Alışık değilsin belki bu çıplak sözlere. Amma çıplak sevdayı, örtülü sözlerle anlatamam ki. Sözlerim sevdanın saflığını anlatıyor. Onun için tüm çıplaklığı ile sana aktarıyorum duygularımı… Bu anlatımın başka türlüsü yok. Konu sevda ise, aşk ise anlatımı bu… Böyle olmalı. Biraz müstehcen oluyor. Olmak zorunda. Olacak da güzelim.
Buna alışmalısın. Yok, başka anlatım yolu… Senin için aklımdan geçenleri kelimelere bir dökebilsem. İnan her şeyi olduğu yerde bırakır gelirsin… Ve ben bile, sana engel olamam. Seni o derece bir sevda ile seviyorum. Bunu sana defalarca söyledim. Fakat hayatın önümüze çıkardığı ortak engellerimiz var. Normal şartlarda o ortak engeli veya engelleri aşmamız zor. Belki de imkânsız. Ama sevdamız bu engelleri çoktan aşmış durumda. Sanki engellerle dolu denizi, usta bir yüzücü gibi geçmiş, azgın ve büyük dalgaları aşıp, karşı adaya çıkmış, oradan bize ve dünyaya el sallıyor.
Neden böyle bir kutsal sevdayı ortada bırakalım, kaderine terk edelim. Bu Allah’tan reva mı? En büyük haksızlık olmaz mı? Öyle ise gel sevdamıza sahip çıkalım. Aşkımıza ömrümüzü adayalım. Bize yakışan da bu… Düşünelim birlikte, bizleri birleştirmeyi dilemeseydi yaratan Al-lah, şu veya bu sebeple tanıştırır da, bir araya getirir miydi? Tanışıp dost olmamızı sağlar mıydı? Bu aşka izin verir miydi? Bu denli büyük sevda ile birbirimizi sevmeyi nasip eder miydi? Hayır… Hiç sanmıyorum. Öyle ise kendiliğinden oluşan bu şartların meyvesi olan aşk bence kutsal bir yazgı… Buna inanmak gerek. Ben şahsen inanıyorum. Daha da ileri gidiyor ve bu Allah’ın bir mucizesi, diyorum. Yoksa sen orada, ben bu küçük ilçede ömrümüzün yarısından fazlasını geçirip, 2/3 ‘nü doldurup yaşamışız. Allah dileseydi karşılaşmazdık. Tanışmazdık. Bu sevda da doğmazdı. Demek oluyor ki bunda ilahi bir pay ve emri ilahi gücü var… Öyle ise, yaşamaya devam diyorum.
Zor olacak belki ama yapmamız gereken her şeyi, olayları zamanın akışına, Allah’ın takdirine bırakmak ve de sabretmek. Sabır, sabır, sabır… Ya sabır. İşte doğru yol bu. Yapmamız gereken de bence bu. Şimdi oturduğun yerde sırtını dayayacağın bir yer varsa, sırtını geriye doğru yasla. Oraya dayan. Söylediklerimi şöyle bir aklından geçir ve. Sentezini yap. Böl, parçala sonra tekrar topla… Parçalarını birleştir. Mantık süzgecinden geçir ve kabinde beklet. Sonra o duygularınla da bir harman yap ve düşünerek değerlendir. Sen de, sağlıklı bir sonuca varacaksın.
