Mor bana dağları anımsatır
Bir çırpıda içtiğimiz üzüm suyu ya da
Düşlerimizi beslediğimiz masallarda
Konuşan ve sonsuz yalnız
Eflatun dumanlı koca dağları
vakit geçti
oysa çoktan düşmeliydim yollara
geç kaldım yine son sözüme
ıslak tren vagonlarına...
istasyonda telaşlı bir yolcu gibi
bekle beni rüzgar
Saat sabaha karşı dört
Camı açıyorum
Dayıyorum dirseklerimi ince damarlı mermere
Ağır zincirlerle bağlı nefreti çözüyor kadın
Bir elimde yaralı geyik gülüşü -sıkıca tutuyorum onu-
Bir elimden ardıç kuşu havalanıyor
-Erdem Küçükıslıkçı'ya-
Geceydi, yorgundu, belli ki çok yaşlıydı
Karanlık içinde devinen gölgen
Yakut taşlar döküldü
Keskin uçurumlardan ay kırıklarıyla üstüne..
Nehirlerin ve evlerin içinde
tiz ıslıklar gibi uğuldayan
Yabanıl bir usançla
Durmadan ağlıyor
Durmadan kadın
geçip giden eylülleri getirin bana
vurun sararan yaprakları alnının çatısından
dikenli teller ötesinde zararsız mayın tarlası..
utangaç bir çocuğun kızaran yüzünde
nicedir bekliyorum
yağmurlu bir gün batımında
kendimizi tanımayı istiyorduk
sınamaktan korkarken sevgimizi..
ağır bir sorumluluktan tükenmiş gibi
tutkudan, istekten kavrulmuş gibi
saplandı aramıza uzaklık
Bırak beni,
Kanlı bıçaklı, yorgun savaşlardan çıktım
Beynimden ağır tanklar geçiyor sürüyle
Kulağımda yüksek bomba sesleri
Bırak beni, ah bırak...
-Bir satırda yiten hayatlara-
Kıvrılarak dönen, ölü bir limandır orası
Yıldızın bol olduğu gecelerde
Bir sandal batar en uzağında
Bıçağın saplandığı yürek gibi
Sonsuz sancılarımla aralandım
İkiye bölünmüş, açılası denizimden
Suyunda, tuzunda, köpüğünde,
Ne varsa acılardan yana
Tüm vurgusuyla ışıdı kozamın içine
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!