Biz çocukkende fakirdik şimdide
Soğuk on kasım günleri cümlemiz garibandık.
Önceki gün mukadder abladan krizantem istemeye başlardık.
On kasım günü elimizde emanet çiçekler ata ya saygımızı sunardık.
Haziran ayında tatil olurdu mahallede çay ocakları favorimiz
Sabahın sekizinde ya babamızın yanında yada çay ocaklarında geçerdi vaktimiz.
..
Geliyor Geliyor
Mavi mavi mas mavi
Altın sarısı sırma saçlı
Uzun boylu selvi soylu
Samsun dan bir güneş doğar gibi
Mustafa Kemal Atatürk
..
unutmuşsun beni,
dün öyle dedi ananın haber bültenindeki sürtük
yakın akraban olsa gerek,
kendini sunuyordu 70 milyona haber yerine
ekran başındakilere frikik veriyordu spor spikeriymişçesine
hava durumu başladı ön sunuşmanın ardından
iç bölgeleri anlatırken sağnak sağnak boşalıyordu orospu
..
Gitme garip gitme yollar harami
Arap vurur Türkmen alır paranı
Gurbet elde kimler sarar yaranı
Git garibim güle güle gelesin
Gitme garibim gitme yollar merd olur
Her sinekler bir alıcı kurt olur
..
Ben geldim Elazığ’ım
Sislerin ardından tam kırk yıl sonra
O birkaç avuç, yürekli kızlarınla.
Havanı, suyunu, okulumu özledim
Hadi, sar bizi şefkatli ana kucağınla…
Artık siyah önlüklerimiz yok
..
En büyük Liderdi Belkide,
Onlarcası İçinden;
Korkmadan Yürüyen,
Sorunsuz Yaşayan,
Dünyaca Ünlü,
Gazetelere Manşet Olan,
Spor ile Formunu Koruyan,
..
Yavaşlıyor Canlılığım
Her gün beni sarmalayan
Bir oda da yalnızlığım
Yaşantımı hesaplayan
Hastalıktır mutsuzluğum
..
Gazete okumayı çok sevmiyorum. Ne biliyim hoşuma gitmiyor. Her haberi özellikle yanımda biri varsa okumak zorundaymışım gibi hissediyorum. Bir de “edebiyatçı çocuk” tiplemeleri vardırya, nefret ederim onlardan. “Starbucksta kahvemi yudumlarken gazete keyfi yapıyorum.. sen napıyorsun bakiyimm” iğrençsiniz he.. Sonra dedim eski sevgiliyi düşünmekten başka yapılacak çok güzel şeyler olmalı. Laf aramızda bugünde hiç dışarı çıkasım yok böyle havalardan nefret ediyorum. Neyse, dedim kalk, bilgisayara otur, aç google’ı bildiğin gazeteleri yaz, oku. Al sana gazete. Ohh hem sayfa çevirme derdi yok, elim kokacak korkusu yok. Üşengeçliğin son raddelerindeyim sanırım.. Millet gider sabahları siyaset bölümünü ne bileyim işte ülkeyi ilgilendiren haberleri okur, bense ya teknoloji bölümünü okur “baba bana şu telefondan alsana yaaa” derim ya da “aa adriana lima mı o bakiyim versene bi” bölümlerini incelerim. Neyse açtım google’ı. Bildiğim tüm gazete adlarını yazdım. Başladım okumaya.
Bir sayfada “Moralinizi düzeltmenin 10 yolu” yazıyordu. Aha dedim benim için yazılmış bir haber.. Ben bunu okuyacağım ve o gerizekalıyı da unutacağım! Başladım okumaya..
1 – Dışarı çıkın; Ne diyor şimdi bu? Dışarı çıkınmış. Çıktık da bi bokumuza yaradı sanki. Hem hava kötü, olmuyor içim darlanıyor dışarda be adam!
