, Yaşar Nabi’ye ödül veriliyor. Aziz Nesin de orada.
79-11-02. Klaus’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Annem de Vakıf’ta, Kurban Bayrami. “Ocak ayı sonunda Meral’le birlikte Prag’a gidecegiz, orda 15 gun kalacagiz. Meral turkiye’ye donecek, ben de ordan Almanya’ya gelecegim. Sanirim bir yada iki ay Almanya’da kalacagim”
79-12-06. Mehmet Cemil Uğurlu’ya bir mektupla doğa, sanat, bilim ve tıp kavramlarına ilişkin “özsöz”lerini yolluyor. Abece dergisinin Mayıs 1990 tarihli sayısına bak.
79-12-27. Vakıf’ta Yüzün şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
79-12-31. Yilbasini Vakıf’ta tek basina geciriyor, raki iciyor. [Klaus, 2 Ocak 1980]
80-01-02. Klaus’a yazıyor, Vakıf’tan. Bir haftadır Vakıf’ta. 20 Subat’ta Almanya’ya gitmek istiyor, Ulm Halk Yuksek Okulu’nun daveti uzerine. Sonra Prag’a gitmek niyetinde.80-01-28. Çatalca’da Daha Ne ve İnsanca şiirlerini yazıyor. [Sondan Başa]
80-01-31. Şakir Balkı’yla Oral Basım ziyaretine geliyor. Vakıf’ta olabilir, belki de Oralplerin evinde. “İzmit’teki eczacı Oralp Basım’la Cumartesi günü (31 Ocak 980) geldiler. Bana ‘Aç Ayı Oynamaz’ adlı kitabını getirmiş. Okumam için çok üsteledi.” Bu tarih 1981 de olabilir, çünkü eleştiriyi 5 Şubat 1981’de yapmış. OK.2-3-4
80-02-00? Almanya, Cekoslovakya ve Romanya gezileri... İkibuçuk ay sürüyor. Romanya’da hiç çalışmadan 15 gün dinlenmiş. [Klaus, 19 Mayıs 1980]
80-02-04. Vakıf’ta Sunu şiirine başlıyor. [Sıvas Acısı]
80-02-20. Ulm Halk Yuksek Okulu’nun davetlisi olarak Almanya’ya gidecek. Sonra Prag’a gidecek [Klaus, 2 Ocak 1980]
80-02-23. Bir yerde kitaplarını imzalıyor [foto].
80-03-07. Hamburg’da Onun Kentinde şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
80-05-19. Klaus’a yazıyor.
80-06-06. Yunanistan’a gidiyor. Iki gun Atina’da, alti gün Selanik’te olmak uzere sekiz gun kaliyor. Baris toplantisi ve konusmalar yapmak icin [Klaus, 20 Haz. 1980]
80-06-17. Vakıf’ta, saat 03,20’de Dünya Zengini şiirini yazıyor [Sondan Başa]
80-06-20. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
80-06-30. Vakıf’ta Ödenemeyen şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-08-09. Vakıf’ta Ve Hüve şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-08-25. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. Almanya yazilarini birakiyor. Benim Delilerim’i yazıyor. Ben Manuela’yla Vakıf’taymisim. Ates de Turkiye’deymis. “Berlin’de Turk Edebiyati semineri yapilacak, bir hafta surecek. Turkiye’den on Turk yazari katilacak. Almanya’daki Turk yazarlari da seminere gelecek ve Turkologlar da...”
80-08-27. Moskova’ya ucuyor. Ordan Ulan-Batur’a (Mongolistan) gidecek. 12-14 Eylul’de Marsilya’da Akdeniz dialogu toplantisina katilacak. Sonra Sofya’ya Dunya Yazarlar Baris Kongresine katilacak. [Klaus, 25 Agustos 1980] Biz Fransa’da gorusecegiz. Squatt’ta bende kalacak. Marsilya’da cevirmenlik yapmak istemeyecegim. 12 Eylul’de Bulgaristan’da olacak.
80-09-06. Ulan-Batur’da, saat 10,45’te İyimser şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
80-09-12. 12 Eylül darbesi. Mongolistan, Fransa ve Bulgaristan gezilerinden donuyor. Darbe babam Sofya’dayken oluyor. Ates’i askerler tutukluyorlar.
80-09-19. Paris’te, saat 03,10’da squatt’ta Şöyle Bir Bakınca Geriye şiirini yazıyor. Acaba zenciyle kavga ettiğim gece miydi? O gece olmalı.
80-09-23. Sofya’da [foto]
80-10-06. Sofya’da Park Otelinde Yazılarda şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
80-10-13. Sofya’da Yaşlı Adama Ninni şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-11-14. Klaus’a yazıyor.
80-11-15. Vakıf’ta Son Tanıklarım şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
80-12-10. Klaus’a bu tarihte Berlin’de olacagini yazıyor, ama gidebileceginden kuskuluyum. [Klaus, 14 Kasım 1980] Bir hafta sonra gidiyor.
80-12-15/17. Berlin’de. Tezer Özlü de orda.
Çok şaşılası bir benzerlik ki, Berlin’de (15-17 Aralık 980) “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı kitabı okuyunca, yazarı Tezer’e şunu sormak istemiştim: [...]
81-01-02/03. Neus’ta Ölmüş Bir Dost şiirini (Ekber Babayef üzerine) yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-01-31. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. “Turkiye’ye doneli uc hafta oldu, hep Vakıf’tayım”.
81-02-01. Pazar. Vakıf’ta. Saat 9:30’da Salim Şengil’in Es Be Süleyman Es adlı yapıtına eleştiri yazıyor. OK.12
81-02-02. Tezer Özlü’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı kitabına eleştiri yazıyor. OK.6-10
81-02-03. Vakıf’ta Kısırdöngü şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-02-05. Şakir Balkı’nın Aç Ayı Oynamaz’ı hakkında Okuduğum Kitaplara yazıyor. OK.1-2-3.
81-02-22. Klaus’a galiba Çatalca’dan yazıyor.
81-03-08. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-05-08. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-05-29. Vakıf’ta Son İstek şiirini yazıyor [Sondan Başa].
81-06-09. Semiramis’e bir mektup yazıyor. [01-10]
81-07-01. Moskova’da Boşuna şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
81-07-11. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-07-25. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
Vakıf’ta Donuk Sevi şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
81-09-04. Melihat Togar’a mektup yazıyor.
81-09-15. Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor.
81-09-29. Vakıf’ta Benim Meryem’im şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
81-10-08. Vakıf’ta Bir Yaşam şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
81-10-29. Vakıf’ta Anıt şiirini yazıyor [Sondan Başa]
81-11-11. Taksim’de Elişi Kağıdı şiirini bitiriyor. 1953’te başlamıştı. [Sıvas Acısı]
81-11-13. Taksim’de Herkesin Masalı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
81-12-10. Vakıf’ta Bir Başka Türlü Sevmek şiirine başlıyor [Sıvas Acısı]
82-01-20. Klaus’a yazıyor.
82-02-05. Nesin Vakfı’nda o güzel “G! uşe” yazısına başlıyor. O yazıyı kendisi de beğenmiş olacak ki, bir mektubunda Adnan Kahveci’ye okumasını önermiş. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 67) .
82-03-06 (82-06-03 de olabilir) . Bir yerde kitaplarını imzalıyor [foto]
82-04-03. Nesin Vakfı’nda Suçlanan ve Aklanan Yazılara Değgin Söyleşi yazısını yazıyor. [Suçlanan ve Aklanan Yazılar]
82-04-10. Cumartesi.; zmür’de Konak Kitabevinde kitaplarını imzalıyor [foto].
82-04-11. Vakıf’ta Gömü şiirini yazıyor [Sondan Başa]. Bu şiiri benim için yazdığını söylemişti.
82-04-18. Çatalca’dan, Vakıf’tan Klaus’a yazıyor.
82-05-01. Sınıf arkadaşlarıyla, Vakıf’ta olmalı [foto].
82-05-15. Şam’da saat 21’de Öpülen Karanfil şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-05-16. Şam’da Güzelleme şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-05-29. Vakıf’ta Mumlu Gece şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-06-10. Yeniğin Gizi şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-06-15? Klaus’a Haziran ortasinda Köln’de olacagini yazıyor. FDR Yazarlar Sendikasi uluslararasi bir toplanti duzenliyormus, dort gun surecekmis. Ama kendisi 1 hafta kalacakmis. [Klaus, 18 Nisan 1982]
82-07-05. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
82-07-27. Vakıf’ta Sana Adanmış Bir Gece şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-08-01. Vakıf’ta Bir Ah Çeksem şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-08-23. Vakıf’ta Sevinin İcadı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
82-09-03. Taksim’de Yaşanmamışlar şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
82-09-07. Klaus ve Sonja’yi ogullari Baris’in dogumundan oturu kutluyor.
82-10-10? Moskova’da hastalanmis. CCCR Cardiology Research Center’da 1 ay yatmis. Asagi yukari bu tarihte. 10 kasim 1982’ye de bak.
82-10-21. Saygon’da saat 03,00’te Yokluğundaki Sen şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-10-23. Phnom-Phen’de saat 05,22’de İbrişim şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-04. Moskova’da, Rossia Oteli’nin 12860 numaralı odasında Asl’Olan şiirini yazıyor [Sondan Başa].
82-11-10. Moskova’dan Istanbul’a donuyor. Vietnam’da onbes gun kalmisti. Saygon, Hanoi ve Kampucia baskenti Phnom Phen’e gitmis. Orda Asya-Afrika Yazarlar Birligi Yurutme Kurulu toplantisi varmis. Donuste Moskova’da hastalanmis. CCCR Cardiology Research Center’da 1 ay yatmis: Steno kardi, angina pektoris, kalp buyumesi, kalp damarlarindan birinin genislemesi, glokom, belkemiginde kireclenme, plo nefrit. Iki kucuk enfarktus gecirmis ama haberi bile olmamis. Istanbul’a donuste sikiyonetim savciliginca sorguya cekiliyor Baris Dernegi kurucularindan oldugu icin. Geziye cikmadan once de TYS icin sorguya cekiyorlar. [Klaus, 19 Aralik 1982]
82-11-13. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında saat 23,05’te Ölümle Birolmak şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-15. Cennetbahçesi’nde saat 11,10’da Zor Zaman şiirini yazıyor. [Sondan Başa] Ama bu doğru olamaz.
Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında saat 02,05’te Arasında şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-11-23. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezi’nin 506 numaralı odasında, saat 04,10’da Acılı Gecenin Bitiminde şiirini yazıyor [Sondan Başa].
82-11-26. Moskova Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezinin 506 numaralı odasında Söz şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
82-12-19. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
82-12-20. Ahmet evleniyor.
83. İnme iniyor.
83-01-04. Vakıf’ta Şiiri Yaşamak şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
83-01-09. Vakıf’tan Tahsin Saraç’a yazıyor. Aşık
83-01-30. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Haftada iki gun (Pazartesi ve perşembe) Haydarpaşa Göğüs Cerrahi Hastanesine denetim ve teste gidiyor. 15 seans sürecek. Kalp ameliyatının gerekip gerekmediği karar verilecek. ABD’ye gitmesi gerekilir. Bir kız arkadaşı var. TYS davası başladı. Barış davası daha başlamadı, salt sorguya çekildi.
83-02-03. TYS davasinin ikinci durusmasi.
83-02-13. Nesin Vakfı’nda Zamanımız Varken şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-02-16. Vakıf’tan Tahsin Saraç’a yazıyor.
83-02-22. Taksim’de Yok şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-03-18. Nışantaşı’nda, saat 04,00’te Dar Dünya şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-04-02. Vakıf’ta Ne Oldu şiirini sabaha karşı saat 03.34’te yazıyor. [Sıvas Acısı]
83-04-04. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Düşün Yayınevi konusunda.
83-04-05. Vakıf’tan Tahsin Saraç’a yazıyor.
83-04-06. Nışantaşı’nda Paramparça şiirine başlıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-04-14. Vakıf’ta saat 00,12’de Ayrı Dünyalar şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-04-29. Sabri Tebrizi’ye yazıyor.
83-05-10/11. Vakıf’ta Vakum Çekimi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
83-05-15. İzmir Kitap Haftası’nda [foto].
83-06-26. Antalya’da saat 17,05’te Günahlım şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
Gene Antalya’da Harnup’un Bağrındaki Çivi şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-07-13. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Düşün Yayınevi konusunda.
83-07-15. Vakıf’ta saat 04,35’te Coşumcular şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-07-18. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Pasaport vermediklerinden ABD’ye gidememis. Vakf’a daha cocuk alinmamis.
83-08-17. Vakıf’ta, saat 03,20’de Yakın şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-08-21. Vakıf’ta, saat 21’de Aldanış şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-08-22. Vakıf’ta saat 01,20’de Beklemek şiirini yazıyor. [Sondan Başa]
83-09-17. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Almanya anilarini yazmak uzere. Yazilmis bolumleri Klaus’a yolluyor yanlislarini duzeltmesi icin. Dusun Yayınevi icin kitap ariyor. Ahmet askerde, yayınevi isleriyle kendi ugrasiyor.
83-10-23. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Düşün Yayınevi konusunda.
83-11-26. Cumartesi. Inme iniyor. [Yuksel Pazarkaya’ya 22 Temm. 84 tarihli mektubundan ve Demirtaş Ceyhun’un kitabından]
83-11-28. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 23,22’de Sol El Konçertosu şiirini yazıyor [Sondan Başa]. El Yazısı şiir kitaba alınmış. Yazısı çok kötü, sol elle yazmış anlaşılan.
83-12-02. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 02,25’te Çelişki şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-03. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 00,40’ta Hepsi şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-04. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 23,15’te Bulgu şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-06. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 23,30’da Sanı şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-09. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 00,20’de Ağır Çekim şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-11. Çapa Nöroloji Kliniği’nde, saat 08,15’te Şiiri Yaşamak şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-14. Vakıf’ta Kendime Öğüt şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-19. Nışantaşı’nda saat 13,40’ta Hal şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-21. Nışantaşı’nda saat 06,10’da Gecelerimden Bir Gece şiirini yazıyor [Sondan Başa].
Nışantaşı’nda saat 04,20’de Dönüm şiirini yazıyor [Sondan Başa].
83-12-25. Nışantaşı’nda saat 20,40’ta Sen Söylemeden Biliyordum şiirine başlıyor [Sondan Başa].
84. Sondan Basa ve Benim Delilerim cikti. Kalpazanlik Bile Yapilamior ve Yetmis Yasim Merhaba da cikmis olabilir. [Klaus, 29 Ekim 1984]
84-01-02. Nışantaşı’nda saat 02,35’te Aşk Üzre şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-03. Nışantaşı’nda saat 06,42’de Aynanda Kalacaksın şiirini yazıyor [Sondan Başa].
Ankara’da Kısırdöngü şiirine devam ediyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala] Bu biraz kuşkulu, ertesi güne bak.
Çamlıca’da Tansık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
84-01-04. Nışantaşı’nda saat 01,15’te Tanık şiirini yazıyor [Sondan Başa].
Nışantaşı’nda saat 00,38’de Sen Söylemeden Biliyordum şiirini bitiriyor [Sondan Başa].
84-01-05. Nışantaşı’nda saat 07,20’de Bir Şiirin Yalanlaması şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-06. Sarmaşık şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-10. Nışantaşı’nda saat 02,20’de Susarak şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-11. Nışantaşı’nda saat 19’da Kendisi iiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-12. Nışantaşı’nda saat 15,18’de Sesindeki Güneş şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-13. Nışantaşı’nda saat 22,30’da Sevgilim Bulutlara Bakınca şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-18. Nışantaşı’nda saat 04,42’de Ölerek Olmak şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-01-20. Nışantaşı’nda Gölgeler Toplumu şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-02-24. İzmir’de, Karşıyaka’da Can Baş Üstüne şiirini yazıyor. [Sondan Başa].
84-03-11. Nışantaşı’nda “gecenin bir saatinde” Dünya Nüfusu şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-03-17. Nışantaşı’nda saat 23,09’da (Cumartesi) Çok İstemek şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-03-27/31. Bir yerde Aziz Nesin haftası yapılıyor.
84-04-14. Eskişehir’de [foto].
84-04-20. Vakıf’ta Uzaklardan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-04-21. Klaus’a yazıyor, Vakıf’tan. 24 yil once Oncu gazetesinde yazdigibir yazi yuzunden dava acildigini ve ABD’ye gitmesine izin verilmedigini soyluyor. Gonul islerinden sozediyor.
84-05-05. Nışantaşı’nda Büyümeyen Çocukluğuma Başlarken ve Büyümeyen Çocukluğum Biterken şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-05-15. Ankara’da “Dilekçe” davası. Aziz Nesin’in savunması bir broşür olarak basılmış. “Müzelik” dosyasında. Acaba bu savunma bir yerde çıktı mı?
84-05-17. Samsun’da. Arayış Fotoğraf Sergisi’ni ziyaret ediyor [foto]. Gece de 19 Mayıs Üniversitesi’nin Tiyatro Kulübünün sahneye koyduğu Adalet Ağaoğlu’nun Evcilik Oyunu’nu seyrediyor. [foto]
84-05-23. Nışantaşı’nda Pişmanlık şiirini yazıyor. Daha sonra bitirecek bu şiiri. Öykü Konuları dosyasından çıktı. Bunu “şiirler” dosyasına alacağım.
84-05-24. Nişantaşı’nda Şiirin Tam Zamanıdır şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-06-15. Nermin Streater’a mektup yazıyor.
84-07-06. John Norton’a yazıyor.
84-07-09. Salıncakta şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
84-07-22. Galiba Çatalca’dan, Yüksel Pazarkaya’ya bir mektup yazıyor.
84-08-15. Ankara’da bir duruşma olmuş. Gitmiş mi? (Melahat Togar’a yazdığı 28 Ağustos 84 tarihli mektuba bak) .
84-08-23. Vakıf’ta Gerekçe şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
84-08-28. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor.
84-08-29. Bir kitap için öğretmenlerle ilgili kendisinden bir yazı isteyen Zeki Sarıhan’a sert bir mektup yazıyor.
84-09-01. Melahat Togar’a 23-08-84 tarihinde 1 Eylül’de imza için İzmir’e gideceğini söylüyor.
84-10-13. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Yetmis Yasim Merhaba ve Kalpazanlik Bile Yapilamiyor cikmis.
84-10-29. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor.
84-10-29. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
84-11-19. Baris 2 davasi basliyor. Almanya yazilari daha cikmamis. Vakıf’ta 8 cocuk var.
84-11-28. Vakıf’ta “gecenin bir zamanı”nda, Yüreğimin Adresi şiirini yazıyor [Sondan Başa].
84-12-03. Şen Tiyatrosu’nda dogumgunu kutlaniyor. 5 saat suruyor kutlama. Server Tanilli olumunden sonra butun kitaplarini ve telif haklarini Nesin Vakf’ına biraktigini aciklayan bir mektup yazmis. [Klaus, 13 Aralik 1984]
84-12-13. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85. Hotel Etap Marmara’da Aşkım Dinimdir öyküsünü yazmaya başlıyor. (Aşkım Dinimdir) .
85-01-06. Ankara’da AST’ta bir dogumgunu gecesi daha yapilacak. [Klaus, 13 Aralik 1984]
85-01-17. Vakıf’ta Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-01-22. Nışantaşı’nda O Uzaktaki şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-01-29. Nesin Vakfı’nda Şimdi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-01-13. Nesin Vakfı’nda Bir Varım Bir Yokum şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-20. Nışantaşı’nda Sabırsız şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-22. Nışantaşı’nda Benimle şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-02-25. Nışantaşı’nda Böbür şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-03-03. A. Kadir’in cenazesinde Zamansızlık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-03-21. Nışantaşı’nda Konser şiirini yazıyor. [Sıvas Acısı]
85-04-30. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85-05-01. Vakıf’ta 1 Mayıs toplantısı. (Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubundan) .
85-05-09. Vakıf’tan Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. İki haftadır Vakıf’ta olduğunu söylüyor.
85-05-18. Kirilik harfleriyle yazılmış bir berat alıyor. Beratın üstünde “Indulgencia” yazıyor kiril alfabesiyle.
85-05-18. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda İstanbul’a gideceğini söylüyor.
85-05-19. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda SODEP’in Gençlik Toplantısında konuşacağını söylüyor.
85-05-21. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda bir tiyatro toplantısından sözediyor.
85-05-23. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda Samsun’a gidip 4 gün kalacağından sözediyor.
85-05-28. Melahat Togar’a 9 Mayıs 1985 tarihli mektubunda bu tarihte Çatalca’da olacağını söylüyor.
85-06-05. Cennet Bahçesi’nde Bir Yaz Öğlesinde şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-06-18. Taksim’de Kurtulamam şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-06-19. John Norton’a yazıyor. Ben Türkiye’deyim. Vakıf’ta on çocuk var.
85-06-20. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. O sıralarda Ahmet terhis olmuş. Ben, Manuela ve Aslı gelmişiz. O sırada Ahmet’in evindeymişiz. O gece bir konuğu gelmiş, “unutulmaz bir gece” geçirmişler.
85-06-21. Sabah 05,27’de Melahat Togar’a yazmaya başladığı mektubu sürdürüyor.
85-06-29. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
85-07-00. Dilekce davasinda savunmasini yapiyor. Savunmaya yayın yasagi getiriliyor. [Klaus, 18 Temmuz 1985]
85-07-05. Ankara’da Aydinlar Dilekcesi davasi var. Savunmasini yapacak. [Klaus, 29 Haz. 85] Marijana adli bir kadından sozediyor: “Bu ilkyaz gunlerinde Vakıf tam bir cennet, ama Marijana da oldugu zamanlar daha cok cennet oluyor. Marijana gercekten cok iyi bir arkadas.”
85-07-07. Nışantaşı’nda Tek Sahteciliğim şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
85-07-18. Klaus’a Çatalca’dan bir mektup yazıyor. “Gecen mektubumda tarihi yanlis yazmis olacagim”. Bn. Ute Jochimsen, yaninda bir Alman kizi ve bir Turk erkegiyle Vakıf’ta.
85-07-25. Ekmeleddin İhsan’a bir mektup yazıyor.
85-07-27. Nışantaşı’nda Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-08-13. John Norton’a yazıyor. 25-08’de Muğla’ya festivale gidecekmiş.
85-08-15. Nışantaşı’nda Küçümencik Hünerler şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-08-24. Güngör Dilmen’le John Norton Vakf’a babamı ziyarete geliyorlar.
85-08-25. Muğla’ya bir festivale gidecek (John Norton’a 13-08-95 tarihli mektuptan) .
85-09-26. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Hergün 20 kişiye yemek yaptığından yakınıyor.
85-10-10. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Mirjana’yla Belgrat’ta kalmis. Vakf’in yemeklerini kendi yapiyor.
85-10-17. Kitaplarını Danimarkaca’ya çevirmek isteyen 24 yaşındaki Zeki Gök’e mektup yazıyor. [M43]
Cumhurbaskanligi’na, TBMM Baskanigina, Basbakanliga, MIT Baskanligina, Icisleri Bakanligina ve Genel Kurmay Baskanligina ikinci kez yazıyor ve pasaport verilmediginden katilamayacagi 7. Avrupa Yazarlar Birligi toplantisi icin ne yanit vermesi gerektigini soruyor. Uc yildanberi pasaport verilmiyor. Mektubun bir kopyasi Klaus’ta.
John Norton’a yazıyor. Vakıf’ta 16 çocuk var. Ama aşçı yok. Çocuklara hergün yemek yapıyor. İşçilerle birlikte toplam 25 kişiye... Aydınlar dilekçesi ve Barış 2 davaları sürüyor.
85-10-21. Selahattin Erdem’e yazıyor. Selahattin Erdem kendisine cok yardim eden Sabahattin’in kardesi. Selahattin, kardesinin verdigi parayı istiyor.
85-10-28. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Hergün 20 kişiye yemek yaptığından yakınıyor.
85-11-23. Vakıf’ta Diriliş şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-11-24. Vakıf’tan iş isteyen Gönül Yüksel’e mektup yazıyor.
85-11-26. Klaus’a catalca’dan yazıyor. Mirjana Vakıf’ta galiba.
85-11-27. Gülseren Ünsün adlı bir yazar okurunun mektubunu yanıtlıyor. [M58-59]
85-11-28. Nesin Vakfı’nda Bilinmeyen şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Tel Aviv’e Esti Aboresi’ye yazıyor.
85-12-03. Halil Doğan’a (bir okur) , Erdoğan Çiğdemoğlu’na ve Yüksel Akkaya’ya birer mektup yazıyor. M20 ve 22
85-12-18. Mirjana gelecekmis. Birkac gun Istanbul’da kalip, guneyde ilik bir yere gitmek istiyorlar. [Klaus, 26 Kasim 1985]
Nışantaşı’nda Aniçivo şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
85-12-19. Almanya’da Cologne ve Bergneustadt’ta Yedinci Avrupa Yazarlar Kongresi yapilacak, cagrili, ama pasaport verimiyor. Mektubun arkasina 16 Ekim’de not dusmus. Ruhi Su’nun cenaze toreninden sozediyor. Konusmus. Aralarinda Ahmet’in de bulundugu 163 genc tutuklanmis.
86-04-05. İzmir’de Beklemek şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-04-08. Taksim’de Andaç şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-04-16. Çatalca’dan Sabri Tebrizi’ye yazıyor. Vakıf’ta 20 çocuk var, en küçüğü 2, üküsü 3, biri de 4 yaşında. Ben askerdeyim.
Yine bu tarihte Paris’te Courneuve Kültür Merkezi’nde. [foto]. Bir yerde bir yanlışlık olmalı.
86-04-25. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor. Ekin Bilar DGM’ye verilmis.
86-05-03. Cihangir’de Roman ve Güzel Öldür şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-05-16. Nesin Vakfı’nda Kendini İnandırmak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-05-17. Nesin Vakfı’nda Bağışla şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-05-18. Vakıf’ta Yaşlı Adama Ninni şiirini bitiriyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-95-00. Oralp ve Güralp Basım kardeşlerle fotoğraf çektiriyor.
86-05-25. Vakıf’ta Özlem şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-05-31. Ankara’da Salt Ölümdür Kendince şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-06-01. Ankara’da Yürüyen Ağaç şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-06-04. Cihangir’de Yaşamadan Yaşamak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-06-06/07. İzmit’te Yonca Kitabevi’nde kitaplarını imzalıyor [foto]
86-06-10. Nesin vakfı’nda Boğulan Şair şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-06-14. Nesin Vakfı’nda Pişmanlık şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala] Bu şiire 2 yıl önce başlamış, 23-05-84’te.
86-06-26. Ankara’da Yaşıyorum Demek şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-04. Vakıf’ta Çocuklarıma şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-07. Izmir’de Unutmak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-09. İzmir’de Birbaşıma şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-10/13. Dikili 1. Kultur ve Sanat Festivali’ne katiliyor. [15-08]
86-07-12. Dikili’de Dün Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-26. Vakıf’ta Yaşlı Adama Ninni şiirini sürdürüyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-07-30. Klaus’a yazıyor, galiba Vakıf’tan. Ben hapisteyim. Isparta’ya geldi daha once. Hakimler reddedildi. Mahkeme Konya’da gorulecek. “Sorgulamalar, davalar, durusmalar, yargilanmalar: Baris 2 davasi, yeni acilan Ekin-Bilar davasi, Nesin Vakfi dolayısıyla açılan iki dava, TYS’nin son davasi vb... Bunlarin cogundan aklandik. [...] Insan haklari Dernegi kurduk” Ekmek ve Hak Bildirgesi hazirlaniyor.
86-08-00. Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçığlu’na AST’a devlet desteğinin verilmemesini protesto eden bir telgraf çekiyor. 29-08-86 tarihinde bakandan yanıt geliyor. Bu konuda 25 Kasım 1986’ya bak. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 110) .
İzmir’de [foto].
86-09-00 Muğla Kültür Şenliği’nde [foto].
86-09-20/24. İngiltere’de. İstanbul’dan geliyor. Harold Pinter’in davetlisi. 6 yıldanberi ilk kez yurtdışına çıkabiliyor. O da bir kereye mahsus. 22’sinde Pinter’le görüşüyor. 23/24 Eylül’de Index of Cencureship ile ve Guardian gazetesiyle röportaj, Hakney Belediye Başkanı resepsiyonu, Türkiye ve Aydınlatma konusunda konferans ve imza töreni. Bu konuda 14-Ekim tarihli Cumhuriyet’e bak, konuşma orda.
86-09-22. The Friends of Turkey, Groucho’s Club’da onuruna öğle yemeği veriyor. Salman Rushdie, Harold Pinter ve Mehmet Ali Dikerdem de orada
86-09-29. Cihangir’de Yalan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-10-17. Vakıf’ta Sonsuzcasına şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-10-20? Hakney Belediyesi’nin daveti uzerine Londra’da. [Ismail Besikci’nin kitabi, sayfa 67]
86-10-26. Ankara’da Bu Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-11-05. Istanbul Marmara Etap Otelinde Tüyap Halkın Seçtiği Yılın Yazarı ödülünü alıyor. Konuşması Korkudan Korku adlı kitabındadır.
86-11-13. Vakıf’ta Sönerken Mumun Son Alevi şiirine başlıyor. [Sıvas Acısı]
86-11-16. Sanırım okurlarından, Hayrettin Abacı’nın mektubunu yanıtlıyor. (BYGM-1)
86-11-24. Enis User’e yazıyor.
86-11-25. Ankara’da AST’ın kuruluş yıldönümüne katılamıyor ama 25-11-86 tarihinde yazdığı mektubu törene yolluyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 110) .
Vakıf’ta Neresindeyim şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-12-14. Sabri Tebrizi’ye yazıyor. Vakıf’ta 23 çocuk var.
86-12-21. Vakıf’ta Yetmişiki şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
86-12-30. Vakıf’ta Y! a M! alik-ül-mülk şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87. Nesin Vakfı’nda Aşkım Dinimdir öyküsünü yazmayı sürdürüyor. (1985’te başlamıştı) . Frankfurt’a gidiyor [foto].
87-01-00. Belgrad, New Delhi ve Moskova’ya gidiyor. (Melahat Togar’a 05-11-87 tarihli mektubundan) . Bu 88 olmasın? !
87-01-12. Ankara, AST’ta Bilar açılış konuşmasını yapıyor: “İnşallah Kurt Değildir” (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 53)
87-01-31. Istanbul’dan, belki de Vakıf’tan Klaus’a yazıyor.
87-02-00. Sıvas’ta bir salonda “korku” konusunda konuşması (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 22)
87-02-02. Klaus’a iki gun once, 31 Ocak’ta yazdigi mektuptan: “Iki gun sonra Almanya’ya gidiyorum. Orda bir basin toplantisi yapip bize radyo ve TV’den vatan hainleri dedigi icin Cumhurbaskani Evren’i mahkemeye verdigimi aciklayacagim”.
87-02-28. Taksim’de Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
87-03-07. Vakıf’ta Zor Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-03-12. Nesin Vakfı’nda Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
87-03-26. Nesin Vakfı’nda Geleceğe Kalacak Andaç (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
87-04-09. Korkudan Kormak adlı yazıyı bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 32) .
87-04-23. Klaus’a yazıyor.
87-04-27. Ekmek ve Hak Dilekçesi, Cumhurbaskanligina, BMM Baskanligina, Basbakanliga ve parti baskanlarina sunulacak. [Klaus, 23 Nisan 1987]
87-04-31. Vakıf’ta TYS’nin 5. Olağan Genel Kurulu’nun açış konuşmasının hazırlığını bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 59)
87-05-11. “11 Mayıs’a dek Mersin’de olacagim” [Klaus, 23 Nisan 1987]
87-05-11. Enis User’e yazıyor.
87-05-17. Atina’ya gidecek. [Klaus, 23 Nisan 1987]
87-05-20. Nesin Vakfı’nda AT’ye girip girmeme konusunda bir yazı yazıyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 116) .
87-05-22. Ankara, Bilar Bilim Merkezi Belge Dağıtım Töreni Açış Konuşması: Bugün Türkiye’de Diploma Neye Yarar (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 54) .
87-06-00. Münih’te bir konuşma salonunda [foto]. Münih’te Erdmute Heller’in evinde [foto].
87-06-15/07-13. Marburg’da Yalnızlık Baladı şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-06-24. Berlin’de. Özcan ailesiyle bir fotoğraf çektiriyor.
87-07-01. Vakıf’ta Sönerken Mumun Son Alevi şiirine devam ediyor. [Sıvas Acısı]
87-07-03. Frankfurt Havaalanında Kendini Yakalamak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-07-18. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirine başlıyor. [Hoşçakalın]
87-07-19. Vakıf’ta Hep Birlikte şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-07-22. Klaus’a yazıyor, galiba Vakıf’tan. Almanya’ya gitmis. Bilar’in Istanbul subesi icin bir yer bulunmus: Macka’da Met adli bir dil merkezi. 10 milyona devredilecek. Almanya’da konusmalar verdi para toplamak icin, ama 500 mark’tan fazla gelmedi. Bu konuda İsmail Şahin’e bak.
Klaus’a bu tarihte yazdigi mektuptan: “Gizil’e selamlarin icin tesekkurler. Ama ben simdi Gizil’le birlikte degilim. Bir aylik Almanya yolculugumda canimi sıkan cok seyler yapti. Benim yasim icin kadın arkadasligini yurutmek cok zor oluyor. Biraz basimi dinliyorum. Cok rahatim. Ama uzun surmez, biliyorum.
87-07-23. Vakıf’ta Sönerken Mumun Son Alevi şiirine devam ediyor. [Sıvas Acısı]
87-07-24. Nesin Vakfı’nda, 82-02-05’te başladığı “Gûşe” öyküsünü bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 67) .
