Bir eski duvar var önümde,
çatlaklarında çocuk sesleri saklı,
bir kadın gülmüş bir vakit,
bir adam düşmüş belki de
ama duvar hâlâ ayakta,
inadına,
Seslenince dönmüyor ses, tutunca boşluk…
Zamanın kırık aynasında siluetleri var,
Ne tam gidiyorlar, ne tam kalıyorlar.
Bir ismin yankısı belki,
Bir rüyanın ucunda beliren gülüş...
Bir akşamüstü sustu evin dili,
Pencerede sararan ışıkta adın kaldı.
Bir sandalye eksik, bir fincan boş,
Ve ben hâlâ, yokluğunun sesini dinliyorum.
Sen gülünce bahar olurdu odalarda,
Kökleri güçlü bir ağaç,
fırtınalara rağmen ayakta kalır.
Rüzgâr ne kadar sert eserse essin,
dalları sarsılır ama kırılmaz.
Umut, dallarına hayat veren sudur.
Bir sabah sessizliğe uyandı Gürsu,
Çamlar ürperdi, dağ sustu.
Alevin dili değdi dallara,
Yandı umut, yandı toprağın duası.
Harmancık’ta rüzgâr ateşle döndü,
Karanlığın en koyu anında doğdu bir ışık,
Sönmüş ocakların küllerinden yükseldi umut.
Bir millet, başı dik durmayı unuturken,
O geldi ve dedi ki: “Bağımsızlık benim karakterimdir!”
Toprak yorgun, analar yaslı,
Çocukluğumun sesi, kırda esen yel,
Adım attığım her yol sende bir iz bel.
Ne zaman yönümü şaşırsa yüreğim,
Sen ordaydın, dayım, yıldız gibiydin.
Bir omuz değil sadece, bir dağdın bana,
Bir sabah,
Karadeniz’in hırçın dalgaları arasından
Bir gemi çıktı sessizce,
Adı Bandırma,
Ama içindeki yürek
Bir milletin yüreğiydi!
Bir sabah, mavi uyandı önce.
Güneş, çocuk gülüşleriyle dokundu toprağa.
Bir bayrak açıldı gökyüzüne,
rüzgâr bile özgür kokuyordu o gün.
Atatürk’ün adını andık sessizce,
Bir şehirden diğerine aktık,
tren camlarında yüzümüzün silik yansımalarıyla,
gecenin içinden geçen ince bir yol gibi
biz de birbirimizin içinden geçtik.
Otobüs duraklarında rüzgârı bekledik,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!