İnsanoğlu yaradılışı gereği her zaman ve her durumda kazanma isteği ile hareket eder.
Başkaları karşısında başarılı olmak kişiye bir tür doyum yaşattığından olsa gerek rekabetçi yanını sürekli ön planda tutar ve fırsat bulduğu her an bu yanını kullanarak hedefine varmayı arzular.
Öte yandan insanın bu kazanma arzusu bireysel, dolayısıyla da toplumsal gelişimin asıl dinamiğini oluşturur.
Dinimizde halkımızın ”Kandil” olarak bildiği bazı geceler vardır ki bu gecelerde Müslümanlar bir araya gelerek birlikte dua ve ibadet edip güzel zamanlar geçirir. Küçükler büyükleri ziyaret ederek hal hatır sorar, gönül alır. Uzakta olanlara iletişim araçlarıyla ulaşılıp selam gönderilir, selâm alınır.
Bu sebeple ortaya bir samimiyet ve bundan doğan sevgi ve dayanışma ruhu çıkar. Ve elbette doğal olarak insanlar birbirleriyle kaynaşır, duygudaşlık kurar, birlikte olmanın tadını çıkarırlar.
İsteyenler bu gibi geceleri vesile kılarak rutin olarak yaptıkları ibadetleri çoğaltır, bu güzel ve mübarek gecelerin hürmetine Cenab-ı Allah’a (c.c.) dua ve niyazda bulunarak işlemiş oldukları günahlarına tövbe edip af ve mağfiret dilerler.
Zaman zaman kişiler ya da toplumlar arasında bazı nedenlerden dolayı bir takım anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Eğer bu anlaşmazlıklara yerinde ve zamanında müdahale edilip çözüm bulunamazsa sorun büyür ve giderek kaotik bir ortamın meydana gelmesi kaçınılmaz olur.
Çoğu zaman (daha çok toplumsal olanlarda) çeşitli nedenleri olmakla birlikte genellikle birilerine avantaj ya da çıkar sağlamak için bilinçli ve kontrollü olarak çıkartılır bu anlaşmazlıklar. Ve elbette çözümleri de anlaşmazlıkları ortaya çıkartanlar tarafından önerilir ya da bulunurlar. Çünkü aksi bir durum çıkar sağlamak isteyenin büyük bir ihtimalle aleyhine olur.
İşte tam da bu yüzden kişisel değil ama toplumsal anlaşmazlıkları analiz ederken bu gerçeği göz önünde bulundurmak gerekir.
İsteriz ki çalışıp çabalayarak emek verdiğimiz ve ortaya koymuş olduğumuz şeyler mükemmel olsun. Ama bu ne kadar mümkün olabilir? Hem zaten bu, neden bu kadar önemlidir?
İnsanın ortaya koyacağı hiçbir şey kusursuz olamaz. Kendisine göre mükemmel olsa bile bir başkasının gözünde mutlaka kusurlu olarak görülebilir.
İnsan yaptıklarının kusursuz olmasını elbette isteyebilir, istemelidir de. Çünkü bu istek ona azim kazandırıp işine daha iyi odaklanmasını ve işini daha iyi yapmasını sağlar.
sen ve ben yine varız
ama şimdi ayrıyız
sen başkalarının kollarındasın
bense yalnız
geceler buruk
Niyet, Arapça kökenli bir kelime olup, bir şeyi önceden isteyip düşünme, maksat anlamına gelir. Her şeyin özü ve başıdır, adeta yapılan her işin ruhu gibidir.
Bir iş yapanın niyetine göre değer kazanır.
Hazreti Peygamber “Ameller niyetlere göredir. Her kişi için niyet ettiğinin karşılığı vardır,” diye buyurmuştur.
Evin oğlu evli bir kadını kaçırır, evin büyük kızı eski sevgilisi ile tekrar karşılaşınca evliliğini ve çocuğunu ikinci plana atar, iş boşanmaya kadar varır. Evin küçük kızı evlendiği adamın abisine âşık olur onula gayri meşru bir ilişkiye girer ve hamile kalır. Baba boşandığı karısı bir başkasıyla evlendi diye karısının evlendiği adamı vurur öldürür. Kendisi de zaten bir başkasıyla evlidir evli olduğu kadın da onu patronuyla aldatır.
Ne hikâye değil mi ama. Televizyon kanallarından birinde yayınlanan bir dizinin hikâyesidir bu yukarıda anlatılanlar, tıpkı benzerlerinde olduğu gibi.
Şimdi elde mikrofon dışarı çıksak ve “Bu dizileri onaylıyor musunuz?” diye gelip geçene rastgele sorsak eminim ki büyük bir çoğunlukla “hayır“ cevabı alırız.
Aradığımız şey yaşanmış olanda değil yaşanacak olan zamandadır. Dün başka türlü mutluydu insan bugün başka türlü mutludur. Çünkü mutlu olmak kişinin kendi ellerinde hayat buluyor.
Ne çok şey istiyoruz değil mi? Oysaki hiç kimse istediklerinin tümüne sahip olamıyor. Hayat öyle bir devinim yaşatıyor ki insana, kazanırken bir yandan da kaybediyorsun.
İşte tam da bu yüzden maddi bir takım kazanımlar için kendimizi gereğinden fazla paralayıp, heba etmek beyhude bir çırpınış oluyor.
İnsan, Allah’ın yaratmış olduklarının içinde en değerlisi ve en şereflisidir. Bu özellikleri sebebiyle diğer yaratılmışların önüne geçmiş ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi unvanına kavuşmuştur.
Bu unvanı ona kazandıran elbette ki aklıdır. Aklı sayesinde yeryüzünün hâkimi olmuştur. Ama aynı zamanda aklını gereğinden fazla önemsemesi sebebiyle de dünyayı kendisi için yaşanamaz hale yine kendisi getirmiştir.
Akıllı insan, aklını Allah'ın rızasını kazanacak şekilde kullanmayı bilen insandır. Aptal ise bunun tam tersini yapan.
Sözlük anlamı bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, olarak tanımlanan ahlâk, huy, tabiat, mizaç, karakter anlamlarında da kullanılır.
Bir terim olarak ise insanın iyi ya da kötü olarak nitelendirilmesine manevi vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu bilinçli davranışların bütününe verilen isimdir.
Aynı zamanda bu konuyu inceleyen bilim dalına da ‘Ahlâk’ adı verilmiştir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!