87-07-29. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirine devam ediyor. [Hoşçakalın]
87-08-08. Vakıf’ta Başka şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-08-09. Vakıf’ta Hayvanlardan Alınacak Ders şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Gene Vakıf’ta Seviye On Ölüme Beş Kala ve Hoşçakal şiir kitaplarının sonuna eklenecek bir not yazıyor.
87-08-14. İsmail Şahin’e galiba Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Bilar’in kurulmasi icin Met adli bir sirketin devralinmasi icin Aziz Nesin 5 milyon lira veriyor. Oysa Bilar’a para toplamak icin Almanya’da 20 gun gezmis, en az 15 yerde konusmus. Bu mektubun bir fotokopisi Klaus’ta.
87-08-19. Nesin Vakfı’nda “Eğitim Konusunda Vasiyetimdir I” yazısını bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 73) .
87-08-31. Yeniköy’de Herşey Kendisi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-09-07. Melahat Togar’a bir mektup yazıyor. Kendisi Istanbul’da, belki de Vakıf’ta.
87-09-10. Menemen’de [foto].
87-09-13. Vakıf’ta Son Gece şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-09-30. Vakıf’ta İzler şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-10-05. Doğu Perinçek, 29 Nisan 1968 metnini Aziz Nesin’e veriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 127) .
87-10-13. Nesin Vakfı’nda “Eğitim Konusunda Vasiyetimdir II” yazısını bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 84) .
87-10-20. Belgrad’da [foto].
87-10-21. Yeni Delhi - Moskova uçak yolculuğunda Zamanlardan Artakalan şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-10-13. Vakıf’ta Bir Zamanı Var şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-11-04. Vakıf’ta Şiire Tutunmak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-11-05. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor. Akşama Stockholm’e hareket edecek. Ordan Amsterdam’a ve Bruksel’e gidecek. Üç hafta sonra Türkiye’ye geri döneceğini söylüyor Melahat Togar’a yazdığı mektupta.
87-11-08. Stockholm’de “Turkiye’de Kultur Sanat ve Gocmen Edebiyati” konulu bir konferans veriyor. Tahsin Sarac da orada. Arkasindan Hollanda’ya gidiyor, orada da konferanslar veriyor. [Ismail Besikci’nin kitabi]
87-12-07. Tünel’de En Uzun Maraton ve Sesler şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-12-16. Vakıf’ta, yatakta En Anlamadığım şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
87-12-30. Vakıf’ta Kısırdöngü şiirini bitiriyor ve Böyle Bir Dünya şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-00. Vakıf’ta Yarıda Kalan ve Hepsi Aynı şiirlerini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Ankara’da Tahsin Saraç’ın evinde Ülküsel şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-01-03. Melahat Togar’a Vakıf’tan bir mektup yazıyor.
88-01-04. Vakıf’ta Alışkanlık şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Vakıf’ta Kalabalık şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
88-01-05. Gaziantep’e gidecek (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-07/11. Gaziantep’te, bir konuşma veriyor [foto].
88-01-12. Gaziantep’ten Istanbul’a dönüyor (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-14. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor. Refik Erduran da var fotoğrafta.
88-01-15. Grenoble’a gidiyor (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-01-18. Nesin Vakfı’nda “Eğitim Konusunda Vasiyetimdir III” yazısını bitiriyor. (Korkudan Korku, 6. Basım, sayfa 92) .
88-01-23. Vakıf’ta Güzel yaşamak şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-28. Vakıf’ta Ölüme eğilmek şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-01-30. Askerlik ve okul arkadaşı Fethi Başak’ın mektubunu yanıtlıyor. Fethi Başak’ın kızıyla Oya Nesin aynı hastanede doğmuşlar.
88-02-00. Şubat sonunda Sovyetler’e gidiyor, en az üç-beş gün onunla olacak (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) . 28 Şubat’ta Moskova’da.
88-02-01. Pakistan’dan bir konuğu geliyor, en az üç-beş gün onunla olacak (Melahat Togar’a 03-01-88 tarihli mektubundan) .
88-02-09. Vakıf’ta Düş Konukları şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-21. Ankara’da Aynı Yer şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-22. Vakıf’ta Paramparça şiirini bitiriyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-02-26/88-02-29. Unesco’nun On Yillik Kultur Izlencesi icin Moskova’da yapilan toplantisina katiliyor. “Ordaki konusmami yayınlayacagim” [Klaus, 15 Mart 88]
88-02-28. Moskova’da, Kosmos Oteli’nin 1982 numaralı odasında Son Kışın İlkyaz Güneşi şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
Erlangen’de, Transmar-Kongress Hotel’in 707 numaralı odasında Şimdinin Nostaljisi şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-03-00. Kürt sorunu uzerine bir yazisindan dolayı DGM’de yargilaniyor. Bir gunluk gazete cikarma girisiminde bulunuyorlar [Onbinler olacak] [Klaus, 15 Mart 88]
88-03-05. Tallinn’de En Zor Ayrılış şiirini yazıyor. [Seviye On Ölüme Beş Kala]
88-03-10/11. Antalya’da Gençlik Ticaret’te kitaplarını imzalıyor [foto].
88-03-15. Hassen Eyaleti ASTA’lar Konferansı, Bilar ile Dayanisma Gurubu’na bir mektup yolluyor. Mesajin bir kopyasi Klaus’ta. Sonunda galiba 5-10 bin mark arasi para toplanmis. Mektuptan: “[...] BILAR AS’nin turlu calismalarinin (Ankara ve Istanbul’da bilim merkezleri, Ankara’da ilk film senligi, Tuyatro kursu calismalari vb.) turlu etkinlikleri, Turk-Yunan Dostluk Denegi’nin calismalari, cikarmayı tasarladığımız günlük gazetenin ilk girişimleri, açıkoturumlar, konferanslar, DGM’de yargılanmalar ve elbette durmadan yazmak zorunu; bütün bunların dışında, Almanya’dan sonraki Yugoslavya, Hindistan, İsveş, Hollanda, Danimarka, daha sonra Moskova, Letonya, Estonya’daki kültür etkinlikleri [...] TYS’nin çalışmaları, hergün gelen ortalama on mektubu yanıtlamak, Basın konseyi çalışmaları vb.
Klaus’a galiba Vakıf’tan yazıyor. “Letonya ve Estonya’dan yeni döndüm”.
88-03-16. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
88-03-23. Kahire’ye gidecek. Fransa’dan da bir cagri var. “Kisisel kanima gore [Nihat Sargin’in ve Haydar kutlu’nun] Turkiye’ye gelmelerini pekcok bakimdan dogru bulmadim. Gelmeden once de, hic bizim dusuncelerimizi almadilar. Ama bu iki arkadas Turkiye’ye geldikten sonra onlari desteklemek, hele iskence gormelerine karsi cikmak, bizim namus gorevimizdir. Biz de bir deklarasyon yayınlayarak, onlara yapilanlari protesto ettik. Simdi bu bildirge imzadadir. Sanirim Nisan ayı basinda bir toplantiyla bu isi sonuclandiracagiz. [Klaus, 15 Mart 88]
Asya-Afrika Yazarlar Birligi’nin yeniden yapilanmasi konusunda gorusmek uzere kahire’ye gidecek [Klaus, 15 Mart 88]
88-03-26. Kahire’de Mariott Oteli’nin 1036 numaralı odasında Kumdan Kuleler şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-04-00. Günaydın’da Hülya Bankoğlu’yla bir fotoğraf çektiriyor.
88-04-08. Vakıf’ta Sağlık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-04-17. Paris’te Zamanlardan Zamanlara şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-05-00. Almanya’da, Biedenkopt’ta [foto]
88-05-27. Frankfurt’ta “Turkiye’nin toplumsal elestirisi” yazisini yazıyor. Bu bir konusmaya benzer. INTERLIT icin, yani Internationale Literaturtage icin. [15-13]
88-05-28. Frankfurt’ta Goethe Üniversitesinde kitaplarını imzalıyor [foto]
88-06-00. Wetzlar’da Demirci çiftiyle bir fotoğraf çektiriyor.
88-06-08. Essen Üniversitesi’nde konuşma veriyor [foto].
88-06-12. Wetzlar’da bir konuşma veriyor [foto].
88-06-13. Wetzlar - A’da En Güzel şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-06-26/27. Ankara’da Matematik şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-06-30. DGM’de duruşma: Kürtlerin kültürel bağımsızlıklarını savunduğundan.
88-07-10. Samandağı’nda Yaşlılığımı ve Yalnızlığımı Seviyorum şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-07-18. Vakıf’ta Yaşamım şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-07-21. Vakıf’ta Diriliş şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-08-02. Sabri Tabrizi’ye yazıyor.
88-08-08. Vakıf’ta Bir Tel Saç şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-08-09. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor.
88-08-24. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
88-08-26. Ankara’da Hep Kendi Kalan (Rasin’e) şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-09-09. Frankfurt’ta Yilmaz Guney’in yurttasliginin geri verilmesi toplantisina katilacak. 11 Eylul’de geri donup Baris gecesine katilacak. [Klaus, 9 Agsts 1988]
88-09-11. Istanbul Acikhava Tiyatrosu’nda Baris gecesi duzenlenecek. [Klaus, 9 ve 24 Agsts 1988]
88-09-16. Vakıf’ta Seviyi Sevmek şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-09-24/88-10-02. Erlangen’deki 3. Dünya Yazaralari toplantısına katılacak. 15 Ekim’e kadar Almanya’da bulunacak. [Klaus, 9 Agsts 1988] [Sabri Tebrizi, 2-Ağs. 88]
Erlangen’de Transmar-KONGRESS Hotel’de 707 numaralı odada kalıyor. Otelin hesabı var elimde.
88-09-26. Otelin minibarından 12 marklık birşey alıyor.
88-09-27. Otelin minibarından 4 marklık birşey alıyor.
88-09-30. Otelden 1,20 marklık bir telefon görüşmesi yapıyor.
88-10-02. Otelden 0,60 marklık bir telefon görüşmesi yapıyor.
88-10-02. Stuttgard’ta bir konuşması var, saat 19,30’da.
88-10-03. Stuttgart’tan Frankfurt’a hızlı tren bileti almış. İki tane bilet buldum. Biletler ayın 4’ü için galiba. Biletlerden birinin sanırım ayın 7’si için dönüşü var. Acaba kimle yolculuk etmiş?
88-10-07. Köln’de Ölüdoğa şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-10-12. Morl Sehir (?) kitaplığında kitaplarını imzalıyor [foto].
88-10-17. Eindhovrn’da (Hollanda) , Otel Bijenkorf’un 303 numaralı odasında Ayna ve Dünsüz yaşamak şiirlerini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-10-18. Sabri Tebrizi’ye 2-08-88’de Tunus’a gideceğini yazmış.
88-10-23. Amsterdam’da, Hotel Roemer Virscher otelinin 257 numaralı odasında öykü notu alıyor.
88-11-11. Düsseldorf Havalimanı’nda [foto]
88-11-15. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
88-11-16. Ataköy’de Zamanı Beklemek şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-11-17. Vakıf’ta Portresi şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
88-11-18. Hollanda’da Eidhoven Merkez Kütüphanesinde (kitaplarını imzalıyor olabilir) [foto].
89-00-00. Hacıbektaş’ta [foto].
Gülhane Parkı’nda kitaplarını imzalıyor, Doğu Perinçek’le çekilmiş bir fotoğrafları var [foto].
89-01-00. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
89-01-23. Enis User’e yazıyor. Onbinlerin gazete işiyle uğraşıyor.
89-02-15. Bulgaristan Türkler’ine yapılan insan haklarına aykırı davranışlar konusunda TYS başkanı olarak basın toplantısı yapıyor. [BVD]
89-02-20. Klaus’a Çatalca’dan yazıyor. Kenan Evren’e actigi davadan sozediyor. Avrupa Insan Haklari Komisyonu’na basvuruluyor.
89-02-23. Yazarlar Sendikası’nda, konuk yazar Pridon Halvasi’yle birlikte [foto].
89-02-27. Çatalca’dan Klaus’a yazıyor.
89-03-03/89-03-07. Ankara’da [Klaus, 27 Subat 1989]
89-03-11. Antalya’da Talya Oteli’nin 221 numaralı odasında Kendimi Dinlerken şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-03-13. Ankara’da İbnisina Hastanesi’nde Yolun Sonu şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-03-15. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
89-03-17. Adapazarı’nda bir şölende. Öğretmenlikten atılan birisi öykü konusu yapabileceği bir olay anlatıyor. [Öykü konuları]
89-03-18/89-03-21. Adapazari’nda [Klaus, 27 Şubat 1989] Bu tarihte bir yanlışlık olmalı. 19 Mart günü, 17 Mart’ta Adapazarı’nda olduğunu yazıyor [Öykü Konuları]
89-03-19. Öykü notu: “El sıkışmak üzerine bir yazı yazacağım. Kaç türlü el sıkış vardır? Adapazarı’ndaki kitap imzasında elimi sıkan hayvan bu yazıyı anımsattı”.
Bir başka öykü notu.
89-03-21. Vakıf’ta Ayrılık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-03-25. Vakıf’ta Vur Damganı Zamana şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-04-01/02. TYS’nın 6. Olağan Kurultayı [BVD]
89-04-02. Az Gittik Uz Gittik’in 6. basımına önsöz yazıyor. Önsözü yazdığını unutup, bir kez daha yazıyor 7 Ağustos 1993’te.
Aksaray’da Doğumgünü Telgrafı şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-04-08. Bursa’da Siyasi Haklar ve Demokrasi Panelinde konuşuyor [foto]
89-04-18. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirine devam ediyor. [Hoşçakalın]
89-05-29. Vakıf’ta Güzel şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
89-06-07. Vakıf’ta Şaşırmak şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-06-23. Londra’da Bırakırken şiirini yazıyor.
89-07-05. Akşehir’de Benimle şiirini yazıyor [Hoşçakalın]. O günün bir de fotoğrafı var.
89-07-06. Akşehir’de [foto]. Dağ Oteli’nde kalıyor olabilir [foto].
89-07-07. Akşehir’de Hoşçakalın şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-07-08. İskenderun’da, Arsuz Oteli’nin 4 (41?) numaralı odasında Yolcuyla Sürücü şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-07-09. İskenderun’da, Arsuz Oteli’nin 41 (4?) numaralı odasında Sen şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-07-18. Aksaray’da Özveri şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-07-20. Sabri Tebrizi’ye yazıyor. Ağustos başında ailemle birlikte Türkiye’ye gelecekmişim.
89-07-22. İzmit’te, Kartepe’de Çoğullaşmak şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
İzmit’te Otel Altınnal’ın 504 numaralı odasında Eskiz şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-07-23. Okuduğum Kitaplara Vakıf’ta Önsöz notu yazıyor. Çarşamba.
89-08-07. Aksaray’da Yolunu Şaşıran Kurt (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
89-08-15/17. Baskı ve işkenceye karşı yurdumuzun çeşitli hapisanelerinde tutuklu ve hükümlülerce yürütülen açlık grevlerini desteklemek amacıyla Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Rasih Nuri İleri, Mina Urgan ve Emil Galip Sandalcı 15-17 Ağustos tarihleri arasında Pera palas otelinde 48 saat süren sembolik bir açlık grevi yaptılar. (TYS bülteninden) (orda ben de vardım)
89-08-22. Aksaray’da “Öğretmenlerim” başlıklı şiiri yazıyor (BGBG, üçüncü cilt ve Hoşçakalın) .
89-08-29. Salı. Sabah erkenden Ruşen Ulusoy’la birlikte minibüsle Vakıf’tan İstanbul’a gidiyor. Ali Nesin de var yanında. Ali Nesin Uğur ve Lale Müldürlere gidecek, Tuzla’ya. 15-19,30 arası Cumhuriyet Kitap Klubünde, Mis Sokak’ta kitaplarını imzalıyor. Sinem’le taksiyle Şişli’dekı Yazarlar Evi’ne gidiyor. Teşvikiye’ye dönüyor gece.
89-08-30. Ali Nesin’e iki kez çay bardağı alıyor. Saat 15-20,30 arası Cumhuriyet Kitap Klubünde kitap imzalıyor. Ali Nesin 21,40’ta geliyor. Cumhuriyet’in arabasıyla Vakf’a Ali Nesin’le birlikte geri dönüyor gece saat 21,40’ta. Saat 01,30ia dek rakı içiliyor. Ali Nesin ertesi gün Vakıf’tan Amerika’ya gitmek üzere ayrılacak.
89-08-31. Vakıf’ta. Kaybolduğu, hatta çalındığı sanılan Aziz Nesin’in Ali Nesin’e yazdığı bir dosya mektup bulunuyor. Ali Nesin’le vedalaşıyorlar. Kendini “işe veriyor”.
89-09-12. Aksaray’da Yalnızsızlık şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
89-09-13. Vakıf’ta Bir Zonklama Dinmeyen şiirini bitiriyor. [Hoşçakalın]
89-09-24. İkibine Doğru Dergisi’nde TYS yönetimine eleştiriler yayımlanıyor. Yanıtlar onbeş sonra, 8 Ekim’de yayımlanacak.
89-10-08. Ikibin’e Dogru Dergisi’nde TYS tartışması sürüyor.
89-10-15. Vakıf’ta Gülçekim şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
Vakıf’ta Kendini Kandırmak şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
89-10-19. Vizon dergisinde fotoğraf çekiliyor.
89-10-27. Taksim Anıtı’na karanfil ve Bilar’da basın toplantısı. [BVD]
89-11-00. Ankara’da Tahsin Saraç’ın evinde Film Seyrederken şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
Tüyap 8. Kitap Fuarı [foto].
Fazıl İskender’le Yazarların Evine gidiyor [foto].
89-11-05. Nesin Vakfı’nda Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
89-11-25. TYS Olağanüstü Genel Kurul’a gidiyor. Salt çoğunluk sağlanamadığından Genel Kurul 2 Aralık’a erteleniyor.
89-11-27. Ankara’da Bu Başka İnsan şiirine başlıyor. [Hoşçakalın]
89-11-29. Aksaray’da Bu Başka İnsan şiirine devam ediyor. [Hoşçakalın]
89-12-00. Ankara’da ikinci Milli Kültür Şurasına katılıyor. [foto]
89-12-02. TYS Genel Kurulu’nda bir konuşma yapıyor ve bazı yazarları eleştiriyor. Tomris Uyar için “elini vicdanına değil, sarhoşlukla başka yerine koymuş olmalıdır,” diyor. Tomris Uyar daha sonra tazminat davası açıyor ve kazanıyor. (18 Temmuz 1990’a ve 23 Ocak 1992’ye bak) .
89-12-28. Ilgın Su’nun nikâhında. Gelin Emine, Aziz Nesin’in çok sevdiği bir kız. Boşandıkları için Ilgın’a çok kızacak.
90-00-00. Yılın Onur Yazarı (Tüyap Kitap Fuarı) . [foto]
Bu yıl, 2-8-90’dan önce Babaeski Tarım Festivaline katılmış. Yaz ayları olmalı [foto]
90-01-04. Moskova’da [foto]
90-01-06. Ankara’da Uzun Yolculuk şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-01-18. Vakıf’ta Uzun Yolculuk şiirini bitiriyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-01-20. Paris’e geliyor. Yavuz Önen, Erdal Öz ve Atilla Dorsay Charles de Gaulle’de karşılıyorlar. [foto]
90-02-04/05. İstanbul Ankara tireninde Ha şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-09. Bursa’da, Hotel Almira’nın 402 numaralı odasında Telefon şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-13. Vakıf’ta Sözüm Var şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-15. Vakıf’ta Kendi Sesini Bulmak şiirine başlıyor. [Sıvas Acısı]
90-02-16. Tomris Uyar davası duruşması.
90-02-23. Vakıf’ta Uyurken şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-02-24. Vakıf’ta Bu Başka İnsan şiirini bitiriyor. [Hoşçakalın]
90-03-12. Dammühle’de Marburg Oteli’nin 16 numaralı odasında Yalnızlığa şiirini yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-03-26. Tomris Uyar davasında birinci savunma dilekçesini veriyor
90-03-26. Tomris Uyar davası duruşması, saat 11’de. Tanıklar (Erdal Atabek, Pınar Kür, Şükran Kurdakul
90-04-22. Vakıf’ta Yalnızlamak şiir notunu yazıyor. [Hoşçakalın]
Vakıf’da Daha Yalnız şiir notunu yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-05-02. Tomris Uyar davası duruşması. Saat 10,30’da.
90-05-03. Aliağa’da, Otel Dönmez’in 101 numaralı odasında Ölümün Çağırdığı Gecelerin Konuşmaları şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-06-09. Hamburg’da (Hotel Vorbach-510’da) Ölümünden On Gün Önceki Mektubu (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
90-06-10. Hamburg’da (Hotel Vorbach-510’da) Geleceğe Kalacak Andaç (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-06-11. Tomris Uyar davası duruşması. Saat 10’da başlıyor.
90-06-15. Moskova’da (Hotel Oktiyabrskaya-415’de) Ölümünden On Gün Önceki Mektubu (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-06-27. Nesin Vakfı’nda Ölümünden On Gün Önceki Mektubu (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-07-10. Tomris Uyar davasında ikinci savunma dilekçesini sunuyor.
Vakıf’ta Yalnızlanma Senfonisi şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-07-11. İlk karısının resimlerini Çiçu’nun romanını yazmak için bir zarfa koyuyor. Zarfın üstüne şu notu düşüyor: “Çiçu’nun resimleri. Romanını yazarken, resimler hep önümde duracak.”
90-07-18. Istanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nde Tomris Uyar’ın açtığı d! av! a aleyhine sonuçlanıyor. 3 Milyon lira tazminat ödemeye mahkum ediliyor. 23 Ocak 1992 civarında Yargıtay cezayı onuyor.
90-07-18. Tomris Uyar davası duruşması. Saat 10,30’da başlıyor. Karar veriliyor. Davadan sonra Sultanahmet köftecisine gidecek.
90-07-20. Aksaray’da Geleceğe Kalacak Andaç (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
90-07-25. Midilli’de (Hotel Lesbos Beach, 406 numaralı oda) Rüyada Seni Yaşamak şiirini yazıyor. [Bir aşk Var Bir de Ölüm]
90-07-31. Aksaray’da Aşkım Dinimdir’i yazmayı sürdürüyor. (1985’te başlamış, 1987’de sürdürmüştü) .
90-08-02. Aksaray’da Titreşimsiz Bir Ev (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
90-08-08. Aksaray’da Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-09-10. Dereboyu’nda Ölümün Çağırdığı Gecelerin Konuşmaları şiirine devam ediyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-09-20. Aksaray’da Sabahlar şiir notunu yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-09-29. Ankara’da Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-10-08. Nesin Vakfı’nda Hadi (Aşkım Dinimdir) öyküsüne başlıyor.
90-10-15. Vakıf’ta 1985’te başladığı Aşkım Dinimdir öyküsünü bitiriyor. Zorlandığı belli oluyor, öykü başarılı olmamış.
90-10-20. Cumartesi.Antalya’da. Kitaplarını imzalıyor olabilir [foto].
90-10-24. Ankara’da, Yugoslav elçisi Trayan Petrovski’yle iki fotoğraf çektiriyor. [foto]
90-10-28. Zonguldak’ta [foto], kitaplarını imzalıyor [foto].
90-11-05/12. Tüyap Kitap Fuarı’nda yılın onur yazarı seçiliyor. Vera Feonova, Vera Tülyakova, Yüksel Pazarkaya, Bülent Ünal, Zeynep Oral da oradalar. [foto]
90-11-07. Zat-ı Devletleri İbiş Hazretleri oyununu Halk Oyuncuları’na yolluyor. Yakında Fransa’ya gidecek, ya o gün ya da bir sonraki gün. Oyunu gözden geçireceğini söylüyor. [İbiş dosyasındaki bir mektuptan]
90-11-14. Vakıf’ta Bende Kal şiirine başlıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-17. Vakıf'ta Biri İnat Biri Sabır şiirini bitiriyor. Viyana'da, Hotel beim Ther esianum'da 702 numaralı odada başlamıştı, ama zamanı belli değil. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-18. Vakıf'ta Bir Yaşam şiirini bitiriyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
Vakıf'ta Parçayla Bütün şiirini bitiriyor. Tunus'ta, Hotel Sofitel Diplomat'ın 502 numaralı odasında başlamış, ama tarihi belli değil. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-11-30. Teşvikiye'de Janet ile Nick (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
90-12-00. Vakıf'ta Yetmişbeş şiirini yazıyor. [Hoşçakalın]
90-12-10. Ankara'da Hadi (Aşkım Dinimdir) öyküsünü sürdürüyor.
90-12-21. Kıbrıs'ta, Limassol'da (Narathon Beach Hotel, 501 numaralı oda) Bir Doğumgünü şiirini yazıyor. [Bir Aşk Var Bir de Ölüm]
90-12-22. Kıbrıs-Atina uçağında Ölümün Çağırdığı Gecelerin Konuşmaları şiirine devam ediyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
90-12-26. Ankara’da 75. yaşgünü kutlanıyor.
91-01-02. Vakıf'ta Daha Önceleri şiirini yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
91-01-05. Rotterdam'da (Hotel Central 32'de) Hadi (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
91-01-11. Den Haag’da, NBLC’de. Hollanda’da ilk kitabının çıkışıyla ilgili toplantı yapılıyor. Ayrıca Aziz Nesin sergisi[foto].
Hollanda’da Amsterdam’da [foto]
91-01-13. Hollanda'da Eindhoven'da (Hotel Altea, 207 numaralı oda) Semender şiirini yazıyor. [Bir aşk Var Bir de Ölüm]
91-01-14. [OK.13]Yılmaz Guruda'nın Kuyumcular'ına eleştiri yazıyor. 1981 olabilir mi? Bir bak.
91-02-02. Hollanda’da Weert’ta [foto].
Helmond Merkez Kütüphanesi’nde (Hollanda) .
91-02-13. Teşvikiye'de Üçnoktasızdır Bombardımanlar şiirini yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
91-02-26. Mülheim'de, Hotel Friederike'nin 14 numaralı odasında Kimsem şiirini yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
91-03-05. Teşvikiye'de Yapayalnız şiir notunu yazıyor. [Bir Aşk Var Bir De Ölüm]
91-03-06. Teşvikiye'de Yolunu Şaşıran Kurt (Aşkım Dinimdir) öyküsünü bitiriyor.
91-04-00. Yunanistan Başkonsolosu Eleftherios Danellis’le bir fotoğraf çektiriyor.
91-05-08. TYS’de konuşuyor [foto]
91-05-22. Kadıköy Anadolu Lisesi’nin sahneye koyduğu Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı oyununu görmeye gidiyor. [foto]
91-07-06. Devrek’te. Bir törende [foto]. Devrek Baston Festivali’nde Hidayet Karakuş ve Hasan Kıyafet’le birlikte.
91-07-08. Gebze’de Ahmet Umut ve Öner Yağcı’yla kitaplarını imzalıyor [foto].
91-11-09. Cumartesi. 10. Tüyap Kitap Fuarında “Türkçemiz ve Bağımsızlık” konulu konuşmada [foto]
91-12-25. Arkabad’da Yunus Emre gecesinde konuşuyor. Kültür Bakanı Fikri Sağlar da orda [foto]
91-12-26. Türkmenistan’da Dram Tiyatro’da ve Türkmenistan Yazarlar Birliğinde. [foto]
92-01-11. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı 1. Danışma Kurulu Toplantısında, The Marmara Oteli, Opera Salonu [foto]
92-01-13. Doğumunun 90. yılında çeşitli yçnleriyle Nâzım Hikmet Panelinde, AKM Oda Tiyatrosunda [foto]
92-01-22/23. Yunanistan’da, Leros’ta, deniz kıyısında, Ağia Marina ilkokulunda. Venizelos anıtında [foto]
92-09-03. Torbalı Güz Etkinliklerinde [foto]. Ben de ordaydım. Reha Isvan’a kızdığı zaman.
93. Carl-von-Ossietzky-Medaille’ını alıyor.
93-11-08. Tüyap’ta kitaplarını imzalarken Behzat Ay’la çekilmiş bir fotoğrafı var.
93-11-14. Tüyap’ta Halit Çelenk ve Zeliha Kanalıcı’yla bir fotoğraf çektiriyor. Aynı anda kitaplarını imzalıyor [foto].
94-05-06/09. Avrupa Aydınlar Forumu’na katılıyor. ÇGD Yönetim Kurulu Üyesi Ali Tartanoğlu ve TMMOB Genel Başkanı Yavuz Önen de orda. [foto]
94-05-94. Atina’da. ÇGD Yönetim Kurulu Üyesi Ali Tartanoğlu ve TMMOB Genel Başkanı Yavuz Önen de orda. [foto]
94-06-00. TYS toplantısı. Oktay Akbal’la bir fotoğrafları var.
94-10-03. İlhan İlhan Kitabevi’nde imza günü. Muzaffer Erdost, Veli Devecioğlu, Mustafa Ekmekçi de orda [foto].
95-03-10. Kitaplarını imzalıyor bir yerde, Suha Hızal da orda [foto].
WWW.NESİNVAKFİ.ORG
[email protected]
enver gökçe
10.03.2008 - 20:41Enver GÖKÇE
1920 yılında doğmuşum. Ankara'ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındaydım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. Arapkir'e ordan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas'a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük.
Ulaşım yolları iyi değildi. Hatta o koşullarla zor ilerliyorduk. Ve hayvanlarla geliyorduk. Hanlarda yata yata. O zaman uzun bir yolculuktan sonra, on bir günde Ankara'ya gelebildik.
Ankara yeni kurulabilen on beş bin nüfuslu küçük bir kasaba görünümündeydi. Şehir bugünkü Ulus veUlus'taki heykel çevresinde ve Samanpazarı denen yer etrafında, Ankara Kalesi'nin çevresinde toplanıyordu.Bundan böyle burada yaşayacaktık.
Derken 929 yılında o zamanlar, Ankara'da Hüseyin Avni isminde bir zatın yönettiği hususi bir ilkokul vardı.Oraya paralı girip okunuyordu. Okullar yeni başlamıştı. Ben gecikmiştim zaten. Bu okula kayıt oldum. İlk okulu burada okudum ve bitirdim. 935 ve 936 yıllarında Cebeci ortaokuluna devam ettim. Lise tahsilime gene Ankara'nın Gazi Lisesi denen ünlü okulda devam etmiştim. 939 yılında öğrenimimi tamamladım.
Bu yıllarda yeni yeni okuyor, tadalıyor, gelişiyor ve kendimi yetiştiriyordum. Ta ilkokuldayken bu sevgi içimize atılmıştı. Celalettin Tevfik Bey adlı bir öğretmenimiz vardı. Bu öğretmen bana kendi derslerinde eski şairlerden (N. Kemal ve başka şairlerden) ünlü şiirler okur ve okuturdu. Bana şiirin güzelliklerini anlatırdı.Bu öğretmene karşı, bana okuma sevgisi aşıladığı için, saygım büyük olmuştur. Yine Gazi lisesinde edebiyat derslerine Fevziye Abdullah ve İsak Refet gelirlerdi. İsak Refet edebiyat hocamız oldu. Bu hocalar beni yönlendirdiler edebiyata. Ben de mümkün mertebe faydalandım. Bu hazırlıklarla Üniversite yaşamına başlamış oldum. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Türkoloji adlı bir bölüm vardı. Burayı seçtim.
İşte Üniversiteye devam etmem sırasında, daha doğrusu devrimci fikirlere olan yakınlığım dolayısıyla, fakültenin ilk yıllarında itibaren, bazı derneklere ve yatınlara yöneldim. Bunlarla bağlantı kurdum.
Ülkü dergisi adlı ünlü Halkevi dergisinde çalışmaya başladım. Görevim düzeltmenlik ve dergi çıkarma tekniği üzerineydi. O zaman dergiye Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yön veriyorlardı. İdare kısmında Ahmet Serdaroğlu adlı sevdiğim bir insan çalışırdı.
Dergiye, Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer zaman zaman uğrarlar ve konuşurlardı.
Ben bu arada, gene Ankara'da çıkan bir dergide, bir şiir yayınlamıştım. Bu şiir Ahmet Kutsi Tecer tarafından görülerek beğenilmemiş, (bu şiir, 'Köylülerime' adlı ve 'Dost Dost İlle Kavga' adlı kitabımda yayınlanan şiirdir.) bana Ahmet Kutsi Tecer tarafından şiirin çok kötü olduğu söylendi. Benim şiiri bırakarak düzyazı yazmam istendi. Ben de o zaman, Ahmet Kutsi Tecer'e 'ben daha kötüsünü de yazarım' diye güya esprili olarak cevap vermiştim.
Ülkü'de birkaç yeni arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesi Sefer Aytekin'di. O zamanlar çok devrimci bir rol oynayan Sefer Aytekin hayatımda unutamadığım insanlar arasındaydı.
O zamanlar Ankara'da bulunan Arif Damar (Arif Barikat) ve bugün de edebiyatımızın bilinen kişilerinden Mehmet Kemal de benim ilk edebiyat arkadaşlarımdır. Mehmet Kemal'le aynı mahallede otururduk. Benim ilk arkadaşlarımdan birisidir. Yine Ceyhun Atuf Kansu'da daha ilkokul çağında, belki de ilk tanıdığım en eski arkadaşlarımdan birisidir. Kendisiyle Hususi bizim mektepte beraber okumuştuk. Bu arkadaşlardan sonra şair Niyazi Akıncıoğlu'nu tanıdım. Bunlar 'On Beşinci Yıl' isimli kahvenin devamlı sakinlerindendi.
Belirli hocalar dışındaki hocalarla ilişkimiz her şeyden önce bir talebe hoca münasebetinin dışına çıkmazdı. Yani siyasi bakımdan yahut diğer yönlerden herhangi bir fikir alış verişinde bulunmak olmazdı. Yalnız devrimci hocalarımızdan, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve karısı Mediha Berkes'le aramız gayet iyiydi.
