Kısa bir zaman sonra önümüze yine, bir sandık konacak. “ BEŞ YILLIK KADERİNİ YAZ” diyecekler. Halkımızın; sandık başına giden her ferdi oyunu kullanacak, bu oylar hem Söke’nin, hem oy kullanan vatandaşın beş yıl boyunca, kaderini belirleyecek.
Bu; seçmen yaşına gelmiş her kişinin, en doğal hakkı, ve de Anayasal hakkı… Bizler; kendi irademizle, oylarımızı kullanacağız ve gelecek beş yılda, (bizim adımıza) bizi yönetecek bir yerel idare ekibini belirleyeceğiz. Pekiyi; ya yanlış kişilere görev ve yetki verip de, “ BİZİ YÖNET! ! ! “ dersek, bunun sorumlusu kim olacak? Seçici olarak, bizler mi? Göreve davet edip, yetki verdiğimiz kişiler mi?
Burada; bir başka soru geliyor, insanın aklına…Bugüne kadar seçtiklerimizden memnun muyuz? Böylesi soruları çoğaltabiliriz. Bunca zaman; acaba, doğru kişileri mi seçtik? Seçimin ertesi günü; tasını, tarağını toplayıp ortadan kaybolan, seçilsin seçilmesin, seçim bitince sokakta gördüğünüzde, başını çevirip tanımayan, selam bile vermeyen, 0 siyasiler mi suçlu? Seçim kampanyalarında yaldızlı, halk dilinde denildiği gibi sekiz köşeli, kulağa hoş gelen sözleri dinledikçe, galeyana gelip ıslık çalarak, alkışlayan bizler, (Seçmenler) mi suçlu?
İşte; bu sorularımızın cevabını vermeden, elimizi vicdanımıza koymadan, İrade ve kalbinin sesini dinlemeden, ölçüp-tartmadan oy kullanan, yanlış kişilere oy verip, sonra da Hakkaniyet bekleyen biz, SEÇMENLER Mİ SUÇLUYUZ…
“YARATANDAN ÖTÜRÜ, YARATILMIŞI SEVEN” bir ekibi seçip, göreve getirmek, bizim elimizde. Daha da önemlisi; yedi kuşak sonra gelecek nesillerimizin vebali, vereceğimiz oyların üzerindedir…Onun için iyi gözlemleyin, siyasi partilerin adaylarını, meclis üyelerinin her birini tek tek inceleyin, kılı kırk yarın. Kantarın topuzunu “ Kötüden yana” ağdırmayın.
Sandık; çok yakında önümüze konacak…Aradaki zamanı, uyuyarak geçirmeyin. Siyasi adaylar; sizleri kandırmak için geceyi-gündüze katıp uyumayacaklar. Türlü hilelerle, sizlerden oy çalacaklar…Sizler de bir ay uyumayın, ne olur ki! ? Gerçek ve gerçeğe en yakın hizmet adaylarını araştırıp, inceleyin, öğrenin.Yanlış adreslere, oylarınızı göndermeyin. Sonra seçim geçip; onlar gülüp-eğlenip de dünyalığını artırırken, sizler de “tek başınıza ağlarsınız…Doğrunun adresi tek. Sizler, bu adresi biliyorsunuz! ! Adını, kendiniz bulun…Oylarınızı orada birleştirin.
Girmiş günah batağına habersiz
Yolun sonuna da gelmiş mehelsiz
Belli ki acıyı görmemiş, kedersiz…
Bolluk içinde yaşamıştır, bedelsiz
Kim bilir; belki de, dünden sebepsiz
Böyle bir yaşam, acep var mı ola! ?
Bir önceki yazımda beş madde olarak belirttiğim “Nasıl bir Söke”nin (a) maddesinde demiştik ki, “ Söke, nasıl mutlu yapılabilir? “ Şimdi birlikte, bu sorunun cevabını arayalım.
“SÖKE, NASIL MUTLU YAPILABİLİR? ”
Yıllardan buyana; Söke sokaklarında dolaşırken, insanların yüzüne hiç baktınız mı? Bu yüzlerde, bir gülen yüze rastladınız mı? Gülen yüzleri bırakın, gülümseyen yüzleri bile görebilmeniz neredeyse, imkansız…Bunun sebebini hiç düşündünüz mü? Ya da; bugüne dek bizi yönetenler acaba hiç düşündü mü, araştırdı mı? Bu tespit ve sorular aslında, tüm Türkiye için geçerli…Ama bizler; şuan Söke’yi konuşuyoruz O nedenle tartışmamız, Söke için.
