Suskunluğumun ardından yükselen her nağme,
sessizliğimin içindeki o eski sedâydı.
Kimi zaman geceye sığınırdım,
karanlığın kucağında unuturken zamanı,
Bir gülüşün bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Ben sadece huzur istedim,
Ama herkes bana savaşı miras bıraktı.
Hep bir yük kaldı elimde.
Oysa ben, yük değil, sadece tutunmak istemiştim.
Ama herkes beni tutmak istedi, yaralamak istedi.
Uslanmaz yüreğimin, solmaz gülüydün.
Yedikule zindanlarında, kurtuluş mektubuydun.
Arnavut kaldırımlı sokağın, eksik taşıydın.
Kâh ağlayan, Kâh gülen kızların nazlı yüzüydün.
Sen sancıyan yanım. sen nazar boncuğumdun.
Doğudan gelen rüzgâr konuştu bir gece:
“Bir çocuk doğdu, göğe yakındır alın yazısı,
süt içmeden konuşur, yıldızları işaret eder.
anladık ki, bu çocuk yeryüzüne misafirdir.”
ve doğdu Oğuz...
Bir özlemdi seni sevmek...
Umut etmekdi yokluğunda, geceleri saymak.
Dokunmaktı saçlarına, üşüyen ellerimle.
Olanca sevgimle ısıtmaktı, kalbinin en derin yerini.
Hissetmekti seni sevmelerin en güzeliyle.
Ben sana aşık, Ben sana deli sevdalı.
Papatyalar var saçlarında…
ve her biri
adımı fısıldayan küçük bir umut sanki,
ama sen o umudu
bir başka dudağa bıraktın çoktan.
Ben hâlâ orada kaldım.
Piraye misali bir sabır taşıdır senin gönlün,
içindeki saklı fırtınaları kimse bilmez.
Ben her gece sana koşarım düşlerimde.
Gündüzleri zincir vurulmuş gibi,
aynı yerde çakılı kalırım.
Senin adını duymak,
Adını her gece içimden düşürmeye çalıştım, Yûsuf…
Ama her defasında dilimle değil, kalbimle tutundum sana.
Sustuğum yerde en çok seni söyledim,
Çünkü sessizliğimi bile seninle kurmuştum.
Ben seni ilk gördüğümde
Yüz yıl ömrüm olsa da ,
Yine az gelirdi senle yaşamak.
Düştüm yollarına yar sana geliyorum.
Açmıyorum sensiz evimin perdelerini.
Kırsın isterse, bütün dünya kemiklerimi.
Dertleri, kederleri yıkarak geliyorum.
Bir bahar daha geçti üzerimden,
yine sen uğramadan...
Bir ismin kaldı elimde,
bir de gözyaşlarımla ıslanan mektubun.
Gülüşünü unuttuğum gün
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!