O sıralarda gene dergi ve gazete çıkarırken bir çok matbacı, mürettip işçi arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesini hiç unutamam. Bu Hasan isimli işçidir. Ve sonra adına 'Mürettip Hasan' isimli şiiri yazdım. Çok iyi, Anadolu Halkından bir gençti Hasan. Hasan'la daha sonra 951 büyük tevkifatta da karşılaştık. Onu da tutup getirmişlerdi. Zavallı Hasan beş seneye mahkum olmuştu ve veremdi de. Sonunda çok yaşamadı zaten.
O zamanlar gençtik, sıhhatliydik tabii. Her işi benimseyerek yapıyorduk. Bu yüzden bizim derginin çıkışında mesela Ant dergisinin çıkışında, ortaya getirilişinde büyük yararların olduğu doğrudur. Ve bu işleri hiç bir şey beklemeden, kendiliğinden ve tabii olarak yapıyorduk.
Sanatçılık ilişkilerimiz gelişmeye başladı.
Ben gençliğimde de kesin olarak içki taraftarı değildim. Bu yüzden o zamanki ünlü Ankara meyhanelerinden hiç birine gitmedim, gitmezdim. Ve arkadaşlarımı da bu yerlere gitmekten men ettim.
Yine bu devrede ünlü halk ozanları, Aşık Ali İzzet, Aşık Veysel, Habib Karaaslan gibi temiz şairlerin hepsiyle teker teker tanıştım, ilgilendim. Onların gerçekten temiz bir halk yüzleri vardı. Ve bu taraflarıyla az çok ilgilendim ve temaslar kurdum.
O gün iki şey vardı ortada benim için. Bir yanda Garip hasta sanat anlayışı diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbetteki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım. Bu yüzdendir ki o devrede bu şairlerin yanında olmam. Nitekim halk ozanları bu işte gerçek yerlerini göstermişler ve her zaman doğrunun ve güzelin yanında olmuşlardır.
Biz tavrımızı belirlemiştik.
945 yılında yani Garipçilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayınlamaya ihtiyaç duymuştuk. Bu devre henüz toplumcu akımı güçlendirmeye çalıştığımız bir devreye rastlar. Orhan Veli ve arkadaşları o zaman devrimci şiirleri yoksayan ve yozlaştıran bir çalışma içindeydi. Ve bu sebeple biz Ant çevresine, küçük bir topluluk da olsak, devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik. Daha evvelden Yeni Edebiyat dergisi tarafından yürütülen akımın mümessili olarak karınca kaderince çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Bu anti-faşist ve devrimci bir gençlik ve onun devrimci sanatı etrafında yeni bir akımın mümessili toplumcu sanatı ortaya çıkarmayı amaçlayan gençlerdik denebilir.
Bizim varlığımız aslında önemsizdi, küçüktü, ama doğruydu. Biz bu doğrudan dolayı bir aradaydık.
Bu sırada Nurullah Ataç ve arkadaşları bizim bu tutumumuzdan habersiz gibi görünüyorlardı. Bizim adımızı yoksaymak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Rahmetli Nurullah Ataç yalnız kendi dar çevresinde ve Orhan Veli etrafında yaygara koparıyordu.
Bu devredeki edebiyat çalışmalarımızın yararlı olduğu kanısındayım. Buna rağmen onların bu tavrı yüzünden bir çok yetenekli genç körelip gitti. Hatta denebilir ki Nurullah Ataç ve arkadaşları bu devrede bizim bu sınıfsal karşı koymamıza, güçlenmemize, bilemeden yardım etmişlerdir.
O günkü tavrımızın sadeliği ortadadır.
948 yılında, o zaman anti-faşist bir dernek kurmuştuk. Türkiye Gençler Derneği davası denildi bu davaya. Bu derneğin yüz elli kadar üyesi olmuştur. Ve harp sonrası devresinin bir parçasıdır.
Dernek her türlü anti-faşist ve demokratik fikirli genci bir araya getiriyordu.
Derneğin Ankara Denizciler caddesinde bir ahşap evde merkezi vardı. Faaliyetleri arasında halka her türlü yardım vardı. Örneğin, halkın hasatına bilfiil iştirak etmek, katılmak gibi faaliyetler bunların arasındaydı.
Hatırladığıma göre, o zaman dernek, içlerinde ben de olmak üzere, sekiz on üyesi bir İstanbul Ankara arasında yürüyüş tertip etmişti. Bu Ankara İstanbul yolculuğu beş altı gün sürdü ve tamamlandı.
Derneğin bir çok yapıcı işe yönelmesi, Ankara çevresinde bulunan ırkçı Turancıları rahatsız etmeye başladı. Dernek fakülte ve Ankara çevresinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu nedenle ırkçı Turancılar derneğin gidişine karşı bir takım eylemlere giriştiler. Gösteri yapmaya başladılar. Derneğin yıkılması etrafında tehditler çoğaldı.
Biz o zaman safça, yirmi otuz kişi, bir odacık yerde toplandık ve elimizde sopalarla gelenleri bekledik.
Turancılığın etkinliği çoktu o zamanlar.
Turancılar saldırdı. Dernek yıkıldı bir kaç saat içinde. Kitaplar yırtıldı. Sokaklara atıldı. Dernek üyelerinden yakaladıkları birkaç kişiyi dövdüler. Fakat dernek faaliyetine devam etti. Dernek etrafında bir takım provakasyonlar aldı yürüdü.
Sonucunda dernek üyelerinden iki kız arkadaş biri Melahat Kürşal, diğeri Nural ve ben, Mehmet Kemal Şevki Akşit tevkif edildik. Gerekçe olarak dernek üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları ileri sürülüyordu. Bu yüzden tutuklandık. Ankara cezaevine götürülüp tıkıldık.
Üç ay devam eden sorgudan sonra hiç kimseyi mahkum edemediler. Hepimiz beraat ettik. Böylece üç ay boşu boşuna geçti.
Bu devre hapishanede bir kaç tane şiir yazdım. 'Görüşmeci' isimli şiir bu devrenin mahsulüdür. Görüşmeye arkadaşlarım kendi ailemden kızkardeşim gelirlerdi. Bu şiiri daha sonra 'Görüş Günü' adıyla yayınladım.Gene bu devrenin anısı olarak 'Fakültenin Önü' adlı şiir, bu gösterilerden sonra yazılmıştır.Bu şiirde olayları günü gününe yansıtan en iyi bir şiirimdir.
Bu sırada memlekette büyük bir umut başlamıştır. Demokrat parti memleket için büyük bir ümittir. Ve Türk halkı da Demokrat Parti madrabazlarının peşinden gitmektedir.
Benim kişisel durumumsa, fakülteyi bitirmişim, iş arıyorum. O zaman Milli Eğitim Bakanı olan Tahsin Banguoğlu benim üniversiteden hocamdır. İş için müracaat ediyorum. Bana verilen cevap bir sürü bahaneden sonra yine de beklememdir. Nihayet işten ümidimi keserek başka bir ekmek parası kazanmak için yeniden çeşitli işlere girişiyorum.
Bu arada İstanbul'da Yurtlar Müdürlüğünde bir işe talibim. Neticede Yurtlar Müdürlüğünde yönetim memurluğu işini alıyorum.
Yurtlar müdürlüğünde görevime 1950 yılının içinde, ekim ayına doğru başladım. İlk görevim Çarşı Kapı öğrenci yurtlarındaydı. Daha sonra çalışmalarım beğenilmiş olacak ki, bir çok yurtların kuruluşunda görev aldım. Çarşı Kapıdan sonra Yıldız Teknik okulu yurdunda yeni görevime başladım. Bu arada kısa bir müddet için Denizcilik yurduna ve tekrar Kadırga Öğrenci yurduna atandım. Bu devre benim hayatımda çok önemli bir devredir.
Bu devre 951 tevkifatının başladığı devredir. 951 Tevkifatı İstanbul'da Ekim ayında başlatıldı.
Gazetelerde okuduğumuza göre Sevim Tarı isminde bir kadın Paris'e giderken yakalanmış. Bunun üstünden bir süre geçti. Bundan sonra, buna dayalı olarak Tevkifat başlamıştı. Ben de bir kaç öğrenciden sonra Eylül'e doğru tutuklandım. O zaman kadırga öğrenci yurdunda bulunuyordum. Daha önce yurt binasında kaldığım odanın arandığını, didik didik her tarafın araştırıldığını görmüştüm. Bu olayın üzerinden bir hafta geçti ki, tutuklanma günüm geldi.
O zamanlar İstanbul 1. şubesi geçici hapishane olarak kullanılıyordu. Teker teker o günün devrimcileri ve demokrat fikirli gençleri alel acele tutuklanıyordu.
Aşağı yukarı tevkifat için bütün hazırlıklar bitmiş olacak ki, büyük darbe indi. TKP Tevkifatı denilen meşhur 951 Tevkifatı olayı başlamış oldu. Bu tevkifatta alışılmamış bir çok yıldırma yöntemleri uygulandı.
Gene tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler yapıldı. Ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı. Gereği şekilde hepsi de cezalandı. Ben şahsen bu davada hiç bir fayda görmediğim için avukat bile tutmadım. Ayrıca bir çok gene hapishaneden tanıdığım insanlar da savunmalarını kendileri verdiler. Epeyce direndik. Fakat sonuç olarak şunu söyleyeyim, yüz altmış sekiz kişi bu davada hepsi hüküm giydiler. Bunların isimleri ve aldıkları cezalar yayınlanmıştır.
Ben savunmamı kendim yaptım. Hatırladığıma göre o zaman çok iyi bir savunma hazırlamıştım. Yapılan isnatları reddettim. Bazı arkadaşlarımla olan temaslarımın kanuni olduğunu gizli bir örgüt tarafından yönetilmediğimi iddia ettim. Fakat kaale alınmadı.
Ben savunmamın özünde Marksizmi istediğimi beyan etmiştim. Mahkeme bildiğini okudu. Sonuçta yedi seneye mahkum edildim. Ayrıca bu cezanın üçte bir bölümlük kısmı kadar da sürgün cezam vardı. Böylece mahkeme sonuçlandı ve herkesi ceza evlerine dağıttılar.
İlk toplandığınız yer İstanbul 1. Şubeden sonra Harbiye cezaevine, tekrar İstanbul 1.Şubesine ve Yıldız'daki Güvercinlik adı verilen eski bir binada tutuklu kaldık. Böylece iki yıl 1.Şube bir yıl da...............
İleri cezaevleri statüsüne göre bütün Türkiye Hapishanelerine dağıtılmış olduk. Son parti Adana cezaevine gönderildik. 1.Şubede kaldığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği günlerde iki yıl birinci şubenin ünlü odalarında gün geçirdik.
Bu arada içerde, bir çok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi deprasyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.
Adana'ya kadar parmaklarımızdan ve ellerimizden kelepçeli olarak getirildik. Siyasi koğuşa yerleştirildik. Adana'da Zeki Baştımar, Mihri Belli, Şevki Akşit de bulunuyordu.
Yedi yıl Adana'da tamamlandı. Adana cezaevinden sürgün yerime gönderilmek üzere salıverildim. Sürgünü geçireceğim Çorum'un Sungurlu kasabasına geldim.
Her gün Sungurlunun bir karakolunda İspat-ı vucut ediyorduk, kendimiz gösteriyor ve imza atıyorduk. Kalacak yerimiz yoktu, iş yoktu. Halimiz Allaha kalmıştı. Böylece sürgünümüz devam etti.
Neden sonra ordan başka bir yere, iş bulabileceğim bir yere naklimi yaptırmayı istedim. O zaman Sungurlu mahkemesine başvurarak Ankara'ya naklimi istedim. Böylece sürgünün bir kısmı Ankara'da geçti.
Hapishanede herkes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu. Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan 'Yusuf ile Balaban' ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir çalışması yapacağım belliydi. Bir takım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. ' Ve; zaman akar, zaman geçer, / Zaman zindan içinde. ' Dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destan kısa bir müddet içinde zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum. Destan böylece tamamlanmış oldu. Ben de rahatlamıştım ama, asıl iş bu parçaların dışarıya çıkarılmasıydı. Neticede o işi de başardım. Destan sağ salim dışarıya çıktı. Fakat daha sonra aynı titizlik destanın saklanmasında gösterilemedi. Ve eser tamamen bugün elimden çıktı. Kayboldu. Bugün destanın elimde kalan parçaları arasında sonradan, Başlangıç, Uy Kirpi Kız Kirpi, Bu Balaban'ın Dünyadan Göçtüğüdür, ve Kirtim Kirt adlı son bölüm kalmıştır.
Destanı birçok arkadaşım okumuştur. Dışarda da okunmuştur. Elden ele geçtiğini de öğrendim hatta. Destanı Ahmed Arif de okumuştur.
Hapishanede günlük çalışmalarım arasında Fransızca da önemli bir yer tutar. Orhan Suda ile o zaman aynı ranzada kalıyorduk. Bana dil bakımında çok yararları dokunmuştur. Orhan Suda ile hergün aynı ranzanın etrafında günümüzü geçirirdik. Ve çalışmalarımız bitince akşamları volta atardık. Böylece günler akıp geçti.
O zamanlar edebiyatla uğraşan Hilmi Akın, Arif Ünal (Ahmed Arif) ve ayrıca saz çalışmalarına devam eden Ruhi Su ve devlet tiyatrosundan şimdi rahmetli olmuş Ulvi Uraz ve Kemal Bekir gibi ünlü sanat adamları bulunuyordu. Şükran Kurdakul da o zamanlar tutulup getirilmişti. Sonuçta o da üç sene sekiz aya hüküm giydiği için cezasını geçirmeye çalıştı aynı hava içinde. Değerli bir gençti.
Süleyman Ege ile İstanbul sokaklarını, Beyazıt'ı karış karış her gün gezer dolaşırdık. Adnan Menderes'e karşı yürütülen miting be gösterileri izlerdik. İşte tam bu sırada yani 28-29 Nisanda Beyazıt'ta bir takım gösteriler yapıldı.Aynı gün de Turan Emeksiz'in öldüğü yahut ta ertesi gün Beyazıt meydanı hınca hınç doluydu. 'Turan Emeksiz' adlı şiirim bu devrede yazılmıştır.
Bu gösteriler her gün devam ediyordu.
Bizler de birkaç işçi arkadaşla habire Beyazıt meydanının etrafında dolanıp duruyorduk.
Bir gün evimden alınarak götürüldüm. Olaylardan korkan eski yöneticiler, ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir liste yapmış. Bu listede adımız vardı. Tutuklandık. Bizim kendi istediğimiz bir yere ama sıkıyönetim dışında herhangi bir bölgeye gitmemiz teklifi yapıldı. Ben o zaman, kendi memleketim diye, bildiğim ülke diye ve bunca uzun süren hapislik ve sürgünden sonra biraz nefes alırım diye Erzincan'ı seçmiştim. Zaten Ankara, İstanbul ve İzmir dışında bir yer seçmemiz gerekiyordu. Böylece Erzincan'a gitmeye karar verdim. Uzun bir yolculuktan sonra Erzincan'a geldim. Birkaç günüm şurda burda gözaltında tutularak geçti. Yollarda bir değişiklik olmadığı için, köyüme çok zahmetli gelebildim.
O zamanlar köyden birkaç kişi bu işten sevinmez göründülerse de, çoğunlukla kendi halkım tarafından gayet iyi karşılandım. 27 Mayıs devrimi başladı. Köyün radyosundan devrimin yapıldığı okundu. Menderes'in de yakalandığı okundu.
Bundan sonradır ki, şuraya buraya sürülen arkadaşlar da özgürlüklerimize kavuşmuştuk. Böylece ikinci sürgün de bitince hayat kavgasının içinde kaldık.
Eskiden beri tanıdığım Fethi Giray bir günlük gazete çıkarmaya başlayınca ben de iş için müracaat ettim. O zamanlar için küçük bir parayla gazetenin düzeltmenlik görevine başladım.
Bu gazete küçük trajlı bir reklam gazetesiydi. Bir ara İsmail Gençtürk isimli genç bir delikanlı da bize yardımcı olarak yanıma verildi. İsmail Gençtürk herhaliyle bir memleket çocuğu olduğu belliydi. Biz onunla altı ay kadar beraber çalıştık. Nihayet gazete 963 yılına doğru kapandı.
Bu arada bozulan sağlığımın tedavisi için kaplıcalara gittim. Haymana, Kızılcahamam ilçelerindeki kaplıcalardan şifa aradım.
Gazete kapanınca yeniden işşiz kaldık.
Pablo Neruda çevirilerini sürdürüyordum.
Neruda bilindiği gibi dünyanın en büyük şairlerinden birisidir. Şiirle uğraşmam dolayısıyla Neruda'ya eğilimim güngeçtikçe artıyordu. Neruda çarpıcı ve büyük bir ozandır. Dünyayı ve insanları seven birisi. Başından da büyük olaylar geçmiştir. Gizli yaşadığı, sürgünde kaldığı yıllar olmuştur. Büyüklüğü biraz da buradan gelmektedir. Benim ona ilgim de bu bazı yakınlıklarımızdandır.
İstanbul'a gittim. Daha önceleri de gitmiş olmama rağmen, İstanbul'u pek tanımıyordum. Yerleştim. Hatta Menekşe'den bir ev de tuttum. Bir çok çalışmam olacaktı. Çevirileri de hızlandırmıştım.
Ant dergisiyle de bir ara ilişkim oldu.
Bir spor dergisinde de düzeltmen olarak çalışıyordum.
Bu dönemde en önemli iş diyebileceğim çalışmam, Meydan Larus'taki çalışmamdır. Bu işi bana Yaşar Kemal bulmuştu. Yaşar Kemal eski bir dosttu. Çevresi de şimdi genişti. Bu iş beni çok rahatlattı.
Bu iş kısa sürdü.
Sakıncalılığımızdan dolayı dergiyle ilişiğimiz kesildi. Bu kararı o zaman bana derginin önemli bir yönetmeni olan Günay Akarsu isimli arkadaş tebliğ etti.
İstanbul'da çocuk yayınları yapan bir yayınevi vardı. Bu yayınevinin Dünya Masal ve Efsaneleri adlı bir dizisi vardı. Çin, Hint, Eski Mısır gibi dünya uluslarının masal efsane kolleksiyonlarını çevirdim. Yedi sekiz kitap tutuyordu. Basılmak üzere hazırlıklar yapılmıştı. Ekonomik sıkıntılar başgösterince, kendi köyüme yerleşmem gerekiyordu. İstanbul'a veda ederek kendi köyüme yerleştim. Kitapların basılıp basılmadığı konusunda bilgi alamıyorum. Bir kazık daha atılıyor bize.
Her yıl kış aylarında köyümde bulunuyordum. Yazları gezebileceğim zamanlarda dışarı çıkıyordum. Ankara, İstanbul gibi şehirlere geliyordum.
Bu arada şiir üzerindeki çalışmalarım ve çevirilerim devam etti.
Ben sınıf edebiyatı yapıyorum.
Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.
Bence sanat herşeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır.
1940 yılına gelinen zamanlarda Türkiye'de çeşitli sanat görüşleri varolmuştur. Bilhassa endüalist sanat biçimine karşı ve toplumcu yanı olan cereyanlar bu devrede etkili olmuştur. Gayet tabi olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim. Ve içinde olacağım. Hani eski bir söz vardır: İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Bu çok doğrudur. Yani düşüncesini, yani bilincini onun sosyal hayatı, sosyal pratiği belirler. İnsana kendi çevresinde olan ilişkiler gene diyalektik bir bakışla açıklanabilir. Sanat ise daha karmaşık bir olaylar zinciridir. İyi, başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur.
Sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olur. Ben büyük sanatçılarda bu içeriği ve estetik yanın kuvvetli olduğunu görmüşümdür. Örneğin, Nâzım'da ve Neruda'da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan gelmektedir.
Bir sanatçının doğru, devrimci bir yönde birşeyler verebilmesi için, pratik ve teori arasındaki işbirliği daima gözönünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabiliriz.
Sanatla bilinçle duyarlık arasında tam bir uyum olmalıdır. Ne salt bilinç ne salt duyarlık tek başına yeterli değildir. Bir sanat eserinden, devrimci sanattan söz ettiğimizde, devrimci bir görüş açısında hareket ediyoruz. Yani dünyamızı insanca yaşanacak bir hale getirmek için şiiri ve sanatı sosyo-politik bir mücadelenin tanımlayıcı araçları olarak görüyoruz.
Baştan bakıldığında asıl mesele, insanın görüşlerinde kararlı olmasını meydana getirmiştir. Sadece namuslu olmak da yetmez. Sonuna kadar hem namuslu hem de sapına kadar bilinçli olmak şarttır. Gerçek sanatçı, pazarlıkların, küçük hesapların insanı değildir ve olamazda.
Şimdi benim yapmak istediğim bir iş var. 951 Tevkifatını yazmak. Eğer sağlığım el verirse, ömrüm vefa ederse, 951 Tevkifatının destanını yazacağım. Bunun için kafamda bazı tasarılarım vardır. Eğer bu işi başarabilirsem çok mutlu olurum.
İyi bir sanatçı olmak için önce, kendini halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi içtenlikle bunu yapmak şarttır.
Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz.
İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.
Suyunu, dağını, toprağını, çevreyi de kendisi kadar her şeyini seveceksiniz. Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız.
Ben, Türk halkının içinden çıkmış, halkımızın özelliklerini yapıtlarımda yansıtmaya çalışan genç sanatçı arkadaşlarımı şimdiden kutlarım.
Ankara 1977 - 1980
enver gök çe
Enver GÖKÇE 19 Kasım 1981 tarihinde Ankara'da yaşama veda etti.
[email protected]
hikmet kıvılcımlı
10.03.2008 - 20:27HİKMET KIVILCIMLI
HİKMET KIVILCIMLI’NIN KENDİ KALEMİNDEN HAYATI
“Osmanlı İmparatorluğu Makedonyası’nın Priştine kasabasında Hüseyin Bey Posta Telgraf Müdürü iken, eşi Münire Hanımdan Hikmet doğuyor. Kosova vilayetinin İştip kazasında hastalanıyor. Bir gece, Bektaşi tekkesi türbesinde yatan Ali Baba, sandukasından fırlayarak Seher teyzesinin rüyasına giriyor. Çocuğun iyileşmesi isteniyorsa, Ali adıyla adlandırılması o zaman Hz. Ali gibi “Kılıcı kuvvetli” olacağını, yoksa öleceğini bildiriyor: Hikmet “Ali” oluyor. Henüz konuşmayı beceremezken, Pakize teyzesinin okuduğu kız mektebine götürüldükçe, kucaktan sıralar üstüne çıkarılıp davul taklitli nutuklar çekiyor, iyi alamet değil…
Hüseyin Bey Yemen-Hicaz PTT Başmüdürlüğüne aktarılıyor. Gidiş o gidiş. Çocuk babanın adını bile anmıyor. Seher teyze ve subay enişte ile Koçan’a Cumaibala üzerinden Bulgar eşkıyası baskını atlatılarak Drama’ya iniyor. Serez’den dupduru hatırlayabildiği tek şey: Demiryolu üzerinde bayram eden kalabalıklar ortasına bayraklarla donanmış bir tren gelince, vagonlara sinmiş sakallı Abdülhamit paşalarının kırmızı feslerini didik didik yırtıp havaya fırlatan Hürriyet oluyor.
“Bunun üzerine, anıları silik bir İzmir-Aydın-Muğla’ya gidiş.Tekrar İzmir İkiçeşmeliğine dönüş..
“Balkan Harbi patladığı gün çocuk kendisini yeniden İştip’te buluyor. Ulusların kanlı göçü başlamıştır. Çocuk, birkaç güne kadar geri dönmek üzere,göçmenler mahşerine kapılıyor. Bir omuzda taşınmaz Manliher tüfeği, öbüründe Kur’anı Kerim kesesi. Yollarda kaybola ola, yayan Köprülü’ye, bir buğday vagonuna ulaşıyor. Trenle, yarı aç inilen Selanik’te: Çocukları insan ve hayvan ayakları altında çiğneyen Panik’in, bezirgan yanında bir hafta Çırak’lığın, kırk para kazanmak için yarım saat süren tesadüfi Hamal’lığın, yatılıp ta kalkılmayan Ölüm’ün ne olduğunu acı acı öğreniyor.
“Bir aile kolunun bulunduğu İstanbul’a geçiş. Zabit Murat dayıyla Erzurum yerine gidilen Kuşadası. “Delice Emin Efendi'nin iptidai ve rüştiye mektebi. Tahta tüfeklerle asker talimleri. Ateş-Barut-Bomba lakapları. İlk sinema salonunda.
“Bahriyeliyiz biz sağımızdan solumuzdan
Cuşan ederiz yıldırımı her dağımızdan.”
“Efes harabelerinde, diz çökerek hedefi 11’den sahici mavzerle vuruş. Birinciliğe Celal Nuri’nin “Tarih’i İstikbal” kitabından ödül. Düğmesini basınca göklere uçan koltuklar. Saltanatları dinamitle havaya uçuran nihilistler. Teravihten sonra namaz kıla kıla sahura dek camide uyuya kalış. Çatıveren birinci Cihan Harbi. Her Allah’ın puslu günü Sisam adasından sökün edip kasabacığın üç beş yapısını delik deşik etmecesine yıldırımlar yağdıran İngiliz ve Fransız savaş gemileri. Pakize teyzenin 38’likle vuruluşu. İnsanların tavuk gibi öldürülüşü.
“İkinci Muğla’ya gidiş. Aydın-Söke yollarında açlıktan, bitkinlikte can vermiş “tebdil havalı” Mehmetçikler.. Muğla İdadi’si, sonra Sultani’si. Trampetçilik. Fifre. Çekirge mücadelesi. Nıfsıye, Nay. Mezarlığın sakız ağacına bağlı, gözleri camlaşmış, kurşuna dizilen sayısız asker kaçakları. Her gece bir karakolu basan eşkıya Demirci’nin kestiği başlar. Karakolda çeşit çeşit İşkenceler. Murat dayının ölümü. Tatilde aşar damgacılığı. Ekin harmanlarının güzelliği. Ölümden sonra daha acı gelen Osmanlı İmparatorluğunun bozgunu.
“İzmir Yunan işgalinde. Depolardan silah çekme. Kuvayımilliye gönüllülüğü. Havadan meteliği tabancayla vuran Yörük Ali Efe. Zeybekler. Aydın Cephesi. Çine köprüsü. “Köyceğiz Kuvayımilliye Askeri Kumandanlığına tayin” ediliş. Toprak beylerinin vurdum duymazlıkları ve nobranlıkları. Dağ Türkmenlerinin sıcak ana yüreklilikleri. Litoğrafya’da elle basılan menteşe gazetesi. Bolşevikler? Kızıllar! Bayrağımızın rengi. Elaltından İtalyanları çağıran Mutasarrıfa karşı gizli gençlik teşkilatı, ve hücumlar. Muğla ansızın İtalyan işgalinde. Yunan’a karşıymış: “Gavur değil mi? ” Yağlı boya kartal resmi ile Marmaris Yolları… Sıtmanın mezarlığa çevirdiği tüm köyler. Rodos’tan İstanbul’a aktarma.
“Vefa lisesi Müdürünün Kuvayımilliye kalpağını ve çizmelerini “talebeliğe yakışıksız” buluşu. Ailenin kökten işçileşmesi. Ali Kemal. “Kalpak bir alamet’i uriş oldu. Kalpaklıyı nerede görürsen vur! Sultani 9’dan İmtihan ile İstanbul Tıp Fakültesine. Ölüm kalım. “Tıbbiye’i Askeriye’i Şahane” müsabakayla müstezatlı gazel:
“Ey melce’i ulvi, ebedi hislere makes
“Sail sana bikes
“Ya sende serap, sen de mi masumlara kabus
“Bir talihe papus?
Sınıfta çıkan “Yıldız” dergisinde mistizim:
“Çiçekten buluttan bir şenme alıp
“Hü! Dedik meclis’i rindane geldik
“Bir lokma, bir hırka bir külah kafi
“Yunus’la biz bir imtihane geldik
“Coştuk ta, yahu asumane geldik
Tıbbiye camiinde askeri imamın arkasında tek sadık cemaat: Hikmet Hüseyin Efendi! Tıbbiye de İstanbul gibi İngiliz işgali altında. “Dünyayı sarsan broşürler, gazeteler. “Kül ya eyyühelkafirune…” süresinden materyalizme atlayış. Türk Ocakları Kurtuluş, Aydınlık mecmuaları. Sosyalizm… Anadolu’ya bütün sınıflarıyla geçme hazırlığı. Gelen gizli emir: “Şimdilik derslerinize çalışın! ”
“Geceyarısı 101 pare topla Cumhuriyet ilanı. Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırkası. Vazife gazetesi. Orak Çekiç dergisi Akaret’lerde Parti Kongresi. Aydınlık dergisinin Özel Gençlik Nüshaları. Orak Çekiçli postalar. Roza Lüksenburg ve Karl Licbkneht’i flütle anış. İhbar. 1925 (1341) yılı Tıbbiyeyi bitiriş. İngilizle Musul meselesi. Birinci Şark isyanı: Şeyh Said. Türk Ocağı’nda söylev. Tophane Bekirağa Bölüğü’ne “Kapital” ile giriş. Ankara İstiklal Mahkemesi. “Tarikat’ı Selahiye”. “Silk’i askeri”. “Zat”ı şahanenin atabe’i ülyasına suikast maddesi. 10 yıl kürek.
“Ne sıraları, ne günleri sezinlenemez batıp çıkmalar. 1928 yılı yeniden “Düyun’u Umumiye” borçları. “Gitsinler Sultanlarından alsınlar. Demokraside mebus tayin edilemez” İzmir’ de? “Ameleden adamları iktidara getirmek” suçu. 4 yıl,6 ay, 15 gün.. Siverek yerine: Afyon-Konya-Adana-Müslümiye-Mardin-Diyarbakır yoluyle: “Elaziz Kürdistan’ın Payitahtıdır”, ve “Alfabesinden cebr’i alasına değin” sosyalizm…”
1935 yılı MARKSİZM BİBLOTEĞİ YAYINLARI’ndan ÇIKAN TERCÜMELERDEN:
[! -[if! supportLists]-]1. [! -[endif]-]Gündelikçi İş ile Sermaye (Marks) ,
3. Karl Marks’ın Hayatı Felsefesi Sosyolojisi (Lenin) ,
4. Karl Marks’ın Ekonomi Politiği Sosyalizmi Taktiği (Lenin) ,
6. Ludwig Feuerbach Klasik Alman Felsefesinin sonu (Engels) , Kapital, (Marks) vs..
ÇIKAN TELİFLERDEN:
[! -[if! supportLists]-]2. [! -[endif]-]Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi,
5. Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı,
7. Emperyalizm, Geberen Kapitalizm,
8. İnkılapçı Münevver Nedir?
9. Marksizm Kalpazanları Kimlerdir? , Marks-Engels’in Hayatları, Demokrasi: Türkiye Ekonomi Politikası,
1938-3 Donanma Kor. Askeri Mahkemesi’nin İlanı: “İşbu kitaplar, erbaşlar tarafından okunmuş ve benimsenmiş ve bu hal ileride Donanma disiplinini sarsıcı mahiyette görülmüş olmağla kanaati vicdaniyeyi tamme ile” 15 yıl.
1954 yılı Türkiye Filipinlerden geri. Kuvayimilliyeciliğimiz (Gerekçe) .Vatan Partisinin Kuruluşu, Tüzüğü, Programı, Siyasetimiz,Soğan Ekmek Kongresi,1957 Seçim Kampanyası. İslam Hümanizması üzerine Eyüp Söylevi. İlkin dini siyasete alet etmekten, sonra Vatan Partisini kurmaktan Harbiye Kumandanlık hücrelerinde 6 ay aralıksız, bir tek gün gün ışığını görmeyiş. 2 yıl Sultanahmet aydınlık cehenneminde tutukluluk. Beraat, Münire Anne’nin ölümü.
1960 yılı MBK Açık Mektuplar. Anayasa Projesi. 1965: Tarih Devrim sosyalizm, İlkel Sosyalizm’den Kapitalizme ilk geçiş: İngiltere, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Birinci ve İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz.
[email protected]
üniversite
09.03.2008 - 12:36ÜNİVERSİTELER YOK ..................! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! !
Üniversitelermi onlar bilim yuvası olmaktan ziyade geri kalmış kurumlardır.12 eylülün biri ürünü olan YÖK te nedense bir türlü kapamadı tam bir geri kalmışlık muamması içindeyiz bellike kenen evren ve onun unutulmaz eserleri daha 10-20 seneler daha ayakta kalıcak ve ne ilginçtirki öğrenciler sanki böcek gibi davranıyor ve çoğunluğu nedense bir avuç insana destek verilirmi dercesine hiç sesini çıkarmıyor her şeyi zamlı tarifeden sanki suskunluğunun bir bedeliyimiş gibi her türlü eğitim araç ve gereci'de onlar alıyor devletimiz ne bir sosyal devlet nede bir hukuk devletidir resmen vurguncu ve hortumcu koruyucusu
vede büyüklerimiz diye tabir edilen zaatlar bir türlü amerikan rüyasından uyanamadı ve ne şanski büyüklerini takip eden gençliğimiz'de amerikan pastasında bir dilim pay alma çabasından vaz geçmiyor
[email protected]
enver gökçe
09.03.2008 - 00:16GEL GÜNLERİM
gel günlerim gel de dol
gel aydınlım izmirlim
gel aslanım mamak'tan
erzincan'dan kemah'tan
düşmanlar selâm ister
gözden, gezden, arpacıktan!
adana'nın pamuğu dokumada;
diyarbakır, afyon, kütahya fabrikada
ümit işkencede mahzun
emek işkencede mahzun
tenim, ayaklarım üryan
ekmek işkencede mahzun
gel günlerim gel de dol
gel aydınlım izmirlim,
gel aslanım mamak'tan
erzincan'dan kemah'tan!
düşmanlar selâm ister
gözden, gezden, arpacıktan!
sana selâm olsun
sürgünler, mahkûmlar, hastalar!
alacağın olsun
seni istanbul seni
seni bursa, çankırı, malatya,
sizlere selâm olsun üniversiteler!