2- Spor yapın; Kusura bakmayın ama sporla mutluluğu sağlayacağımı hiç inanmıyorum. Ne olacak yani? “Koşuyorum, eğer 3km daha koşarsam eski sevgilimi unutacağım” diye bir mucize gerçekleşecek de biz mi bilmiyoruz?
..
“Bahar mevsiminin gelmesiyle yeşilliklere bürünmüştün. Sen 3 Nisan 1937’de adım atarak yürümüştün. Bense dalında eriği, kirazı, yeşilliği görmüştüm. Adım adım ilerliyordun bir il olma yolunda sen Karabük’üm.
Yeşilliklerle çevrili bir dünya olmuştun benim için, senin Sokaklarında yürümeyi öğrenmiştim. Ne büyük mutluluktu benim için. Her tarafın baharla şenlenirdi coşku dolu bir şehirdin sen Karabük’üm.
Demir Çelik fabrikalarının temelinin atılmasıyla birlikte Sanayinin can damarı olmaya güçlü bir aday olmuştun sende insanları çekiyordun. Yavaş yavaş kendine 13 haneyle başladığın bir il olma serüvenine kavuşmuştun sonunda 1995 senesinde.
Şimdi gözlerimi kapatıyorum. Kendimi 2023 yılına ışınlıyorum. Dünyanın üzerinden Karabük’ün Semalarına bakıyorum. Mutluyum. Yaşamak istediğim güzel ilim Karabük’ü görüyorum.
Doğalgaz ve ısı yalıtım sistemlerinin Karabük’e gelmesiyle birlikte tertemiz havasını içime çekiyorum. Baktığım her yeri yemyeşil görüyorum. Güneşin elleriyle ısıttığı bir günde susuyorum. Karabük’ün dağlarından kopup gelen kaynak suyundan bir yudum içiyorum. Ben ne hava kirliliğine ne de su kirliliğine yeniliyorum. Ne de çevre kirliliği ile mücadele ediyorum. Çünkü baktığım her yeri tertemiz görüyorum.
Sonra alıp götürüyor beni Karabük’ün sokakları. Şehir planıyla, hastaneleriyle okullarıyla, evleriyle gözlerimi dolduruyor. Karabük üniversitesi Türkiye’nin bir incisi olarak karşılıyor beni. Karabük 2023 yılında eğitimin ve kültürün başkenti haline geliyor.
Gözlerimi dolduruyor cıvıl cıvıl renkleriyle safranlar. Safranbolu’da buluyorum kendimi. Yürüyorum adım adım şarkılara ilham veren Arnavut kaldırımlarında şimdi. Safranbolu turizmin aranan tek adresi haline geliyor. Turistler akın akın gelip asma bahçelerinin seyrine dalıyor.
..
Aşk acısı ne büyük bir dertmiş
Bunu anlamadım
Seninle ilk tanıştıgımız günü hatırlıyomusun?
senin üstünde bir bluz,bir kot,ve spor ayakkabı vardı
Seninle ilk buluşmamızı hatırlıyormusun
..
OLDU MU YANİ
Urla’ yı çok severim. İskelesi, Çeşme altı ve koylarıyla, tarihi ve otantik dokusu ile bekâretini korumaya çalışan bir Ege ilçesi. Ilıman iklimi, organik pazarları, tertemiz denizi ve kente yakınlığı ile yazlıkçıların gözdesi. İzmir’ de yazlık lüks değil, gereksinim sanki. Şehrin yoğun trafiğinden ve bunaltıcı sıcağından kaçtığımızda gidebileceğimiz bir fakirhanemiz var. Fakirhane ne ki? Aslolan gönüllerin zenginliği değil mi? Hele sabah serinliğinde martı çığlıkları, kuş sesleri arasında yürümek bir başka güzel. Galiba biraz dikkatli bir gözlemciyim. İşte bir yürüyüş izlenimim. Ben gördüğümü yazdım. Yine de karar sizin…
Yazlıkta, yürüyüş yolumda bir taş ev vardı şirince. Denize inen dar yolun başında bir levha vardı. “Sevda Sokağı” yazıyordu sadece. Takılmıştım bu isme… Fazla büyük değildi ev. Tek katlı fakat genişçe. Arka bahçesinde yaşlı ceviz ağacı, davetkâr bir asma altı. Denize bakan geniş balkonda rengârenk, çeşit çeşit rüzgâr çanları yılların sevda masallarını anlatırdı, ahh… Duvarların dili olsaydı.
