Her sabah bir kadın
son nefesini bir duvarın arkasında bırakıyor.
Bir odada çığlık çığlığa yok olurken sesi,
televizyonda yine reyting rekorları kıran
bir dizi kadın kahkahası yankılanıyor.
Gecenin koynunda solgun bir izim,
Ne bir ses duyarım, ne de bir yüz.
Karanlık sokaklar dostum olmuşken,
Yalnızlık yorganı örter üzerimi.
Sustukça büyüdü içimde karanlık,
Bir çığlık gibi duyulmayan, yankısız.
Gözlerim anlatamadı olanları,
Ve dilim... gömüldü suskunlukla mezarsız.
İlk seni gördüm.
Uçmuyordun.
Bir kelebeğin uçamaması ne kadar acıysa,
Benim de bir kadına bakıp; O'nu saramamak o kadar canımı yaktı.
Kanadın kırıktı.
Bunu ilk bakışta gördüm.
Seninle konuşmak değil,
susmak bile yangındı.
Alev gibi sustu tenin,
ben o sessizlikte yandım.
Sen bana bakarken
Ben seni dağ gibi bekledim sevdiğim,
Bir mezar sessizliğinde, taş kadar inatla.
Ne karayel çözdü beni,
Ne de cellât gece.
Toprak gibi yattım özleminin altında.
Bir gülüşün bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Ben sadece huzur istedim,
Ama herkes bana savaşı miras bıraktı.
Hep bir yük kaldı elimde.
Oysa ben, yük değil…
Yanaklarına değen bir rüzgâr olmak istedim.
Uslanmaz yüreğimin, solmaz gülüydün.
Yedikule zindanlarında, kurtuluş mektubuydun.
Arnavut kaldırımlı sokağın, eksik taşıydın.
Kâh ağlayan, Kâh gülen kızların nazlı yüzüydün.
Sen sancıyan yanım. sen nazar boncuğumdun.
Doğudan gelen rüzgâr konuştu bir gece:
“Bir çocuk doğdu, göğe yakındır alın yazısı,
süt içmeden konuşur, yıldızları işaret eder.
anladık ki, bu çocuk yeryüzüne misafirdir.”
ve doğdu Oğuz...
Olmuyor be gülüm olmuyor ne yapsam olmuyor.
Can kafesim göğsümden fırlıyor.
Ne yaşayacak zamanım kaldı ne yaşatacak günüm.
Her defasında tökezlemekten yoruldum.
Her düştüğümde kalkmaktan, her kalktığımda Kanatlarımın kırılmasından,
Her acıya göğüs Gerdiğimde bir yenisinin başlamasından,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!