öğretmenleri alınmış kürsüler,
öğretmenler!
sizlere selâm olsun
hürriyeti yazan eller, dizen eller!
sizlere selâm olsun makineler
entertipler, rotatifler, bobinler!
bu gülünç, aşağılık,
namussuz şeyler dışında.
gel günlerim gel de dol!
gel aydınlım izmirlim,
gel aslanım mamak'tan
erzincan'dan kemah'tan
düşmanlar selâm ister
gözden, gezden, arpacıktan! '
kadın
08.03.2008 - 12:43KADINLARIMIZ
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Kadın adına kavga yaptığımız sevdalar kimi zaman kaşık düşmanı kimi zamanda yürekler adına türkü yaktığımız yarimizdir nazım hikmet ran da bu dizeleri ile anlatıyor kadınları kadınlarımız şimdi üretten ve ve emek harcayan kadınlarımız
[email protected]
Ali Ekber Çiçek
04.03.2008 - 22:16Ali Ekber Çiçek
1938 - 26 Nisan 2006. Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdu. 1939’daki Erzincan depreminde babası öldü. Çok küçük yaşlarda bağlama öğrenmeye başladı. Potim İsmail Dede ve Emin Tabak Dede’den ilk bağlama dersleri aldı.
İlkokuldan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle öğrenimi sürdüremedi. Yaşamını sağlayabilmek için değişik işlerde çalıştı. Ancak müzikle bağını hiç koparmadı.
İlk gençliğinde İstanbul’a giderek dönemin birçok ünlü halk müziği isimleriyle tanıştı ve kendini geliştirdi.
Askerlikten sonra müzik ve bağlama bilgisini pekiştiren Çiçek, 1954 yılında Muzaffer Sarısözen tarafından beğenilince Ankara Radyosuna girdi. Bir süre burada çalıştıktan sonra, görevini 1960’dan sonra da İstanbul Radyosunda sürdürdü.
Radyoda çalıştığı dönemde yaklaşık 400 türküyü seslendiren ve geniş dinleyici topluluklarına ulaşan Ali Ekber Çiçek, kendinden sonra birçok bağlama ve ses sanatçısını etkiledi. Derlediği ya da bestelediği türkülerin birçoğu halk müziğinin klasikleri arasında yeri aldı.
Hakkında bir de belgesel hazırlanan Ali Ekber Çiçek, Türkiye ve Türkiye dışında birçok konser ve seminere katıldı, birkaçı Amerika ve Fransa’da olmak üzere onlarca albüm hazırladı.
İstanbul'da öldü ve Edremit'te toprağa verildi.
[email protected]
lev troçki
22.02.2008 - 23:30Hart Usulü Troçkizm Hakkında
Dante Castro* / 2005-10-5
Küba sınırları dışında büyük gelişme; Celia Hart troçkist oldu. Artık o sorumsuzca kalem oynatan, resmi çevrelerin desteğini alan bir yıldız sayılır; çeşitli uluslardan gazetecilerin ve karşı-devrimci kalemşörlerin yıldızı. Bu durumu en fazla alkışlayan da Fidel’in düşmanı Alberto Montaner’den başkası değil: “...rejimin sıkıcı ortodoks ideolojisinin içinden troçkist bir eğilimin çıkması bana ilginç geldi. Castro’ya ilk karşı çıkan Marksistler tam da troçkistler olmuştur.”
Kapitalizmin (dış düşman) ve bürokratizmin (iç düşman) kötülüklerine karşı Küba’da sosyalizmi savunan bizler için bu troçkist sızma ne “demokrasi” ne de “çoğulculuk” anlamına geliyor; buna olsa olsa ideolojik çözülme denir. Üretim araçlarını toplumsallaştırmış ve sosyalist ekonomiye geçmiş bir ülkede troçkist reçete tutmaz. Sosyalizme kesintisiz geçişi anlatan şu utangaç terim, sürekli devrim, zaten sosyalist düzende yaşayan Küba’da bir şey ifade etmez. Bunlar, enternasyonalist görevlerini her zaman yerine getiren devrimcilere bilmiş bilmiş devrimin uluslararası karakteri olduğunu vaaz ediyorlar. Küba Devrimi’nin tek ülkede sosyalizmi korumak adına proleter enternasyonalizmini reddettiğini kim iddia edebilir? Harry Villegas’ın çok güzel ifade ettiği gibi: “Mutlak bir fedakarlık ruhuyla hareket eden bütün Kübalı enternasyonalistlerin kahramanlığını ve büyüklüğünü anlatmaya sözcükler yetmez.”
Klasik troçkizmin başka bir tehlikesi de partinin ve halkın birliğini bozmak olabilirdi. Ama bu doktrin hiç kök salamayacağı topraklara düştü. Troçkistler, Uluslararası Kitap Fuarı’na (Havana, Şubat 2005) üç stand kitapla geldiler ama Küba halkı bunlara en ufak bir ilgi göstermedi. Üç yayınevi istedikleri satışları yapamadı, çünkü halk bilgedir. Aynı anda Casa de Las Americas’ın dergisinde, derginin sürekli okuyucularını şaşırtarak, troçkist eğilimli makaleler yayınladılar. Buna paralel olarak Hugo Chavez eserlerini okumadığı Troçki’yi öven sözler sarfetti.
Marksizm-Leninizm bütün devrimci partiler arasında asgari ortak temeli sağlarken troçkizm azami bölücü olma görevini sürdürüyor. Demokratik merkeziyetçilik ve birlik-eleştiri-birlik formülü troçkistlerin talep ettiği parti içinde fraksiyon yaratma özgürlüğünü içermez. Zaten troçkistlerin bu bölücülüğü bizzat troçkist hareketin sürekli bölünmesinden, mikro grupçuklara ayrılmasından ve atomize olmasında açıkça görülür. Küba’ya da bölünmeyi mi öneriyorlar?
Celia Hart hangi troçkizmi kastediyor? ... Moreno’yu mu, Pablo’yu mu, Lora’yı mı, Posadas’ı mı, Mandel’i mi? Hangisinin çizgisini kastediyor? Birleşik Sekreteryayı mı, Komünist Ligi mi, Dördüncü Enternasyonal Yeniden Kuruluş’u mu? Bunlara hiçbir zaman yapmadıkları ve yapmayacakları devrim için yapılan tartışmalardan doğan son saniye bölünmelerini de ekleyebiliriz. Troçkizm pek çok cephede çarpışır ve bunların arasında üç cephe öne çıkar: (bağımlı oldukları) kapitalizme karşı, Stalinizime karşı ve diğer troçkistlere karşı.
İnterneti şöyle bir gezin, troçkistlerin Küba Devrimi’ni Stalinist diye kötülediklerini göreceksiniz. Troçkizm hiçbir zaman Fidel Castro’nun müttefiği olmadı; tam tersine. Onu bürokratizmle, otoriterizmle, militarizmle, gerillacılıkla ve bunun gibi şeylerle suçladı. Emperyalizmin uşakları Celia Hart’ın bu dönüşünden işte bu yüzden bu kadar memnunlar.
Latin Amerika ve Avrupa’da troçkizmin burjuva aydınların, kısa bir süre solcu kalacak isyankar öğrencilerin ve ayrıcalıklı kastların afyonu olması bir tesadüf değildir. Yönetici kastın çocuklarının da ünlü figür Lev Davidoviç Bronstein’a, o “anlaşılmamış”, “kurban gitmiş” adama, reel sosyalizmin sonunu ilan eden peygambere aşık olması da tesadüf değildir.
PUSUDAKİ TROÇKİZM
Celia Hart’ın bu dönüşüne şaşıranlar var; bu kişiler Celia’nın babası Armando Hart’ın kızına Isaac Deutschter’in ilk kitaplarını verdiğini okuyunca daha da çok şaşırıyorlar. İşte bu yüzden Bay Hart tarafından Deutscher’in Stalin hakkındaki kitabına yazdığı önsöze değinmenin zamanıdır. Ama bu şaşkınlığı biraz yatıştırmak için Armando’nun her zaman bir Troçki hayranı olduğunu söyleyelim; Che’nin mektupları da buna tanıklık ediyor. Che’nin [Küba’da kısa süre önce yayınlanan, Eylül/1997 Contracorriente dergisi, yıl 3, sayı 9] Kongo’ya giden Kübalı gerilla grubuyla beraber yola çıktıktan sonra, Tanzanya’dayken, Küba’ya ve oradan da Bolivya’ya gitmeden önce yazdığı mektubu okuyalım:
Che beşinci maddede şunları söylüyor:
“Burada Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in [orijinal metinde Stalin’in altı çizilerek vurgulanmış] ve diğer büyük Marksistlerin bütün eserlerini basmak gerekir. Örneğin kimse Rosa Lüksemburg’u okumadı; Luxemburg Marx’ı eleştirirken bazı hatalar yapsa da (üçüncü cilt) şehit olmuş ve emperyalizme karşı içgüdüleri bizimkine göre daha yüksek bir devrimcidir.”
Daha sonra altıncı maddede:
“Bunların yanı sıra, gelmiş geçmiş ve bir şeyler yazmış bütün büyük revizyonistleri de (isterseniz Kruşçev’i de dahil edin) , -şimdiye kadar hiç olmadığı kadar iyi biçimde analiz edilmiş olarak- yayınlamak gerekiyor, dostun Troçki de bunların yanına koyulmalı, öyle görünüyor.”
Hala anlaşılmıyor mu? Zaten açık olanı bir de biz açıklayalım. Che, Kruşçev’in başlattığı topyekün bir destalinizasyon döneminde, Stalin isminin altını çiziyor, Kruşçev’i, “senin dostun” Troçki’nin yanında “gelmiş geçmiş ve bir şeyler yazmış büyük revizyonistler” listesine ekliyor. Che Marksist-Leninist, anti-revizyonist, anti-Kruşçevci duruşunu, troçkizme uzaklığını bir kez daha ortaya koyuyor. “Dostun” diyerek de Hart’ın troçkizmini belgeliyor.
İnternete baktığımızda Che’nin Stalin’e olan hayranlığını gizlemek için bu mektup tek bir cümle halinde yayınlandığını görüyoruz. Che, 1964 yılında yazdığı makalelerde sık sık Stalin’den alıntılar yapardı; bunu da Stalinizmi eleştirmek için yapmazdı. İki örnek vermek gerekirse “Finansal Bütçe Sistemi Üzerine”, “Banka, Kredi ve Sosyalizm” yazılarına bakılabilir. Che’nin Hart’a gönderdiği mektubu sergilemek istediklerinde beşinci maddeyi atıyor, altıncı maddeyi de kırpıyorlar. Cahilleri şaşırtmak için yapılan büyük bir sahtekarlık, kafa karıştırıcı bir tuzak bu.
Cehaletimizden yararlanarak başka bir aldatmacayı da atıyorlar önümüze: Che kendisi farkında olmasa da Troçkistmiş. Bırakın bunları! Bu kemiği başka köpeklere yutturun!
Aynı şekilde şunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyor: Che “sosyalist devrim ya da devrim karikatürü” derken Troçki’nin sürekli devrim tezine gönderme yapmıyordu. Che o sözleri söylediği sırada Küba devrimi demokratik devrim aşamasını geçmiş, sosyalizme kesintisiz biçimde geçiyordu.
MARKSİZM-LENİNİZME DÖNMEK
Küba Devrimi’nin içinde bulunduğumuz kritik günlerinde bu tür ideolojik sapmalara hiç yüz verilmiyor. Küba halkı liderleri etrafında kenetlendiğini ilan etti. Aynı zamanda doğru yolda olduklarını ve bu yolu inatla tuttuklarını ilan etmiş oldular. Miami’dekiler [Kübalı karşı-devrimci kaçakların büyük çoğunluğu ABD’nin Miami kentinde örgütlenmektedir –ç.n.] aldıkları hediyelerle mağaralarında pusuya yatmışken, kapitalizm açıkça adaya iktisadi baskı yaparken, her fırsatta devrime hakaretler yağdırırken, halkın parti çizgisine uzak eğilimlere kanması olanaksızdır. Troçkizm lümpen aydınların, asalakların, çenebaz kitapkurtlarının malzemesi olabilir ancak. Halk içi boş polemiklerle zaman kaybetmez; halk korkunç ambargonun ve işe yaramaz bazı bürokratların doğurduğu yokluk içinde yaşama savaşı verir. Bu iki kötülüğe karşı çare Marx ve Lenin’in orijinal tezlerine geri dönmek, Kruşçev ve onun devamcılarının miras bıraktığı revizyonizmle mücadele etmektir. Che’yi yeniden okumak onun Kruşçev karşıtlığını, bürokratizm yoluna girerlerse Doğu Avrupa’nın yıkılacağına yönelik öngörüsünü yeniden keşfetmektir. Che’nin “barış içinde bir arada yaşamak” ve “sosyalizme barışçıl geçiş” gibi Kruşçev’in en sevdiği tezlere karşı olduğu, destalinizasyona karşı çıktığı ortadadır. Che’yi itiraf edilmemiş bir troçkist gibi karikatürize etmek Küba Devrimi’nin temel ideallerine ihanet etmektir. Bütün bunlar Commandante’nin gözleri önünde gerçekleşiyor ve şimdilik bir tepki verilmiyor, o zaman soralım: burada oynanan oyun hangisidir? Glasnost mu? Solidarnosc mu? Bilmeyenler için söyleyelim, troçkistler bu iki akıma da destek verdiler.
--
Celia Hart’a karşı troçkizm hakkında
Celia Hart: Yalan Üretme Makinesi
Dante Castro / Rebelión / 27-10-2005
Celia Hart’ın, internette, biz sıradan Latin Amerikalıların ya da Devrime bağlı olmayı sürdüren Kübalıların asla erişemediği ölçüde söz hakkına sahip olduğunu görüyoruz. Hart’ın yazılarına geniş yer veren internet dergileri, ona karşıt görüşte olanların yazılarını büyük ölçüde sansürlemekte ve “stalinistlerin” yazılarından istisnai olarak eşantiyon örneklerle yetinmektedir. Bu ve diğer avantajları sayesinde, Bayan Hart, sözde “çoksesli” bir mecra olan internette hemen her yerde kabul gören yazılarıyla kendisini Küba Devrimi’nin tarihini ve özellikle de Ernesto Che Guevara’nın düşüncesini tahrif etme işine adamıştır. Şunun gibi cümleleri bu yöntem sayesinde telaffuz edebilmektedir: “Che’ye gelince; o Troçki’nin düşüncesini izlemiştir (ya da Troçki düşüncesinin en iyi yönlerini) , keza gerçekten bir devrim yapmak isteyen bir tek oydu.”
Aferin sana küçük hanım! ... Demek, gerçekten devrim yapmak isteyen kişi, otomatik olarak Troçki düşüncesinin izleyicisi oluveriyor. Bu mantıkla bu hükümden kurtulacak devrimci yoktur. Böylece ilk defa bilinçsiz troçkistlik diye bir olgunun varlığından haberdar oluyoruz. Böylesine talihsiz ve anlamsız bir operasyon yalnızca yaratıcısının cehaletini ortaya koymaktadır.
Che’nin ciddi biyografilerinin yazarlarından hiçbiri, daha önce böylesine zavallıca bir sonuca ulaşmamıştır. Che’nin eserini okumuş olan herkes, Celia Hart’ın yalan söylediğini kolayca farkeder. Birçok makale yazarak bir yandan Küba Devrimini savunuyor görüntüsü verirken, aynı anda öte tarafta Che’yi troçkize etme gibi bir girişimi, hak ettiği türden sıfatlarla tanımlamak durumundayız.
Kızamık
Celia Hart’ın polemik sanatında pek usta olmadığı açık. Ne de Marksizm hakkında yeterli bir bilgiye sahiptir, aynı şekilde, diyalektik materyalizm, Rus devrim tarihi ve Küba devriminin tarihi hakkında da pek bir şey bilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Leon Troçki’nin “bilgece tutumlarını” bir okulçocuğu ruhuyla keşfetmiştir, Stalin’in işlediği suçlardan, KGB yönetimi altında Sovyet Gulag’ında öldürülen milyonlardan, vb. şeylerden büyük bir dehşete kapılmıştır. Troçkistlerle Marksist-Leninistler arasındaki eski tartışmaya aşina olanlar için, bu türden naiflik, komünist hareket içindeki çocukluk çağı hastalığının tipik bir göstergesinden başka bir şey değildir. Bu kısa süren kızamık, normalde okulçocuğu, komiser Troçki’nin suçlarını, Troçki’nin hatalarını, Lenin’le Troçki arasındaki polemiği vb. “keşfeder keşfetmez” sona erer. Ne var ki bu hastalığı aşamamış birisinin devrime uygun olmadığını biliriz. Özellikle de kişi mezuniyet çağı geldiğinde de hala kızamık çıkarmayı sürdürüyorsa.
Stalinist baskı altında öldürülen şu “milyonlar”ı örneğin bugün artık açık olan KGB arşivlerinde bulmak gerekir. Hiç şüphe yok ki, Bayan Celia Hart Arjantinli araştırmacı Rafael Poch’un Rusya’da hazırladığı çalışmasını ve çok sayıda Rus yazarın emperyalizmle işbirliği yapmış troçkizm tarafından şişirilen rakamları yalanlayan önemli çalışmalarını okumamıştır. Bu araştırmacıların hiçbirisi ne Stalinisttir, ne de hatta komünisttir. Gerçek sayıları binlerle ifade edilen 30’lu yıllardaki ölümler –evet bu ölümler olmuştur- troçkizm ve CİA’in hayalgücü marifetiyle milyonlara ve milyonlara dönüşüvermiştir.
Okulçocuğu küçük hanımımız sözde hümanist ikiyüzlülüğe kendisini bu kadar kaptırdığına göre, onu anarşistlerin ve anarko-sendikalistlerin komiser Troçki’ye karşı Kronştad ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılmasındaki rolüyle ilgili eleştirilerini gözden geçirmeye davet etmemiz icap eder. Ya da daha iyisi Troçki’nin İspanya’daki troçkist parti POUM’u, İspanya İç Savaşı süresince “oportünist” olarak niteleyerek yüzüstü bırakmasıyla ilgili eleştirileri ele alabilirdi.
Celia Hart, olgun terimlerle tartışamamaktadır çünkü ele aldığı konu hakkındaki yeterliliği göründüğünden de azdır. Karşıtlarının makalelerini sansürleyen internetin dokunulmazlık şemsiyesi altına sığınmak zorundadır. Bizim makalelerimize bunları yayınlamayı reddeden aynı sitelerde yanıt verecektir. Ona sadece çocuksu damgası yemek ve Silvio Rodriguez’in (Kübalı bir şarkıcı –ç.n.) bir şarkısını mırıldanarak sorumluluklarından kaçmak kalıyor.
Troçkistler hükümlerini uzun zaman önce vermiştir
Ricardo Napuri, tanınmış bir Peru’lu troçkist, Che’yle bir konuşmalarından ona “Silvio Frondizi’yi (Arjantinli troçkist politikacı ve yazar –ç.n.) önerdiğini, ancak Che’nin ona troçkist olarak bilinen birisi olduğu için kuşkuyla baktığını” itiraf eder. Daha ileriki satılarda, Che’nin, Troçki’nin Sürekli Devrim kitabını okuduktan sonra kendisine “troçkist konumu oyalayıcı bir tutum olarak gördüğünü” söylediğini belirtir.
Benzer şekilde troçkist Gary Tennant “Che Guevara ve Kübalı troçkistler” makalesinde şunları iddia etmiştir:
“Bir stalinist tek parti devleti kurma düşüncesine sahip olan Che’nin ilk adımı, eleştirel-olmayan biçimde Sosyalist Halk Partisi (Küba Komünist Partisi o dönemde bu ismi kullanıyordu –ç.n.) kadrolarıyla 26 Temmuz hareketi kadrolarını 1961 yılında Birleşik Devrimci Örgüt adı altında yeni bir örgütlenme içinde bir araya getirmek oldu ve diğer devrimci grup ve eğilimlere karşı saldırılar ve baskı politikasını savundu, Bu saldırılardan sol içindeki Stalinizmi eleştiren Devrimci İşçi Partisi de nasibini aldı.”
Tennant daha ilerde:
“Hiç istisnasız biçimde, troçkistlerin Batista diktatörlüğü döneminde Mujalistalar diye anılan resmi sendikacılarla bağlantılı oldukları iftiracı gerekçesini kullanarak ve bunların ABD’nin Guantanamo’daki deniz kuvvetleri üssüne bir saldırı yapılmasını sağlamak için ajan-provokatörler olarak çalıştıklarını iddia ederek, Devrimci İşçi Partisi üyelerini aralıklarla keyfi olarak tutuklattı, bürolarını kapattırdı, onları uzaktaki adalara sürdü ve yayınlarını keyfi olarak toplattırdı. Onun ilk tavrı genel olarak bu şekildeydi. Şöyle derdi: [[Devrimin yanında olup, Küba Komünist Partisi’ne karşı olmak mümkün değildir. Devrim ve Komünist Partisi beraber yürür.]]”
Tennant yine de Che’nin zamanla troçkistlere karşı tutumunda belli bir “evrim” olduğunu not eder ancak şu noktayı da vurgular: “Che Guevara’nın Kübalı troçkistlere karşı tutumu sonuna kadar hiçbir anlamda troçkistlerden yana olmadı.”
Uluslar arası troçkizmin sözcülerinden Küba Devrimine karşı onu militarizmle, bürokratizmle, sosyalizmin deforme edilmesiyle, işçi düşmanlığıyla vb. suçlayan bunun gibi daha birçok saldırgan alıntılar yapmak mümkündür.
Devrimciler Montaner gibilerle aynı dili konuşmaz
Önceden de bildiğimiz gibi, Bayan Celia Hart, internetteki makaleleri ve aynı zamanda Marksizmin klasik eserlerini sonuna kadar okuyacak sabırdan yoksundur. Kendisine karşı olduğumuz kişiyi kaynak gösterenlere de karşıyız, Carlos Alberto Montaner gibi Küba Devriminin azılı düşmanlarına örneğin. Montaner bir yerde “… Küba’nın boğucu ideolojik Ortodoksluğu içinde troçkist bir eğilim olması benim ilgimi çekiyor. Kastro’ya karşı çıkan ilk Marksistler de troçkistlerdi zaten.” Bana kimin seni alıntıladığı söyle Celia, sana kim olduğunu söyleyeyim.
Evet biz Celia Hart’ın temsil etmediği Küba Komünist Partisi’nin çizgisiyle aynı dili konuşuyoruz. Okuyucu da KKP’nin tüm kongrelerinin belgelerine ulaşabilir, orada ne troçkizmin ne de onun şu ya da bu yorumunun desteklemediğini görebilir. Bu devrim troçkistler tarafından yapılmadı, aksine troçkistlerden zarar görmüştür, bu yüzden onları dışlamış ve sağlam biçimde Marksizm-Leninizm yolunu tutmuştur. Birisi 'umutsuz kızının' eline İsaac Deutschter’in “aydınlatıcı” kitaplarını tutuşturmuş olabilir. Bu birisi ayrıca Deutschter'in bir kitabına yazdığı sunuşta da, Stalin’in Troçki’ye göre dezavantajının, ikincisi en gelişmiş ülkeleri görme fırsatı bulmuşken birincisinin Rusya’dan dışarı çıkmamış olması olduğunu yazabilmiştir. Böyle bir dehayı analizindeki keskinliğinden dolayı kutlayalım. Ancak bizden, bu tartışmaya katılmamamızı istiyorlar, çünkü bu sorgulanamayacak bir kutsal inektir. Sözün kısası: biz Küba Devriminin özgün çizgisinin korunması davasında kutsal inekleri tanıyoruz, ne de kimsenin dokunulmazlığını. Perulu Manuel González Prada’nın dediği gibi, yarım ağızla konuşmanın çirkin sözleşmesini bozmak gerekir.
Yalan söyle, mutlaka inanan çıkar
“Guevarist troçkizm”le ilgili yorumlar, notlar ve makaleler Küba’nın devrimci yürüyüşüne karşı insanların duyduğu güveni zedelemeyi amaçlıyor. Yeni yetmeler ve eğitimsiz insanlar bu çiziktirmelerle karşılaştıklarında bunların yarattığı yanlış izlenimin etkisinde söylenen her şeyin gerçek olduğunu zannedebilir. Ciddi çalışmaları okuyamadan önce, yazar hanımın ateşli safsatalarına pekala inanabilir.
Celia Hart, Devrime karşı değil, gerçeğe karşı komplo kuruyor. Oysa, Che’nin kendi tamamlanmış eserlerini okuyan her öğrenci onun gerçek ideolojik bağlılığının ne olduğunu ve bunun troçkizmden ayrılığını kendisi açıkça görebilir.
Bir hafta önce, o da kendisini Che’nin anısına saygı ışığı altında göstermek isteyen ve hayatında işçi sınıfıyla en ufak bir ilişki kurmamış bir troçksit liderle keskin bir polemik yapmak zorunda kaldık. Bu pek zavallı kimse yazarının köylücü, popülist olduğunu ve Marksist olmadığını kanıtlamak için Che’nin Gerilla El Kitabı’nı kullanılıyordu, çünkü burada işçi sınıfından söz edilmiyordu. Bu tip konumlar Che’nin sosyalist devrimin öncüsünün sanayi işçi-sınıfı olduğunu açıkça belirttiği diğer eserlerinden alıntılarla kolayca gülünç duruma düşürülür. Bu yüzden biz genç dostlarımıza sözlü curcunalar yerine baştan sona ve sistemli okumaları öneriyoruz.
Troçkizmin kafa karıştırmayı amaç edinen vaazı birçok kimseyi hazırlıksız yakalar. Bu politikanın gözde sloganın şu olduğunu anlıyoruz: yalan söyle, mutlaka inanan çıkar. Bizim tavrımız ise Devrim düşmanlarının desteğini alan her türden ideolojik sapmayla yığınların önünde açık ve sakınmasız tartışmadır.
Amauta José Carlos Mariátegui’nin çok yerinde olarak dediği gibi: “troçkizm sadece hiçbir zaman somut ve kesin formül biçimini almayan bir teorik radikalizmi bilir.” Ancak günümüzde troçkizmin kirli tohumlarını yayabilmek için gerekli unsurlara sahip olduğunu eklemeliyiz. Günümüzde, en azından şimdiki ideolojik çiçek açma döneminin sonuna kadar zarar vermeyi sürdürecek pek muhteşem bir sözcüye de kavuşmuşlardır.
Bayan Hart diyor ki: “Ve artık düşüncelerime karşı saldırıları yanıtlamakla daha fazla uğraşmak istemiyorum, Silvio Rodriguez’in şarkısındaki gibi: benden nefret edenlerin ve beni sevenlerin, benimle eğlenmelerini affetmeyeceğim.” Biz de ona diyoruz ki: bundan daha eğlenceli olamazdın.
* Dante Castro Arrasco, anavatanı Peru'da olduğu gibi Küba'da da edebiyat ve eğitim alanında çok sayıda ödülün sahibi olan devrimci bir yazardır. 1994 yılından beri Küba'da yaşamaktadır.
kaynaklar:
http://www.cubanuestra.nu/web/article.asp? artID=2816
http://www.rebelion.org/noticia.php? id=21887
Stalin Arşivi çeviri birimi tarafından Türkçeleştirilmiştir. (Temmuz 2006)
WWW.STALİNKAYNAK.COM
TROÇKİZİM KENDİ YALANIN AĞLARINA DOLANACAK
PATİ[email protected]
leon troçki
13.02.2008 - 17:15Troçki’nin ve Troçkistlerin Yalanlarından Yalnızca Birkaçı
YALAN 1: “Troçki gerçek bir Leninisttir”
“Lenin’in, oyundaki bu eski elin, Rus işçi hareketinde geri olan ne varsa hepsinin bu profesyonel sömürücüsünün sistematik olarak başvurduğu zavallıca rezalet çıkarmalar, anlamsız bir takıntı görüntüsü veriyor… Leninizmin bütün gövdesi yalan ve çarpıtma üzerine kurulmuştur ve çürüyüşünün zehirli öğelerini kendi içinden doğurmaktadır.”
(Troçki, Chkheidze’ye Mektup, Nisan 1913)
Troçkistler, Troçki’nin bu yazdıklarını, bu anlayışın Rus devrim tarihi açısından anlamını ve aklanmasının ne kadar zor olduğunu bilirler ama anti-marksist görüşlerini yeni-yetmelere “Leninizmin gerçek temsilciliği” olarak yutturmak için bunların sözünü pek etmezler.
Lenin ise Troçki’nin bu görüşlerini çok iyi biliyordu ve bolşeviklerle Troçki’nin görüşleri arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:
“Troçki’den ayrılıklarımız nelerdir? Bunu herhalde bilmek istersiniz. Kısaca – o bir Kautskycidir, yani, Enternasyonal’de Kautskycilerle ve Rusya’da Chkheidze’nin parlamento grubuyla birliği savunmaktadır. Biz böyle bir birliğe kati suretle karşıyız… Troçki şimdi Örgütlenme Komitesine (Akselrod ve Martov) karşı ama Chkheidze’nin Duma grubuyla birlikten yana! ! Biz kesin olarak karşıyız”
(Lenin, Henriette Roland-Holst’a Mektup, 1916)
YALAN 2: “Troçki tutarlı bir Marksisttir”
“Troçki’nin şimdiye kadar marksizmle ilgili herhangi bir önemli sorunda sağlam bir görüşü olmamıştır. O her zaman, şu ya da bu görüş ayrılığının yarattığı “yarıklara sızma” yolunu bulur, ve ikide bir taraf değiştirir. Şu anda bundçuların ve tasfiyecilerin dostudur. Ve bu baylar Parti’nin öngördüğü hizayı durmadan bozanlardır.”
(Lenin, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, 1914)
YALAN 3: “Troçkist “Sürekli Devrim” kuramı Marksist bir kuramdır”
“İşçi sınıfı hareketi içindeki yirmi yıllık ideolojik savaşımın tarihini görmezden gelen ya da çarpıtan kişiler (tasfiyeciler ve Troçki gibi) işçilere çok büyük bir zarar vermektedir.”
“Troçki 1901-1903 arasında ateşli bir İskracıydı, o kadar ki Ryazanov onun 1903 kongresindeki rolünü ‘Lenin’in çomağı’ olarak betimliyordu. 1903 sonunda, Troçki ateşli bir Menşevikti, yani, İskracıları terketmiş ve Ekonomisteler katılmıştı. ‘Eski İskra’yla yenisi arasında bir uçurum vardır’ diyordu. 1904-1905′ te, Menşevikleri de terketti ve kararsız bir konuma geçti, şimdi Martinov’la (Ekonomist) işbirliği yapıyor, şimdi de “saçma bir şekilde sol sürekli devrim kuramını” ilan ediyor. 1906-1907′ de Bolşeviklere yaklaştı ve 1907 baharında Rosa Luxemburg’la aynı fikirde olduğunu ilan etti.
Dezentegrasyon döneminde, uzun bir ‘hizipçi-olmayan’ kararsızlıktan sonra, yeniden sağa geçiyor ve Ağustos 1912′ de tasfiyecilerle bir blok kuruyor. Şimdi tekrar onları da terketti, ancak özünde onların baştansavma fikirlerini tekrarlayıp duruyor.”
(Lenin, İşçi Sınıfı İçinde İdeolojik Savaşım, 1914)
Böylece yalnızca Troçkist “Sürekli Devrim” kuramının ne kadar tutarlı bir Marksist kuram olduğunu değil, Troçki’nin ne kadar tutarlı bir devrimci olduğunu da Lenin’den öğrenmiş oluyoruz.
YALAN 4: “Tek Ülkede Sosyalizm” Stalin’in bir uydurmasıdır ve anti-marksist bir kuramdır”
“Dünya (ama Avrupa değil) Birleşik Devletleri, komünizmin tam zaferi demokratik devlet de dahil bütün devletlerin kesin olarak ortadan kalkmasına yol açmadıkça, sosyalizmle ilişkilendirdiğimiz ulusların birliği ve özgürlüğünün devlet biçimidir. Kendi başına bir şiar olarak “Dünya Birleşik Devletleri” şiarı ise pek doğru değildir, çünkü birincisi, sosyalizme tekabül eder; ikinci olarak, bu şiar, tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkansızlığı yönünde ve böyle bir ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri hususunda yanlış düşünceler yaratabilir.
Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda ya da hatta tek bir kapitalist bir ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesinde kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır. Proletaryanın burjuvaziyi alaşağı ederek zafer kazandığı toplumun politik biçimi, söz konusu ulusun ya da ulusların proletaryasının güçlerini, henüz sosyalizme geçmemiş devletlere karşı mücadelede gittikçe daha çok merkezileştiren demokratik cumhuriyet olacaktır.”
(Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine, 1915)
YALAN 5 (KUYRUKLU YALAN) : “Lenin Nisan 1917′ den Sonra Troçki’nin “Sürekli Devrim” Kuramını benimsedi ve kendi Aşamalı Kesintisiz Devrim düşüncesini reddetti.”
