Tuzsuz ekmek, acımış su
Dağ başında yanık tende kalmış nem gibi
Kara gözlerinde fırtınasıyla Karadeniz’in
Özlem gibi, anneme hasret gibi
Damağımda bir tadımlık kaldın
“Sizin taptığınız benim ayaklarımın altında” Hallac-ı Mansur
Liseye gidiyordum. Bir gün tarih öğretmenim ders anlatırken şöyle bir cümle kurdu: “çocuklar, dünya üstündeki savaşların bir tek nedeni vardır: para” Çok zoruma gitmişti. Direk karşı çıktım. İdealler vardı, iyi niyet vardı, nefs-i müdafa vardı. Eğer insanlar savaşıyorlarsa bunun muhakkak akla yatkın, mantıklı, ulvi bir sebebi olmalıydı. Ders sonunda böyle olduğuna öğretmenimi ikna edemediğimde gözlerim dolmuştu, ağlamamak için zor tutmuştum kendimi.
Yıllar sonra dönüp baktığımda gerçeğin maalesef öğretmenimin dediği gibi olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Dünya üstündeki bütün savaşların tek sebebi: para. Büyük balık küçük balığı yutma çabasında. Keşke her şey bu kadar basit ve ilkel olabilseydi. İrade sahibi tek varlık olan insan keşke balıklar kadar masum olsaydı. Keşke bizler de içgüdüleriyle hareket eden ve iradesinden sorumlu olmayan balıklar gibi olsaydık. Ama değiliz (balık bir hayvan ve biz hayvanlar kadar bile olamadık) .
Firkatin bağrımda yara. Sen gittin ama ben duymadım ayak seslerini. Derdest edilmiş bir rüyanın anısına mısralar diziyorum hiç âr etmeden. Şairmişim öyle diyorlar. Evet şairim şiirlerim beş para etmese de. Deniz analarının istilasına uğramış şu karşımda duran duran denizden esen rüzgara karşı savurduğum sigaranın pis kokusunda özlemini çektiğim sadece annemin kokusu. Anne… seni çok özledim…
Yüreğimin çarpıntısı her geçen gün biraz daha artıyor. Ağrılar da cabası. Ciğerlerimi kaptıralı çok oldu sigara dumanına. Yitiyorum kaldırımlarını arşınladığım benim olmayan bu şehrin caddelerinde. Sahi… benim şehrim neresi…
En güzel şiirlerimi hep bir yıkıntının kenarına oturup yazdığımı bilmiyorlar. Hep isyan, hep hüzün… onlar bunu bilmiyorlar… hüznüme bir sebep daha…
Kır kanatlarımı
Yetim gecelerde
Sakla bağrında gözyaşlarımı
Bir sana ağlayayım
Tutamadım sözümü
Akşam oldu, yaktım yine şehrin bütün ışıklarını
şehrin tüm kuşları yarıda bırakmış güneşle dansını
gece sıcak yorgan tüm delilerin üstüne
zaman
ipini koparmanın vaktini çağrıştırıyor bilincime
yaralı sokak köpekleri kedilerle sarmaş dolaş
Sair: Üstad Sezai Karakoç
Seslendiren: BEN
Stüdyo: Benim vefakar pc.
Bu gece bir çivi daha çaktım yüreğime senden habersiz. Daha da sağlamlaşsın diye. Bir çivi daha çaktım çünkü yüreğine çakılacak bir çivi daha eksilsin istedim hiç olmazsa. Yağmurdan sırılsıklam olmuş yüzümün ardına gizlemeyi istediğim göz yaşlarım artık akmıyor. Çiviyi öyle sağlam çaktım ki, göz pınarlarımdan hiçbir yaşın akmasına izin vermemeliyim sırf sen ağlama diye…
Hüznün işgal ettiği satırlar şimdi bir ayaklanma içerisinde. Gelen zincir sesleri Yedikule zindanlarından kalma. Al da savur haydi bu isyankar duyguları. Gücün yetiyorsa çal duvarlara. Benim gücüm yetmiyor.
Kristal bir vazo gibisin, öyle narin öyle ince. Benim ellerim hoyrat, benim ellerim kaba. Dokundum ve sen kırıldın. Oysa bu gül yaprağından daha hafif gözlerinin hüznüne biraz sevinç katmaktan başka niyetim yoktu. Beceremedim. Ruhum öyle ağır ben öyle bulanığım ki hiçbir güzel söz hiçbir güzel bakış arındırmıyor karanlığımı. Sana benim karanlığımdan bulaştırdığım için öyle çok utanıyorum ki… senden parmaklarıma bulaşan hüznü de kirlettim. Kazanmayı istediğim bu hayat savaşında hile yapmayı öğrenemedim.
Dostum
Tut elimi
Hayal ve gerçeğin
Karıştığı düşlerin
İzdüşümlerine kurduğum kapan
Dilimi kanatıyor
-Duydum ki gidiyormuşsun
Arkana hiç baktın mı?
Gittiğin yerde
saçlarına
yağmur
yağar mı? -



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!