İşte o zaman uykusuz geçen gecelere üzüleceksin. Balon gibi şişmiş gözlerle vardığın sabahlara pişman olacaksın. Aklının ve kalbinin ortak kararının doğru olduğunu göreceksin. Belki de günler, haftalar, aylar boyu ilk defa güzel, sakin, deliksiz bir uyku uyuyacaksın. Belki kendini bir deniz sahilinde, sevdamızla birlikte baş başa bulacaksın…
İşte o an sevdanın yüceliğini bir kez daha yaşayacaksın. Çünkü o an yanında ben olacağım… Belki başımı göğsüne, belki de dizlerine koyup, sana aşkımızı fısıldıyor olacağım…
Alışık değilsin belki bu çıplak sözlere. Amma çıplak sevdayı, örtülü sözlerle anlatamam ki. Sözlerim sevdanın saflığını anlatıyor. Onun için tüm çıplaklığı ile sana aktarıyorum duygularımı… Bu anlatımın başka türlüsü yok. Konu sevda ise, aşk ise anlatımı bu… Böyle olmalı. Biraz müstehcen oluyor. Olmak zorunda. Olacak da güzelim.
Buna alışmalısın. Yok, başka anlatım yolu… Senin için aklımdan geçenleri kelimelere bir dökebilsem. İnan her şeyi olduğu yerde bırakır gelirsin… Ve ben bile, sana engel olamam. Seni o derece bir sevda ile seviyorum. Bunu sana defalarca söyledim. Fakat hayatın önümüze çıkardığı ortak engellerimiz var. Normal şartlarda o ortak engeli veya engelleri aşmamız zor. Belki de imkânsız. Ama sevdamız bu engelleri çoktan aşmış durumda. Sanki engellerle dolu denizi, usta bir yüzücü gibi geçmiş, azgın ve büyük dalgaları aşıp, karşı adaya çıkmış, oradan bize ve dünyaya el sallıyor.
Neden böyle bir kutsal sevdayı ortada bırakalım, kaderine terk edelim. Bu Allah’tan reva mı? En büyük haksızlık olmaz mı? Öyle ise gel sevdamıza sahip çıkalım. Aşkımıza ömrümüzü adayalım. Bize yakışan da bu… Düşünelim birlikte, bizleri birleştirmeyi dilemeseydi yaratan Al-lah, şu veya bu sebeple tanıştırır da, bir araya getirir miydi? Tanışıp dost olmamızı sağlar mıydı? Bu aşka izin verir miydi? Bu denli büyük sevda ile birbirimizi sevmeyi nasip eder miydi? Hayır… Hiç sanmıyorum. Öyle ise kendiliğinden oluşan bu şartların meyvesi olan aşk bence kutsal bir yazgı… Buna inanmak gerek. Ben şahsen inanıyorum. Daha da ileri gidiyor ve bu Allah’ın bir mucizesi, diyorum. Yoksa sen orada, ben bu küçük ilçede ömrümüzün yarısından fazlasını geçirip, 2/3 ‘nü doldurup yaşamışız. Allah dileseydi karşılaşmazdık. Tanışmazdık. Bu sevda da doğmazdı. Demek oluyor ki bunda ilahi bir pay ve emri ilahi gücü var… Öyle ise, yaşamaya devam diyorum.
Zor olacak belki ama yapmamız gereken her şeyi, olayları zamanın akışına, Allah’ın takdirine bırakmak ve de sabretmek. Sabır, sabır, sabır… Ya sabır. İşte doğru yol bu. Yapmamız gereken de bence bu. Şimdi oturduğun yerde sırtını dayayacağın bir yer varsa, sırtını geriye doğru yasla. Oraya dayan. Söylediklerimi şöyle bir aklından geçir ve. Sentezini yap. Böl, parçala sonra tekrar topla… Parçalarını birleştir. Mantık süzgecinden geçir ve kabinde beklet. Sonra o duygularınla da bir harman yap ve düşünerek değerlendir. Sen de, sağlıklı bir sonuca varacaksın.