Önce devrimin hemen öncesinde, 1915 yılında Lenin’in Troçki’nin “şahane” Sürekli Devrim kuramına nasıl baktığını görelim:
“Yaklaşan devrimde sınıf ittifaklarını açıklığa kavuşturmak devrimci bir Partinin baş görevidir… ‘Naşe Slovo’da bu görev Troçki tarafından doğru çözülmüyor; o 1905 yılındaki ‘orijinal’ teorisini tekrarlıyor ve ”
Troçki’nin orijinal teorisi Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele ve siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını ödünç alırken, Menşeviklerden ise köylülüğün rolünün ‘yadsınmasını ödünçalıyor”… Bununla “Troçki gerçekte, köylülüğün rolünün ‘yadsınması’ndan köylülüğü devrim için harekete geçirmekte irade yetersizliğini anlayan Rusya’daki liberal işçi siyasetçilerine yardım ediyor! ”
(Lenin, Devrimde İki Çizgi Üzerine, 1915)
Acaba Lenin Nisan 17′ de ya da daha sonra herhangi bir tarihte, bu görüşlerini değiştirip, terkedip; bunun yerine alaya aldığı Troçki’nin “Sürekli Devrim” kuramını benimsemiş midir? Bütün demagoji ve çarpıtmaların önüne geçmek için, biz en iyisi Lenin’in “Gerçek Vasiyeti” diye anılan son yazılarından birine bakalım:
“Onların (II. Enternasyonal kahramanlarının) Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin gelişme seyri içinde ezberlemiş olduğu ve bizim sosyalizm için henüz olgun olmadığımız, onlar arasında çeşitli ‘allame’ bayların vurguladığı gibi, bizde sosyalizm için objektif ekonomik önşartların olmadığı şeklindeki argümanı… son derece basmakalıptır. Ve hiçbirinin de aklına kendi kendine şöyle sormak gelmiyor: Devrimci bir durumla, birinci emperyalist savaşta ortaya çıkmış olduğu gibi bir durumla karşılaşan bir halk, durumunun çaresizliğinin sonucu, kendisine hiç olmazsa, uygarlığın daha da ilerlemesinin pek de alışılmış olmayan koşullarım elde etme şansını sunan bir mücadeleye atılamaz mı”…
“Eğer sosyalizmi yaratmak için belirli bir kültür düzeyi gerekli ise (ki bu belirli ‘kültür düzeyi’nin ne olduğunu kimse söyleyemez) , neden işe ilk önce bu belirli düzeyin koşullarını devrimci yoldan elde etmekle başlayıp, ve sonra da işçi-köylü iktidarı ve Sovyet düzeni temeli üzerinde ilerleyip diğer halklara yetişmeyelim”…
“Sosyalizmi yaratmak için, diyorsunuz, uygarlık gereklidir. Mükemmel. Peki ama, daha sonra sosyalizme doğru ileri harekete başlamak üzere niçin ilk önce çiftlik sahiplerinin kovulması ve Rus kapitalistlerinin kovulması gibi uygarlığın böylesi önkoşullarını bizde yaratamayacak olalım? Normal tarihsel düzenin böylesi biçim farklılaşmalarının caiz olmadığını ya da imkansız olduğunu hangi kitapta okudunuz ki? ”
(Lenin, Devrimimiz Üzerine, Zuhanov’un Notları Vesilesiyle, 1923)
Lenin’in Ekim Devriminden yıllar önce, devrimin arifesinde ve devrimden sonra özü bakımından aynı olan ve aynı kalan yukarıdaki görüşleriyle, Troçki’nin “şahane” Sürekli Devrim kuramını dayandırdığı temeli karşılaştırınız:
“Sürekli devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler, yazarın kafasında tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmişti. Bu oldukça iddialı ifade, Rus devriminin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalamayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya, iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolma konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplarla değil, kendisiyle işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylülüğün ezici çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya proleter devrimi arenasında çözülebilirler.”
(Troçki, 1905, Önsöz, Tarih Bilinci Yay.)
Bütün bunlar Lenin’in devrim kuramı konusundaki görüşlerinin, Marx’ın bilimsel Kesintisiz Devrim kuramının bir çarpıtılması olan Troçki’nin “anti-aşamacı” “Sürekli Devrimciliği” bilim-dışı yönüne hiçbir zaman sapmamış olduğunu anlatmak için yine de yeterli görülmezse, Lenin’in 1905 ve 1921 yıllarındaki şu iki yazısı karşılaştırmalıdır:
“Demokratik devrimden derhal, gücümüz ölçüsünde, bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücü ölçüsünde, sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız…
Maceracılığa kapılmadan, bilimsel vicdanımıza ihanet etmeden, ucuz şöhret peşinde koşmadan, yalnızca şunu söyleyebiliriz ve söylüyoruz da: Yeni ve daha üstün bir göreve, sosyalist devrime mümkün olduğu kadar çabuk geçişi, bize, proletarya partisine, daha da kolaylaştırmak için, demokratik devrimi gerçekleştirmesinde tüm köylülüğe vargücümüzle yardım edeceğiz.” (Bkz. Lenin, 1905, Seçme Eserler, C. 3, s. 138. [türkçesi. s. 138.—İnter Yayınları.])
Ve onaltı yıl sonra, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra Lenin, bu konu üzerine şunları yazıyordu:
“Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, MacDonald, Turati ve ‘ikibuçukuncu’ marksizmin tüm diğer kahramanları, burjuva-demokratik ve proleter-sosyalist devrim arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlayamadılar. Birincisi, ikincisine geçer. İkincisi, geçerken birincisinin sorunlarını çözer. İkincisi, birincinin eserini pekiştirir. İkincisinin birinciyi ne derece geçmeyi başaracağını mücadele, ve yalnızca mücadele tayin eder.
Sovyet düzeni bir devrimin diğerine bu dönüşümünün tam da canlı bir onaylanması ya da tezahürüdür.”
(Bkz. Lenin, Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü Üzerine, Seçme Eserler, C. 6, s. 514. [türkçesi. s. 519. —İnter Yayınları.])
Demek ki; Lenin hiçbir zaman bütün mücadelesi içinde kendi ismiyle (”Leninizm”) özdeşleşmiş olan “Kesintisiz Devrim” görüşünü reddedip, “Sürekli Devrim” safsatacılığını benimsememişti. Bizzat Ekim Devrimi’ni, demokratik devrimle sosyalist devrimin bağlantısını doğru kuramayan, bu ikisini karşı karşıya koyan tüm formülasyonların tam bir iflası olarak gördü.
Lenin asla sosyalizmin zaferinin başlangıçta birkaç yada tek bir ülkede mümkün olacağı görüşünü terketmemişti. Tam tersine O, “yeni tipte bir devlet olarak” Sovyet Devletini bunun canlı bir doğrulanması olarak değerlendirdi. Bu somut gerçekliği göz göre göre reddeden tüm akımların kısa zamanda doğrudan yada dolaylı olarak emperyalizmin destekçileri arasındaki yerlerini almaları Lenin’i kesin bir biçimde haklı çıkardı.
Sonuç: “Troçkizm” ve Leninizm bambaşka konumlardır. Ya biri, ya öteki.
WWW.STALİNKAYNAK.COM
PATİ[email protected]
leon troçki
12.02.2008 - 23:55Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere Karşı
20 Ekim 1992, Etudes Marxistes
Ludo Martens
Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğinde burjuva karşı-devriminin zaferinin ardından komünistler arasında Troçkizm’in gerçek doğası hakkında kesinlikle hiçbir fikir uyuşmazlığı olamaz.
Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrimci sürecin gelişimi Troçkistlerin 60 yıllık söylemlerinin sınıfsal anlamının sınanmasına imkan vermektedir. Şimdi artık “sol” laf kalabalığının arkasında gizlenen bu akımın asıl hedeflerini görmek daha kolay hale gelmiştir. Gerçeği apaçık görebilmek için Troçkistlerin birkaç yıl önceki açıklamalarını okumanız yeterli olacaktır. Troçkizmin, çekirdeğinde fanatik antikomünizmin olduğu bir ideolojik akımdır, bu akım küçük-burjuvazinin ilerici unsurlarını kendi antikomünist çizgisinde doktrine edebilmek için devşirmektedir, bu akımın sebatla, istikrarlı ve inançlı olarak sürdürdüğü tek bir dava vardır o da, Marksizm-Leninizm ve uluslar arası komünist harekete karşı savaştır.
Bu ileri sürdüklerimizi aşağıda, Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’ndeki kadife karşıdevrimler sırasında Troçkistlerin tutumlarının incelenmesi yoluyla kanıtlayacağız.
“Kapitalizmin restorasyonu imkansızdır”
30’lu yıllarda Stalin temel bir soruna dikkatleri çekti. Sosyalizmin proletarya diktatörlüğü altında kurulmuş bulunduğu bir ülkede kapitalist restorasyon yine de mümkün müdür? Troçki burjuvazinin silahlı bir ayaklanması olmadan ve derin bir iç savaş olmadan bunun mümkün olmadığını belirtiyordu. Onun kapitalizmin restorasyonunun mümkün olmadığı yolundaki tezi bütün politik ve ideolojik kararlılığı ortadan kaldırıyor ve Parti içindeki oportünizme ve toplumdaki sınıf düşmanına karşı uzlaşmacı bir tutum teşvik ediyordu.
…
“Sadece ahmaklar…”
1934’de Stalin, Zinovyev-Kamenev oportünist grubunun çizgisinin kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin yeniden tesisine götüreceğini göstermişti. Tarih Stalin’in Troçki’ye, Zinovyev-Kamenev grubuna ve daha sonraları Buharincilere karşı eleştirilerinin haklılığını kanıtladı. Bunların fikirlerinin reddedilmesi 20’li ve 30’lu yıllarda proletarya diktatörlüğünün korunmasına ve sosyalizmin gerçekleştirilmesine, sonrasında ise faşist saldırganlığa karşı sosyalizmin korunmasını mümkün kılacak olan politik ve askeri güçlerin tahkimine imkan vermiştir… Bunların fikirlerine itibarlarının Gorbaçovca resmi olarak geri verilmesinin üzerinde iki yıl geçmemiştir ki, kapitalist restorasyon başarılı olmuştur.
1943 yılında Troçki Stalin’i nasıl yanıtladığını hatırlayalım: “Ancak açıkça ahmak olanlar, kapitalist ilişkilerin, yani toprak da dahil olmak üzere üretim araçlarının özel mülkiyetinin SSCB’de barışçı yoldan iktidarı ele geçirebileceğini ve burjuva demokrasisini kurabileceğine inanabilir. Gerçekte ise, kapitalizm diğer ülkelerde bunu başarsa bile- Rusya’da Ekim devriminin ve iç savaşın toplamının on katı kadar kayıp veren kanlı bir karşı-devrimci darbe olmaksızın, yeniden doğamaz.”[1] On katı: bu Sovyetler birliğine kapitalizmin yeniden sokulabilmesi için 50 ila 90 milyon ölü anlamına geliyor.
1989: “Orta vadede restorasyon imkansızdır! ”
Karşıdevrimci güçlerin açık olarak zincirlerinden boşanmış olduğu 1989 yılında bile, Mandel, kapitalist restorasyonun olaylar üzerine düşen gölgesinin, baskıcılığı meşru göstermek için uydurulmuş “Stalinci” bir yalandan başka bir şey olmadığına hükmediyordu. 1989 yılında, Polonya ve Macaristan şimdiden emperyalizm kampına kaymıştı. Yine de Mandel şöyle yazıyordu: “Küçük ve orta burjuvazi, bürokratikleşmiş işçi devletlerinde yalnızca en aza indirgenmiş bir azınlıktan ibarettir. Keza uluslar arası emperyalizmden çok sınırlı bir destek bulmaktadır. Bütün olarak alındığında, bu kadar sınırlı bir çıkar çakışması orta vadede bir kapitalist restorasyonun dayatılması için yetersizdir.” [2]
Hatta Sovyetler Birliğinin restorasyonu konusunda da bu aynı argümana sırtını dayadı: “Gorbaçov SSCB’si nereye gidiyor? Öncelikle bir kapitalist restorasyon ihtimalini bir yana bırakalım. Keza kapitalizm nasıl derece derece ortadan kaldırılamazsa, derece derece restore de edilemez.” [3]
Troçkistler Komünist Partisinden ve Devlet Aygıtından en ufak bir direniş geldiği müddetçe restorasyonun imkansızlığı teorilerinin ateşli propagandasını yaptılar. 30’lu yıllardan itibaren, bu kuram bütün oportünist ve karşıdevrimci akımların meşrulaştırılmasına yardımcı oldu. 30’lu ve 40’lı yıllarda, Troçkistler partinin Marksist-Leninist yönetimine karşı savaşan bütün oportünist fraksiyonları desteklediler. 1956’da, Kruçev’in “cesur anti-Stalinizmini” alkışladılar, Çarcı gerici yazar Soljenitsin’in yayıcılığına soyundular, bütün faşist ve gerici milliyetçi güçleri, bütün batı-yanlısı muhalifleri desteklediler, Gorbaçov çevresinin bütün antikomünist fikirlerini gazetelerini üçte ikisini Moskova Haberleri ve Sputnik gazetelerinden alınma sağcı yazılarla dolduracak kadar gürültücü bir biçimde savundular.[4] Kısacası, restorasyonun imkansızlığı teorisi adına, Troçkistler bütün karşı devrimcileri Lenin ve Stalin tarafından yaratılmış devrimci fikirlerden ve kurumlardan geriye hiçbir kalmayıncaya kadar desteklediler.
Muharebe bittiğinde, Mandel, iki yüzlü bir biçimde bir restorasyon hipotezine şöyle geçerken değindi. 12 Ekim 1989’da, bir mülakatta, iki farklı konumu aynı anda savunmayı başardı… “Kapitalizmin derece derece, barışçıl, kesintisiz bir yeniden tesisi fikrini dikkate almıyorum. Bu reformist bir aldatmacadır. Bunun için işçi sınıfını direncini kırmak gerekir.” Ardından bir restorasyon ihtimalinin yok sayılamayacağını, ama bunun ancak “Türk tipinde olabileceğini…” söyleyen Troçkist Catharine Samary’den alıntı yapmıştır.[5] Ancak bir restorasyon ihtimalini çağrıştıran bu sözler, temel ilkesi üzerinde ısrarcı olan Troçkist politikada hiçbir değişikliğe yol açmadı: komünizmi hatırlatan her şeyin topyekun yok edilmesi. Keza üç ay sonra 1989 Aralığının sonunda, karşı-devrimin son saldırısı gerçekleşirken Troçkistler ilk sayfadan şu sloganı ortaya attılar: “Doğu’da başlayan devrimler dayanışma! ”[6]
“‘Bürokrasi’ ve Karşısında ‘Kitleler’”
Kapitalizmin restorasyonunun imkansız olduğu tezi, 60 yıl boyunca antikomünistlerin tarafında saf tutan Troçkistlere ayıplarını örten asma yaprağı vazifesi gördü.
Oysa Stalin ve ardından Mao Zedung sınıf savaşımının sosyalizm altında devam ettiğini, sosyalizm yoluyla kapitalist yol arasındaki mücadelenin uzun bir tarihsel süreçte devam edeceğini ve dolayısıyla kapitalist revizyonun daima mümkün olduğunu savundular. Sosyalizm kendisini koruyabilmek ve ilerleyebilmek için, gerçek anlamda Marksist-Leninist bir Komünist Partisinin, düzenli aralıklarla kendi içinden oportünist akımları temizleyen bir parti önderliğine ihtiyaç duyar. Sosyalizm kendisini düşmanlarına karşı korumak, eski gerici sınıfların satın alma girişimlerine, yeni düzen altında ortaya çıkan yeni burjuva unsurlarına karşı ve emperyalizmin ajanlarına karşı korumak zorundadır.
Bu fikirlere saldıran Mandel ve diğer Troçkistler orijinal bir “teori” geliştirdiler, buna göre sınıf mücadelesi sosyalizmde de devam ediyordu … ama bu mücadele “halk kitlelerinin” “bürokrasiye” karşı mücadelesi biçimini alıyordu. “Bürokrasi”yi ancak faşistlerinkiyle karşılaştırabilecek bir şiddetle reddeden Troçkist şefler sosyalizmin karşısına çıkan bütün gerici muhalefetleri, bunların “halk kitlelerinin” iradesini dile getirdiklerini iddia ederek savundular. Bütün burjuva ve antikomünist unsurların avukatlığına soyunarak Troçkistler bir tarafa “demokratik özgürlükleri ortadan kaldırmak isteyen bürokrasiyi” ve karşısına “hakiki sosyalizmi” savunan “politik devrimin” güçlerini koyarlar. Böylece Mandel 1989 Ekim’inde şunları yazar: “Sürmekte olan politik mücadelenin esas gayesi kapitalizmin restorasyonu değildir. Bu antibürokratik politik devrimle, Glasnost süresince halk kitlelerinin elde ettiği demokratik özgürlüklerin kısmi ya da tümden ortadan kaldırılması ihtimallerinin mücadelesidir. Esas mücadele kapitalizm taraftarı güçleri anti-kapitalist güçlere karşısına koymuyor, halk kitlelerini bürokrasinin karşısına koyuyor.” [7]
Mücadelenin “halk kitlelerini bürokrasinin karşısına koyduğu” aldatmacasına dayanarak, Mandel açık ve aleni olarak, sosyalizmin son mevzilerine karşı mücadelelerinde liberal, sosyal demokrat, monarşist ve faşist güçleri savunmuştur.
“Glasnost Troçkizm’dir…”
Uluslararası burjuvazinin SSCB’de kapitalizmin restorasyonunun fiilen başarıldığını kabul ettiği bir dönemde, Mandel Sovyetlerde türeyen antikomünist basının gözdesi haline geldi. Yüzsüzlüğü Gorbaçov’un Troçkist tezlere geri dönen büyük bir devrimci olduğunu iddia etme derecesine kadar vardırdı. Mandel bununla da yetinmedi, ona göre “şimdi dünyadaki bütün komünistler kimlerin gerçek devrimci ve kimlerin gerçek karşı-devrimci olduğunu daha iyi anlıyordu.” Troçki, Troçkistler, Gorbaçov ve Gorbaçovcular devrim cephesini oluşturuyordu, bunun karşısında Stalin’in ve Stalincilerin karşı devrim cephesi yer alıyordu. Mandel Managua’da [Nikaragua’nın başkenti], Stalin’in “şiddetli bir karşı-devrimi” temsil ettiğini söyledi.[8] Ne mutlu bize ki, Mandel ve Gorbaçov’un ortak çabası sayesinde, şu kutsal 1990 yılında “devrime”, “hakiki devrime” gelebildik.
İşte Mandel’in Temps Nouveaux dergisine verdiği demeç:
“Temps Nouveaux: Mikhail Gorbaçov, perestroyka’nın hakiki bir yeni devrim olduğun ilan ediyor değil mi?
Ernest Mandel: Evet, bunu özellikle vurguluyor o, ve bu daha da iyi. Bizim hareketimiz aynı tezi 55 yıldır savunuyor, bu yüzden karşı-devrimci olarak damgalanıyorduk. Bugün her şey, SSCB’de, içinde gerçek karşı-devrimcilerin de gerçek devrimcilerin de bulunduğu uluslar arası komünist hareketin bir partisinin içinde daha açık anlaşılıyor.” [9]
Sovyetler birliği Çarcı ve amerikancı bir mafyanın eline düşüşüne, faşist ve Çarcı güçlerin Rusya’da ve diğer cumhuriyetlerde yükselişine ve burjuvazinin farklı fraksiyonları arasında ülkelerin kanlı iç savaşlara sürüklenmesini görmek için yalnızca iki yıl beklemek gerekti. Bu olaylar glasnost’un ve perestroyka’nın gerçek yüzünü açığa çıkardı ve Mandel’in, bu profesyonel antikomünistin hangi güçler için çalıştığını gösterdi.
Catherine Samary, Troçkist 4. Enternasyonalin diğer bir yıldızı, Sovyet basınına Gorbaçev’in Troçki tarafından geliştirilen programı uyguladığını açıklıyordu. Glasnost’u şu sözlerle övmüştür: “Ülkenizde Stalin’e karşı savaşan Sol Muhalefetin Platform’unu hiçbir zaman yayınlamadılar. Aslında bugün onların fikirlerini benimsiyorsunuz: gerçek sosyalist demokrasiyi ve özyönetimi kurmak.” [10]
Mandel’in Yeltsin’e Desteği
Mandel, Gorbaçev’in Glasnost’unun ateşli bir taraftarı olarak kendine düşen ödevin “Gorbaçev’den de solda” olan güçleri desteklemek olduğunu düşünüyordu, ve sözcülüklerini üstleneceği bu “solcular” da Yeltsin ve Saharov’du.
1989 başında Mandel Yeltsin’i işçilerin temsilcisi, SSCB’nin politik olarak bilinçli kesiminin fikirlerini ifade eden demokrasi adamı olarak sundu! Gorbaçev üzerine kitabında şöyle yazar: “Yeltsin’in SBKP yöneticiliğinden el çektirilmesi (11 Kasım 1987) SSCB’deki demokratikleşme sürecinde atılmış ağır bir geri adımdır.” [11] “Yeltsin bugün Sovyet işçileri arasında en popüler politik kişilik durumundadır… On binlerce “Yeltsin’i Geri Getirin! ” yazılı rozetler bir anda üretildi. Bütün bunlar 1986-1988 arasında kazanılan demokratik özgürlükleri korumaya kararlı politik olarak bilinçli bir toplum kesiminin iradesine işaret ediyor.” [12]
3 Nisan 1989’da Mandel “daha radikal ve daha kitlesel bir solun ortaya çıkışını” selamlıyordu. “Yeltsin ve Saharov’un platformundan üç ilerici güç çizgisi çıkıyor: bürokrasinin ayrıcalıklarına karşı; eşitlikten yana; çok partili bir sistemden yana.” [13]
Saharov, “radikal sol”un bu temsilcisi, uzun yıllardan beri fiilen CIA’in Sovyetler Birlğindeki resmi ajanı statüsüne sahipti. Vietnam’daki amerikan katliamcılığının tutkulu bir savunucusu olarak biliniyordu. Ona göre şayet “askeri ve özellikle de politik planda başından beri yeterince kararlılıkla hareket edilmiş olsaydı” Amerikalılar bu savaşı kazanabilirlerdi.[14]
Yeltsin’e gelince, Birleşik-Devletler’e ilk ziyareti esnasında, uluslar arası basında onun amerikan kapitalizmine övgülerine geniş yer veriliyor ve onun CIA’yle temaslarına değiniliyordu. De Gazet van Antwerpen gibi sağ bir gazete bile Yeltsin’in şu sözlerini abartılı buluyordu: “Kapitalizm çürümüyor, tam tersine çok canlı. Çok az bir paraya her istediğini alabiliyorsun. Sokakta, geceleri, hiçbir tehlike yok. Evsizlerde bile, yaşama iyimser bir yaklaşım buldum.” [15] Bu aşırı antisosyalist demeçlerin verilmesinden sonra bile, Mandel Yeltsin’i, SSCB Komünist Partisi’nin “radikal-demokratik solu” olarak desteklemeye devam etti.
Hatta, 1990 başında Troçkist basın, Sovyetler Birliğindeki muhalefetin “radikal-demokratik” kanadına desteğini bir kez daha ilan etti. “Moskovskaia Pravda 23 Şubat 1990 tarihli sayısında Boris Yeltsin liderliğindeki radikal-demokratik muhalefetin “demokratik platformu”nu yayınladı. Platform, çok partili bir sistem temelinde seçilmiş Sovyetlerin iktidarı ele almasını, Komünist Partisi’nin yönetici rolüne son verilmesini ve çok partili sistemin yasallaştırılmasını talep ediyor.” [16]
Görüldüğü gibi Troçkistler Yeltsin tarafından geliştirilen ve kendi “devrimci” çizgileriyle uyum içindeki tezleri desteklemeyi sürdürmüşlerdir.
Mandel yine de hızını alamadı ve sonunda Yeltsin’i yeni Troçki ilan ediverdi. “Mevcut durumda, reformcu Boris Yeltsin devasa bürokratik aygıtın küçültülmesini isteyen eğilim temsil ediyor. Böylelikle O, Troçki’nin açtığı yolda ilerlemektedir.”[17]
Yanayev’in 1991’deki beceriksiz darbe girişimine karşı[18] Yeltsin profesyonelce mevcut sistemin bütün yasal temelini yok eden gerçek bir darbe örgütledi; bu girişim bütün emperyalist güçlerin frenlerinden boşanmış bir uluslar arası hareketi tarafından desteklendi. Mandel ve Troçkistler tahmin edileceği gibi Yeltsin’in yanındaydılar.
“Yeltsin tarafından ateşlenen hareket ve eski sistemin reddedilmesi bir devlet darbesinden çok bir tepeden darbe olarak ortaya çıkan girişiminin başarısızlığını açıklıyor. Bu darbeye kesin olarak karşı çıkmak ve bu meselede Yetsin’in yanında savaşmak gerekiyordu. Öz-örgütlenmenin, politik çoğulculuğun ve sınırsız ifade özgürlüğünün gelişmesi, bir demokrasinin garantileri yalnızca bunlardır. Biz Komünist Parti’nin ve resmi sendikaların mallarının kamulaştırılmasına evet diyoruz.” [19]
Artık bütün dürüst antikapitalistler, Yeltsin’in çarcı mirası diriltmeyi amaçlayan yeni Rus burjuvazisinin ultraliberal ve amerikan-yanlısı kanadını temsil ettiğini kabul ediyordu. Gelin görün ki, Troçkistler “öz-örgütlenme yolunu”, kitlelerin Komünist Partisine karşı örgütlenmesi, liberal, sosyal-demokrat, faşist ve çarcı partilere özgürlük yolunu açan karşı-devrimci darbeyi alkışladılar. Burjuva partilerine özgürlük, ki bu kaçınılmaz olarak komünist örgütlenmelerin baskı altına alınması ve sonuçta yasaklanmalarını getirir, bu iş bütün “çoğulcu” burjuva demokrasilerinde böyle yapılmaktadır.
Bir sene sonra artık hiç kimse, hatta uluslar arası büyük burjuvaziden dahi kimse, Yeltsin’in aşırı sağ ve emperyalizm yanlısı karakterini inkar edemez hale geldi.
Gerçek antikomünist provokatörler olarak Troçkistler bu durumda utanmadan 180 derece yön değiştirdiler: “Boris Yeltsin: Joseph Stalin’in İzinde.” [20] Bu örnek bu antikomünistlerin hiçbir şeyden utanmadıklarını ve hertürlü aşağılığı yapabilecek durumda olduklarını göstermiştir: Yeltsin’i antikomünist savaşımında, onu hatta kendi sözde devrimci liderleriyle, büyük Troçki’yle mukayese ederek sonuna kadar destekliyorlar; ama kapitalist restorasyon başarıya ulaştıktan ve Yeltsin eski Çarların anısını selamladıktan birkaç ay sonra, bizim Troçkistler Yeltsin’in en kötü düşmanları Stalin’e benzediğini keşfediyorlar.
“Rahat bir nefes almak”
Nisan 1989’da Mandel Gorbaçovla, Yeltsinle ve özellikle de Glasnostla ilgili olumlu düşüncelerini dile getiren bir kitap yayınladı. Hatırlanacak olursa, o dönemde burjuvazi Gorbaçov tarafından başlatılan değişimler karşısında duyduğu heyecanı zorlukla saklıyordu. Bayan Thatcher Glasnost ve Perestroikanın inançlı bir taraftarı olduğunu kaydetmişti bile. Burjuvazi komünizmin sonunu ve büyük bir barış, demokrasi ve özgürlük çağının başlangıcını duyuruyordu. Mandel ise sahte “solcu” diliyle, her zaman olduğu gibi, moda olan burjuva akımını desteklemeye soyunmuştu. Kitabında şöyle yazıyordu: “Stalinizmin ve Brejnevizmin kabusu nihayet kesin olarak son buldu. Sovyet halkı, uluslar arası proletarya, bir bütün olarak insanlım şimdi artık rahatça bir nefes alabilir.” [21] O dönemde, biz Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliğindeki karşı-devrimin emperyalizm için stratejik bir zafer olduğunu, eski sosyalist ülkelerin halkları için bir felakete yol açacağını, halkların ilk kurbanı olacağı yürürlükteki değişikliklere yol açan Üçüncü dünyanın baskı altına alınmasını arttıracağını ve kapitalist dünyanın bütün çelişkilerini daha da ağırlaştıracağını saptamıştık. Troçkistler buna karşı şöyle başlıklar atıyorlardı: “Belçika İşçi Partisi yönetiminin hezeyanları ağırlaşıyor.” [22]Aynı gazetede, “insanlığın rahat bir nefes alışı” kuramı Üçüncü Dünya halkları için emperyalist askeri müdahalelerin olmadığı bir geleceğin parlatılmasıyla açıklanıyordu! “Doğu Avrupa’daki kitle hareketleri emperyalizm için bir tehdit oluşturmaktadır. Üçünçü Dünyaya emperyalist bir yabancı müdahalesi şimdi daha zordur.”[23] Ve yine bir yıl sonra, emperyalizmin müttefik güçleri Irak’a karşı barbarca saldırılarını başlattıklarında, Troçkistler, kendilerinin de aynı doğrultuda, Saddam Hüseyin’e karşı savaştıklarını açıklıyorlardı. Bu arada Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğindeki “insanlığın rahat nefes alışı”, işsizlik, sefalet, yoksulluk, gerici milliyetçilik ve iç savaşla dehşetli bir kriz olarak gerçekleşiyordu.
Mandel, Sovyet halkının rahat nefes alması düşüncesini geliştirirken, bunun kitabı için güzel bir final olduğunu düşünmüş olacak. İşte kitabının son sayfasının özeti:
“Şimdiki devrim, Leon Troçki tarafından yarım yüz yıl önce yapılmış olan analizi ve kehaneti doğruluyor: ‘Proletaryanın etkin hale gelmesiyle, Stalinci aygıtın altındaki zemin ortadan kalkacak. her şeye rağmen direnişe dayanmaya yeltenirse, ona karşı iç savaş önlenmeleri değil, daha çok polisiye önlemler almak gündeme gelecek. Proletarya diktatörlüğüne karşı bir ayaklanma değil, zararlı urun kesin atılması sorunu söz konusu olacak.’”
Dahası: “Bürokrasinin kendi kendisine karşı hazırladığı devrim, Ekim 1917 Devrimi gibi toplumsal bir devrim olmayacak: toplumun ekonomik temellerini değiştirmek, bir mülkiyet biçimini başkasıyla değiştirmek söz konusu olmayacak. İşte böyle olacak! ” [24]
Mandel’in bu şekilde kendi glasnost analizini (bir yıl sonra iflah olmaz antikomünist niteliğini maskelemeye yarayan bu analizi) , bu şekilde ihtiyar Troçki’ye bağlaması tebrik edilecek bir şey. Aslında, Mandel’in gülünç karşıdevrimci manevraları Troçki’nin anti-bolşevik önermelerini daha da sofistikleştirererek en uç noktalarına kadar ileri götürüyordu. Üç yüz sayfalık analizin sonucu olarak Mandel Troçki’nin kehanetinin sonunda Glasnot sayesinde gerçekleşmekte olduğunu fikrine ulaşıyordu. Yarım yüzyıl önce Troçki bir anti-bolşevik ayaklanmayı provoke etmeye çalışmıştı. O zaman proletarya diktatörlüğü sağlam bir biçimde yerleşmiş olduğu, Bolşevik Partisi kitleleri enerjik biçimde harekete geçirebilecek durumda bulunduğu için, Troçki abartılı bir “sol” demagojiye başvurmak zorunda kalıyordu: “Stalinci” Parti devrildiği zaman, proletarya diktatörlüğü hiç zarar görmeden yerinde kalacaktı, yalnızca “bürokratik ur kesip atılmış olacaktı.” Ayaklanma sağlıklı bir gövdedeki bir paraziti alacaktı. Troçki, işçileri, ayaklanmasının sosyalizminin ekonomik temellerini değiştirmeyeceğine, özel mülkiyetin yeniden tesis edilmesinin söz konusu olmayacağına ikna etmek durumundaydı. 50 yıl sonra, Mandel, sonuna kadar götürülen glasnot ve Sovyet toplumunun “demokratizasyonunun”, proletarya diktatörlüğünü ve toplumun ekonomik temelini ortadan kaldırmayacağını tam tersine geliştireceğini savunmak için kitabının sonunda aynı güvenceleri veriyordu. İki yıl içinde, bu tatlı önermelerle alıştırması yapılan ve meşrulaştırılan hain karşı-devrimci altüst oluşlara tanık olduk.
Troçkist “Anti-Bürokratik Devrim”
60 yıldır, Troçkistler sosyalist ülkelerde “bürokrasileri” “politik bir devrimle” yıkmak istediklerini söylerler. Troçki’nin sosyalist sisteme karşı duyduğu öfke, Sovyetler birliğinin Bolşevik liderliğini tanımlamasında en çarpıcı ifadesine kavuşur: “görgüsüz akbabalar kastı”, “totaliter oligarşi”, “yeni aristokrasi”, “Stalin’in suç çetesi”[25], “yeni baskıcı ve asalak kast”, totaliter bürokrasi”, “otokratik klik”, “asosyallerin ve artıkların hiyerarşisi”.[26] 30 ‘luyılların sonunun faşist literatüründe aynı dil kullanılmaktadır.
Troçki’ye göre, “bürokrasiye” karşı olan bütün güçlerin hareket geçirilmesi, gerçek sosyalist topulumu hırsızların ve bürokratik parazitlerden kurtaracak “politik devrime” yol açacaktı. Bu kuram bizzat Mandel grubunun ifşaatlarına göre Troçkist doktrinin çekirdeğidir: “SSCB’nin bürokratik dejenerasyonu ve politik devrim kuramsallaştırmaları, Troçkist hareketin en önemli programatik kazanımlarıdır. politik devrim ve onun getirdiği görevler, onun hazırlanması, 4. Enternasyonal’in gerçek varlık nedenleridir.” [27]
Nazilerin yararına provokasyonlar
“Politik devrim” kuramının gerçek anlamı 1930'ların mücadeleleri içinde sınandı. Bütün batı burjuvazisi Troçki tarafından yapılan “ihanete uğrayan devrim analizini” takdirle karşıladı. Aslında Troçki azılı bir antikomünistin diliyle konuşuyordu ve onun Bolşevik Partiye ve Stalin’e karşı ithamları alkışlanıyordu ve bugün de alkışlanmaktadır.