Hanımeliler, yaseminler mis gibi kokar, sokağa taşardı akşamsefaları. Bahçe masasında en güzel örtüler, üzerinde hep taze çiçekler vardı. Öyle çok çiçek vardı ki bahçede. Gölgeye kurulmuş bir hamaksa yalnızlığına ağlardı.
..
Platon'dan önce de,
Doğrulunuya yönelinelen ve
Herkes içilin
Geçerilinli olunulmaya çalışılanan
Bir düşülünce
Varılındı kuşkusuz.
Ne varılın ki,
..
uzaklara giden yolcu dur
sivasa gidiyorsan bende selam söyle
birgün olurda işim biterse
küsmedim sivasa gelecegimi söyle
yolcu gardaş sana birşeyler söylesem yaparmısın
ben gidemiyorum bizim diyarda benim için birgün yatarmısın
..
Fikirleriyle, tüm gücü ile geçit vermiyordu
Varını yoğunu ortaya koymuştu, apaçiler…
Dayı yeğen savaşıydı, yüzbinler izliyordu
Alparslan gibi şanlı çıktın, bedri komutan…
Dağ gibi borçlar serildi yollarına, yürüdün
Çekilmeden, yılmadan başardın komutan…
..
kahrolsun emperyalizim
amerika da kahrolsun
kola masamın baş ucunda
mallbora göğsümde dursun
kot bot tişört üniformam
hooliwod idolün olsun
kafede buluşur
..
Birgün sıra,sana da gelir.
Zalimlerin baş aktörü.
Onlar şeytanın yandaşları! .
İnşallah sonun yakındır.
Allah’ın da bir hesabı var unutur musun?
Mazlumlara kan kusturur,masum Filistin’e göz açtırmazsın,
Ey insanlık! Bu suçta hepimiz sınıfta kaldık.
..
'1914 dünyasını anımsamayacak kadar genç olanlar, benim yaşımda bir kimse için çocukluk anılarıyla bugünün dünyası arasında ne denli geniş bir uçurum bulunduğunu anlayamazlar” – Bertrand Russell (Denemeler)
Tarihi 1960 ya da 1970 olarak değiştirip, aynı cümleyi yeniden yazabilir ve altına imzamı atabilirim. ‘Kozalaklar Ülkesi’ adını taktığım bu âlemde henüz bir haftamı bile doldurmadım ama delik deşik kısa uykulardan sonra özüme dönüş yolunda olduğumu hissediyorum. İlk kültürel çarpışmayı izleyen günlerde bulanıklaşan görüşüm giderek netleşiyor. Çevreme adeta bir kaleydoskoptan bakıyor ve renkleri ayıklamaya çalışıyorum. Kişinin kendine acımaya alıştırıldığı ve sonuçta kaderciliğe boyun eğdiği bir dünyadan, kişinin alabildiğine özgür olduğuna ve haklarının sonuna dek korunduğuna inandırıldığı ama aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı başka bir dünyaya göç ettiğimi düşünmeye başlıyorum. O kadar ki özgürlük, demokrasi ve bireysel insan hakları gibi kavramlar çevrede gördüklerimle birlikte yeniden şekillenerek farklı kılıklara bürünüyorlar.