Bir ülkenin, bir yörenin insanlarının yüzü gülmüyorsa, orada büyük sorunlar var demektir. Hele hele o yüzlerde gülümseme bile yoksa, sorunlar çok daha büyük boyutlarda demektir. O yüzü gülmeyen insanların en aşılması zor sorunu, birinci derecedeki problemi, mutlaka ekonomik sorundur. Para sorunudur. Geçim sıkıntısıdır. Bu da; o ülkedeki gelir dağılımının adaletli dağılmamasından kaynaklanmaktadır. Bireylerin gelirlerine göre fiyat dengelerinin kurulmamış olmasından ileri gelmektedir. Aile bütçesine giren paranın, mutfak giderlerini karşılayamaz olmasından doğmaktadır.
Öte yandan; gelip geçen hükümetler, geçinemeyen, ülke nüfusunun % 70-80’ni oluşturan aç ve açlık sınırı altındaki insanların cebinden elini çıkarmadıkça, her bütçe ayarlaması gerektiğinde o yoksul insanların sırtına zam kamburlarını yüklemeye devam ettikçe, yanlış ücret politikalarıyla acılarına biraz daha acı katıp, yaşamlarını daha da zehir etmeye, yaşanmaz hale getirmeye çalıştıkça, elbette yüzlerde gülücük değil, gülümseme bile göremezsiniz…
Gelelim Söke’ye: insanlar aldıkları düşük ücret ve yevmiye gelirleriyle, çoluk-çocuğu ile birlikte açlık yaşamına itilmiş, bundan da kimse rahatsız olmuyorsa… Esnaf; ömrünü dört duvar arasında müşteri beklemekle geçiriyor, tezgahına koyduğu mallarını satamıyor, paraya dönüştüremiyorsa, her gün siftah yapmadan kepengini kapatıp, dükkan giderlerini, vergisini, eve götürmek zorunda olduğu ekmeğini dahi alacak para kazanamıyorsa, (bir arkadaşımın icra dairesinden yaptığı araştırmaya göre) bugün Söke İcra dairesinde birikmiş 30-40 bin dosya icra işlemi, haciz muamelesi için bekliyorsa… Memur, işçi, sözleşmeli, emeklisi maaşı aldığı gün dağıttığı zaman, alınan ücreti borçlarına yetmiyor, bir ay boyunca nasıl geçinirim, korkusunu yaşıyorsa, bu korkular bunalıma dönüp yuvalar dağıtıyor, cinayetler işletiyor, intihar ettiriyorsa… Çiftçi; bir ekim sezonu boyunca kaldıracağı ürün için yaptığı masrafı, kaldırdığı ürün geliri ile karşılayamıyorsa, yöneticiler bu sorunların hiçbirine çözüm bulamıyor, sadece günü geçirmek için boş vaatlerde bulunuyorsa…Tüm insanlar, bu sıkıntılar nedeniyle yarınından endişe ediyorlarsa “ YÜZLERİ NASIL GÜLSÜN! ? ”
Önce ağlatan, şimdi gözlerimi kurutan
Kalbime kıvılcım atan, gönlümü tutuşturan
Özlemlerimi, sevgilerimi, acılarımı
Kanımla defterime yazıp,
Senin adını verdim.
Bir zamanlar (PAMUK) adında, süt beyazı renginde, dişi bir köpeğimiz vardı.. Sanırım, 6-7 yaşlarındaydım o zamanlar. Pamuk benim en iyi dostumdu. Yaşı, benden çok çok büyüktü… Mübalağasız belki on, belki on beş yaşlarındaydı Pamuk. Büyüklerin anlattığı gibi o günlere kadar sayısız yavruları olmuştu. Yeni doğup süt emdiği yavruluk (eniklik) döneminden beri bizim ailede olduğunu, ailemizin içinde olan bir ferdi gibi büyüdüğünü söylerdi, büyüklerim. Tabii ben, o kadar eskiyi hatırlamıyorum. Çünkü, dünyada yoktum o zamanlar… Ailemizde Pamuk’un sayısız anıları vardı. Anlata anlata bitiremezlerdi. Onu tanımaya başladığım andan itibaren, bizim de birlikte çok ortak anılarımız oldu. Öyle ki, onu yitirmeden önceki son ortak anımızı hala hatırlar, gözlerim bir sabit noktaya dalar, sanki bu dünyadan ayrılır, onunla olduğumuz yıllara uçar giderim.