İşte o zaman uykusuz geçen gecelere üzüleceksin. Balon gibi şişmiş gözlerle vardığın sabahlara pişman olacaksın. Aklının ve kalbinin ortak kararının doğru olduğunu göreceksin. Belki de günler, haftalar, aylar boyu ilk defa güzel, sakin, deliksiz bir uyku uyuyacaksın. Belki kendini bir deniz sahilinde, sevdamızla birlikte baş başa bulacaksın…
İşte o an sevdanın yüceliğini bir kez daha yaşayacaksın. Çünkü o an yanında ben olacağım… Belki başımı göğsüne, belki de dizlerine koyup, sana aşkımızı fısıldıyor olacağım…
Umutluyum, gönül sevgiden yana
Baksam da yoluna ağlaya, yana
Gül gülistan olacak aşktan yana
Gözlerim de gülecek kana kana
Yüzünde gülücükler ömre değer
Bir boşluk var içimde şimdi
Bir esip, bir duran rüzgâr gibi
Yakıp kavuran samyeli gibi
Bir alçalıp, bir yükselen dalgalar
Sanki MED ile CEZİR gibi
Nedendir
Hani sevgiler ölümsüz
Hani sevdalar da sonsuz
Derler ya...!
Derler ya hani,
Onu tatmayan,
Sevdayı yaşamayan,
Ümran demişler senin güzel adına
Mesir macunu gibi şifalı mı ne?
Ruhuma cennet yeli gibi esiyor,
Adın, cismin ruhuma armağan mı ne?
Ne de güzel yüzün, aslın melek mi ne?
Ömrümün sonbaharı tanıdım sizi
Dilerin Tanrıdan ayırmasın bizi
Efsane sevdalar kucaklasın sizi
Âşıklar örnek alsın bu halimizden
Bir gün kulağına “sevgilim” diyeyim
Ömrümün sonbaharı tanıdım sizi
Dilerin Tanrıdan ayırmasın bizi
Efsane sevdalar kucaklasın sizi
Âşıklar örnek alsın bu halimizden
Bir gün kulağına “sevgilim” diyeyim
Çevrenize iyi bakın, sevgili Sökeliler…İzleyin. Gözlemleyin insanları. Seçmen çok sakin. Hiç telaşı yok. Heyecanı yok. Tepkisi yok. Sanki korkusu da yok gibi. Neden! ? Neden, biliyor musunuz? Ben size söyleyeyim. Çünkü; meydanları dolaşan siyasilerin arasında, bir güvendiği parti var. Onu aklının bir köşesine yazmış. Sanki; kararını vermiş gibi…Yalnızca oy kullanacağı günü bekliyor. Evet, yalnızca o günü bekliyor. O güvendikleri parti, meydana çıkmadan birçokları bazı hayaller kuruyorlardı. 29 Mart sabahından sonra yaşayacakları hoş günlerin, bugüne kadar paylaşılmamış pastanın, kendilerine düşecek parçasının hesaplarının hayallerini kuruyorlardı. Ama o kulağı kesik eski politikaları, pastacıları bir şeyi daha biliyorlardı. Kaz gelecek yerden ördeğin esirgenmeyeceğiydi bu. Onun için hazırlıkları tamamdı. Aslında yıllar yılı bu konuda deneyim sahibi de olmuşlardı. Ellerinde, önceki yıllardan kayıtlı listeler, isimler, adreslerde hazırdı. Bunu bir gelenek haline getirdikleri için de, hiç yadırgamıyor, gayet normal görüyorlardı. Ama tüm hesapları bozan bir şey oldu. Paylarına düşecek pastanın hayaline kendilerini kaptıracağı sırada, “Bir şey değişti, her şey değişti”. Aniden bir kayaya çarptılar, hayal uykusundan uyandılar.
Onların hesabında; Milliyetçi Hareket Partisi Belediye Başkan Adayı, SELAMİ ALKAN yoktu. Diğer partilerin adayları, onlar için önemli değildi. Çünkü; kendilerinden o kadar emindiler ki, tüm adayları “Çantada keklik” görüyorlardı. Ama Selami Alkan’ın başkan adaylığı oyunlarını bozdu. Hesaplarını ve kafalarını karıştırdı. RAHATSIZ OLDULAR…RAHATSIZ OLUYORLAR. DAHA DA OLACAKLAR! ...
