Ne bekliyor beni bilmiyorum?
Gecenin arkasında,günün kucağında neler var?
Önüme açılan kapıların ardında neler gizli?
Elem hangi renkte gösterecek kendini?
Takmadığınız başka maske kaldı mı?
Unuttum maskelerin altında kıvranan gerçek siluetlerinizi,
İnsanlar dünyaya çırılçıplak gelirler. O gizemli dünyadan bu aşikar dünyaya gelince; bir tek deri altına yazılmış iki satır yazı ile gelirler. Bu yazıda imla yoktur; silinmez bir mürekkep, kırılgan bir kalemle yazılmıştır. Ünlem- var oluşuna, soru işareti- hayatın akışına, virgül- yol ayrımlarına, nokta ise musallaya kazınmıştır…
Doğduğu günden ölüme hazırlar insanoğlunu. Kulağına okunan ezan cenaze namazının tedariğidir. Doğduğu günden biliniyorsa her şeyi ve herkesi bırakıp arkasına dönmeden çekip gideceği, hiç ölmeyecekmiş gibi donatılması '' neden,'' diye bir soru gelebilir aklınıza? Ama hayır! Kadere kurbanlar lazım. Kader, sahnesini insanlar üzerinde kurar ve doğduğu anda perde açılır…
İnsana,ayak verilir yürüsün diye, el verilir tutunsun diye, göz verilir görsün diye, akıl verilir her şeyi bilsin diye, sezgi verilir anlasın diye ve yürek verilir sevsin diye. Bütün bunlar ve bir çok şey toplanır bir ömürde, ama anahtarlar bir başka elde. Kimin hayatını yaşıyoruz biz? Kime itaat ediyoruz biz? Anahtarları tutanlar kendilerini tanrı ilan ederler kendi nezdinde. Benim bir tek yaradanım var. ''Ol'' deyip de olduran, bedenime ruh, damarlarıma kan sığdıran, türlü nimetleri ayaklarıma seren…
Ey yeri göğü var eden!
Ey ululuktan taviz vermeyen!
Değiştir şu yarım asırdır,
Anlıma yazdığın yazıyı.
Bak kanıyor her imlası, her harfi,
Sen asırlar öncesinden gelen süvari!
Atının ayağında bin yıllık sevdaları taşıdın bugüne.
Ben yağmur sularıyla oluşan gölet!
Ulaşmaya çalıştım atın mahmuzuna,
Bir akşam üzeri gözlerin düştü yadıma,
Arşınladı kanımı ateş düştü damarlarıma,
Çekilip yüreğimin kuytusuna
Kapıları bir bir kapatıp dünyanın yüzüne,
Göz yaşımda boğulana dek
Ağlamak istiyorum! ! !
Sövüp insanlığın gelmişine geçmişine
Duygularımı kusmak istiyorum ellerimle,
Gün oldu çağlayanlar gibi ağladım,
Toprak suya doydu da,
Ben gözyaşına doyamadım.
Gün oldu şuurumu kaybedene dek güldüm,
Kahkahalarımı gökyüzüne, sağır sultana duyurdum.
Hüzünlendim gamlarım Yakub’ a taş çıkardı.
Bu sabah bir gaflet uykusundan uyandım.
Yılmak yok!
Dolu dizginim.
Kim durdurabilir ki içimdeki coşkuyu?
Yüreğime akan çağlayanın yönünü,
Damarlarımda aşk ile dolanan kanımı.
Ah dostum ah!
Çaylak bir ressam gibi,
Griyi unutup,renkli düşler çizmişim hayatın tualine.
Usta bir ressam edasıyla,
Kapılmışım renk cümbüşüne.
Bir ket vurup hayat hanımın reva gördüklerine,
Geceyi dinliyorum,
Kör karanlığı,deli yalnızlığı,dayanılmaz acıyı...
İçimden sesler geçiyor.
Duyuyorum:
Bir anne ninni söylüyor,
Ey sabah akşam yüzüme vuran kekik kokulu, menekşe renkli,sarı sıcak meltem...
Ey rüyama dolup düşleri sefil eden,
Ey yüreğimin coğrafyasını derdest edip hüküm süren padişah,
Beni yüreğine çal!
Beni yosunun taşı sardığı gibi sar!
Beni cana, beni göze, beni söze al!
Dünyada bir tane Hayat Hanım olsaydı kahrı çekilirdi Nimet Hanım ,o kadar çekilmez hayat hanımlar var ki!
"Nedir şu hayattaki en büyük kazanım?" sorusunun benim için cevabı hep aynı olmuştur. Dost. Evet hayata olabilecek en büyük kazanım dosttur efendim. Canının yanına candaş olacak bir dost, ki böylesinin değeri bin ömre bedeldir. O dost ki haldaşındır, sırdaşındır, ruhunun ve dimağının doygunluğudur, ...