Adından da anlaşılacağı gibi “PAMUK “, pamuk bitkisince bembeyaz, süt gibi lekesiz, akpak tüyleri olan bir köpekti… Onun için ailem ona, “Pamuk “ adını vermişti. Onun bir insan kadar akıllı olduğunu söyleyen ailem, diğer hayvanlardan farklı özelliklerini, becerilerini anlatmakla bitiremezdi. Daha sonraları ben de bunlara, kişisel olarak şahit oldum. Onu tanıyıp, onunla yaşayarak o özellikleri tek tek gözlemledim.. Gördüm ki, Pamuk hakkında ne anlatılmışsa hepsi gerçekti. Aslında, fazlalığı bile vardı. Eksik değildi. İnsan gibi sevmesini öğrenmişti. Yaşadığı ailenin bireylerine bağlıydı. Uysal, yumuşak başlı, sıcak kanlı, sevecen bir yapısı vardı. Bir tehlike anında, ailede yaşayanlar için çekinmeden, düşünmeden, gözünü yummadan kendini, canını, hayatını tehlikeye atardı. İçimizden biri nereye gitse ardından gider, onu yalnız bırakmaz, kapalı bir mekana girse kapının önünde bekler, çağırılmadan içeriye girmezdi. Birimizden biri, özel eşyalarından birini açıkta bir yerde bıraksa, o eşyanın başına oturur, aileden biri, yada tanıdık bir insan gelmedikçe, eşyanın başından ayrılmazdı.
O yıllarda: kentin yakınlarında bizim, incir, zeytin bahçemiz vardı. Uzun yıllar o bahçede ortakçı olarak çalışmış, yaşamışız. Ben o bahçede iken doğmuşum.Tapulu mülkümüz değildi ama, ortakçılık veya yarıcılık denen bir anlaşmayla, o bahçede ailece çalışırdık. O bahçede; Kayısı, Zerdali, Frenk Elması “Yeni Dünya”, Ayva, Nar, Erik, Şeftali, Ceviz gibi aklınıza ne gelirse, her türlü meyve vardı. Hepsini de biz yetiştirmiştik.Babamın ve ailemizin eseriydi o bahçe.. Bir çeşit yeryüzü cenneti gibiydi. Öyle ki, anlatmakla tarif edemem. Babam derdi ki:
Ne bu halin senin
Çok umutlandın gönül?
Bu sevincin sonu
Yine hüsran,
Yine gözyaşı,
Yine hayal kırıklığı,
Sahne’de tam 47 yıl ayakta kalmak. Kalabilmek… İnsanın içinden “Vay beee! ! ! ” diyesi geliyor. Dile kolay, 47 yılını sahnede geçirip, başarı ile sanatını icra edebilmek.
Savaş AY’ın Takvim Gazetesi’nde “ FISILDAYIŞLAR” başlıklı (Saklambaç ilavesine) yazdığı yazıları her zaman, ilgiyle izlerim. Bir bakıma da (HAYRANIYIM) Savaş AY’ ın…
Her zaman ilginç, heyecan verici, bir köşede sessizce yazan ama iz bırakan olayları, objektifi ile yakalayan “NEHİR ROMAN” akıcılığı tekniği ile yaptığı röportajları, sürükleyici, ilginç açıklamalarıyla insanı adeta büyüler. Sürükler gider… Hayranım yazı stili ve anlatım tekniğine.