Ellerinde koz olarak bir şey kaldı. O da; onları daha çok sandığın dibine gömecek olan “Selami Aklan Yabancı…” sözleri. Selami Alkan nasıl yabancı söyler misiniz? Ne olur, Allah rızası için bunu bir açıklayın. Lütfen! ...Selami Alkan; Söke’de kazandığını, Söke’ye yatırım yaptığı için mi yabancı? Selami Alkan; birçok işyeri açıp, başarılı bir işadamı olarak Sökeli insanlardan 200 kişiye iş, aş, ekmek verdiği için mi yabancı? Selami Alkan; dürüst olarak çalışıp kimseye seçim rüşveti vermediği için mi yabancı? Selami Alkan; ekibine,kendisine güvenerek Sökelilerin işsiz, aşsız olan gariplerinden 5000 bin kişiye iş ve aş vereceğim diyerek, yola çıktığı için mi yabancı? Selami Alkan; içki masalarında, yayla köyündeki yemeklerde, kumarhanelerden Söke’yi idare etmeyeceği için mi yabancı? Söke’nin dışında yatırım yapmadığı için, Söke’yi güzelleştirmek istediği için mi yabancı? Selami Alkan, Söke’ye huzur vaat ettiği, Çağdaş bir Söke yapmak için yola çıktı diye mi yabancı? Hayır efendim yanılıyorsunuz…Selami Alkan; en az, kendine yabancı diyenler kadar Sökeli. Selami Alkan; Söke’nin garip insanlarının sıkıntısını, acısını içinde duyduğu, en az onlar kadar acı çektiği, bu olumsuzluklara yüreğinden yandığı için Sökeli…RAHATSIZ OLAN BEYLER! Rahatsız olmakta haklısınız. Birçok yönden, Selami Alkan’la yarışamayacağınız için, haklısınız. Sizin başaramadığınız, yapamadığınız işleri ekibiyle, Söke halkıyla birlikte başaracağı için Rahatsız oluyorsunuz. Daha da rahatsız olacaksınız. Çünkü; bizler YARATANDAN ÖTÜRÜ, YARATILMIŞI SEVEN bir terbiye ve anlayışla yola çıktık. Yalnızca ellerimizi değil, başlarımızı da taşın altına koyup, gönül sevdamızla yola çıktık. Allah’ın izni ve yardımıyla, ne söz verdiysek, hangi sözü söylediysek, dün olduğu gibi bugünde, yarında arkasında olacağız.İnşallah garip Sökeli’nin yardımı v e teveccühü ile de başaracağız. Onun için; sizlere bugünden söylüyoruz. “Daha da rahatsız olacaksınız” Bizler hak için yola çıktık. Halkla beraber, “Söke için başaracağız.”Bir tek af yolunuz var. Gelin sizlerde bizlere katılın. Henüz vakit dolmadan, kol kola girelim, Çağdaş Söke’yi birlikte kuralım. Gelecek neslimiz için bunu yapmamız gerek. Söylemesi bizden.
Hayallerine yenik düşen beyler! Lütfen, kendinize gelin. Uzay boşluğunda dolaşmayın. MHP Belediye Başkan Adayı Selami ALKAN; “Söke’nin bazı semtlerinde evleri yaparken uzay boşluğundan faydalanıp, çok katlı evler düşünüyoruz” dedi ama, “insanların ayaklarını yerden kesip, uzayda uçuracağız” demedi. Dikkat edin. Dolduruşa gelmeyin. Ayaklarınız yere bassın…Bazılarının; özellikle medyanın, gaza getirmesinden etkilenmeyin. Medya; verdiğiniz paralarla sizi lanse ediyor. Biraz sonra bir başkası, sizden biraz daha fazla para verecek olsa, sizi unutup onu öne çıkaracak, onu lanse edecek. Bunu iyi bilin…Karşılığını ödemeyin bakalım, hakkınızda bir kelime yazacaklar mı? Yalansa bir deneyin! Halep ordaysa, arşın burada…
Ben bu medyanın içinde 45 yılımı verdim beyler. 15 yaşımdan buyana, 1960 yılından buyana ben medya ile iç içeyim. Belki bugün; siyasi arenada lider olarak koşanların çoğu hayatta bile yoktu. Olsa da, kısa donla dolaşıyordu. Söyleyiniz bakalım; bu medyayı siz mi iyi tanırsınız, yoksa ben mi?
