Parmak Çocuk(3) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Parmak Çocuk(3)

- Duydun mu Perişan? “Cik” dedi. Parmak Çocuk “Cik” dedi.
- Duydum Ferhat, “Cik” dedi. “Cik” dedi bu kutsal konuk.
- Parmak Çocuk sen “Cik” mi dedin? “Cik” lendin mi güzel kuş?
Parmak Çocuk her hangi bir yanıt vermedi; bulunduğu yerde durgun, çekingen bakındı. Yine yem yemedi, yina su içmedi.
Ferhat Dede ile Perişan Nine, gözlüklerini taktılar, bir aynı gazetenin sayfalarını yarıdan bölüşüp okudular ve okurken kendilerine ilginç gelen konuları birbirlerine aktardılar. Perişan Nine bir ara, okuduğu sayfayı yaşlı eşine uzatarak:
- Şuraya bir baksana Allah aşkına, bey. Dedi. Adam neler neler söylemiş.
Ferhat Dede gözlüklerinin üstünden karısına baktı:
- Neler söylemiş?
- Zülkarneyn ‘in uzaylı olduğunu ileri sürmüş. Bu konuda bir de kitap yazmışmış.
Yaşlı adam gözlüklerini çıkarıp elindeki gazete sayfalarıyla sedire bıraktı:
- Başka?
- Tanrı dünyayı iki yanından çekip uzatmış ve kuzey kutbu ile güney kutbunu oluşturmuşmuş. Kendilerine “Yecüc-Mecüc” denen bir topluluğun insanlara kötülük etmemesi için önlerine, kıyamete kadar kalacak demirden bir set çektiğini ileri sürmüş. Tevrat ‘taki Tanrı ‘nın yani Yehova ‘nın bir uzaylı olduğundan söz etmiş.
Ferhat Dede belli-belirsiz gülümsedi:
- Seni inandırabildi mi bu sözleriyle bari?
Dedi. Perişan Nine belirgin bir kararsızlık içindeydi:
- Bu konularda yeterince bilgim yok ki. Bana göre doğru da olabilir yanlış da.
Yaşlı adam:
- Öyleyse dinle. Diyerek söze başladı. Bizim din kitabımız bir bilim kitabı değildir. Yolunu şaşırmış bir Arap toplumuna, sırf anlayabilsinler diye onların diliyle indirilmiştir. O topluluğun, yüksek bilgiler içeren ilimlere değil, ahlakla ilgili bilgilere gereksinmesi vardır. O da ahlakı ve toplumu düzene sokma peşindedir. Onu, gelişen teknolojiye uydurmaya çalışmak yarar getirmez. Her halk, her insan, inancıyla baş başa bırakılmalı ve inanç tartışılır hale getirilmemelidir. Dinsel hükümleri böylesine olmadık biçimlerde yorumlamaya kalkışanlar, birer Erich Von Daniken yansılayıcısıdırlar. Teknoloji geliştikçe evrensel bilgiler de değişmekte, gelişmektedir. Dünya yuvarlaktır ve üstündeki engebeler, portakal üzerindeki pürüzler hükmündedir. Bu nedenle; kutuplarında bir çekilip uzatılmışlık yoktur. Eskiler dünyayı doğudan batıya uzanan bir düzlük olarak düşünmüşlerdir. Dünyanın çekilip uzatılmışlığı düşüncesine yol açan budur. Bu yüzden, Yaratıcı için “O doğunun ve batının Rabb ‘idir” denmiştir. Bu nedenle kuzeyin ve güneyin de Rabb ‘i olduğundan söz edilmemiştir. Bildiğimiz üzere; dünyada, eskilerin bildiği anlamda keskin bir doğu ve keskin bir batı yoktur. Yönler de her şey gibi görecelidir. Her yer bir birine göre doğu, her yer birbirine göre batıdır. Güneşin bir yöreye göre battığı yer, bir başka töreye göre doğduğu yerdir. Çünkü; doğan-batan güneş değildir. Bu; dünyanın güneş çevresindeki dönüşünün bir oluşumudur.
Ferhat Dede kısa bir süre soluklandı, sonra konuşmasını sürdürdü:
- Kendisine “Zülkarneyn” denen kimse; Makedonya Kralı II. Filip ‘in oğlu Büyük İskender ‘dir. “Karn” Arapça bir sözcüktür ve “Boynuz” anlamındadır. “Karneyn” “Çift Boynuz” demektir. Sözcük İngilizce ‘de de vardır. “Golden Horn” yani “Altın Boynuz” böyledir. Bunun, boynuzlu bir insanla ve uzaylılıkla ilgisi yoktur. Viking ‘lerin ve başka bazı savaşçıların başlarındaki taçlara-başlıklara yanlardan boynuz veya kanat taktıkları bilinmektedir.Büyük İskender ‘in tacında da boynuzlar vardır ve “İki boynuzlu” olarak nitelenmesi bu yüzdendir. “Yecüc-Mecüc” diye adlandırılan insanlar Orta Asya ‘daki Türk ‘lerdir. Bunlar, Çin ‘lilerle sürekli savaş halindedirler. Çin ‘liler, Türk akınlarından korunabilmek için ünlü “Çin Seddi” ni yapmışlardır. Zülkarneyn ‘in Yecüc-Necüc ‘e karşı yaptığı söylenen “Sed” bu seddir.
