Sana ilk defa bakarken,
Zaman durdu...
Gözlerin devrim gibi indi içime,
Ben o anda anladım:
Bir kalp, sadece kan değilmiş.
İnci Tanem,
sana sesleniyorum, gecelerin en ağır yükünü taşıyan kalbimle.
Ben bu yolları yürürken, taşların fısıltısı ayağıma siniyor,
kaderin ördüğü perde gözlerime kapanıyor,
ama içimde, yalnızca senin yüzünün parıltısı yanıyor.
Kaç yalnızlık daha eklemeliyim üst üste,
Senin adın nihayet silinsin diye?
Kaç gece daha ölmeliyim sabah olmadan,
Bir “gitti” kelimesi böyle ağır taşınır mı?
Kaç yalnızlık daha içime çökerse,
Sana “kaderimsin” diyemedim, çünkü o kelimeyi kurduğumda, yaşamın bütün kırılganlığı yakama yapışırdı.
Sana doğru bir adım attıkça, geçmişin tozlu ve karanlık yüzü suratıma gölge gibi düşerdi, ve sen
ellerimden kayıp giden bir düş gibi,
ancak gözlerimde yaşayabilirdin.
Şehrin damarlarında akıyordu kadın,
her sabah aynı saatte, aynı köşeden geçiyordu.
Kırmızı bir ceket…
Rüzgârın diline düşmüş bir sır gibi,
her adımında geriye bir yankı bırakıyordu
“varım…”der gibiydi
Yıllar oldu, içimde sönmez bir ateş.
Vazgeçmek, ilmek ilmek söktüğüm bir yürek örsü,
Düşlerim, sırtımdaki kamburum kadar ağır,
Her adımda biraz daha sen oluyorum,
Ve biraz daha hiç oluyorum.
Bir gece daha düştü avuçlarıma,
Ay bile sırtını dönmüşken bana,
Sana anlatamadığım ne çok şey vardı...
Yorgan gibi üzerime serdim geçmişi,
Suskunluğumun ardından yükselen her nağme,
sessizliğimin içindeki o eski sedâydı.
Kimi zaman geceye sığınırdım,
karanlığın kucağında unuturken zamanı,
Bir gülüşün bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Ben sadece huzur istedim,
Ama herkes bana savaşı miras bıraktı.
Hep bir yük kaldı elimde.
Oysa ben, yük değil, sadece tutunmak istemiştim.
Ama herkes beni yaralamak istedi.
Uslanmaz yüreğimin, solmaz gülüydün.
Yedikule zindanlarında, kurtuluş mektubuydun.
Arnavut kaldırımlı sokağın, eksik taşıydın.
Kâh ağlayan, Kâh gülen kızların nazlı yüzüydün.
Sen sancıyan yanım. sen nazar boncuğumdun.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!