Önümde; 31 Mayıs 2008 tarihli Takvim’in Saklambaç eki var. Yine Savaş AY… İki çarpıcı haberiyle yan yana. Haberin biri, “SAHNE ÜSTÜNDE 47 YIL ile usta tiyatrocu ÜSTÜN ASUTAY’ ın 47 yıldır tiyatro sayesinde yaşadığını dile getiriyor. 47 yıllık anılarından, o yıllar içinde gelip geçen tiyatro ustalarından söz ediyor. İkinci çarpıcı, düşündürücü haberi, bir yaşam gerçeğini daha dile getiriyor. Nedir bu ilginç, çarpıcı, düşündürücü gerçek? “ BEYOĞLU KEPENK İNDİRİYOR”
Evet, sevgili okuyucularım. Yadsınamayacak gerçeklerden biri de bu ülkemizde… Bakınız, haberindeki başlık manşetinde acı gerçek, nasıl dile getiriliyor. “KORSAN, sadece müzik sektörünü değil, SİNEMA âlemini de vurdu. Beyoğlu’nun Efsane sinema salonları Temmuz’da kepenklerini indirmeyi planlıyor…” İşte yaşamın acı gerçeklerinden biri daha. Bugün sizlere bu iki haber üzerinde yorum getirmeyi planladım. Makalemin ana teması bu… SANATÇI VE SANAT GERÇEĞİ…
Birinci haberde sevgili dost Savaş AY’ın anlatımıyla değerli sanatçı tiyatro sanatçımız ÜSTÜN ASUTAY 47 yıl önce “ İKİ KALAS BİR HEVES “ adlı isimli bir oyunla tiyatrodan Türk seyircisine (MERHA-BA…) demişler. Gencecik yaşta, birkaç arkadaşı ile sahne sanatına başlayan usta sanatçı ÜSTÜN ASUTAY, (MERHABA…) dediği o sahneden 47 yıldır hiç inmemiş. Sahne zevkini “Yaşamın gerçek mutluluğu” sayıyor diyen Savaş AY, bakınız özetle, onu nasıl anlatıyor.
07 Eylül 1945 yılında Söke’de doğdu. Beş çocuklu bir çiftçi ailenin, en küçük çocuğudur. İki ağabeyi (biri 1992 yılında öldü) , iki ablası vardır. Evli, beş çocuk babasıdır. Çocuklarından biri kız, dördü erkek evladıdır. On iki yaşında annesini, yirmi yaşında da, askere gitmezden babasını kaybetmiştir. Evini ve hayatını kendi çabasıyla kurmuş, yine kendi çabasıyla bugüne kadar ayakta durmaya çalışmıştır. Küçük bir memur ve tek maaş geliri olmasına rağmen, çocuklarının hepsini okutmuş, iki tanesi üniversite, gerisi de lise mezunudur. İkisini evlendirmiştir. Ortaokul son sınıfta üç ders takıntısı ile askere gitmiş, askerde iken ve geldikten sonra sınavlara devam etmiş önce ortaokulu bitirmiş, 1974-1978 yılları arasında hayat mücadelesi arasında öğrenimine devam edip Akşam Ticaret Lisesini bitirmiş, ilk mezunlarından biridir. 1978-1980 yılları arasında Eskişehir AÖF’ne sınavlar vermiş, devam mecburiyeti nedeniyle memuriyetten ayrılıp devam edememiş, 90’lı yıllarda tekrar sınavlara katılıp, önce iş idaresi, daha sonra da İşletme adını alan Açık öğretim bölümünde iki yıl okumuş, ilk yıldan dört, ikinci yıldan üç ders borçlu olduğu yıl, Üniversite harçları %60 artınca, ekonomik nedenlerle öğrenimine ara vermiştir. Ömrü yeterse, ileride uygun şartlar oluşursa üniversite öğrenimine “Edebiyat Bölümü “ne devam edip, öğrenimini tamamlamayı arzulamaktadır.
Suat TUTAK; 1960 yılından buyana Edebiyatın Roman, şiir, Öykü, makale, anı, vb. dallarında çalışmalarını sürdürmekte, çeşitli gazete ve dergilerde yazılarını yayınlamaktadır. Söke’de var olan tüm kültür-sanat çalışmalarında yer almaya çalışmış, bazen de lokomotif görevleri üstlenmiştir. Söke Ekspres gazetesi’nin yaşamasında (Muharrem Bora’dan sonra) , Yeni Söke Gazetesi’nin ilk kurulduğu yıllarda, Beşparmak Dergisi’nin ilk yıllarında, 1968 yıllarında Söke’de ilk amatör tiyatro kuruluşunda çok emekleri ve katkıları vardır. Ayrıca; Aydın Gazeteciler Derneği Söke şubesinin dernek olarak oluşmasında emeği olanlardan biridir ve İlk yönetim kurulu başkanıdır. Söke Şairler ve Yazarlar Derneği’nin ve SARIZEYBEK dergisinin kurucu üyelerindendir. Derginin şuan dernek adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürüdür. “Sevgi Bahçesi (Şiir-1980) , Canımsın Türkiye’m (Şiir-1998) adında iki yayınlanmış kitabı ile bilgisayarda hazırlanıp ciltlenerek, basıma hazırlanan Roman,öykü, şiir kitapları (beş adet) vardır. Şiir Divanının birinci cildi de bitmiş, basıma hazır beklemektedir. Ekonomik darboğaz nedeniyle basılamamıştır.