Ferhat Dede diliyle dudaklarını ıslattı:
- Tevrat ‘taki Tanrı ‘nın Yehova olduğu doğrudur ve Tevrat ‘a göre; adının Yehova olduğunu Musa ‘ya Tanrı ‘nın kendisi söylemiştir. Ben, kişisel olarak bunu kabullenmiyorum. Zira; Yahudilik yani Musevilik de, Müslümanlık gibi tek Tanrı ‘lı ve göksel bir dindir. Tanrı ‘yı tek olarak kabullenmişe; adının olamayacağını da kabullenmek zorundadır. Çünkü; ad, benzer varlıkları birbirinden ayırabilmek için kullanılır. Benim adımın Ferhat, senin adının Perişan oluşu bu yüzdendir. Tevrat ‘ın Tanrı ‘sının Yehova ve Yehova ‘nın da uzaylı olduğunu ileri süren o yazar, Kur ‘an-ı Kerim ‘in Tevrat ‘ı ve İncil ‘i doğrulayıcı olarak indirildiğini bilmez görünmektedir. Öyle davranması, Kur ‘an ‘ın Tanrı ‘sının da uzaylı var sayılması gibi tehlikeli bir düşünceye yol açar. Ki; hiç bir müslüman bunu kabullenmez.
Fehat Dede, sevecen bakışlarla ve tatlı gülümseyişlerle yaşlı eşine baktı. Perişan Nine, bulunduğu yerde elinde olmaksızın başını tartmakta, iki de bir irkilip kaldırmakta ve yeniden göğsüne bırakmaktaydı. Bunu görünce:
- Hanım. Diye seslenmek zorunda kaldı. Hanım, sen uyuyorsun. Haydi, git yatağına lütfen.
Perişan Nine, ağırlaşan göz kapaklarını açmaya çalışarak ve gülümseyerek yerinden doğruldu:
- Kusura bakma. Dedi. Gözlerim kendiliğinden kapanıyor. Gerçekten yatmalıyım. Sen de kalkıver; uykusuz kalma.
- Ben biraz daha oturmak istiyorum. Sen yat ve üstünü-başını iyi ört. Hava oldukça soğuk.
Yaşlı kadın, açık durmakta olan pencere kanatlarını kapattı ve çıkarken oda kapısında duraklayarak eşine baktı:
- Omuzlarına bir örtü falan versem mi?
Diye sordu. Ferhat Dede omuzlarına örtü-mörtü istemedi ve:
- Bana aldırma. Dedi. Üşümüyorum. Zahmet olmazsa; sen Parmak Çocuk ‘un kafesinin üstüne bir örtü örtüver; üşümesin.
Perişan Nine, bakışlarını kafesten yana çevirip kuşa baktı, gülümsedi, bir yerlerden etekleri işlemeli büyük ve güzel bir örtü çıkararak kafesi üstten alta perdeledi:
- İkinize de iyi geceler.
Deyip çıktı.
Ferhat Dede üst üste sigaralar tüttürerek bir süre gazete okudu. Sonra kalkıp odadan ayrıldı. Döndüğünde elinde büyük bir tabaka karton, bir elişi makası ve bir yapışkan bad vardı. Masaya onlarla oturdu. Bir süre karton kesip-biçti, katladı, yapıştırdı, küp biçiminde kapaklı bir karton kutu yaptı ve bu kutuyla oynayıp durmaya koyuldu.
Karton kutuyu masanın üzerinde bırakıp kalktığında ve duvardaki aplikleri, tavandaki elektrik ampulünü söndürerek odadan çıktığında vakit sabaha varmaktaydı.
Yatak odası sıcak bir kırmızıya bürünmüştü ve Perişan Nine hafiften horlamaya başlamıştı. Duvardaki ampulün ışığı altında yüzü pembe pembeydi ve ışık, yüzünün tüm kırışıklıklarını almış götürmüş, ona pürüzsüz bir yüz bırakmıştı.
Ferhat Dede, tüm yaşantısında belki de ilk kere olarak büyük bir mutluluk içinde soyundu, yaşlı olmasına karşın pijama falan giymedi ve külot-fanila katına karısının yanına girdi. Bir elini onun üstüne attı ve tatlı gülümseyişler içinde uykuya daldı.
Uyandığında körpe bir sabah güneşi, döşemeyi bir uçtan bir uca örten koyu renkli cicimin ilmeklerinde, nakışlarında mahmur mahmur esnemekteydi. Duvardaki aynadan yansıyan pırıltılar renklerden renklere bürünerek geniş yorganın sateninde geziniyor, karyoladan aşağı şerit şerit dökülüyor, koltuk pencerelerinin diplerinde sinlenmeye çekiliyordu.
Perişan Nine yanındaydı ve yatakta oturmaktaydı. Görünmeyen bacakları yorganın altında ve eskimiş elleri yorganın üstündeydi. Gözlerini yorgana iplik iplik bağlamıştı. Sırtı kambur kamburdu. Saçları dağınık, başı hareketsiz, göğsü sessizdi. Yanıt alamayacağından korka korka:
- Hey... Dedi. Sen ne yapıyorsun öyle? ..
Yaşlı kadın yavaşça başını ondan yana çevirdi ve kendisine, onu yeni görüyormuş gibi baktı.
- “Ne yapıyorsun öyle? ” dedim.
Diyerek sorusunu yineledi Perişan Nine acı acı gülümsedi:
- Bir şey yaptığım yok ki. Oturuyorum yatakta.
- Bunca yıllık hanımımı bilmez miyim? Kötü bir düş gördün ve onu yorumlamaya çalışıyorsun, değil mi?
Kadın, kötü bir şeyleri başından kovmak istercesine elini boşlukta salladı:

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 14.7.2005 14:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu