Kuyruğu kopan uçurtmalar gibi savrulur bazen insan;
Acılarla yan yana/ yana yana/ bir oyana bir bu yana
Ve bütün dehşetiyle çarpar;
Yüzyıldır uyanmayan -ve öpülmeyi bekleyen- sabahın ayazına
Yıldızlara/ ay ışığına
Yoksulluğa diz çöken
Acımızı içimize sağıyoruz
-İyi güzel
Gözyaşımızı kimselere göstermiyoruz
-İyi çok güzel
Yokluğunu hiç belli etmiyoruz soframızdaki ekmeğin
- İyi çok çok güzel
Gülüşü eksiliyor dudaklarından
Belki bir arkadaşın, belki bir sevgilinin
Belki…/ tam da şu an da…
Uzat gülüşünü dudak aralığından
Tamamlayalım…
Gülüşü eksiliyor dudaklarından
İşkencede bir yoldaşın… Yaralı bir arkadaşın
Ve ayrılığa yenik düşen yapayalnız bir aşkın…
Ve kim bilir… Tam da şu an da
Hiç tanımadığımız bir kadının/ Bir adamın ve bir çocuğun belki de
Uzat gülüşünü
“tak tak…” kapım çalındı
“Mutlulukmuş” -öyle mahcup mahcup… Öyle utangaç-
Yıllar sonra gelip de kapımı çalan
“Evde yokmuş” dedirttim kendimi
Duvar gibi suskunluğumla
-Yeni yıla ve yaşama şiirlerle bir kez daha merhaba-
“tak tak…” kapım çalındı
“Mutlulukmuş” -öyle mahcup mahcup… Öyle utangaç-
Yıllar sonra gelip de kapımı çalan
“Evde yokmuş” dedirttim kendimi
İşkencenin şiiri yazılabilir mi?
Hem kurbanı, hem tanığı olunduğunda sanıldığı gibi hiç de kolay olmuyor. Kâğıda kaleme hiç uzanamadığım günler oldu… Bazı günler “Eylül kanayan bir çocuk” gibi “çok kan kaybederek” tek bir cümle dahi kuramadan saatlerce takılıp kaldığım oldu şiirin başında…
“Yüreğimin kıyısına mavi mavi dalga dalga çarpan kadın… “ (Annem) bir bayram günü ziyaretinde; kışlanın önüne her gün geldiğini, uzun günlerin ardından (Hasan abim ve benim) bitlenmiş ve üzerinde kurumuş kan lekeleri olan çamaşırlarımız kendisine verildiğinde “kötü durumda ama çok şükür yaşıyor” olduğumuzu anladığını ve sevinçle eve nasıl koştuğunu, evde çamaşırlarımızı koklayarak nasıl ağladığını… O zamanlar minicik olan yeğenim Evrim’i “hadi gel Hasan’ıma, Savaş’ıma ağlayalım” diyerek kendine nasıl sırdaş yaptığını ve nasıl günler boyu sayıp dökerek birlikte ağladıklarını, ahırda sütünü sağdığı inekleriyle her gün konuşarak nasıl dertleştiğini ve her gün yollarımıza nasıl gözyaşı döktüğünü… İç çekerek ve heyecanlanarak anlattığında bu şiir kafamda iyice şekillendi. Uzunca bir süredir de hep aklımdaydı. 12 Eylül 1980 darbe döneminin ağır işkencelerine uğramış ve çok ağır bedeller ödemiş olan bir kuşağın hikâyesini yaşadıklarım ve tanık olduklarım üzerinden yazmaya çalıştım.
Bedenimi(zi), yüreğimi(zi) ve ruhumu(zu) öldürmeye tam teşebbüs ederek ağır yaralı bırakan işkencenin ve işkencecilerin dile, söze ve şiire bir türlü sığdıramadığım aşağılık ve iğrenç davranışlarını elbette yazamadım…
Yanı başımızda anlayamadıklarımıza/ elinden tutamadıklarımıza…
Kendime veda ediyorum
Kaç kez yazdım…/ Kaç kez okudum…/ Kaç kez yırttım…
Kaç kez gözden geçirdim intiharımı… Bilemezsiniz…
Ben o intihar mektubunu size değil kendime yazdım
Gitme…
Gidersen, aşkımız deprem olur
Kalbim sensizlik nokta yalnızlık şiddetinde
Sarsılıp yerle bir olur
Gitme…
Gidersen, aşkımız yıkıntılarda kalır
Gecenin bir yarısı ben/ bir yarısı sen
“Çeksem gitsem” diyorum/ yollarımda sen
“Aklım başımda değil” diyorum / aklımda sen
Gece karanlık… Gece korkunç
Gece uçurum dibini boylayan derin sessizlik
Gece soğuk ve yalnız…/ gece düşlerimde kalabalık bir sen




-
Berat Madenkuyu
Tüm Yorumlarçok iyi