Yalnızca çok tipik bir örnekle yetinelim. 1982 yılında, Belçika Askeri Akademisi profesörü Henri Bernard, halkı bir Sovyet saldırısı tehdidine karşı uyaran bir kitap yayınladı. bize şunu söylüyordu: 1939 1982’ye benziyor, o zaman Nazilerdi şimdi komünistler tehlike kaynağı, antifaşist Einstein’ın günümüzdeki takipçisi antikomünist Soljenitsin’dir.[28]
Batı üzerine gölgesini düşüren korkunç tehdidi anlamamız için, 1982 yılında, Henri Bernad bize 1917’den başlayarak bütün Sovyetler birliği tarihinde bir tur attırmayı gerekli görmüştü:
Bu uzun seyahatten birkaç cümle: “Lenin, özel hayat bakımından, aynı Troçki gibi, bir insandı. duygusal yaşamı incelikten yoksun değildi. Troçki normal koşullarda Lenin’in halefi olmalıydı. Aralarındaki birkaç küçük düşünce ayrılığına rağmen, Lenin Troçki’ye karşı çok iyi duygular besliyordu. Onu halefi olarak görüyordu. Stalin’i çok kaba buluyordu. Ülke içinde Troçki komünist aygıtı felç eden korkunç bürokrasiye karşı duruyordu. Troçki rejimin ancak daha büyük bir eleştiri özgürlüğü ve yapıcı bir eleştirel ruhla dışa açılabileceğine inanıyordu. Bir sanatçı, eğitimli, uzlaşmaz ve çoğu zaman peygamber ruhlu bir insan olarak partinin basit dogmalarına uyum sağlayamazdı.” [29]
İşte bir askeri istihbarat şefi Troçki’yi bu ruh haliyle “takdir” edebiliyordu.
Hitlerci saldırganlığın Sovyetler Birliği’ne karşı açık bir tehdit halini aldığı 1938’den itibaren, Komünist partisinin bozguncu ve teslimiyet yanlısı güçlere karşı ölüm-kalım savaşı yürüttüğü bir anda, Troçki Nazi ajanlarının eline yeni silahlar veren bir ajitatör olarak çalışıyordu. 1938’de, bütün Sovyet komünist ve yurtseverleri Nazi saldırganlığına karşı politik ve askeri hazırlık davasında canla başla seferber olmuş durumdaydı. Troçki’nin silahlı ayaklanma öneren aklını kaçırmış çağrıları ancak sosyalizmin en azılı düşmanları arasında yankı bulabilirdi. Troçki’nin 1938-1940 arasındaki bazı savunularından örnekler:
“Ülkenin güvenliği sabotajcıların ve teslimiyetçilerin otokratik kliği yok edilmeden sağlanamaz” 3 Haziran 1938. [30] O esnada, Nazi tehdidi karşısında Sovyetler birliğinde tansiyon zaten en üst noktadaydı. Savaş hazırlığı için gerekli fedakarlıkları çok ağır bulan bazı oportünist gruplar ve bazı karşı-devrimci gruplar, bir darbe planına ikna olmuşlardı. Direniş savaşına hazırlık sürecinde kesinlikle kaçınılmaz olan siyasi temizlik bu grupları hedef alıyordu. Troçki bu bozguncu gruplara Parti üzerindeki ajitasyonlarını takviye etmeleri için yeni bir argüman öneriyordu: eğer Stalin ve “Stalinisler” iktidarda kalmayı sürdürürlerse, SSCB’nin Naziler karşısındaki çöküşü kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla, bir ayaklanmayla, Parti’nin ve ülkenin mevcut yönetimi yıkılmalıydı. Bu öneriler işgal planlarını daha kolay gerçekleştirebilmek için bir iç savaşı provoke etmek isteyen Nazilerin istekleriyle tam olarak örtüşüyordu.
“SSCB’nin askeri gücünü yeniden elde edebilmesinin tek yolu Kremlin’deki bonapartist rejimin alaşağı edilmesidir. Kim ki, doğrudan ya da dolaylı olarak Stalinizmi müdafaa etmeye kalkarsa, kim ki onun ordusunun gücünü abartırsa, o devrimin, sosyalizmin ve ezilen halkların en büyük düşmanıdır. -10 Ekim 1938” [31]
Şunu belirtelim ki Naziler bolşevizmin işini bitirmek konusundaki kararlılıklarını arttıran bu propagandaya inanmışlardır. Ancak altı ay savaştıktan sonra, Sovyet askeri potansiyelini ve muharebe gücünü küçüksemiş olduklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır…
“Ancak Sovyet proletaryasının bir ayaklanması Ekim Devrimi’in kazanımlarından toplumun temellerinde kalmış olan ne varsa onları yeni parazitlerin hain tiranlığının elinden kurtarabilir. 14 Ekim 1938” [32]
“Ekim devriminin kazanımları halka, o ancak daha önce Çarcı bürokrasi ve burjuvaziye karşı harekete geçtiği gibi Stalinist bürokrasiye karşı da harekete geçecek yetenekte olduğunu göstermesi şartıyla hizmet edecektir. (…) Bu ancak tek bir yolla olabilir: işçilerin, köylülerin ve Kızıl Ordu askerlerinin, baskıcıların ve parazitlerin yeni kastının karşısına dikilmesiyle. Bu kitle kalkışmasını hazırlamak için, yeni bir parti gerekir, o da 4. Enternasyonal’dir. Mayıs 1940” [33]
Okuyucu bu çılgınca cümlelerin hangi tarihte üretilmiş olduğuna dikkat etmiş olmalı: Mayıs 1940. Fransa ve İngiltere yedi ay önce Almanya’ya savaş ilan etmiştir; yalnızca iki ay önce, Almanya’nın müttefiki olan Finlandiya üç aylık bir savaşın ardından Sovyetler birliğine teslim olmuştur. Stalin her yoldan zaman kazanmaya çalışmaktadır, ancak Alman saldırısını her an başlayabileceğini bilmektedir. İşte bu koşullar altında, Troçki en aşağılık, en hain provokasyonlarını başlattı: önce bir halk ayaklanması sonra da “yeni parazit kastına” karşı bir ordu ayaklanması çağrısında bulundu, bunlar Hitlercilerin de sürekli tekrarlamakta olduğu çağrılardı. Bu durumda Bolşevikler Troçki’nin Hitlercilerin dolaysız bir ajanı gibi davranabilecek denli alçaldığını kesin olarak saptamak zorunda kaldılar.
1938-1940 arasında, bütün antikomünist demeçleriyle Troçki ve çevresindeki küçük gruplar bilinçli ya da bilinçsiz olarak Nazilerin hizmetindeki provokatörlere dönüştüler. Yine de bu provokatör gruplar muharebelerin seyrine en ufak bir etkide bulunamadılar. Keza Bolşevikler halkın örgütlenmesi ve Kızıl Ordu’nun seferber edilmesi uğrunda devasa bir çalışma sayesinde, askeri üretim ve yeni fabrikaların inşası alanlarında insan üstü çabalar sayesinde Nazi katillerine karşı kaçınılmaz mukavemet savaşına ülkeyi etkin olarak hazır hale getirmeyi başarmışlardı.
Faşizme karşı savaşın sonunda, aşağı yukarı dünyanın tümünde, sayısız küçük Troçkist klikler tamamen gözden düşmüş ve yalıtılmış durumdaydı.
Dünya gericiliğinin terimleriyle Stalin yoldaşın devasa eserine saldırmak yoluyla Troçkist antikomünistlerin başlarını göstermelerine Kruçev izin vermiş oldu. Bugün Kruçevin Brejnev ve Gorbaçov tarafından derinleştirilen ve geliştirilen çizgisi vahşi bir kapitalizmin bütüncül restorasyonuna yol açmıştır.
Bugün diyebiliriz ki Troçki’nin yukarda alıntılanan tezlerinin provokatör, antikomünist ve faşizme hizmet eden karakterini anlayamayan bir kişinin komünizmle hiçbir ilişkisi yoktur.
Mandel Ukraynalı Nazileri Savunuyor
Şimdi de ikinci dünya savaşından bu yana Troçkistlerin “politik devrim” adına hangi politik ve sosyal güçleri desteklediğini görelim.
Naziler 1941 yılında Sovyetler Birliğini işgal ettiklerinde Ukrayna’da nazi uşağı bir milliyetçi hareket kurdular. Bu hareket yüzbinlerce Yahudi, Polonyalı ve komünisti katletti. 1944 yılında, Naziler çekilirken, Kızıl ordu hatlarının gerisinde Alman subayların yönetimindeki Ukraynalı faşist gruplarını saldıılar. Mandel grubu bu nazi karşı devrimini “antibürokratik politik devrimin” bir parçası olarak göstermiştir! İnanılmaz mı? Hükmü kendiniz verin:
1988 Mandel şunu yazıyor: “İkinci dünya savaşı boyunca, 4. Enternasyonal’in Ukrayna milliyetçi hareketinin potansiyelini görmezden gelmesi ağır bir hataydı. Enternasyonal Ukrayna’da devrimci bir ulusal kurtuluş hareketinin varlığından ancak savaştan beş yıl sonra haberdar oldu, o sırada Ukraynalı gerillalar son muharebelerini veriyordu.” [34]
Burada Troçkistler kendilerini doğrudan Nazilerin hizmetindeki ajanlar olarak ele vermektedir. Troçkistler ayrıca1945’den itibaren amerikan gizli servisi tarafından yayılan Ukraynalı milliyetçilerin “hem Hitler’e hem Stalin’e karşı” savaştıkları yalanına da sahip çıktılar. Peki, gerçek neredeydi?
Gerçek, Doğu Cephesi’nde savaşmış bir Alman Waffen-SS subayı’nın Ukrayna’da yaşadıklarını anlattığı günlüğünde bulunabilir. Subay Ukrayna halkının “işgal sırasında Almanların uyguladığı politikadan büyük hayal kırıklığına uğradığını” yazmaktadır. Geri çekilmeden önce Alman ordusu Ukraynalılardan oluşan ve Alman subayları tarafından yönetilen Waffen-SS Galiçya Divizyonu’nu kurdular. Ukrayna İsyancı Ordusu’nun başı Melnik, “iki cephede, hem Sovyetlere hem de Almanlara karşı (Çekilmekte olan Almanlara karşı) savaşma çok sorumluluk isteyen kararını” aldı. Nazi subayı “Ukraynalılarıyla” Kızıl haziran 1944’de Ordu’ya karşı girdiği muharebeleri de değerlendiriyor: “Bir ortak düşmana karşı omuz omuza savaşmakta oluşları, Alman-Ukraynalı ilişkilerinin tarihine yeni bir boyut vermektedir.” [35]
Waffen-SS’in öncülük ettiği, bu Troçkist “politik devrim” gerçekten de gözyaşartıyor! [36]
Berlin ve Budapeşte’de Karşı Devrimin Yanında
Alman halkının büyük çoğunluğu savaş boyunca Hitlerci rejimi etkin biçimde desteklemiştir. Yenilgiden beş yıl sonra, Nazi etkisi hem Doğu hem de Batı Almanya’da hala oldukça canlı biçimde varlığını sürdürüyordu. Batıda, eski Naziler ve Nazi işbirlikçileri büyük işletmelerin ve ordunun yönetimindeki yerlerini korudular. ABD ve İngiltere tarafından başlatılan Soğuk Savaş, Demokratik Alman Cumhuriyetinde de Yeni Düzen’i özleyenlerin antikomünist hareketini destekliyordu. 1953 yılında Doğu Berlin’de CİA’in hizmetine giren eski Nazi Gizli Servisleri şefi General Gehlen’in[37] şebekeleri tarafından desteklenen Nazi eskileri bir ayaklanma başlatmaya yeltendiklerinde, Mandel bu “antibürokratik savaşım”ı alkışladı. “Bürokratik kast en isyan ettirici suçlarından geri adım atmayacaktır. Tarihin bu dersi 1953 yılında Berlin duvarlarına kanla yazılmıştır.” [38]
Macaristan’da Faşist Horty rejimi 1919’dan 1944’e kadar ülkeyi kesintisiz yönetmişti. 1956 yılında CİA desteğinde Macar karşı devrimi patlak verdi, Mandel yine sela durmuş alkışlıyordu: “Eylül-Ekim 1956 Macar Devrimi anti bürokratik politik devrimin şimdiye kadar ulaşabildiği en ileri nokta olmuştur.” [39]
Şunu da ekleyelim ki, 1989 yılında Budapeşte’de özel teşebbüsü ve NATO’ya katılımı ilan edenler, sonunda 1956 ayaklanmasının programının uygulama anının geldiğini söylemişlerdir. 31 Ekim 1956’da Varşova Paktından ayırılışı ve Macaristan’ın “tarafsızlığını” ortaya atan “ulusal kahraman” İmre Nagy’yi selamlıyorlardı… ki bunlar Özgür Avrupa Radyosu’nun da en gözde sloganlarıydı.[40] Troçkist basın da aynı şekilde 1989’da Macaristan’da yapılan antifaşist gösterileri selamladı. Mandel şöyle yazıyordu: “Bu hafta, bir milyon insan Budapeşte’de yoldaş İmre Nagy’yi, devrimin Stalinciler tarafından kurşuna dizilen bu komünist liderini anmak üzere toplandı.” [41] (Bu arada faşist basının da, Stalinciler tarafından idam edilen bu önde gelen milliyetçiyi anmaya büyük yer ayırdığını belirtelim.) …
Solidarnosc ve “işçi iktidarı”
Polonya’da Solidarnosc proletarya sosyalizmi için Stalinci Bürokrasiye karşı savaşan bir örgütlenme olarak tanıtılmıştır. 4. Enternasyonal yayınında 1980 yılında yazılanlar şöyledir: “Solidarnosc günden güne artan bir biçimde, en azından yerel ve bölgesel planda, bir ikili iktidar organı olarak işlev görmektedir; antibürotratik politik devrim Polonya’da aslında şimdiden başlamıştır. Polonya deneyimi, Bürokratik işçi devletlerindeki demokratik ve ulusal taleplerin proleter devrimci içeriğini açıkça göstermektedir.” [42] Yine 1981’de, Troçkistler, bir ikinci iktidar odağı niteliğini kazanmış olduğu halde Solidarnosc’un iktidarı almamak istemesinden yakınıyordu: “İnsanlar Solidarnosc’un iktidarı alma konusundaki isteksizliği yüzünden silahsızlanmış durumda. (…) Şu anda totalitarizm karşısında duyulan kinin totaliter diktatörlüğün karşısına dikilen işçileri silahsızlandırması gerçekten trajik olur. Devlete karşı bir iktidar inisiyatifi doğmuştur: Polonya işçilerinin iktidarı.” [43] Solidarnosc 1989’da Reagan, Bush ve Bayan Thatcher’in ve tüm batılı gizli servislerin güçlü desteğini açıkça arkasına aldığı zaman da Mandel görüşünü değiştirmedi: “Solidarnosc’un seçilmesi işçi sınıfı için bir zaferdir.” [44]
Çekoslovakya’da CİA’in yanında
1990 yılında, Özgür Avrupa Radyosu ve CİA’in önde gelen işbirlikçisi Vaclav Havel Çekoslovakya’da iktidara geçti. Havel, Troçkist Petr Uhl’u yeni Amerikan yanlısı Devletin sözcüsü olarak Çekoslovak basın ajansı’nın başına getirdi! Uhl şöyle yazıyordu: “Troçki’nin politik devrim kuramının ne ölçüde doğrulandığını tartışılıbalir. Benim düşünceme göre bu kuramın gerçeğe en çok yakın olduğu yer Çekoslovakya’dır.” [45] 12 Kasım’da, Mandel aynı düşünceyi saçmalık derecesinde ileri götürüyor: Çekoslovak karşıdevrimini büyük Ekim Devrimiyle karşılaştırıyor! Troçkistlerin raporunda şu görüşlere yer veriliyordu: “Yoldaş Ernerst Mandel hiçbir şüpheye yer olmadığını her zamankinden daha parlak bir biçimde ortaya koydu: ‘DAC’de ve Çekoslovakya’da yaşadıklarımız 1917 devriminden beri görülmemiş bir genişlik ve derinlikte, hakiki bir devrimdir.” [46]
Petr Uhl Çekoslovakya’da bütün gericilerin ortak cephesi tarafından gerçekleştirilen antikomünist devrim olarak “politik devrimin” şahane bir betimlemesini vermiştir: “Chart 77’yi politik devrim yönünde bir adım olarak görenler vardı –benim durumum buydu, ve aynı zamanda onu İsa’nın sözünün yayılması olarak görenler de vardı tabi. Bu tam bir karşılıklı hoşgörü laboratuarıydı. ‘Komünizme’, Stalinizme, bürokrasiye karşı olmak sözkonusu olduğunda ise aramızda hiçbir görüş ayrılığı yoktu” [47] Dinci-faşistleri, gerici milliyetçileri, sosyal-demokratları, Özgür Avrupa Radyosu ajanlarını ve Troçkist Truva atlarını aynı çatı altında birleştiren cephenin güzel bir tablosu.
Troçkisler ayrıca 1989 Aralığında bize şu dersi de veriyordu: “tarih Çekoslovakya’da parlak bir rövanş aldı: Dubçek’in onuru iade edildi” [48]
Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde Devrim!
Eylül 1989’dan itibaren, Federal Almanya’nın intikamcı burjuvazisi muazzam finansal kaynaklarıyla, televizyon ve radyo istasyonlarıyla, DAC’de antikomünist ajitasyona destek verdi. Mandel grubuna göre “hakiki bir politik devrim başlamıştı.” [49]
İki hafta sonra Mandel DAC’de “proleter devrimini” ilan etti! “DAC’deki kitle hareketi hakiki bir devrim derinliğine ulaştı. Bu hareket Avrupa’da mayıs 1968’den bu yana gördüklerimizin hepsini, hatta İspanyol devriminden bu yana gördüklerimizin hepsini aşmaktadır. DAC’de başlayan devrimin proleter karakteri, hareketlerin büyük çoşkusuyla bir kez daha kanıtlanmıştır.” [50] Bir ay sonra, Aralık 1989’da, Mandel’in hezeyanları en uç noktasına ulaştı: “Berlin’de olanlar beni gerçekten derinden etkiledi. Rosa Lüksemburg’un, Lenin’in, Troçki’nin hayal ettikleri her şey ilk defa gerçekleşiyor, Hollanda’da 16. yüzyıldaki devrimden bu yana ilk kez yabancı müdahale tehdidiyle karşılaşmayan bir devrim oluyor. İki yüzyıldan bu yana ilk defa antimilitarist ve antimilliyetçi olan ilk Alman kuşağıyla karşı karşıyayız. Beni özellikle heyecanladıran, bu halk hareketinin derinliği ve eşsiz gücü. Beş yüz bin Leipzigli’nin iki ya da üç yüz bini aralıksız sekiz haftadır her pazartesi sokaklara iniyor. Özellikle Doğu Almanya’da anti-sosyalist eğilim özellikle zayıf. 7 bin sloganın ancak yüzde biri anti-sosyalistti. kimse bundan sonraki devrimin Rusya’da mı, Fransa’da mı, Güney Afrika’da mı yoksa İspanya’da mı olacağını söyleyemez ama kesin olan bir şey varsa o da doğu-alman ve çekoslovakya’daki devrimlerin yeni devrimleri doğuracağıdır.” [51]
Hareketin “sosyalist” karakterini kanıtlamak için 4. Enternasyonal organı, sosyal demokrat bir grubun demecinden alıntılar yapıyordu. Oysa Alman sosyal-demokrasisinin yükselen ve yayılmacı güç Alman emperyalizminin bir şok gücü olduğu biliniyordu. Willy Brandt tarafından DAC Komünist Partisi’ne sızmaz, onu bölmek ve yok etmek için devreye sokulan strateji ve taktik Sosyalist Birlik Partisi’nin oportünist dejenerasyonunda çok önemli bir rol oynamıştı.
İşte Troçkistlerin alıntıladığı metin: “DAC’nin zorunlu demokratikleşmesi iktidarın tek elde toplanmasına ve tek hakim partiye karşı çıkmak şarttır. Bizim için bir sosyal-demokrat Parti’nin kurulması çok önemlidir. Programatik yönelimlerimiz: Hukuk devleti, parlamenter demokrasi ve çok partililik, tekellerin kesin olarak yasaklanmasına dayalı bir sosyal pazar ekonomisi, bağımsız sendikalar kurma özgürlüğü.” [52]
İşte Troçkistler açıkça burjuva rejimini telaffuz eden bir programı, yürürlükte olan “politik devrimin” “proleter” karakterinin bir göstergesi olarak böyle ortaya sürüyordu. Mandel ise sloganların yüzde birinden daha azının sosyalizme karşı olduğunu ileri sürmüştü!
Glasnost ve “Stalinistlere” karşı Çokparticilik
Mandel Stalinizm taraftarlarını “demokratik özyönetimci sosyalizm” yürüyüşüne uygun güçlerden ayırt etmek için üç kriter ortaya koymuştu: Gorbaçov’un glasnost’una karşı tutum, Komünist Parti’nin yönetici rolüne karşı tutum ve Tian An Men meydanındaki müdahale karşısındaki tutum.[53]
Yaşasın Glasnost!
“Biz glasnost’u demokratik özgürlüklerin kullanım alanını genişleten gelişmelerin süreci olarak değerlendiriyoruz.” diye yazıyor Mandel. [54]
Sovyetler Birliği Kadife Karşı-Devrim başlıklı kitapta, beş yıllık glasnost’un nasıl insanları sistematik olarak kapitalizmin bütüncül restorasyonuna ruhsal bakımdan hazırladığını, 1917’den önceki burjuvazinin fikirlerini nasıl dirilttiğini, bütün antikomünistlere, CİA’in adamlarına, örneğin onun eski yönetici William Coby gibi ya da rahip Moon gibilerine, Çarcılığın ve Çarcı Ortodoks Kilisesinin ajanlarına, Nazi işbirlikçileri Vlassov ve Bandera’nın adamlarına nasıl söz hakkı verdiğini gösteren özel bir bölüm ayırdık.
Gorbaçov’un en son sosyalist kurumların ve etkilerin kökünü kazımaya yemin etmiş bütün karşı-devrimcilere özgürlüğü karara bağlamakta olduğu bir dönemede Mandel sınıf karakterine hiç dokunmaksızın, genel olarak “demokratik özgürlüklerden” söz ediyordu. Leninizmin en temel öğretisi, sosyalizmin, burjuvazinin güçlerine karşı, sömürücülerin güçlerine karşı emekçilerin güçlerini bir araya getiren bir sınıf diktatörlüğü olduğudur. “Eğer emeğin kapitalist baskıdan kurtuluşu davasına hizmet etmiyorsa” der Lenin, “her türlü özgürlüğü bir dolandırıcılık olarak görüyoruz.” [55]
Kahrolsun Tek Parti!
Glasnost bütün anti-komünist akımlara söz hakkı verdi ve bütün kapitalist ve emperyalizm yanlısı güçlere de restorasyon için açıkça örgütlenme ve savaşma özgürlüğü tanıdı. Mandel 1989’da SSCB’de antikomünist ve karşı-devrimci partilerin kurulmasını alkışlıyordu: “SSCB’de bugün gerçek seçimlerin yapılmaya başlaması ileriye doğru büyük bir adımdır. Ancak gerçekten özgür seçimlerin yapılabilmesi gerekir, bunun için de eğilimlerin, fraksiyonların ve partilerin hiçbir ideolojik kısıtlama olmaksızın özgürce kurulabilmesi şarttır.” [56]
1989-1990 yıllarında Mandel en büyük rüyasının gerçekleşmesine tanıklık etti: “ideolojik sınırlanma olmaksızın, farklı partilerin örgütlenmesi”. Sovyetlerde türedi burjuvazi kendisini bu sosyal-demokrat, liberal, Hıristiyan-demokrat, milliyetçi-çarcı, vs. partiler aracılığıyla ifade etme fırsatı buldu. Bu burjuva çoğulculuğu sosyalizmin kesin olarak tasfiyesi ve kapitalizmin restorasyonu sürecini hızlandırdı. Günümüzde, sınıf mücadelesinin pratiği 1970’dan itibaren formüle edilen bu Troçkist istemin gerçek karakterini ve doğasını ortaya koymuştur. Mandel grubu, 9. Kongrelerinde, Lenin’in ünlü polemiğine konu olan dönek Kautsky’in antikomünist tezlerini kelimesi kelimesine yeniden “keşfeden” bir karara imza attı. Böylece Bolşevik Parti ve yoldaş Stalin tarafından sıkça tekrar edilmiş olan bir gerçek bir kez daha tekrarlanmış oldu: “Troçkizm sol sözcükler arkasına gizlenmiş sağcı sosyal-demokrasidir.” “Tek Parti ve Çokparticilik” başlığı altında Mandel şunları yazmıştır: “Şayet sadece burjuva programa sahip olmayan örgütlerin yasal olarak kurulabileceğini söylersek ayrım çizgisini nereye çizeceğiz? Büyük çoğunluğu işçi sınıfı içinden gelen üyelerden oluşan ama bir burjuva ideolojisini benimseyen partiler yasak mı olacak? Bir ‘burjuva programıyla’, bir ‘reformist program’ arasında ayrım çizgisi nasıl çizilecek? Reformist partileri de aynı şekilde yasaklayacak mıyız? Sosyal-demokrasiyi de mi ortadan kaldıracağız? (…) Hiçbir gerçek işçi demokrasisi çokpartili bir sistem olmadan kurulamaz.”[57]
Evet, Lenin sosyal-demokrat partileri, o zamanki adlarıyla Menşevik ve sosyalist-devrimci partileri ortadan kaldırdı. Çünkü iç savaşta, bunlar, Çarcılığın, burjuvazinin ve müdahaleci güçlerin safında savaştılar ve çünkü bunlar feodal ve burjuva güçlerle birlikte ezildiler. Lenin şuna dikkat çekmişti, akıllı bir büyük burjuva, Miliyukov gibi biri, içinde bulunduğu durumda ancak “sol”, sosyal-demokrat bir partinin kitleleri antibolşevik savaşa çekebileceğini mükemmel biçimde anlıyordu. Bu yüzden Miliyukov yalnızca bir sosyal-demokrat partinin legalleştirilmesinden dahi fazlasıyla memnun kalacaktı…
Karşı-devrimi Bastırmamak
Troçkizm gözünü tek düşmanının üzerinden bir an bile ayırmamıştır: Marksizm-Leninizm, uluslar arası komünist hareket. Bu çerçevede, Mandel bir restorasyon tehlikesini kaba bir biçimde inkar ederek, saldırılarını süreci bir karşı-devrim olarak nitelendiren ve etkin olarak ilerleyen karşıdevrime karşı savaşanlara konsantre etmiştir.
1989 senesi boyunca, iki politik eğilim yükselen karşı-devrime direnmeyi denedi. Önce, Doğu Avrupa’da,
…
Gorbaçov, Sovyetlerde restorasyon sürecinin hızlandırmak için Doğu Avrupa’nın bütün anti-komünist güçlerine sonuna kadar yeşil ışık yaktı. Glasnost’u mantıksal sonuçlarına doğru zorlayarak Doğu ülkelerini ve Sovyetler Birliğinin gerçek komünistlerinin bir anti-restorasyon cephesi kurmasını engellemek istiyordu. Ayrıca Doğu Avrupa’nın bütüncül restorasyonu SSCB’deki “reformcuları” cesaretlendirecekti.
Polonya’da ve Macaristan’da kapitalizmin restorasyonunun fiili olarak başarılmış olduğu bir anda, Mandel şunları söylüyordu: “Doğu Avrupa ikinci dünya savaşından bu yana en büyük krizini yaşıyor. Yüzeysel bir değerlendirmeden çıkacak sonucun aksine, burjuvazi bu istikrarsızlığa iyi bir gözle bakmamaktadır. Burjuvazinin, Doğu Avrupa’yı kapitalizme geri kazanma umudu yoktur.” [58] Bir yıl sonra bu değerlendirme, burjuvazinin Doğu Avrupa’yı kapitalizme geri kazanma “ümidi olmadığı” tezi, Mandel’i bir karşı-devrim palyaçosu yapmaya yeterli temeli sağlamıştır. Bu tez sayesinde “bürokrasiye” karşı taarruzda yıldızı parlayan bütün anti-sosyalist güçleri desteklemesini mazur gösterebildi. Mandel böylece yeni burjuvazi ve emperyalizm karşısında her türlü kararlı duruşu baltalayabildi.
Ancak öte yanda Mandel zayıf komünist güçlerin burjuva saldırganlığına karşı en ufak başkaldırılarına karşı büyük bir kararlılıkla saldırıyordu! “Bir tür anti-Gorbaçovcu ‘uluslar arası cephe’ koordinasyonuna tanık oluyoruz. Bu cephe, Romanya’da, Çekoslovakya’da, Doğu-Almanya’da bizim ‘muhafazakarlar’ olarak adlandırdıklarımızı, Polonya ve Macaristan’da yeni-Stalinci azınlıkları içine almaktadır.” [59]
1989 Nisan’ında Mandel Polonya ve Macaristan’da burjuva restorasyonunun açık ilerlemesini “çoğulcu deneyim” adına selamlıyordu. Havel onun kahramanıydı, restorasyonun karşıtları ise can düşmanlarıydı. “Polonya ve Macaristan’da sınırlı çoğulculuk denemelerinin yaşandığı bir anda, Prag yönetimi tekrar ‘partinin yönetici rolü’ ilkesini ileri sürdü… Doğu Alman basının Çekoslovakya’daki baskıyı desteklemeye devam ediyor ve perestroyka’ya karşıbir Prag-Berlin-Budapeşte aksının kurulmasını teşvik ediyor.” [60] Troçkistlere göre, antisosyalist güçlere karşı girişilecek her türlü baskı politikası, CİA hizmetine çalışan her hangi bir tek ajanın hapsedilmesi, Havel tarzında, canavarca bir suçtu.
1989 Mayısında, Pekinli antikomünist öğrenciler Gorbaçev’i “Yaşasın Glasnost, yaşasın Perestroyka! ” ve “Yaşasın Solidarnosc! ” bağrışlarıyla alkışladılar. 4 Haziran 1989’daki karşıdevrimci ayaklanma bastırıldığında, Mandel Tayvan’da yönetimde olan faşizm yanlısı Kuomintang tarafından yönlendirilen uluslar arası aşırı sağın korosuna katıldı. Pekin olaylara bir ilk tepki olarak Mandel grubu şöyle yazıyordu: “Bürokratik kast… en utanç verici suçlarından geri adım atmaz. Tarihin bu dersi 1953 yılında Berlin duvarlarına kanla yazılmıştı, 1968’de Prag’da, 1970’de Danzig’de ve 1981’de Varşova’da. Pekin’de yaşanan dehşet ancak 1956’da bastırılan Macar devriminde olanlarla karşılaştırılabilir… Pekin’in cellatları kavgayı henüz kazanmadılar. Çok uzun süre kararsız kaldılar! Bugün, Çin halkı ayaklanmıştır. İsyan bütün ülkeye yayılıyor. Ordu bölündü, gerçek bir iç savaş kapıda.” [61]Aynı Tayvanlı faşistler gibi, Mandel Çin’de “bürokratik kasta” karşı girişilecek “gerçek bir iç savaş” görmek istiyordu. Ardından Mandel kendisi şöyle bir “kuramsal” analiz yumurtladı: “Nisan-Mayıs 1989 Pekin Komünü (!) bir bürokratlar kliğinin çürümüş ve takatsiz rejimin yerine gerçek bir halk iktidarı kurmayı amaçlayan hakiki bir politik devrimin başlangıcıydı… Pekin’de ayaklanan kitlelerin kapitalizmi restore etmekte hiçbir çıkarları yoktur. Böyle bir niyetleri de yok zaten.” [62]
Ne mutlu ki “onurlarına sahip çıkanlar” yalnızca Troçkistler değildi, fırsattan istifade bunu da açıklıyorlardı: “SSCB Komünist Partisi’nin yalnızca sol kanadı komünizmin onuruna sahip çıktı. Bugün Çin’deki kanlı müdahaleye karşı protestomuzda başka komünistlerle omuz omuza mücadele veriyor olmamız bizi sevindiriyor. İlk tepki Boris Yeltsin’den geldi. Yüksek Sovyetin yeni seçilen başkanı ‘Çin’de olan, bir suçtur’ diye konuştu.” [63] İşte bir kez daha Mandel Yeltsinle yan yana gelmekten gurur duyuyor.
“Tien An Men 1989: revizyonist sapmadan karşı-devrimci ayaklanmaya” başlıklı bir denemede Pekin hareketinin gerçek karakteriyle ilgili kanıtları sunmuştuk.
Fang Li-Ji, Pekin’deki öğrenci “protesto”sunun tartışmasız manevi lideri, 17 Ocak 1989’da şunları beyan etmişti: “Lenin-Stalin-Mao çizgisindeki sosyalizm, tamamen gözden düşmüştür. Özgür bir ekonomi diktatörlüğün özeli olarak Çinlik biçim altında uygulanabilir mi? Sosyalist diktatörlük bir kolektif mülkiyet sistemine deriden bağlıdır ve onun ideolojisi ise özgür bir ekonominin gerektirdiği mülkiyet haklarıyla taban tabana zıttır.” Pekin hareketinin üç lideri Yan Jiaqi, Wuer Kaixi ve Wang Runnan, Fransa’ya sığındılar ve orada Demokrasi için Federasyon örgütünü kurdular… Amaçlarını programlarında şu şekilde dile getirmektediler: “özel teşebbüs ekonomisini geliştirmek ve tek partinin diktatörlüğüne son vermek.” Çokparticilik adına bu üçlü, Tayvan’ın faşist partisi Kuomintang’a katıldılar. Wuer Kaixi, Troçkist basında 29 Ocak 1990’da Çin Halk Cumhuriyetindeyken Tayvan istihbarat şefiyle görüştüğünü ve ona şunları söylediğini açıkladı: “Çinli antikomünistler arasındaki iletişim birliğe doğru atılmış bir ilk adım olacaktır.” Yan Jiaqi ve Wang Runnan da Tayvan’a gittiler. Yan orada şu açıklamayı yaptı: “Tayvan’da demokratik bir hükümetin olması, bizim iyiliğimizedir. Kıta Çin’iyle Tayvan’ın birleşmesinin asli temeli bence buna dayanacaktır.” Yueh Wu, Troçkistlerin pek sevdiği sözde “Bağımsız İşçi Sendikası”nın bu şefi, 16 Ocak 1990’da Tayvan’a geldi, kimin davetiyle… Dünya Anti-Komünist Birliği’nin. [64]
Mandel de Marksist-Leninist ilkeleri savunan “Stalincileri” “çokpartici sosyalizm” taraftarlarından ayırt etme çabası içinde üçüncü bir kriter ortaya atmıştı: “Bir diğer belirti de Pekin Komünü’nün kanlı bir biçimde bastırılmasına karşı takınılan tutumdur. Tien An Men katliamını mahkum edenlerin kampında neredeyse bütün glasnost taraftarı partiler toplanmaktadır.” [65]
Pyonyang’dan Havana’ya “Stalinciler”
Ekim 189’da Mandel, “stalinizm” güçleri arasında, Çin, Doğu Alman, Vietnam, Romanya, Çekoslovak, Bulgar, Japon, Hint (HKP-Marksist) , Kuzey Kore, Arnavutluk, Portekiz komünist partilerini ve Arnavutluk yanlısı ya da Maocu olarak değerlendirdiği diğer grupları saydı. Ve ayrıca Küba Komünist Partisi’ni.
