Herkes gibi sabahın mahmurluğu üzerimizde iken işimize gücümüze gitmek için evimizden çıkmıştık. Şehirde herkesin bir yerlere yetişme telaşı olduğundan herkes acele ediyordu. Karayolundan karşıdan karşıya geçen yaya geçidinin trafik lambası kırmızı yanıyordu. Geçite varmak üzereyken kırmızı ışıkta bekleyen beş altı kişi daha fazla sabredemeyip , kırmızı ışığa rağmen iki şeritli kara yolunu geçip gittiler. Üzerinde iş elbisesi olan orta yaşlı bir bey yeşil ışığın yanmasını bekliyordu. Gayri ihtiyari olarak bak sen burada bekle atı alan Üsküdar'ı geçtiği gibi karşıya geçen geçti dedim. Haklı olarak bana kurallara uymamız gerektiği yönünde bir şeyler söyledi. Yeşil ışığın yanmasını bekledik ışık bir müddet sonra sarı ya geçmeyip kırmızı da yanıp sönmeye başladı. Yeşil ışığın yanmayacağını anlayınca kontrollü olarak karşıya geçmeye çalıştık ama bu seferde tirafik durmuyordu. Bir bayan sürücü yaya geçidinde durup bize geçiş izni verene kadar onun sayesinde karşıdan karşıya geçmiş olduk.
Bazen de kırmızı ışıkta bekleyen çocuklar ve ebeveynlerin o kısacık bekleme anında konuşmalarına şahit oluyorum. Yaya geçidinde yayalar için kırmızı ışık yanıyor, Burada dur kendini ve araçların güvenliğini tehlikeye atma demek, özellikle genç anne ve babalar bunu çocuklarına uygulamalı olarak anlatmaya başlarken. Trafiğin azaldığı ilk fırsatta karşıya geçen bir kişinin ardından kırmızı ışıkta bekleyen diğer kişiler de karşıya geçince, hevesleri kursaklarında kaldıklarını biliyorum. Çocuğun "anne baba bunlar neden kırmızı ışıkta yaya yolundan karşıya geçtiler?" Sorusunun cevabı olmadığını da biliyorum.
Sonra arkadaşa dedim ki bu hayatta kurallara örf adetlere kanunlara nizamlara uyanlar hep böyle bizim gibi arkada kalırmış
dedim. Bunca yılın verdiği hayat tecrübesi yaşadıklarımız gördüklerimiz duyduklarımızı göz önüme geldi. Aile terbiyesi dediğimiz kavrama dinin kuralları kanun nizamlara örf adetlere uyanların, halk deyimiyle bırakılan yerde otlayarak ömürleri geçip gidiyor dedim. Ve ekledim bu yaşam tarzından gayet memnunum. Aklıma sınavlarda çalınan sorular, batık krediler, hayali ihracat naylon fatura işe girmelerde, dönen torpiller hazine arazileri işgalleri, iş yerlerini fuzili işgal edenler, sınavlarda çekilen kopyalar v.s .
Sonra aklıma 40 yıl sigortalı sigortasız çalışıp bağlanan emekli maaşı yetmediği gibi sağda solda gündelik işlerde çalışarak ayakta durmaya çalışanlar geldi. Elli yaşından sonra kocasından boşanan kadınlar. çoluk çocuktan da fayda göremeyince büyük umutlarla geldiği ana evinden hayatta kimse kalmamış kalanların çoğu kez kendine faydası olmuyor zaten. Herkes zar zor geçiniyor, o yaştan sonra elalemin evlerine temizliğe git bakıcılığa git hayatta kalmaya çalış..
Oysa torun torba içinde yaşama zamanlarıydı el gün gibi.
