1. Hafî (gizli olanı) ki: Cezbeli; Hakk'ı sever, Hakk'ın emirlerini yerine getirmekten derin bir zevk alır ve sürekli daha derin bir haz kaynağına doğru çekildiğini hisseder.
2. Celî (açık olanı) ki: O, her an daha da inkişâf eden, daha da büyülü bir hâl alan, çok derin bir duyuş ve sezişle, O Mutlak Cazibedâr'ın cezbiyle, üns, huzur ve itminân tüten sırlı bir dünyaya müncezip olduğunu duyar ve hep meczup olarak yaşar.. tabiî, hâlden anlamayanlar da, onun hayatındaki televvünâta bakarak onu deli sanırlar. Bu hâl ve bu iltibâsı ifâde etmesi bakımından, Abdülaziz Mecdi Efendi'nin, cünûn redifli şu gazeli oldukça manidârdır:
'Cezbe derler bir cünûn vardır fevz-i emin Bundan eyler îtilâ bâlâya esrâr-ı cünûn'
Evet, cezbenin zâhiren cinnete benzeyen yanları vardır; ama yine de ikisi birbirinden çok farklı şeylerdir. Cezbe tecellileriyle halden hâle intikal edip duran meczubun idrâki, ya kayıp normal beşer idrâkinin altına düşer; düşer de, ondan hiss-i selim, akıl ve şer'-i şerifle tevfiki imkânsız haller zuhûr etmeye başlar.. veya yükselip âdî insanlar seviyesini aşarak öyle beşer üstü bir zirveye ulaşır ki, onun ötesindeki seyahatinde, hep elinde Sünnet meşalesi, hiss ü aklın önünde sonsuzluğa pervaz eder durur da, görenler onu mecnûn zanneder.
Heyhat! Aklın altına kayıp düşmüşlük ifadesi cinnet nerede; aklı, hissi tevfik-i ilâhînin yedeğine alıp sürekli onların önünde yürümek nerede.! ?
Cezbe, insanın özüyle irtibatlı 'ile'l-merkez=merkez çek' bir kuvve-i kudsiye tarafından, yine onun yaratılış gâyesine ve mahiyet ibresinin gösterdiği ufka doğru bir çekme ve cezbetme ise; incizap, ruha vârid bu davete, onun karşı koymadan 'severek, isteyerek geldim'demesidir.
Cezbe iki türlü olur:
1. Hafî (gizli olanı) ki: Cezbeli; Hakk'ı sever, Hakk'ın emirlerini yerine getirmekten derin bir zevk alır ve sürekli daha derin bir haz kaynağına doğru çekildiğini hisseder.
2. Celî (açık olanı) ki: O, her an daha da inkişâf eden, daha da büyülü bir hâl alan, çok derin bir duyuş ve sezişle, O Mutlak Cazibedâr'ın cezbiyle, üns, huzur ve itminân tüten sırlı bir dünyaya müncezip olduğunu duyar ve hep meczup olarak yaşar.. tabiî, hâlden anlamayanlar da, onun hayatındaki televvünâta bakarak onu deli sanırlar. Bu hâl ve bu iltibâsı ifâde etmesi bakımından, Abdülaziz Mecdi Efendi'nin, cünûn redifli şu gazeli oldukça manidârdır:
'Cezbe derler bir cünûn vardır fevz-i emin
Bundan eyler îtilâ bâlâya esrâr-ı cünûn'
Evet, cezbenin zâhiren cinnete benzeyen yanları vardır; ama yine de ikisi birbirinden çok farklı şeylerdir. Cezbe tecellileriyle halden hâle intikal edip duran meczubun idrâki, ya kayıp normal beşer idrâkinin altına düşer; düşer de, ondan hiss-i selim, akıl ve şer'-i şerifle tevfiki imkânsız haller zuhûr etmeye başlar.. veya yükselip âdî insanlar seviyesini aşarak öyle beşer üstü bir zirveye ulaşır ki, onun ötesindeki seyahatinde, hep elinde Sünnet meşalesi, hiss ü aklın önünde sonsuzluğa pervaz eder durur da, görenler onu mecnûn zanneder.
Heyhat! Aklın altına kayıp düşmüşlük ifadesi cinnet nerede; aklı, hissi tevfik-i ilâhînin yedeğine alıp sürekli onların önünde yürümek nerede.! ?
Cezbe, insanın özüyle irtibatlı 'ile'l-merkez=merkez çek' bir kuvve-i kudsiye tarafından, yine onun yaratılış gâyesine ve mahiyet ibresinin gösterdiği ufka doğru bir çekme ve cezbetme ise; incizap, ruha vârid bu davete, onun karşı koymadan 'severek, isteyerek geldim'demesidir.