‘60’larda bu ülkede uzunca bir süre konuktum. Sonraki yıllarda pek de kısa sayılmayacak ziyaretlerim ve bu ziyaretler sırasında toplumsal değişimi yakından gözleme şansım oldu. Her gelişimde kuşkularım pekişiyor; açık seçik fark edilmese de sistem tarafından yapılandırılmakta olan vitrin toplumu hakkındaki kaygılarım büyüyordu. Bu kez de öyle oldu. Vitrincilik, artık vitrin psikolojisi’ni de beraberinde getirmiş ve bu gösteri(ş) toplumuna tamamen yerleştirmişti. Yaratmak eylemi değerini yitirmiş; tüketmek için çalışmak ve yalnızca bunu sağlamak için çabalamak anlam kazanmıştı. Birileri satmak, başka birileri ise sadece satın almak için var olduklarına inanmışlardı. Yaşamsal hedefler, iyi bir maaşa sahip olmak - saygıdeğer bir çevrede yaşamak - çocukları saygıdeğer okullarda okutup gidilmesi şart olan kurslara yazdırmak - doğru (!) kulüplere üye olup doğru markaları kullanarak tüketilmesi gereken metaları tüketmek eylemine dönüşmüştü. Gelecekten (özellikle işten atılmaktan) sürekli korkup ileriye dönük planlar yapma/yapamama girdabında boğulmak; kısacası bireyliğini yitirip yabancılaşma ve aynılaşma potasında erimeye razı olmak oyunun vazgeçilmez bir parçasıydı. Toplum büyüyor ve gelişiyordu ama yaşam çelişkiler üzerine kuruluydu, çünkü artık insanlar düşünce üretmeden yaşıyorlardı. Adeta duyarsızlaşmışlar, yaşam sevinçlerinin yanı sıra yaşamlarının şiirini ve müziğini de yitirmişlerdi.
..
“hiv’e..
..
selam sevgilim
ya da merhaba
ya da hiç bir şey
beni seviyor musun?
selamı mı almayacak kadar
..
Nevruz, Farsça “Yeni Gün” anlamına gelir. Baharın gelişini, tabiatın uyanışını simgeleyen Nevruz, her yıl 21 Mart’ta kutlanır. Türk dünyasının tamamında ve Türk dünyasına komşu olan coğrafyalarda kutlanan Nevruz, eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günüdür. Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak 'ortak kültür ocağı’nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Yeni takvime göre ise gece ve gündüzün eşit olduğu martın yirmi birine rastlamaktadır. Nevruz, Türkler’in ilk millî bayramıdır. Çin kaynaklarında; Hunlar’ın milattan yüzlerce yıl önce 21 Mart’ta hazırladıkları yemeklerle kırlara çıktıkları, bahar şenlikleri yaptıkları görülmektedir. Uygurlar’ın Nevruz kutlamalarını tasvir ettikleri tabloları bulunmaktadır. Osmanlılar’ın ise “Sultan-ı Nevruz” adı altında bizzat padişahın katılımıyla törenler yaptıkları bilinmektedir.
Nevruz,Türklerden ve İranlılardan Araplara da geçip islami inanç motifleriyle zenginleşti. İslamiyet’le birlikte Allah’ın dünyayı, Hz.Adem’i Nevruz günü yarattığına iananılmaya başlandı. Zamanla Hz.Nuh’un tufandan sonra karaya ilk bastığı gün,Hz.Yusuf’un kuyudan, Hz.Yunus’un ise balığın karnından kurtulduğu gün, Hz.Ademle Havva’nın Arafat’ta buluştukları gün inançları da Müslümanlar arasında yaygınlaşmıştır. Alevi -Bektaşi kültüründeki Hz.Ali’nin doğduğu gün,Hz.Hüseyin’in doğduğu gün,Hz.Ali’nin Hz.Fatma ile evlendiği gün, Hz.Ali’nin halife olduğu gün, inançları da Nevruz‘u daha kutsal bir gün durumuna getirdi. Türkiye ‘de Nevruz, “Sultan Nevruz, Navrız, Mart Dokuzu” gibi adlarla bir bayram halinde kutlanmaya başlandı.