Ben yine o deliyim güzelim… Yine sana; deli saçması gelebilecek amma, sevgi dolu sözlerimi, sitemlerimi, özlemlerimi, aşkımı, yakarışla-rımı sıralamadan söylemek istiyorum. Şuan, birkaç dakika öncesinden, bugün dünden, dün ise önceki günden daha çok seviyorum seni… Artan bir aşkla, arzu, istekle, özlem ve arayışla istiyorum seni… Deliler gibi. Aç
ve susuz kalmış gariplerce…
Bunları yazarken bile ne denli seni sarmak isteğiyle tutuştuğumu anlatamam. Biliyor musun, gözümde tütüyorsun özelim. Taşlar arasından çıkıp âleme isyan eden aşk çiçeğim…
Şimdi gözlerini iyice kapat. Çok az aralık kalsın. Söylediklerimi aklında canlandır. Gözlerinin önüne getirmeye çalış… Fakat mutlaka hayal et, canlandır hayalinde.
Çok soğuk, sulu sepken kar yağan, bir kış gecesini birlikte yaşıyo-ruz. Bir ormanda, dağ evindeyiz. Burası ağaçtan yapılmış, tomruk odun-larından çakma bir ev. Ormancıların dinlenme evi dedikleri, evlerden biri.
Bir yerden ödül kazanmışız… Birlikte o evde, yalnız ikimiz baş ba-şa, birkaç gün kalıp, sevdamızı paylaşacağız. Vay beee… İşe bak. Ha-yali bile ne hoş. Gerçekmiş gibi heyecanlandım. Olmaz böyle bir şans. Olsa olsa, ancak Allah’ın bir mucizesi olur… Ne hoş, ne güzel. Ayrıca elli-yüz metre uzaklıkta başka bir orman evinde de bir başka ekip kalıyor.
Söke kamuoyunda büyük bir iş ve aş istihdamı sağlayacak olan, Organize Sanayi Bölgesi Projesinin önünde, hiçbir yasal engelin kalmadığı öğrenildi.
Söke Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanlığınca; 20 Nisan 04 Salı günü, saat: 16.00’da Söke Sanayi Sitesi, İdare binası OSB toplantı salonunda yapılacak olan “Danışma Toplantısı”na çağrı yazılarında, gelişmelere kısaca değinilerek, ön bilgi verilmiştir. Kısaca, özetle verilen ön bilgilerde; “1996 yılından beri çalışmalarını sürdüren Söke Organize Sanayi Bölgesi tüm yasal engelleri aşarak; Jeolojik ve Jeoteknik etütleri yapılmış, zemin vizesi alınmış, 185 hektar olan sınırlarımız onaylanmış, Bakanlıkça Kamu Yararı Kararı alınarak, kamulaştırma yetkisi OSB’mize verilmiş, DSİ, TEDAŞ ve TEİAŞ’DAN enerji hattı ile dere yataklarının deplasman izinleri alınmış, Etüt Proje Mühendislik Hizmetleri ihale edilerek, İmar Planları Bakanlıkça onaylanmış ve İl İdare Kurulu Kararı ile yürürlüğe girmiştir.” Denilmekte, son durum; “Şuanda Söke Organize Sanayi Bölgesi’nin önünde hiçbir yasal engel kalmamıştır.” Şeklinde izah edilmekte, “Dileğimiz; arazilerin bir an önce satın alınarak, fabrika inşaatlarının başlamasıdır” denilerek, gelinen son aşama belirtilip temennide bulunulmaktadır.
Söke OSB’nin tümünün kamuoyuna mal olması durumunda, 15 bin kişiye istihdam yaratacağı, Söke’mizin çehresinin değişeceğinin altı çizilerek, vurgulanmaktadır. Bu, gözden kaçmamalıdır.
HAYDİ SÖKELİLER SIRA SİZİN…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!