Tütün tarlalarında yükselir buğulu sabah,
Sis, göğsümde bir nefes gibi dolarken,
Yavaşça uyanır doğa, gizemli bir düşte,
Çiğ damlaları, kıymetli bir mücevher gibi parlar.
Ağaçların gölgesinde saklı bir sessizlik,
Bu topraklar bana dar,
dağlar üstüme kapanır,
gökyüzü gözlerimden kaçar.
Bir zincir gibi dolanır boğazıma
hava, su, insan kokusu;
özgürlük nefes almaksa,
Kırların sessizliğinde bir çınar gibi,
köklendi yorgunluğum bu topraklara.
Gök, saçlarına bulutlar düşürmüş,
rüzgâr, eski türküleri anlatıyor bana.
Kalk, ey yoksulun kemikleriyle yoğrulmuş dağ!
Kalk da anlat bu suskun ovalara
Nasıl kızıldır bizim gözümüz,
Nasıl yırtıktır anamızın yeleği,
Nasıl dikiş dikiş ağıt örer bacımızın sesi!
Bir ağaç gibi durdum,
köküm geçmişte,
gövdem bugünde,
dalım, uzak bir yarına uzanır gibi...
Ne bir kazanç için doğdum
Uçsuz bucaksız bir deniz var,
Dalga dalga, gümüşten zillerle çalıyor,
Yaz güneşinde parlayan kumlar,
Kıvrılarak düşen çocuk gülüşleri gibi,
Sıcak ve neşeli, parmak uçlarına kadar.
Bir tütün kokusu dökülür göğsümde,
Sağanak bir ağıt savrulur dağlara.
Çiğnenmiş izler, yırtık haritalar,
Bir kırık küp sızar içimde.
Kim bilir, hangi dağ başında?
Kim bilir, hangi kızıl damarda yatar düşlerim?
Gökyüzü, pas tutmuş bir çatı gibi yıkılıyor usul usul,
Binalar dizilmiş askıya alınmış hayaller gibi,
Sokaklar, yaralı bir yıldızın son nefesi,
Ve bizler, o sokağın köşesinde unutulmuş bir şiir.
Koridorun uzun, sessiz yankıları,
Paslanmış bir kapının aralığından sızar,
Tebeşir kokan duvarlarda
Bir an, gözlerin bir deniz,
Göğsümde kabaran fırtına gibi.
Sen, kırık sıranın gölgesinde oturur,
Sıcak yine, Urfa’nın taş sokakları,
Toz yükselir ayaklarımın altında,
Bir çay ocağında oturmuşsun belki,
Fincanda telve, gözlerinde derin bir hüzün.
Balıklıgöl'de suyun sesi yankılanır,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!