Mandel “Küba KP’sinin konumunu diğerlerinden farklıdır” diyordu, keza Küba Komünist Partisini yok edilmesine yardımcı olmak için özel bir taktik izliyordu. Bu taktik açıkça kendisinin geliştirdiği şu teze dayanıyordu: “Fidel Kastro’nun ve Küba yönetiminin glasnost’a, yani SSCB’de ilerlemekte olan kısmi demokratikleşme sürecine yönelttikleri saldırılar, Sovyet proletaryasının çıkarlarına, uluslar arası proletaryanın ve dolayısıyla da Küba proletaryasının çıkarlarına aykırıdır. Bu saldırılar Küba yönetiminin kendisinin kitlelerin bir bölümün, özellikle de gençlerin gözünde bir meşruiyet krizi içine düşmesine yol açabilir. Küba’da düşünce özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar gittikçe artmaktadır.” Komünist Partisi kendisini kitlelerin yerine “ikame etmektedir.” “Bu acıklı ideolojik geriye gidiş, uzun vadede intihar anlamına gelecektir.” Kastro “Küba devletinin bürokratik yozlaşmasına karşı uzun süre direnemez”, çünkü o, “glasnost’u, çoğulcu demokratikleşmeyi, kitlelerin kurumsallaşmış yönetimini reddetmektedir. Bu yüzden onun tek yapabileceği bürokrasiye karşı bürokratik savaşımdan ibarettir. Bu da SSCB ve Çin’de gördüğümüz gibi kesin bir başarısızlığa koşarak gitmek anlamına gelecektir.” [66] Bu da çok iyi göstermektedir ki, Troçkistlerin “bürokratik tek parti yönetimine” karşı duydukları kin, Küba Komünist Partisi’ni de kapsamaktadır. Taktik yaklaşımın farklı olmasının tek nedeni, Latin Amerika’da Küba Komünist Partisi’ne ve Küba’ya yakın olan partilere sızarak onu yıkmanın daha kolay olacağını umut ediyor olmalarıdır. Bu taktik kendisini daha önce bu antikomünistlerin Nikaragua’da, Sandinist Cephe içinde yürüttükleri yıkıcı çalışmada açığa vurdu. Şimdi de Küba Komünist Partisi’nin “ilerici”, antibürokratik, reformcu kanadına yakınlaşmayı ummaktadırlar. Kübalıların Sovyetlerle uzun süren ilişkilerinin orada glasnost ve çokparticiliğin taraftarlarının oluşmuş olması için yeterli olacağı yönünde biraz umutları var.
Bu sırada Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliğinde Mandel gibilerinin dahiyane önerilerinin nereye vardığını sınama fırsatımız oldu: karşı-devrimin zaferi, kapitalizmin bütüncül yeniden kuruluşu, faşizmin ve gerici milliyetçiliğin hortlaması, insanlık dışı bir sefalet içinde süper-zenginlerin bir kenara atılmış milyonların kanını emdiği vahşi bir kapitalizm ve iç savaş. Hiç şüphe yok ki Küba Komünist Partisi bu antikomünistlerin ve bu profesyonel karşıdevrimcilerin Küba’ya sızmalarını engellemek için gereken bütün önlemleri alacaktır.
Notlar
----------
[1] Troçki: L’appareil policier du stalinisme [Stalinizmin Polis Aygıtı], Ed Union générale d’Editions, 1976, Collection 10-18, s.26
[2] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.20.
[3] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ] Ed. La Brèche, Montreuil, 1989, s.20, 23.
[4] Rood, n°14, 15 Aoğustos 1989
[5] Rood, 24 Ekim 1989, s.6-7
[6] Rood, n° 24, 26 Aralık 1989, s.1.
[7] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.20.
[8] Inprecor, 11-24 Eylül 1992, s. 19.
[9] Temps Nouveau, n°38-1990, s.41-42.
[10] Catherine Samary Argumenti e fakti içinde, 2 Aralık 1989, Inprecor, n°302, 9-23 Şubat 1990, s.27.
[11] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ] Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s. 303.
[12] Aynı yerde, s.305-306
[13] Inprecor, n°285, 3 Nisan 1989, s.4.
[14] Sakharov: Mon pays et le monde, [Ülkem ve Dünya] Ed. Seuil, 1975, s.75
[15] Gazet van Antwerpen, 18 Eylül 1989, s.6.
[16] Inprecor, n°304, 9-22 Mart 1990, s.36.
[17] Mandel, Financieel-Ekonomische Tijd, 23 Mart 1990: Ernest Mandel: ´Gorbatchev is te vergelijken met Roosevelt en De Gaulle'.
[18] 19 Ağustos 1991’de, Gorbaçov ve diğer cumhuriyet liderlerinden bir grubun Sovyetlerin dağılmasını içeren ortak karara imza atmalarının ertesi günü, kendilerini Olağanüstü Devlet Komitesi olarak adlandıran bir grup Moskova’da iktidarı ele geçirmeyi denedi. Komite Gorbaçov’un sağlık durumunun iyi olmadığını ve devlet başkanı görevinden el çektirildiğini açıkladı. Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Yardımcısı Genady Yanayev Devlet başkanlığa getirildi. Komite’nin dokuz üyesi içinde şunlar da vardı: KGB başkanı Vladimir Kriuchkov, İç işleri bakanı Pugo, Savunma bakanı Dimitri Yazov ve Başbakan Pavlov, hepsi bu görevlere Gorbaçov döneminde gelmişlerdi. Karşıdevrimi durdurmak için gerçekleştirilen bu girişim iyi örgütlenmediği için kolayca yenilgiye uğratılmıştır. (-Stalin Arşivi’nin notu]
[19] Inprecor, Özel Sayı, 29 Ağustos 1991, s. 1-3.
[20] Harry Mol, Rood, n°2, 22 Ocak 1992, s.20.
[21] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ], Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s.23.
[22] Rood, 9 Ocak 1990, s. 10.
[23] Aynı yerde, s. 12.
[24] Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? [Gorbaçov SSCB’si Nereye Gidiyor? ], Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s.340.
[25] Troçki: L’appareil policier du stalinisme, [Stalinizmin polis aygıtı] Union générale. d’Editions, Paris, 1976, collection 10-18, s.193, 256, 257, 247.
[26] Troçki, La lutte antibureaucratique en URSS, [SSCB’de Antibürokratik Savaşım] Union générale. d’Editions, 1975, s.300, 301, 169, 213.
[27] Turpin Pierre: Le trotskisme aujourd’hui,[Günümüzde Troçkizm] Ed. L’Harmattan, Paris, 1988, s. 61-62.
[28] Bernard Henri, 1982, s.9.
[29] Aynı yerde, s.48-49.
[30] Troçki: L’appareil policier du stalinisme, [Stalinizmin polis aygıtı] Union générale. d’Editions, Paris, 1976, collection 10-18, s.169
[31] Aynı yerde, s.188.
[32] Aynı yerde, s.206.
[33] Aynı yerde, s.302-303.
[34] Turpin Pierre: Le trotskisme aujourd’hui, [Günümüzde Troçkizm] Ed. L’Harmattan, Paris, 1988, s.23.
[35] Berkenkruis, Haziran 1992, n°6, s.4-5, Der Freiwillige dergisinde daha önce yayınlanmış bir makale tekrar yayınlanmış, Ekim 1956.
[36] Ukraynalı Nazi yanlısı milliyetçilerin gelişimi ve bugünkü durumları hakkında daha fazla bilgi için bkz.: http://www.katman.info/ukranazi.htm (-Stalin Arşivi’nin notu)
[37] General Reinhald Gehlen. İkinci Dünya Savaşı’nda istihbaratla görevli Alman Doğu Dış Orduları komutanı. Kontgerilla savaşı uzmanı. Alman askeri istihbaratının başıdır ve kendine bağlı olan istihbarat şebekesi “Gehlen Örgütü” olarak anılmaktadır. General Gehlen, 1945 başında yenilginin gelmekte olduğunu görmüş ve elindeki bütün istihbarat bilgilerini vermek karşılığında Amerika ve İngiltere ile anlaşmıştır. Ağustos 1945’de özel bir uçakla ve Amerikan üniformasıyla Washington’a kaçırılmıştır. Burada, Amerikan Dış İşleri’nin önde gelen yöneticileri Allen Dulles ve William Donovan’la buluşmuştur. Gehlen’in Amerikan yönetimiyle yaptığı anlaşma ana hatlarıyla şöyleydi:
- Gehlen bütün örgütünü ve elindeki bilgileri antikomünist savaşta kullanılmak üzere Amerikan İstihbarat teşkilatına aktaracak.
Karşılığında:
- Gehlen kendi örgütünün yönetimi üzerinde mutlak söz hakkına sahip olacak.
- Örgüte Amerikalıların girişi tamamen kendi onayına bağlı olacak.
- Örgüt yalnız SSCB ve ona yakın olan ülkelere karşı kullanılacak.
- Örgüt gelecekte Batı Alman İstihbaratı’nın temelini oluşturacak.
- Örgüt, Gehlen’in, Alman çıkarlarına aykırı olarak gördüğü hiçbir operasyona katılmayacak. (-Stalin Arşivi’nin notu)
[38] Rood, 6 Haziran 1989, s.2.
[39] Inprecor, 4. Enternasyonal’in 11. Dünya Kongresi, Kasım, 1979, s.250.
[40] Martens Ludo: L’URSS et la contre-révolution de velours, [SSCB ve Kadife Karşıdevrim] Ed. EPO, Bruxelles, 1990, s.107.
[41] Rood, 20 Haziran 1989, s. 6.
[42] Rood, n°12, 20 Haziran 1989, s.12.
[43] Sean Connoly, Inprecor, n° 108, 14 Eylül 1981, s.24.
[44] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[45] Petr Uhl, Inprecor, n°304, 9-22 Mart 1990, s.26.
[46] Rood, 26 Aralık 1989, s. 5.
[47] Inprecor, n°296, 30 Ekim-12 Kasım 1989, s.4.
[48] Rood, 26 Aralık 1989, s. 8.
[49] Inprecor, n°296, 30 oct-12 Kasım 1989, s.4.
[50] Mandel Inprecor, n°297, 13-26 Kasım 1989, s.3.
[51] Humo, 21 Aralık 1989, p 18-20.
[52] Groupe d’Initiative pour un Parti Social-Démocrate en RDA, [DAC’de Sosyaldemokrat Parti İnisiyatifi] 12 Eylül 1989, şunun içinde: Inprecor, n°297, 13-26 Kasım 1989, s.10.
[53] Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.15-16.
[54] Mandel, Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s. 15.
[55] Lenin: Birinci Halk Eğitimi Kongresi, 19 Mayıs 1919, Bütün Eserleri Cilt 29, s.356-362.
[56] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[57] Inprecor, Özel Sayı, 9. Dünya Kongresi, 1979, s.236-237.
[58] Mandel, Inprecor, n° 283, 6 Mart 1989, s.4.
[59] Inprecor, n°283, 6 Mart 1989, s. 3.
[60] Inprecor, n°287, 1 Mayıs özel sayısı, 1989, s.8-9.
[61] Rood, 6 Haziran 1989, s.2.
[62] Rood, 20 Haziran 1989, s. 6-7.
[63] Rood, 20 Haziran 1989, s.6 –s.12.
[64] “Tien An Men 1989: de la dérive révisionniste à l’émeute contre-révolutionnaire”, [Tien An Men 1989: revizyonist sapmadan karşı devrimci ayaklanmaya] şunun içinde: Etudes marxistes, n°12, Eylül 1991, Brüksel,, s. 62-63.
[65] Inprecor, n°295, 16-29 Ekim 1989, s.15-16.
[66] Inprecor, n°295, 16-29 ekim 1989, s.18-19
Bunlar solcu filen değidir onun için zaten hep sosyalist kesimlerce
dışlanmıştırlar.
WWWW.STALİNKAYNAK.COM
PATİ[email protected]
şeyh bedrettin
02.02.2008 - 12:51Varidat (İçe Doğuşlar) ’dan Bazı Örneklemeler Bir Karşılaştırma
Bezmi Nusret Kaygusuz’un Şeyh Bedreddin Simaveni, (1957) çevirisinden:
“Var olmak ve yok olmak, bir suretin bir maddeden gitmesi ve yerine bir diğerinin gelmesinden ibarettir. Bu da öncesiz ve sonrasızdır. Ondan dolayı dünya ve ahiret itibari birşeydir. Görülen suretler fani sayılan dünya; görünmeyenler için baki telakki edilen ahirettir. Hakikatte bunların her ikisi için de tükenme yoktur. Fakat itibar galibe olduğundan dünyaya tüken, ahirete de kalım denilmiştir.” (agy., s.146)
“Dünya ve ahiret birbirlerinin mukabilidir. Herşeyin başlangıcına Dünya, sonuna da Ahiret denilir. Mesela zina, rakı ve şarap gibi şeylerle ilk önce tatlı bir lezzet hasıl olur. Fakat bu sevincin ardından insana bir rezalet ve pişmanlık gelir. İşte bu lezzete Dünya, o pişmanlığa da Ahiret ismi verilir. Halbuki bunların her ikisi de bu dünyada vaki olmaktadır. Bütün işleri ve onları takıbeden neticeleri buna kıyas edebilirsin.” (agy., s.166)
“Kuran'da bahsi geçen huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar ve benzeri şeylerin kaffesi (hepsi) cisim aleminde değil, hayal aleminde gerçeklenir. (agy., s.122) Çirkin ve iğrenç herşeye Cehennem ve ateş denildiği gibi, yüksek ve şerefli her mertebeye de Cennet ismi verilir.” (agy., s.151)
“Bizim bildiğimize göre, kıyamet zatın, zuhuru ve sıfat saltanatının sönmesidir. Eğer sen dilersen ölen herhangi birisi için 'kıyamet koptu' diyebilirsin. Haşir de, ölünün benzerini dünyaya getirmektir. (agy.,s.153) Halkın zanneylediği üzere cesetlerin haşri, yani gövdelerin tekrar dirilip mahşere çıkması olanaksızdır. Meğer ki zaman gelsin de dünyada insan cinsinden kimse kalmasın. Ondan sonra anasız babasız topraktan bir insan doğsun ve yine tenasül (cinsiyet) başlasın.” (agy., s.129)
“İnsandaki algıların, biliş ve tasarrufların gerek mücedderat (soyutluk-İ.K.) denilen ruhani şeylerde, gerek onların daha üstlerinde bulunması imkansızdır. Saltık varlık (``Mutlak' olan, Tanrı-İ.K.) için bu kemalat ancak insan mertebesinde hasıl olur. Başka mertebede olmaz. İnsan saltık varlığın sadık ve parlak bir aynasıdır... Tüm akıl, tüm nefs ve bunların üstünde mertebeler insanın üstünde zuhur etmedikçe, insan gibi birşeyi bilmenin ve algılamının onlar için (Melekler kastediliyor-İ.K.) imkanı yoktur.” (agy., s.161-162)
“Bütün Alem kendisini örgüleyen cüzleriyle (parçalarıyla) birlikte sapasağlam bir insan gibidir. Ucu bucağı bulunmayan bu boşluk içindeki büyük ve küçük herhangi bir şeyin diğerlerine çok kuvvetli bir bağlantısı ve hafifsenemiyecek birçok tesirleri vardır. Bu Alemin düzenine sebep olan şey, onun bu rabıtalı hal üzere kurulmuş olmasıdır.” (agy., s.167)
“Bütün namazlar ve niyazlar ahlakın düzeltilmesi ve içyüzün arınlanması için birer vasıtadan ibarettir. Hakiki ibadetin hiçbir vakit kayıt ve şartı yoktur. Herhangi tarzda yapılırsa yapılsın, Tanrının dileğine uygun olur. (agy., s.148) İbadetin temeli, maksudun Hak olmasıdır. Bir cemaatta bu temel bulunmayınca, yaptıkları ibadetler de kaybolur, yalnız kötü toplantıları kalır. Fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.” (agy., s.124)
“Hakka erişmek, insanın kendi saf varlığına erişmesi demektir. Ancak bu yolları gösteren bilim adamlarına karşısaygılı olmak yerinde olur. Ama bu yolları gösteriyoruz diye, ortaya çıkan 'hatip, imam ve ilim adam gibi cemaat büyüklerinin dileği Hak olmazsa, bunlardan uzaklaşmak gerekir.” (agy., s.125)
“İnsanlar birbirlerine, yahut haksız mala, meşru olmayan paraya veya rütbe ve mevkilere, yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, Allaha ibadet ediyoruz zannında bulunuyorlar.' (agy., s.123)
“Bu beden için ölümsüzlük olmadığı gibi, kaybolduktan sonra cüzüleri için de eskisi gibi bir daha birleşme yoktur... İnsanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda Hakka kavuşmuşlardır. Cennet işte budur. Kötü ve çirkin işlerle uğraşan insanlar Haktan uzaklaşmışlardır; Cehennem işte budur. Cennetle Cehennemi başka bir yerlerde aramak saçmadır.” (agy.,s.150)
Yazımıza son verirken, Şeyh Bedreddin’in kendisi gibi bir din bilgini olan ve Serez’de asılmasından tam 105 yıl sonra, yani 1525 yılındaki Almanya köylü isyanlarının ideolojisini çizen ve ayaklanmaya belirgin katkıda bulunan papaz Thomas Münzer'den bir karşılaştırma sağlayalım. F. Engels T. Münzer ve devrimci düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:
“O dönemde Thomas Münzer herşeyden önce bir din bilimciydi. Ama zaman zaman tanrıtanımazcılığa yaklaşan bir panteizm öğretiyordu. Bizim dışımızda bir Kutsal-Ruh yoktur, diyordu: Kutsal Ruh özellikle akıldır. İman da, aklın insan içinde ortaya çıkmasından başka birşey değildir ve bu yüzden Hıristiyan olmayanlar da iman sahibi olabilir. İşte bu iman, ete kemiğe bürünmüş bu akıldır insanı kutsallaştıran.(6)
Bu yüzdendir ki cennet öbür dünyada değil, onu da bu yaşamın içinde aramak gerekir. Öteki dünyada cennet var olmadığına göre, cehennem de lanetleme de yoktur. İman sahibi olanların yapmaları gereken cenneti, yani 'Tanrı krallığını' yeryüzünde kurmaktır. İnsanların kötü istek ve iştahlarından başka şeytan yoktur. İsa da diğer insanlar gibi bir insan, bir peygamber, bir öğretmendi.” (Frederick. Engels, Alman Köylü İsyanları, 76-77,78)
Alıntıyı biraz daha sürdürüp, okuyucuları Şeyh Bedreddin'in yukarıda verdiğimiz Varidat’taki söylemleriyle karşılaştırarak, hayret verici benzerlikleri ve Bedreddin'in nasıl daha ileride bulunduğunu görmelerini istiyoruz. Ayrıca o, Münzer gibi köylü isyanlarının sadece ideologu değil, aynı zamanda toplumsal ayaklanmanın hem ideologu hem de hazırlayıcısı ve önderidir
“Münzer'in Tanrı krallığı, hiç bir sınıf farkının, hiç bir özel mülkiyetin ve toplum üyelerine yabancı hiç bi özerk devletin bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi. Var olan bütün otoriteler, boyun eğmeyi ve devrime katılmayı reddederlerse devrilmeliydiler. Bütün işler ve mallar ortaklaşa olmalı ve en eksiksiz eşitlik egemen olmalıydı. Prensler ve soylular da bu birliğe katılmaya çağrılacaktı. Reddederlerse, birlik ilk fırsatta bunları silah zoruyla devirecek ya da yok edecekti. T. Münzer halkın o dönemde anlayacağı peygamber diliyle konuşuyor, ama gerçek amaçlarını güvendiği yakınlarına söylediği açık seçik ortadaydı.” (H. Engels, agy., s.79, 84)
Engels'in anlattığı Alman köylü savaşlarının büyük teorisyeni Thomas Münzer örneğini anımsattık. Oysa ondan 270-280 yıl önce Anadolu'daki Batıni-Alevi köylü ve ezilen emekçi halkların sosyal mücadalelerinin çok daha dikkate değer olduğunu açıkça görüyoruz. Eğer F. Engels Avrupa feodal çağının köylü savaşlarını incelerken, tesadüfen, Kıbrıs'ta oturan Dominiken rahibi Simon de Saint Quentin'in 1246 yılında Orta ve Doğu Anadolu'yu baştanbaşa dolaşırken, bizzat savaşa katılmış Frank şövalyelerinden dinlediği, 6-7 yıl önce Küçük Asya'nın yaşamış olduğu en büyük halk ayaklanması önderi Baba Resul ve eylemlerini yazdığı latince metinleri görmüş olsaydı, Alevi inançlı halkların sosyal ve siyasal mücadelelerine yönelmek zorunda kalacak; Şeyh Bedreddin’in düşüncelerini ve onun önderlik ettiği ikdidara yönelik toplumsal ayaklanmasını derinlemesine inceleyecekti. Hiç kuşkusuz o zaman Marksizm ve Marksist literatür bugünkünden çok daha zengin bir gelişim gösterecekti. (İsmail Kaygusuz: Görmediğim Tanrıya Tapmam, Alevilik-Kızılbaşlık ve Materyalizm, İstanbul 1996: 18-25)
6 Oysa Thomas Münzer'den 260-270 yıl önce Kappadokia'da Hacı Bektaş Veli, inancı dışındaki Hristiyanlarla dostluk kurmuş ‘73 millete tek nazarla bakmayı’ öğütlüyor ve ‘İslamın temeli ahlak, ahlakın özü bilgi, bilginin özü ise akıldır’ ve ‘yeryüzünde akıl ölçüsünden önemli birşey yoktur’ diyordu. İmanı bilinç içinde eritmiş, akla bağlamış ve akılla bilime ulaşmıştı Hacı Bektaş.
----------------
Kaynakça
Barker, Ernest (çev. Mete Tuncay) : Bizans'ta Toplumsal ve Siyasal Düşünce, İstanbul 1982.
Birdoğan, Nejat: “Şeyh Bedreddin Mahmud…” Kavga, Sayı 14, Nisan 1992.
Brehier, Louis: La Civilisation Byzantine, Paris 1970.
Dindar, Bilal: Sayh Badr Al-Din Mahmud et Ses Varidat, Ankara 1990.
Ducellier, Alain: Byzance et le Monde Orthodoxe, Paris 1986.
Engels, Frederick: Alman Köylü İsyanları, İstanbul 1978.
Eyüboğlu İ. Zeki: Bütün Yönleriyle Şeyh Bedreddin ve Varidat, İstanbul 1977.
Fiş Radi, (çev. Mazlum Beyhan) : Ben de Halimce Bedreddinem, İstanbul 1992.
Gölpınarlı, Abdülbaki: Hurufilik Metinleri Katalogu, Ankara 1989.
Gölpınarlı, Abdülbaki: Simavna Kadısıoğlu şeyh Bedreddin, İstanbul l966.
Kaydusuz, Nusret: Şeyh Bedreddin Simaveni 1957.
Kurdakul, Necdet: Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul,1977.
Lewis, Bernard: The Jews of Islam, Princeton University Press 1987.
Ostrogorski, Georg: Bizans Devleti Tarihi, Ankara 1981.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı: Osmanlı Tarihi I, 2.baskı, İstanbul 1982.
Yaltkaya, Şerafettin: Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 1924.
Yürükoğlu, R.: Okunacak En Büyük Kitap İnsandır, 4.basım, İstanbul 1994.
Zelyut, Rıza: Osmanlı’da KarşıDüşünce ve İdam Edilenler, İstanbul
10...bölüm wwww.turnadergisi.de
YAZI DİZİSİ İÇİN SON AMA BEDRETİNLER İÇİN DEĞİL...........! ! ! ! ! ! ! !
bu yazı dizisinin sahibi ismail KAYGUSUZDUR
PATİ[email protected]
şeyh bedrettin
01.02.2008 - 21:54Bedreddinler Gelecektir
Şeyh Bedreddin çağının en önemli İslam bilginlerindendi. Çocukluk ve yeniyetmelik döneminden, Hüseyin Ahlati'nin tekkesinin başına geçtiği, ülkeler dolaşıp bir halk ayaklanmasının başını çektiği ve ona önderlik ettiği yıllara dek, Tebriz'den Tokat'a, Halep'ten Mora'ya dek çağının toplumsal-siyasal gelişmelerini, düşüncelerini izledi. Onlardan etkilendi ve onları etkiledi. Astrabadlı Fazlullah, Hacı Bektaş-Kaygusuz Abdal, G. Plethon, Anadolu ve Bizans halk haraketleri (Babailer, Zelotlar) onların inançsal ve siyasal gürüşler, incelememiz boyunca bunlara verdiğimiz bazı örneklerdir.
Kuşkusuz, Osmanlı ve Batı arşivlerinde Bedreddin'e ve Bedreddin hareketine ışık tutacak birçok belge vardır ve bunların gün ışığına çıkarılması, açıkta olanların yeni bir gözle elden geçirilmesi, Şeyh Bedreddin'in gürüşlerini ve savaşımını daha derinden kavramada çok yardımcı olacaktır.
Büyük komünist ozan Nazım Hikmet, “Şeyh Bedreddin Destanı” nda şöyle diyordu:
Yağmur çiseliyor.
Serez'in esnaf çarşısında,
Bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddin'im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
Yapraksız bir dalda sallanan Şeyhimin
Çırıl çıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşamamanın, görememenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
Bedreddin'imizi “Serez'in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında bir ağaca” asanlar, bugün tarih kitaplarında bir satırlık bile yer tutmuyor. Ama “yarin yanağından gayrı herşeyde ortaklık” çağrısı yapan Şeyh Bedreddin'in komünistik düşünceleri, yüzyıllardır Anadolu halk hareketlerinin sancağında, sloganlarında, destanlarında yaşıyor. Nazım'ın destanındaki dede gibi, “biz Bedreddin kuluyuz, ahrete, kıyamete inanmayız”, ama “Bedreddinler yine gelecektir” diyoruz. “Sözü, bakışı, soluğu aramızdan çıkıp gelecektir”. Çünkü Bedreddin düşüncesi insanlığın geleceğidir..!
Şeyh Bedreddin'in Hukuk Yapıtlarından Hukukun Özgürlüğü Ve Bağımsızlık İlkeleri (5)
“Şeyh Bedreddin Mahmud, Cami'ül Fusuleyn’in birinci sahibi olduğu hukuk mantığı ve felsefesinin esaslarını şöyle açıklar”:
‘Zamanımızın yargıçları, kendilerinden sorulan bir hukuksal sorun için, ancak, eğer İmam-ı Azam, yani imamlardan Hanefi hukukunda birinci derecedeki sorunları kapsıyan eserde rivayet varsa, buna göre fetva verir. Yargıç, isterse yepyeni düşünce ve gürüşlere sahip olsun, kendi oy ve düşüncesiyle onlara muhalefette bulunamaz. Çünkü hak yalnız onlardadır, onlardan başkasını uygulamak hak ve yetkisi olmadığı açıktır. Bu nedenle zamanımızın yargıcının içtihadı, onların içtihadları derecesine erişmez ve bunlara muhalefetmiş gibi olanların fikirlerine bakılmaz. Elbette ki karşı olanın çalışmaları kabul edilmez. Çünkü Müctehidler, yani Kur'an ve Hadis yorumcuları, kanıtları görüp, gerçek olanla olmayanı vaktiyle temyiz etmişlerdir.’
“Şeyh Bedreddin, bu gerçeği saptadıktan sonra eleştiri kısmında şunları söylemektedir”:
‘Bu bir inanış meselesidir. Yoksa İmam Malik onlardan öncedir; İmam-ı Azam ve diğer imamların, İmam Malik ve İmam Şafii'den okumuşlukta üstün olduklarına dair bir kanıt yoktur. Aynı zamanda Ebu Hanife ve Sahabeler zamanında henüz Peygamberin sözleri toplanıp düzenlenmiş de değildi. Bu konudaki kitaplar onlardan sonra tertib edilmişdir. Bir yargıcın ününe getirilen hukuksal sorundaki kendi yorumu, onların oylarına muhalif olsa da, fetvası kabul edilir. Nitekim Sahabeler zamanında şerihin (şerheden, açıklayan) muhalif düşen fetvaları kabul edilirdi. Madem ki bir yargıç, kendi oyunun, başkalarının düşünce ve yorumuna değil, hakikate uygun olduğu kanaatındadır; ona kendi oyuyla karar vermesi vacip olur. Başkalarının oyuyla hüküm vermek nasıl helal olur ki? ...’
“Bedreddin aşağıdaki süzleriyle de bağımsızlık, özgürlük ve adalet ilkelerinin uygulanmadığı toplumlarda Hukuk'tan söz edilemeyeceğine açıkça işaret ediyor. Böylelikle iskolastik hukuk düşüncesinin çıkmazında farkına varılmamış, değerlendirilmemiş alanlara geniş bir pencere açıyor. Hanefi hukuk gürüş ve içtihatının durumunu ve eleştirisini verdikten sonra şu çüzümü getiriyor”:
‘Bir bir içtihad sahibi, yani bir hukuk yorumcusunun reyi, İmam-ı Azam veya İmameyn (diğer ehli sünnet imamlar ı-İ.K.) reyine muhalif olacak olursa, vereceği karar muteber olmalıdır. Madem ki, kendi reyini hak ve diğer reyler üzerine tercih etmiştir, ana kendi reyiyle hüküm vermesi vacip olur. Başkalarını taklit etmesi haramdır.’
“Bedreddin bu sözlerle, yargıcın herşeyden önce kendi hukuk bilgisi ve dünya gürüşüyle olayı incelemesi gerektiği fikrini savunmaktadır. Çünkü imamlara kayıtsız şartsız uyulduğu takdirde Hukuk'ta düşünce özgürlüğü ve bağımsızlık duyguları kaybolmuş olur. Ve yargıç başkalarının hukuksal yorumlarına tutsak olmaktan kurtulamaz. Bedreddin, Teshil’in önsüzünde ise, Hukuk üzerindeki düşüncelerini şöyle devam ettirir ve adalet ilkesini daha da açıklığa kavuşturur”:
‘... Vaktaki, Tanrı beni; furuğ ve usul ve ma'kul ve menkuli cami Letaif ül İşarat namındaki hukuk eserimi yazıp bitirmeğe muvaffak etti. Bu eserimi anlamak, okuyanlarına güç geldi. Eserimin yazılmasında neden olan maksatları bilmesini kolaylaştırmak üzere anlaşılması güç gizli anlamlarını elde etmek ve bu hususta tesbit edilmiş olan rumuzlarını halletmek istedim. Ve kitaba karşı rağbetsizliğe sebep olmamak üzre sözü uzatmayarak, yorum ve izaha başladım. Ve bu açıklamalarımda bine yakın ince ve dakik hukuki ihtimalleri zikrettim. (Ekval) diye isimlendirmiş olduğum (Söz) ler bir karine-i ma'nia olmadıkça bana mahsus olup uyanık ve zeki olan kimselerin üstünlüğü de, bu gibi kişisel buluşlarıdır; yoksa bir takım rivayetleri nakil ve ezberlemek değil...’
‘Nitekim; Zi Mahşeri aşağıdaki sözüyle buna işaret eder:
‘(Bil ki: Her ilmin metninde ve her san'atın varlığında alim'lerin dereceleri yekdiğerlerine yakın ve san'atçıların seviye kademeleri birbirlerine uzak değildir veya müsavidir. Bir bilim adamınıdiğer bir bilim adamı geçecek olursa, ancak birkaç adım geçebileceği gibi, bir sanatçıya da diğer bir sanatçı az bir mesafe ile üstün gelebilir. Dereceler arasında tam bir üstünlük veren ve ona doğru açtığı meydanda bir kimsenin bin kimseye mukaabil itibar olunmasına kadar bilim adamlarını ve san'atçıları yarışmaya da'vet eden nokta; bilim ve san'atlarda gizli olan espriyi kavrayabilmek kudretidir.) ’
‘Diğer bilimlerde tasarrufa kaadir bir çok ilim ve irfan sahibi olanları hukuk'ta, taklid elinde esir kalmış sağır ve dilsiz gürürsek bunda tasarrufa kaadir olmaları şöyle dursun, bir çok gavamızı (hukuki incelikleri) bile anlayamazlar. Metnindeki süzlerin altında birtakım meselelere işaret edilmiş ve olağan tenbihlerde bulunulmuştur. Sözü uzatmamak için şerh'de bunlarıtekrarlamaktan sarfınazar ettim. Ümid ederim ki, perde gerisinden bunlar zeki düşünürler için kolayca keşfolunur.’