Çoktandır kendisine yar seçtiği karşı mahalledeki kıza ne yapıp edip bu isteğini bir şekilde ulaştırmalıydı. Eğer olumlu cevap geldiğinde dünyalar onun olacak, Onu hemen ailesinden istetmenin yollarını arayacaktı. Kızlar ilk okul bittiğinde zorunlu olmadıkça Kendi başlarına bir yere çıkmadığından aklına amcasının kızına durumu açmak onun aracılığıyla yazdığı mektubu ona vermek geldi. Amcasının kızı ile bir evde kardeş gibi büyüdüklerinden ona bu sırrını söylemeye bir sakınca görmedi. Kandil ışığında, ay ışığında defalarca yazıp yazıp yırtıp ocakta ve sobalarda yaktığı mektupların birisi nihayet sevdiği kıza ulaşacaktı.
Bu yazdığı mektup kimbilir kaçıncı mektuptu, mektubuma başlamadan evvel selam ederim diye başlayıp bir türlü sonunu bağlayamadığı mektup. Yazdığı bir mektubu yine beğenmeyip yırtmış ocakta saç ayak üzerinde kaynayan tencerenin altına atmış, tamamına yakını yandığı hâlde bir kaç yırtık parçanın yanmamıştı. Birkaç gün birisi alıp yazdıklarından bir şey anliyacak diye neredeyse ödü patlayacaktı. O günden sonra yazdığı mektupları ya sobada yakıyor, yahut mahalleye uzak yerlerde ufak parçalara ayırıp birbirinden uzak yerlere atıyordu.
Nihayet mektubunu kıza ulaştırabilmiş Ondan da olumlu cevap almış dünyalar onun olmuştu. Evlenme çağlarına kadar bir iki yıl birbirlerine yangınlık çekeceklerdi. Artık uzaktan uzağa da olsa birbirlerini görmek için can arkadastılar.(yangunluk çekeceklerdi)
Mehmet ve Ayşe babasının guruplu olarak madende çalıştığı aylarda her ne kadar baba baskısı görmeselerde ailenin en büyük çocuğu olarak evin işlerini annesi ile birlikte yapmak zorundaydı. Hayvanların akşam dama bağlanması, köpeklerin yalı, hayvanların önüne yem saman atılması hayvanların taranması, damın kürünmesinden (kürekle tezeklerin temekten atılması) odun pallayıp ocaklığın yanına yığması misafir odasındaki soba ve ocağın her zaman odununu ve çırasını hazır etmesi gibi günlük işlerden artan zamanının tüm enerjisini sevdiği kızı görmek için harcayacaktı. Bu yüzden akşam olmadan köy meydanında onun evini göreceği odunlukta köy büyükleri ile birlikte sohbete katılmak akşam 19 haberlerini dinlemekti. Bu akşam da erkenden odunlukta günlük nöbetine başlamış şansına Ayşe anası ile samanlıktan saman almaya gelmiş önlerinden geçerken onların geçişini seyretmek dünyanın en baş döndürücü olağanüstü hali bu olmalıydı. Ah birde bir iki Kelime konuşma fırsatı olsaydı ama onunda saniyeler süren bakışı yüreğine işlenmiş bir birilerine ait olduklarını anlamıştı.