Coğrafya, tabiat şartları, insan meşguliyetleri takvimlerin oluşmasında birinci derece önemli unsurlardır. Türkler genellikle orta iklim kuşağı veya ılıman iklim kuşağı (30°-60° enlemler arasında) adı verilen bir coğrafyada yaşayan, yirminci yüzyılın başlarına kadar genellikle tarım ve hayvancılıkla geçinen bir millettir. Takvimleri de bu coğrafya, tabiat şartları ve meşguliyetlerinden doğmuş ve gelişmiştir. Doğal olarak Nevruz, bütün Türk devlet ve topluluklarında bilinmektedir. Bir başka ifade ile Nevruz'u tanımayan, yaşatmayan, uygulaması bulunmayan herhangi bir Türk devleti veya topluluğu yoktur. Bu yönüyle Nevruz; birlik, beraberlik ve barışı ifade etmektedir.
Diğer Türk devletleri ve topluluklarında ise şu isimler altında kutlanmaktadır: Altay Türkleri: Cılgayak Bayramı; Azerbaycan: Novruz, Ergenekon Bayramı, Bozkurt Bayramı, Ölüler Bayramı; Başkurt Türkleri: Ekin Bayramı, Doğu Türkistan:Yeni Gün, Baş Bahar, Gagavuzlar:İlkyaz; Karaçay-Malkar Türkleri: Gollü, Gutan, Saban Toy, Tegri Toy; Kazakistan Türkleri: Navruz, Nevruz Bayramı, Nevruz Köce, Ulus Günü; Kazan Türkleri ve Karapapaklar/Terekemeler: Ergenekon Bayramı; Kırgızistan Türkleri:Noruz; Kumuk Türkleri:Yazbaş; Nogay Türkleri: Navruz, Saban Toy; Özbekistan Türkleri: Nevroz; Tatarlar: Nevruz; Türkmenler: Teze Yıl; Uygur Türkleri:Yeni Gün adlarıyla bu güne özel bir önem vermektedirler.
Nevruz ülkemizde Yılsırtı, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Sultan Nevruz, Gün Dönümü, Yeni Gün isimleriyle de bilinmektedir. Nevruz’un Türk tarihinde ve kültüründe köklü bir geçmişi bulunmaktadır. Türklerin Ergenekon'dan çıkış gününün yirmi bir marta rastladığı kabul edilmektedir. On İki Hayvanlı Türk Takviminde yıl başı da aynı güne rastlamaktadır. Oğuz Kağan'ın bu günü kutsal saydığını ve bayram gibi törenlerle karşıladığı bilinmektedir. Türklerin Nevruz kutlamaları Eski Uygur Dönemi resimlerine de konu olmuştur. Selçuklu Sultanı Sultan Celaleddin Melikşah, devrin uzay bilimcilerini Selçukluların başkenti İsfahan'da toplamış, kendi adıyla anılan Celali Takvimi'ni yaptırmıştır. Şemsi Takvim adıyla İran ve Afganistan'da kullanılan bu takvime göre yılbaşı yirmi bir marttır. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Nevruz gününü yılbaşı kabul etmiş, vergileri buna göre düzenlemiştir. Sultan kelimesinin Nevruzla birlikte kullanılması, padişahların halkla birlikte Nevruz kutlamalarına katılmasıyla ilgilidir. Ertugrul Gazi Törenleri, II. Abdülhamid zamanına kadar (eski takvime göre) mart dokuzu yani Nevruz günü yapılmaktaydı.
..
Ben oyun çocuğuyum
Oyun ve oyuncaklarla,
Renklidir hayal dünyam
Onlarsız hiç yapamam ki
Her çeşit oyun ve oyuncaklarla,
Günüm neşe içinde
..