Sanırım bu satırları dizerken medya, bana da kızacak. Belki de bu makalemi yayınlamak istemeyecek, belki gönülsüz yayınlayacak. Fakat; gerçekleri yazma özgürlüğümüz yok mu? İdaremiz, Demokrasi değil mi? Herkes gerçekleri saklayıp içine atacak olursa, gerçekleri kim yazacak? Bu toplum, bu kamuoyu gerçekleri nasıl öğrenecek? Öyle ise biz yazmaya devam edeceğiz, darılan darılacak, kızan kızacak, ama gerçekleri insanımız da öğrenecek. Öyle değil mi?
Bakın, şunun altını iyi çizelim…Elbette medya; yayın hizmetinin karşılığını, para olarak alacak. Yaşaması için, bu en doğal hakkı. Ama; birilerinin gönlünü almak için, aldığı paraya siyaset karıştırmamalı. Duygularını öne çıkarıp elindeki kalemi, satmamalıdır. İki gün sonra seçim bitecek. Bu anafor, sona erecek…Bu şehirde, yine birlikte yaşayıp, yüz yüze geleceğiz. Onun için medya; para yoluna, birilerinin hatırı için, birilerini gaza getirip yanıltmasın…Haysiyetli, düzeyli, her siyasi partiye eşit düzeyde, mesafede yaklaşsın. Ona göre; ölçülü, gerçek değerlendirmesini yapsın.Tahminini ortaya koysun. Kamuoyunu aldatma yetkisi kimseye verilmemiştir. Her siyasi parti temsilcileri en az, ayni ölçüde, Söke’nin insanıdır. Söke, kimsenin tasarrufuna bırakılamaz. Öyle bir havayı estirmeye de, kimsenin hakkı yoktur. “BU İŞ BİTTİ” diye, manşet atmak da yanlıştır. Halkın adına “Karar verme yetkisini” size kim verdi? Bu cesareti nereden, nasıl ve hakla kendinizde buluyorsunuz! ?
Vatandaşın adına; sandık başına gidip, siz mi oy kullanacaksınız da “BU İŞ BİTTİ” diye, hüküm veriyorsunuz? Beyler, uyarıyorum. Basın, ahlak yasasını çiğniyorsunuz. Vatandaşı, basın olarak yönlendiremezsiniz. Gelin o zaman, siyaseti siz yürütün! ...Siyasiler, bırakıp gitsin. Yapmayın beyler, lütfen. Ayıp oluyor.
Birkaç gün sonra bu seçmen, sandık başına gidecek. Aklıyla, vicdanıyla, Allah’ıyla baş başa kalıp, oyunu bir yerlere verecek. Ve o oylar; Söke’nin kaderini, seçimin sonunu belirleyecek. İsterseniz bizde bir sonuç söyleyelim size; aslında “ Seçimin sonuç mührü, MHP’nin elinde”. Bunu herkes görüyor ama, kimse kabul etmiyor. Etmek istemiyor…Birkaç gün sonra o mührü, “Elinde tuttuğu o mührü” seçim sonucuna basacak. Çok kişi önüne bakarken, “Üç Hilali” belediye balkonuna, Al Bayrağımız’la birlikte yan yana asacak. O gün; işte o gün, garip Söke’min, sahipsiz Sökeli’min kaderi de değişecek. Titreyelim, kendimize gelelim. Yarınlar hepimizin…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!