O gece bıraktın ellerimi.
Buz tutup karanlığa düştüm sanki...
Boğazım düğümlendi.
Hiçbir şey söylemedin,
Ama aslında
Her şey söylendi.
İçimde bir yol var,
Adımları hiç atılmamış bir zamana doğru açılıyor.
Dönüp dolaşıp içime doğru düşüyorum.
Sadece en içime doğru düşüyorum.
Bazen aynaya bakınca kendimi değil,
Çıplak ayaklarımla yürüdüm sana...
Yağmurun yeryüzüne değil, içime yağdığı o gece.
İki damla düştü omuzlarıma...
İlk damla sağ omzuma...
ama bu bir damla değildi.
Âhîr gönlümün mâbedinde ismini mühür gibi sakladığım yârim…
Sensizliğin her ânı, bir kıyametin habercisi gibi içimde yankılanır.
Ağlasam, gözyaşlarım içime akmakla kalır.
Haykırsam, âlem şaşkına döner de yine derdimi kimselere anlatamam.
Ahirete kazın benim mezarımı,
Ölsem de ödeşmek istemiyorum.
Hesabı kitabı umurumda değil,
Yüzünü görmek dahi istemiyorum.
Yaşarken cehenneme kul etti beni,
Bir sabah, gözlerimin en karanlık yanına serpildin...
Kırık saatler susarken,
Zamandan korkarak kenara çekildi.
Gönlümün dar sokaklarında yankılanan ayak sesin,
Koca bir ömrün ardından gelen bir kehanet gibiydi...
Ve ben artık unutmaya ant içmişken,
Göz kapaklarımdan düşen her hatırada,
cam gibi kırılır, bir çocuk sessizliği...
Hangi rüzgâr devirdi içimdeki
muazzam manzarayı?
Ve hangi harf,
Yağdırmışım yeryüzüme çiğ gibi seni,
Sensiz dünyanın tersi ya da düzü ne fark eder ki?
Seninle vurmuşken nabzım cümle âlemde,
Nabzı durmuş Leyla bu âlemde ne eder ki?
Şu cihanda gizlenmişim bir çift göze,
İçimde asla adı konmayacak duyguların,
yankılandığı bir yolun sesi var.
Oradaki zaman, ne ileri akıyor ne de geri…
Yalnızca duruyor, evrenin unutulmuş nabzı gibi...
Şimdi duyuyorum onu:
Boşlukta solar ruhum derin bir hüzünle,
Zihnimdeki karmaşa çığlıkla sohbette.
Düşlerimin düştüğü yer bir mezarhane,
Işığım gizlenir, gelir nihayetim.
Gördüğüm şey karanlık, nerede aydınlık?




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!