Zaman nasıl geçecek ne zaman sevdiği kızı babasından isteyecekleri o kadar Uzak zamanları gösteriyordu ki .... beklemekten başka çaresi yoktu. İlk okuldan mezun olalı iki yılı geçmiş artık akranları olan kız ve erkek arkadaşları tıpkı kendileri gibi birbirlerini bulmuşlar, akranları arasında konuşulmaya başlamıştı. Guruplu maden işçisi olan babasının boş gurubunda olduğu bir gün, akşam üzeri mandaları damdan çıkarıp boyunduruklamasını söylemişti ,karşı mahalledeki bir arkadaşına yeni yaptıracağı ev için yardıma gideceklerni söyleyince içine bir sevinç düşmüştü. Öncesinden ormandan ağaçları köklerinden yıkıp, ölçüp biçip balta ile dört köşe haline getirdikleri kütükleri, ev yanına çekmek için yardım edeceklerini söylemişti. Damdan mandaları teker teker çözüp yazıda (evin önü) yığılı kışlık odunlarımızın yanın bağlamıştım. Babam sayattan boyunduruğu getirip mandaları yan yana getirerek boyunduruğu boyunlarına bağladı. Öküz başı ipinin uçlarını mandaların ikisininde boynuzlarından boğmaca olarak bağladığı ipin ucunu bana vererek mandaların önünden çekmemi söyledi. Boyunduruğun ortasındaki kertiye koşma zincirini dolalı vaziyette mandaları çekmeye başladım. Babam bana tarlalarımızın bittiği yerdeki çatal derenin üzerindeki öküzcü sayvanlarının yanında beklememi söyleyip kendisi önden gitti. Ben mandaların önünden iplerini kah gerdirerek kah iplerini boş bırakarak mandaları çekerek babamın tarif ettiği yere vardım. Oraya vardığımda mektup verdiğim kız da öküzleri ile bizden önce gelmiş, benim gibi ona da babası bekle demiş. Arzuladığımız fırsat ayağımıza gelmişti, Kendi kendime tam konuşma zamanı geldi zannettim. Ne o bana ne ben ona bir Kelime laf söyleyemedik. Bir kelime konuşsak dünya alem bizi duyacak sanki tüm ağaçlar ve yaprakları ile birlikte bizi görecek ve tüm köylülere bizim birbirimize sevdalandığımızı ilan edecekti. Birbirimize sesimizi duyurmak için ben mandalara o öküzlerine ho, burda dur, ileri git falan diye komutlar veriyor bir yandan da gizliden birbirimize bakıyorduk. Tüm cesaretimi toplayıp mektubumu aldın mı cevabın evet mi der demez yukarıdan onun babası yanlarına gelmemiz için çağırdı, benim önümden yukarı doğru giderken belli belirsiz mırıldanarak evet dedi. Öküzlerini çekerek yürümeye başladı arkasından da ben mandaları çekerek köye gelecek ev yapımında kullanılacak kütükleri burçlarına kancaları çakarak hayvanlara koşup köye getirdik.
Sincap kıymık
Orman yine yapacağını yapmış hayvanların dayanışması olan alarm sistemi bu sefer geç kalmıştı. Bunda kimsenin suçu yoktu can havliyle kaçan dağ keçisi sürüsünün ardında en az onlar kadar hızlı kurtların gelişi rüzgar gibiydi.
Arkadaşlarının kıymık lakabını taktığı sincap ağaç dallarının çıkabileceği en üst dallarına can havliyle kendisini atmıştı ama o çok güvendiği dişlerinin arasından yer elması uçup gitmişti. Allah Allah dedi kendi kendine bu nasıl olur, şimdiye kadar dişleri ile bir sorunu olmamıştı. Bunu tehlike gelmeden önce arkadaşı kıymıye . "Ne kadarda keskin ve beyaz dişlerin var" dememiş miydi.. Aman Allah'ım kıymıye neredeydi. Can havliyle kim kimin nereye kaçtığını göremedi. Şimdi onu nasıl bulacaktı ya yakalandı başına bir şey geldiyse!! Kiminle yiyecek arayacak boş zamanlarını birbirine yapışık ikizler gibi kiminle gezecekti. Yavaş yavaş daldan aşağı inmek zamanı geldiğini düşündü ama korku dağları eritirdi. Yaprakların arasında gizlenme gereğini duymadan aşağı yukarı yan dalların arasına bakarak kıymıyeeee neredesin?.Diye seslenmeye başladı hay Allah ortalıkta da