‘Zilliyed ve hariç meselelerinde bana 7070 mesele tanzimi müyesser oldu. Kitb-ül Dava’da sözü uzatmamak için, her tafsil ahkamını zikretmeksizin takriben bir varakada isbat ettim. İsteyenler Zilliyed ve Hariç meselelerinde sözünü etmiş olduğum kaidelere başvursunlar.’” (s.41-43'den aktaran Necdet Kurdakul: Bütün Yönleriyle Bedreddin, s.166-167)
5 Bu bülümde, Şeyh Bedreddin hakkındaki gürüşlerine tamamıyla ters düşmemize rağmen, kendisinin bir hukukçu olarak Bedreddin'in bu yönünü daha iyi değerlendirdiğini saptadığımız, Necdet Kurdakul'un “Bütün Yönleriyle Bedreddin” adlı kitabından yararlandık.
9........B ÖLÜM wwww.turnadergisi.de
[email protected]
a.mahzuni şerif
01.02.2008 - 19:26MAHZUNİ ŞERİFİ HAYTI VE MÜCADELESİ
TÜRKÇE
Mahzuni Şerif (1939, Afşin, Kahramanmaraş - 17 Mayıs 2002, Köln)
,
Hayatı [değiştir]Kahramanmaraş'ın Tarlacık (eski ismi Berçenek) Köyü'nde dünyaya geldi. 1955 yılında daha sonra Ankara'ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu'na kaydoldu. 1960'ta eşi Suna'yı kaçırdı ve 6 ay köyünde kaldı. Bu sırada okulu Balıkesir'e nakledildi. Okul komutanının çabası ile yeniden okula dönen Aşık Mahzuni, 6 ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan atılınca yeniden köyüne döndü. 1964 yılında ilk plağı ile müzik piyasasına girdi.
Bir süre Gaziantep'te ikamet ettikten sonra Ankara'ya taşındı. 1989-1991 yılları arasında Halk Ozanları Derneği Genel Başkanlığı'ni yürüten Aşık Mahzuni Şerif, Pir Sultan Abdal Dernekleri Genel Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı, Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği ve Ozan-Der Onur Kurulu Başkanlığı'nı da yaptı.
2001'in başlarında rahatsızlanarak, kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle, JFK Hospital'da yoğun bakım altına alındı. Mayıs ayında, günümüzün Pir Sultan'ı Aşık Mahzuni Şerif, bir kez daha ölümü yenmeyi başardı. Ve aynı yılın Kasım ayında kendisine, Elhamdülüllah Kızılbaş'ım ve Laikim. Ben değil yedi sülalem kızılbaştır. Bir suç varsa o da dedemdedir! ' dediği için, DGM tarafından dava açıldı. Duruşma 27 Aralık 2001 tarihinde DGM'de yapıldı. 2002 Mayıs ayının 17'sinde evli, sekiz çocuk, dört torun sahibi olan değerli Ozanımız 62 yaşında Almanya'nın Köln şehrinde hayata gözlerini yumdu. Bu ana kadar O, devletin düzenini yıkmak suçundan, hala yargılanıyordu. Şu an son ikamatgâhı olan Hacı Bektaş Veli Külliyesi'nin yakınındaki Çilehane adı verilen bölgede huzur içinde yatıyor.
Türk halk müziği sanatçılarının başvuru kaynağı,söz ve beste deposu olan Aşık Mahzuni birçok dinleyecisi açısından günümüzün çağdaş Karacaoğlan'ıydı. Dom Dom Kurşunu (Araştırmacı Yazar Battal Pehlivan Aşık Mahzuni Şerif'i yaşamı ve sanatı üzerine yaptığı incelemenin adı da Dom Dom Kurşunu idi) , Yuh Yuh, Fadimem, Gül yüzlüm, Ciğerparem ve Ekmek kölesi gibi eserleriyle tanınan Aşık Mahzuni'nin türkülerini İbrahim Tatlıses'ten Mahsun Kırmızıgül'e kadar birçok türkücü ile bazı pop müzik sanatçıları da okudu. Halk şiirine gönül veren ve konuşma dilini şiirleştiren Aşık Mahzuni'nin 400'e yakın plağı,50 kasedi ve yayınlanmış 9 adet kitabı bulunuyor
DEUTSCH
Werden die Balladen des großen alevitischen Künstlers Mahzuni Serif je an ihrer gesellschaftspolitischen Aktualität und Aussage einbüßen? Wohl kaum. Mahzuni hat in seinen mehr als 1000 Liedern den Humanismus im Allgemeinen und die alevitische Philosophie im Speziellen als Maßstab seines künstlerischen Weges genommen. Mit Sehnsucht haben wir immer auf seine neuen Werke gewartet und Millionen von uns sind damit groß geworden. Viele andere Künstler haben seine Lieder weiter gesungen und sind damit berühmt geworden. Mazuni Serif, der 1939 im kleinen Dorf Percenek geborene 'kleine' große Asik (Volksmusiker, die Texte ihrer Balladen selbst dichten und auch die Melodie dazu selbst komponieren) , der in seinen Liedern die Ungerechtigkeit und Willkür, Unterdrückung und Ausbeutung, Ausgrenzung und Stigmatisierung sowie religiöse Dogmen anprangerte, Gerechtigkeit und Recht, Wohlstand und Menschenrechte für alle, Respekt gegenüber Andersdenkende und Andersglaubende forderte, ist nicht mehr unter uns. Mit 62 Jahren starb er am 17. Mai in Köln an Herzinfarkt.
Er war Absolvent der Militärakademie und hätte als Offizier der türkischen Armee eine der sichersten Karriere in der Türkei machen und ein gutes Leben führen können. Stattdessen nahm er seine 'Saz', ein Seiteninstrument, in die Hand und machte sich auf den beschwerlichen und, - wie er später immer wieder erleben musste -, lebensgefährlichen Weg, auf seine Art und Weise Aufklärung unter dem Volk zu betreiben. Den staatlichen Institutionen in der Türkei war er wegen seiner provozierenden und zum demokratischen und kritischen Ungehorsam auffordernden Liedern ein Dorn im Auge, und das war Grund genug für zahlreiche Inhaftierungen und gerichtliche Verfahren gegen ihn. Für einige linke Dogmatiker war er 'zu weich' und für einige Hartgesottene sogar 'Sozialfaschist', weil er sich deren meist wirklichkeitsfremden Theorien nicht anschloss. Seine Kreativität gepaart mit seinem tiefen Humanismus und seiner alevitischen Überzeugung gaben ihm die nötige Kraft und Motivation, seine unbeugsame Haltung gegen all diese Angriffe zu wahren und uns wunderbare tiefsinnige von Liebe und Menschlichkeit geprägte Lieder zu hinterlassen. Mit diesen Liedern ist er mit Sicherheit der größte Dichter und Sänger in Anatolien nach Pir Sultan Abdal, der im 15. Jahrhundert von damaligen Herrschern mit der Todesstrafe bestraft und aufgehängt wurde.
Mahzuni wurde von vielen zurecht als 'der Pir Sultan' unserer Zeit bezeichnet. Er hat selbst von Pir Sultan gesungen und hat ihn in seine Kompositionen miteinbezogen, wie er in einem seiner bekanntesten Lieder zweifelnd fragt, ob er wie Pir Sultan den Weg zum Galgen wagen soll oder nicht (Pir Sultanlar gibi dar agacini, bilmem boylasam mi boylamasam mi?) . Mahzuni ist der Galgen, Gott sei dank, erspart geblieben, nicht jedoch Verfolgung, Folter, Ausgrenzung und Ignoranz sowie Zensur staatlicher Stellen. Oft wurde die Herausgabe seiner Platten noch vor der Erscheinung durch staatliche Stellen blockiert. Bis vor wenigen Jahren waren die Türen der Rundfunk- und Fernsehanstalten der Türkei für Mahzuni geschlossen. Diesem bedeutenden Künstler wurden auch Preise und staatlich-angeordnete Auszeichnungen nicht zuteil. Auf die Frage, wie Mahzuni dies bewerte, sagte er, dass er dies als eine große Ehre empfinde, von solchen Ehrungen und Auszeichnungen verschont geblieben zu sein. Traurig ist auch, dass die von der Kommerz geprägte und von der westlichen Kultur dominierte Musikwelt nicht in der Lage ist, Künstlern wie Mahzuni Raum zu bieten, so dass seine künstlerische Werbung für Frieden, Humanismus, Toleranz und Akzeptanz leider nicht noch weitere Teile der Welt hat erreichen können, was wünschenswert wäre.
Mahzuni hinterlässt insbesondere den nachkommenden Generationen alevitischer Künstler ein Vermächtnis, das verpflichtet und zugleich eine große Herausforderung darstellt. Die durch seinen Tod entstandene große Lücke kann nicht durch ein bloßes Kopieren geschlossen werden, sondern erfordert Kreativität und Standhaftigkeit sowie Nähe zum Volk bei gleichzeitig avantgardistischer Vision. Dies zusammen zu bringen stellt einen schweren Balanceakt dar und erfordert eine große künstlerische Gabe, gesellschaftskritische Weitsicht, Zivilcourage und unbeugsame Haltung gegenüber den Mächtigen an der Seite der Schwächeren sowie unbeirrbare humanistische Grundeinstellung und Internationalität.
In seinem Nachruf hat der beste Interpret der 'Saz', Arif Sag, zurecht folgendes gesagt: In wenigen Jahren wird keine Notiz von denen zu finden sein, die Mahzuni unrecht getan haben, Mahzuni selbst wird jedoch mit seinen Liedern noch in 500 Jahren im Gedächtnis der Menschen leben. Er wusste, dass dieser größte und wertvollste Preis ihm sicher ist. Mit Respekt und in tiefem Trauer verneigen wir uns vor dem großen Menschen und Künstler Mahzuni Serif.
Mein Dank an Prof.Dr. SÜLEYMAN ERGÜN für diese bericht über Mahzuni Serif!
Durch vieles Fragen
Du hast mich um den Verstand gebracht
Einen Stein nach dem anderen schlagend
Ich habe meinen teuren Freund gesucht
Vom Anfang bis zum Ende, durch vieles Fragen
Manche entzünden sich, manche erlöschen
Manche steigen auf, manche steigen ab
Die Serails werden zu Ruinen
Vom Anfang bis zum Ende, durch ihr immerwährendes Sein
Tritt ein, Mahzuni, in den Garten der Freunde
Es fiel Schnee auf dem Berg der Freundschaft
Meine Jugend für mein Leben
Vom Anfang bis zum Ende, durch ständiges gespalten sein
MAHZUNİ ŞERİF
Angelegenheit dieser Welt
Es ist nicht einfach, die Angelegenheiten dieser Welt
Trockene Worte reichen nicht aus, dass ich weitermache
Über die Todesstrafe zu entscheiden
Aber es gibt das Gewissen, dass nicht zulässt das ich entscheide
Innerlich fließen sie, die Tränen meiner Augen
Wie schwer ist er doch, der Freundschaftsstein
Ein fliegender Vogel auf dem Berg von Erciyes
Für ein blindes Auge nicht sichtbar, so dass ich ihn sehen könnte
Es blieb keine Kraft in meinen Gliedern
Ich säte die Saat, doch konnte ich nicht Dreschen
Trotz meiner Unschuld, traf mich die Verfügung der Herrscher
Den Freund Mahzuni kann ich doch nicht ausliefern
MAHZUNİ ŞERİF
FRANCİAS
Mahzuni Serif (parfois orthographié Mahsuni Serif) , né dans le village de Tarcalik, appelé autrefois 'Berçenek' (région d’Afsin en Turquie) en 1939, mort à Cologne (Allemagne) en 2002, était un poète, chanteur, compositeur et joueur de saz turc. L’usage a accolé à son nom le terme d’asik, équivalent turc du troubadour.
Mahzuni Serif appartient à cette tradition de musiciens itinérants qui transmettent la philosophie mystique et humaniste séculaire de l’Anatolie en s’accompagnant au saz, ou baglama, luth à long manche qui se joue à l’aide d’un plectre (mizrap) .
Ses chansons donnent une large place aux questions sociales et politiques; un des ses albums se nomme par exemple « Katil Amerika » (Amérique assassine) .
La vie et l'art d'Asik Mahzuni Serif sont fondamentalement marqués par l'héritage culturel alévi. Les alévis constituent une grande partie de la population anatolienne. Ils sont d'obédience chiite et pratique un Islam d'ouverture qui est empreint d'éléments pré-islamiques issus du chamanisme asiatique.
« Cherche et trouve.
Éduque les femmes.
Même si on te blesse, ne blesse pas […]
Le premier stade de l’accomplissement est la modestie.
Qu’importe ce que tu cherches, cherche en toi-même.
Maîtrise tes mains, tes paroles et tes désirs… »
Tels sont quelques-uns des préceptes qu’enseigne la sagesse prônée par les alevis.
Courte Biographie:
1956 il fini l'école primaire à Bercenek et continue ses études à Kahramanmaras/Elbistan Alembey le village, où il apprend et écrit l'ancienne langue turque.
1957 il part pour l’école de Mersin Astsubay (école militaire) .
1960 il a fini l'école d’armée (de militaires) de technique d'Ankara. Parce qu'il était un 'alevi' et qu’il écrit des livres il fut renvoyé de là.
Depuis cette date il compose de la musique et il produira de nombreux disques et cassettes.
Ses ecrits crés des echos de plus en plus importants et deviennent l’objet de nombreuses discussions.
1972 Sa maison à Gaziantep a été mise en feu et ses archives ont été entierement brûlé.
1962 - 1988 Il a été attaqué, emprisonné, torturé, accusé et a perdu une dizaines d’années de sa vie. Cette période de sa vie reste confuse en resons du manque d’informations.
1989-1991 Asik Mahzuni a été choisis pour être le Dirigeant 'de Halk Ozanlar Dernegi' (une organisation de musique) .
Juin 1997 en Allemagne il apprend sa maladie et sera examiné en Allemagne / Ulm.
1998 il devient le propriétaire de 58 cassettes et 8 livres. Dans plusieurs états internationaux sa musique a été chantée dans d'autres langues. Ce grand musicien père de 8 enfants a été présenté comme ayant eu un grand rôle dans la culture Bektasi (Alevi) et la musique Anatolienne dans le monde entier.
2001 il doit séjourner à l'hôpital JFK à Istanbul à cause de sa maladie du coeur.
2001 il a été accusé par le DGM (la cour protégeant l’état de la Turquie) d'énonciation: 'Elhamdülüllah je suis Kizilbas (l'expression pour alevis) et je crois en la laïcité. De plus il ne s’agit pas seulement de moi depuis 7 générations ma famille étais kizilbas. Si il y a là une culpabilité ça ne peut être que celle de mon grand-père! ' 27.12.01 Asik Mahzuni est au DGM.
Il est mort le 17 mai 2002 dans Cologne en Allemagne.
A FORCE DE DEMANDER
Tu m’as rendu fou
A force de frapper contre les pierres
J'ai cherché mon âme - sœur
Tout en demandant d'un bout à l'autre
Certains s'allument, d'autres, s'éteignent
Certains montent, d'autres descendent
Les sérails deviennent ruines
D'un bout à l'auter
Mahzuni, entre dans le jardin de l'ami
Il a neigé à la montagne
et sur ma jeunesse
en traversant d'un bout à l'autre
Etat de ce monde
Ce n'est pas facile dans ce monde
A vivre avec des mots vides
Peine capitale pour moi-même n'est pas à rendre Mes larmes coulent à l'intérieur
Un oiseau qui s'envole sur le mont
Erciyes N'est pas vu à l'œil aveugle
Je n'ai plus de force dans les geneux
J'ai semé, sans moissoner
Les seigneurs ont rendu firman, je suis innocent
On peut pas livrer l'ami Mahzuni
MAHZUNİ ŞERİF
ENGLİSH
ASIK MAHZUNİ SERİF
One of Turkeys wellknown and very intellectual music interprets!
He has been continuing the tradition of folk poetry.
He is one of the folk poets of our time,
who is asking the reasons and results of the public problems and who handles nearly every social subject in his poems in an informing manner.
He is from Barginekli Agucan Turkmens. The word asik preceding his name is a title used to indicate his position as a respected musician, but also indicates his affiliation with the Alevi variety of Shi'a Islam.
He has lost his life 17.05.2002 at 05.00 MET in Germany Köln-Porz hospital. He went there for examination before 4 days because of his heart problems.
Short Biography:
Asik Mahzuni Serif born 1939 in Turkey/ Kahramanmaras Bercenek village of Afsin county. 1956 he finished primary school in Bercenek and continues in Kahramanmaras/ Elbistan Alembey village, where he learns and writes old turkish language.
1957 he visits Mersin Astsubay school (military school) . 1960 he finished Ankara technique military school. Because he was an alevit and writes books he was fired from there. 1961 since this time he composes music cassattes and lp´s.
The discussions about his writings become a greater bandwidth in the world. 1972 his house in Gaziantep was set in fire and his whole archive was burned. 1962 - 1988 he was attacked, jailed, tortured, accused and lost his tenths. More informations weren´t known.
1989-1991 Asik Mahzuni was chosen for general Chief of 'Halk Ozanlar Dernegi' (a music organization) .
June 1997 in Germany he gets a brain blooding and he was examined in Germany/ Ulm.
1998 he becomes proprietor of 58 cassettes and 8 books. In several international states his music was sung in other languages.This big musicians with his 8 children was presented with a big role with the Bektasi culture and Anadolu music in the whole world.
2001 he must go into JFK hospital in Istanbul because of his heart troubles.
2001 he was accused by the DGM (Turkey´s state protecting court) of saying: 'Elhamdülüllah I am Kizilbas (expression for alevits) and a person who seperates religion from state. Not I but my 7 forefamilies were kizilbas. If here is a guilt it´s my grandpa´s! ' 27.12.01 Asik Mahzuni is in DGM.
He died on 17 May 2002 in Köln in Germany.
PATİ[email protected]
hz.ali
30.01.2008 - 18:25-Giriş-
“Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri aklıyla edindiği gibi.”
“Bilim elde etmek için istekli ve araştırıcı ol.”
“Ben devranın bilginiyim, öyleki (onun) anası-babası gibiyim.”
Bu sözleri İmam Ali’ye ait olduğu bilinen Ali Divanı’dan (Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı, Arapça Çeviri:Vedat Atila, İstanbul-1990, nos. 164,1390,1405) derledik. Bilimin ve deneyimlerin akıl yoluyla elde edilebileceğini söylerken Ali, aynı zamanda iki koşul ileri sürüyor: İstekli ve araştırıcı olmak! Bu iki sözcük, öğrenmenin, eğitim-öğretimin psikolojik ve çevresel koşullarıyla birlikte yöntemlerini de kapsıyor. Üzerinde sayfalarca açıklamalar yapılabilir. Bir düşünen kişi; aklıyla hareket eden, sorgulayarak yargıya varan, soyutlamayı başaran bir kuramcı, kavramlar geliştirir, yorumlar açıklamalar gerektiren özlü sözler söyler ve önermelerde bulunabilir. Bugün İmam Ali’yi, Muaviye’nin ona lanetle başlattığı Emevi anlayışını günümüzde sürdüren Suudi Vahhabileri gibi değerlendirip küçümseyen ve Halife Osman’dan (644-656) sonra beş yıl kadar İslam imparatorluğunu yönetmiş başarısız, sıradan bir halife olarak görenlerle; bilgeliği, erdemleriyle birlikte bilginliği ve bilimsel düşüncelerinden habersiz ve onu sadece doğaüstü güçleri ve kerametleriyle yüceltenler bizim gözümüzde aynıdır. Ali zamanının bilginiydi; Peygamberin ölümünden itibaren “Ali bilim şehrinin kapısı” değil, kendisiydi. Zaten o, alçak gönüllülüğe gerek duymadan “ben devranın(dönemin, zamanın) bilginiyim” diyor. Üstelik bir bilgin, bir alim olarak zamanın ebeveyni, yani ana-babasıdır; öyle söylüyor. Ana-baba çocuklarını korur-kollar, eğitip-yetiştirir, iyiye doğruya yönlendirir. Öyleyse zaman ve o zamanı yaşayanlar, bilginlerin koruması altında olmalı ve onlar yönlendirip yönetmelidir. İmam Ali, ben bir bilgin olarak devranın (zamanın) anası-babasıyım, derken bunları söylemiş olmuyor mu?
Aşağıda, Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız. Yazının önemli bir kısmında, başta www.ismaili.net olmak üzere, İslam bilginleri, İmamlar,Ehlibeyt ve Şiilik hakkında bilgiler, araştırma yazıları, makaleler yüklenmiş web sitelerinden yararlanıldı.
1. İmam Ali’nin Bilimsel Kişiliği ve Kuramcılığına Kısa Bakış
Ali bin Abu Talib'in(600-661) erdemlerinin ve niteliklerinin bir portresini çizmek kolay değildir, zira o bilginin kaynağı ve bir erdemler örneğiydi. Gerçekten o, bir canlı bilgi ansiklopedisiydi. Bütün tanınmış sufiler batini (esoteric) bağlarını Ali'ye götürürler.
Abu Nasr Abdullah Sarraj Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında; Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman,
“Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi” diye yazmaktadır.
Ali, yandaşlarına İslamın, kendi nesnelliği içinde düşünce ile uyum sağlayan, ayrıca kendi yasakları ve buyruklarında da doğa ile anlaşan tek din olduğunu öğretti. İslamın din alanında yarattığı büyük devrim, açıkça aklın üstünlüğünü kabullendiği tutumuyla canlılık kanzandı. Ali insanları akıl ve düşüncenin üstünlüğünü kabul etmeye çağırdı ve onları doğal olaylar üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönlendirdi. Ali'ye göre İslam, herşeyden önce aklın dinidir; kör bir inanç yolu değildir ve bu nedenle mensuplarının, içsel kavrayışa sahip olurken düşünceyi, yeterliliği ve aklı kullanmalarını talebeder; ancak böylece onlar daima adalet ve gerçeğe ilişkin öğretilenler gereğince hareket edebilir ve sağlam bir karakter sahibi olabilirlerdi. Bunlardan dolayı Ali, çeşitli söylev ve konuşmaları aracılığıyla bilimin değerini yüceltti. Onun eğitim ilişkilerinden, bilginin bütün dalları kapladığı ve dinsel bilgiyle sınırlı olmadığı, buna karşılık Araplar'ın sadece teolojinin sınırları içinde durmuş oldukları anlamı çıkmaktadır.
Ali'nin, öğrencisi Abdul Aswad al-Aulai aracılığıyla Arab grameri çalışmalarını kurucusu ve doğru Kuran okuma yönteminin yaratıcısı olduğu bilinmektedir. Ali'nin çalışmaları, Sharif al-Razi Zul Hussain Muhammad bin Hussain bin Musa al-Musawi (ö. 408/1015) tarafından, “Nahjul Balagha” (Güzel konuşma yöntemi) adıyla çok geniş bir özet (compendium) içinde toplanmıştır. Bu onun, konuşmaları-vaazları, mektupları, tartışmaları, öğütleri, tavsiyeleri; ceza, sivil ve ticari hukuk sistemlerine ilişkin hükümleri, mali ve ekonomiksorunlar için çözüm önerileri antolojisidir; kitap ahlak, bilim, teoloji ve felsefe üzerinde yazılan en erken İslami örneği temsil etmektedir. Kendi özgün dokunulmazlığı içinde yapıt, Şiiler tarafından Kuran'dan sonra ikinci derecede saygı görür.
Onun tartışma konularını incelediğimiz zaman, 1300 yılı aşkın zaman önceki birçok çağdaş bilim kuramlarının Ali tarafından ortaya atılmış olduğunu göreceğiz. 9.yüzyıl yazarlarından Şeyh Ali bin İbrahim al-Kummi “Wassaffat”da, bir keresinde dolunaylı bir gecede Ali'nin şöyle söylediğini yazmakta:
“Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır.Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir.
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
“Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibolamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.”
Rivayet edilmektedir ki Ali, Mısırlı astrolog Sarsafil'e şu soruyu sormuş: “Söyle bana, Venus yıldızının uydular (tawabi) ve sabit yıldızlarla (jawami) ilişkisi nedir? ” Sarsafil, sadece Grek astronomisini bildiği için yanıt verememişti. Uydular için Arapça tawabi sözcüğü kullanılır ve “izleyenler” anlamındadır. Gerçekten de bir uydu, gezegenin çevresini dolaşan bir “izleyen-takibeden”dir. Benzer biçimde, sabit yıldızlar için kullanılan jawami sözcüğü “biraraya getiren-toplayan ve birarada olanlar” anlamındadır ve gerçekten güneş ya da bir sabit yıldız, biraraya toplanıp çevresinde dönen bütün gezegenleri korur. Ali'nin bu terminolijileri ne denli doğruydu?
Bir kere bir kişi Ali'ye sordu:
“Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? ” Ali yanıtladı:
“Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.”
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının satte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı. Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. “The Book of Knowledge” edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910) . Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti “History of the Arabs” (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
“Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.”
William Muir, Ali'nin hayranlarından biriydi ve “The Caliphate, its Rise, and Fall” (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
“Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.”
Ali İbn Abu Talib’in Ali Divanı’ndaki(No.1197) “ kim benden birşey için yardım isterse, yıldız kayması hızıyla ona koşarım” sözü acaba sadece onun büyük cömertliğini, yardımseverliğini mi gösteriyor? Ya da kendisinden yardım isteyenlere, Ali olabilecek en büyük hızla yardım ettiğini mi anlatıyor? Zahiri (dışsal) anlamda bu söz iki açıklamayı da kapsar. Ama Ali’ye inananlar, ona “Ali evvel Ali ahir, Ali batın Ali zahir”diyen Alevi toplumu tarafından batıni (içsel, mecazi) anlamda şöyle anlaşılır: Ali nerede çağrılırsa orada hazır ve nazırdır; sıtk-ı bütün olarak, yani kalpten inanarak, “ya Ali medet! ” derseniz, anında imdadınıza yetişir.
İmam Ali, kendisini yardıma çağıranların yardımına koşmasındaki hızının ölçüsünü, dörtnala koşan
Arap atının ya da yaydan çıkan okun hızına neden benzetmemiş de, bir anda yanıp sönen yıldızkayması ışığına benzetiyor? Acaba o, saniyede 312 500 km.olarak hesaplanan ışık hızının ilk habercisi miydi? Yukarıdaki örneklemeler de gözönüne alarak söylersek, bir başka deyişle ışık hızının ilk kuramcısı Ali olamaz mı?
Son olarak aşağıda birkaç batılı yazarın daha Ali hakkındaki görüşlerini vermek istiyoruz:
R.A. Nicholson, “A Literary History of the Arabs”, Cambridge, 1953, s. 191:
“O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.”
Charles Mills, “A History of Muhammadanism”, London, 1817, s. 84:
“Haşimi ailesinin başı Peygamber’in damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Ali’nin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.”
Dr. Andrew Crichton, “History of Arabia and its People”, London, 1852, s. 307:
“Bu prens (Ali) , bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Ali’nin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.”
Thomas Carlyle de “Heroes and Hero-worship” (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
“…bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi...”
Halifeliği dönemindeki iç çatışmalara, savaşlar ve çeşitli anlaşmazlıklara rağmen, Ali devlet içinde birçok reformlar yaptı. İlk kez o, toprak sahibi köylülerden yıllık arazi vergisi almayı uyguladı. Ticaretini at üzerinde (gezginci çerçi ticareti?) yapanları vergiden muhaf tuttu. İlk kez o, devletin gelir kaynağına ormanları da dahil etti ve onlar üzerine zorunlu vergi getirdi. Ayrıca yoksullar için, kendine özgü bir “fakirlere yardım vergisi” koydu. Yargıçlar için İslam yasalarını (Şeri hükümleri) bir sisteme bağladı. Devlet sınırları içinde taş kırıkları (mıcır) dökerek ilk stabilize yollar yapan Ali oldu ve tanınmış Astkhar kalesi gibi bazı kaleler yaptırdı. Orduyu yeniden organize etti ve çeşitli yerlerde askeri karakollar kurdu. Ayrıca Fırat ırmağı üzerinde ilk kez o sağlam bir köprü yaptırdı.
Ali'nin halifelik yılları aynı zamanda eğitim düzeyinin çok yükseldiği dönem olarak bilinir. Ali eğitim-öğretimi kendi koruması altına almış olan ilk halife idi. Bunun sonucu olarak, Küfe'de okuyan 2000 civarında öğrenciye devlet hazinesinden karşılıksız burs vermişti.
Yazıya, gerçekten tamamlanmasına katkısı olacağına inandığımız, kısa bir bölüm daha eklemek istiyoruz. Bu, “Görmediğim Tanrıya Tapmam” (Alev Yayınları, İstanbul 1996, s.125-128) kitabımızın “İmam Ali’nin akıl ve gönül penceresinden Derviş Baba’nın gördükleri” bölümünden birinci kısım olacak. Derviş Baba, Ali’nin aşağıdaki sözlerini yedi kıtalık bir şiirle yorumlamaktadır:
2. Ali’nin Siyaset Felsefesi: “Utançtır Yoksulu Ezmek, Ona Zulmetmek...”
38- Dünya her zaman iki karşıt halde bulunur; biri yokluk ve
yoksulluk, diğeri bolluk ve rahatlık..
77- Malı yalnızca kendin için kazanılmış olarak düşünme, Allahın
senden kuvvetli olduğunu unutma ondan kork ve malını paylaş.
677- Utançtır insana, evinde serilip yatarken komşusunun üstsüz başsız
bükülerek açlıktan (kıvrılıp) yatması.
467- Nasıl bir hastalıktır, sen evinde tok yatarsın etrafında deriyi
kemirmeğe hasret yürekler varken.
1187- Benim evim gelen herkesin kendi ortamıdır, kilerimiz yiyecek
alana açıktır.
1188- Bütün varımızı sunarız, sadece ekmek ve sirke olsa da.
24- Geçim sağlama isteği, beklemekle elde edilmez.Ama sen de
susuzluğunun giderilmesi için kovanı kuyuya göndermelisin.
25- Gün be gün kova sana suyla gelecektir. Çamuru çok suyu az da olsa
su getirecektir.
1184- İnsanlar bana diyor ki çalışıp kazanmak utançtır. Dedim ki utanç
çalışmayıp hazır yemektir.
26- Çok kimse çalışıp çabaladığı halde zenginliğe ulaşamazken, bir
diğeri hiç çaba harcamadan zengin olmuştur.
27- Ve hiç durmadan mal üstüne mal topladılar
366- Kişiyi ev barındırır, hırkası üstünü ayıbını örter;
ölmeyecek (gereksinimi) kadar yemek yetmez mi insana?
129- Geçimini doğruluk kapılarından iste, kat kat artarak gelecektir.
149- Geçimini şerefsizlikle elde etmeyi isteme. Nefsini yükselt düşük
isteklerden.
157- Mal noksanlığı- kişinin zengin olmaması- aklın yetersizliğine
yorumlanır, zeka fışkırsa da ahmak kabul edilir.
1168-(Oysa) malı çok olmasa da saygın kılabilir kendini kişi, nice
zengin insan vardır ki zenginliğiyle zelildir (kişilik yoksunudur) .
678- Utançtır yoksulu ezmek, ona zulmetmek...
164- Kişi insanlar arasında aklıyla yaşar, bilim ve tecrübeleri
aklıyla edindiği gibi.
(Hazreti Emir Ali İbn-i Ubu Talib, Hazreti Ali Divanı,
Arapça Çeviri Vedat Atila, İstanbul-1990)
“Bir gün Tanrı arslanı Ali keremullahı vecheye (iki yüzü Hakka dönük) sordular: Tanrıyı görürü müsün ki taparsın? Ali eder: ‘Görmesem tapmayıdım(tapmaz idim) ” 1
Ali'm Sen Alimsin
Ali'm sen alimsin biz bilmiyoruz
Gizemine akıl erdirmiyoruz
Dinsel dünyada görüşün nesnel
Sen maddeciymişsin biz görmüyoruz
“Dünyada karşıtlık var” ne demektir
Açıkça diyalektik düşünmektir
Dilindeki “akıl, bilim, emektir”
Sosyalistmişsin de biz görmüyoruz
Sözün açık yorumlamak gerekmez
Tok olan varlıklı açları görmez
Emek sömürücü seni hiç sevmez
“Paylaş” demeni hiç düşünmüyoruz
“Kişinin barınacak evi olsun”
“Giyecek hırkası devliği olsun”
Yani ihtiyacı kadar pay alsın
Demek komünistsin de görmüyoruz 2
Emek sermay' çelişkisin görmüşsün
“Varlık şerefle sağlanmaz” demişsin
Aklı öne alıp bilg'üretmişsin
Sen bir öğretmensin biz görmüyoruz
Ali'm sen Tanrıyı insanda gördün
Onu “görmeseydim ben tapmam” derdin
İnsana sen Tanrı değeri verdin
Evvel ahir sensin biz görmüyoruz
Peygamber “bilimin kapısı” dedi
Övdü seni kızı Fatma'yı verdi
Derviş Baba ya Ali meded! dedi
Sen aramızdasın biz görmüyoruz
1 Kaynaklar: Hacı Bektaş Veli, Makalat, Haz. Sefer Aytekin, Emek Basım Yayımevi: İstanbul, 1954, s.73; Shihabaddin Shah Hoseyni'den W. İvanow'un İngilizceye çevirdiği True Meaning or Religion of Risala dar Haqiqat-e Din'den (Bombay 1947, s.72) aktaran Henry Corbin, Temps Cyclique et Gnose Ismaélienne, Paris 1982, s.143:...par exemple, attribué au Premier Imam: Je n'adorais jamais un Dieu que je ne verrais pas (Görmediğim bir Tanrıya asla tapmazdım) Ve yine Kolayni “Usul-u Kafi I, 98”de İmam Cafer Sadık’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Birisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) 'ın yanına gelerek dedi ki: 'Ey
Müminlerin Emiri, kulluk ederken hiç Rabb'ini gördün mü? ' Ali (a.s) cevaben
şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb'e kulluk etmem.' Sonra
da şöyle devam ettiler: 'O baştaki gözle görülmez; ancak O'nu kalpler iman
hakikatleriyle görür.”
Toplam 336 mesaj bulundu