bir hayvan yoktu ki soraydı. Yavaş yavaş ormanın sakinlerinin önce seslerini sonra kendilerini görmeye başladı bu tehlikenin geçtiği işaretiydi. Kurtların korkusuyla can havliyle çıktığı ağaçtan o hızla bu sefer kıymıye için yere inmeye çalışırken küt diye yere çakılması bir oldu, kendinden geçmişti. Uyandığında kıymıye başına gelmiş patlayan dudaklarından kanı temizliyordu. Kıymıye ile birlikte bir kaç arkadaşı da başına toplanmış durumunu merak ediyorlardı ön dişinin birisi hem de en işe yarayan dişi sanki aşağı doğru ağzından çıkacak gibiydi.. Canı o kadar çok yanıyordu ki kıymıye demesiyle gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Kıymıye arkadaşının ağız durumunun kötü olduğunu görünce ondan ayrılmayı düşündü. Öylede yaptı. Hiç bir şey söylemeye gerek duymadan usulca çekip gitti. En az benim kadar kurnaz olduğunu biliyordum dedi tilki. "Ben 60 yıldır arkadaşımdan ayrılmadım" dedi karga, "yaşamalısınız" dedi. Keçi "yaşama umudun en az benim kadar inatçı olmalıdır" dedi az sonra diğer hayvanlar ve sincaplarda başından ayrıldılar. Şimdi yaralı ve yalnız ve aç acınacak haldeydi. Durumuna o kadar üzülüyordu ki kendini ormanın en görünür yerine atıp kurda kuşa yem olmayı istedi. sonra gözlerini yeniden açtı hâlâ yaşıyordu ve hala yaşamak güzel dedi. Düştüğü yerden kalkması kendine güvenli bir yer bulmasının iyi olacağını düşündü yarı baygın her tarafı acıdan kıvrana kıvrana gözüne kestirdiği bir ağaç kavuğuna sığınmak için ağır aksak yürümeye başladı fazla gidemedi kendini yere bırakmak üzereyken iri bir geme "sincap kardeş bırakma kendini seni yuvamıza getireceğim". Sürümüzün bilgesi seni iyileştirir dedi üzülme".
Yuvaya nasıl gitti onun yarasına kim baktı hatırlamadı sadece uyandığında dişlerinin eskisi kadar sağlam olduğunu fark etti onu geme sürüsünün bilgesi kocageme ilaçları ile tedavi etmişti. O kadar zayıflamış o kadar zayıflamışdı ki bu seferde açlıktan adım atacak hâli yoktu. bilge gemenin yanına gitti teşekkür edip ayrılmak istedi fakat bilge geme hayır henüz tedavinin sonuna gelmedin biz ne zaman git dersek o zaman gideceksin dedi kıymık kendi kendine düşenin de dostu olurmuş dedi ona ne mırıldanıyorsun dediler hiç dedi aklıma kıymıyenin vefasızlığı geldi diyemedi. Sizlerin hakkını nasıl öderim dedi ve iyileşene kadar misafir olarak kaldı. Bir sabah yarı baygın geldiği geme evinden sağlıklı bir şekilde yuvadan çıkıp kendine ayit hayatının diğer kalanını yaşamaya başladı...
KIZ ANA
Bakmayın nüfus cüzdanında ne yazdığına
Adına şanına boyuna soyuna sopuna
Kızılcakese (Akçasu)
Sana gelmek kolay değildi öyle
Fizan kadar uzaktaydın bize
Gidilemez di her aklına düştüğünde
ÇAYLAR KUYUSU
Sen Edgar Po’yu okuyadur sıcakta
Asıl büyük korkular dolaşır bu ocakta
Kozlu’da İncir Harmanında Çaylar Kuyusu
Çalışıyor kömürü uyandıran insanlar
Damla damla dolarken yüreğime
Rüyamı gerçek mi şaşırsın
Geçip giden senelere
Nefes nefes tutuldun bende
Yerleşmişse yüreğinde
Kömür kentinde
Bir kez doğulur
İki kere yaşanır
Bu İki katlı şehirde
Kömür Mükellefiyeti
Sicim gibi uzanan kollarındaki avuçlarına
Üflesen yıkılacak bedenine
Bir kiraz ağacının dallarına
Salınır meyve gibi gelir rüyana
Kapatır gökyüzünü insan salkımı
El sallar yüzlerce yıl kilometreden
Uzaklık yakınlık dün bu gün
Buluşmuş meydanda söyler türkülerini




-
Metin Solak
-
Metin Solak
Tüm YorumlarEvet insana keşke seneler önceki durum hiç değişmeseydi olmasaydı şu teknoloji meknoloji dedirtecek dizeler tebrikler efendim
Allah böyle acılar göstermesin birdaha. Dmuyarlı yüreğinize sağlık