Sanat bir saltanat.
Evrende galaksilerden yazılı bir isim.
İnsanın çıkarları çıkmaza sürükledi duyguları.
Yaşadığı yeri terk eden insan vicdanı.
Vicdanlarımız bizi terk etmiş bir elveda demeden.
Toplumun efendisi yöneten değil hizmet eden…
Buram buram sevda türküleri yanar bu ateşte.
Eline yapıştırır silahını Mehmet’im damlalarca alın teriyle.
Bir damla daha fazladan sarılayım anama derken,
Henüz yaşamı yeni çözmüş, iyi ile kötüyü birbirinden elerken
Kahpeler mayın döşer yollara Mehmet’imin kollarını ondan almak için.
Mehmet’imin anasına sarılmasını engelleyen bu nasıl bir kin?
Yaşam işte, kimini şair yapar kimini şiir.
Gözlerin kapalıysa sıradan bir taş, altın da gelebilir.
Aşk görünmez mi gerçekten.
Mikrop da gözle görünmüyor,
Hastalık kaparsın aşkın dişlerinden.
Kalbin damlar gözyaşı adı altında.
Birgün mutlu olmak için kendimi her gün mutsuz ettim bilmezsin.
Damara dayandı her bir başkasına sarıldığında kalınlaşan izin.
Damar da sensin iz de,
Bildiğim de sensin giz de…
Sen seni seven için bir mimiğin bile önemi nedir bilir misin?
Kaderim kadar belirsiz, kederim kadar derinsin.
Canavar: Kapital Sistem
Toprak: Halk
Meyve Dalı: Liberal Özel Sektör
Meyve: Sermaye ve Ürün
Bugün canavarın masasına bir meyve tabağı daha konuldu. Canavarı doyuran bu meyvelerin dalları gelisimleri süresince gerekli mineralleri topraktan aldı ve minarellerini karşılayan toprağı hep yukarıdan izledi. Toprak ise beslediği meyvelerin dallarına imrenip onlar gibi olmak istedi. Meyvelere ve dallara ulaşmak isteyen toprak kendi arasında rekabete başladı. Bir düzlük olan zeminde çukurlar ve çıkıntılar oluşmaya başladı, topraklar arasında uçurumlar oluşuyordu. Bu durum canavarın hoşuna gitti. Çünkü toprak bu haliyle sürülmüş toprak halini almıştı (kimi yukarıda kimi aşağıda) ve sürülü toprak daha fazla meyve oluşumu manasına geliyordu. Bu durum meyve oluşumu açısından iyiydi ama topraklar arasında derinlik arttıkça durum toprak için olumsuz bir hal alıyordu zira toprağı derin sürmenin toprağa zararını çiftçiler bilir. Ara sıra meyveler çürüyüp kendini besleyen toprağın yanına düşüyordu. Bazen ise dallar kuruyup yukarıdan baktığı toprağın bir parçası oluyordu. Ama genel anlamda canavarın karnı doyuyor ve doydukça açlığını daha fazla hisseder hale geliyordu. Ara sıra toprakta meyvesiz çiçek açan bitkiler yetiştiğinde canavar bunları yiyemeyecegini bildigi icin kökünden koparıyordu. Aynı muameleyi çürük meyve veren bitkilere de defalarca yapmıştı. Onun istediği sadece karnını doyurmaktı ve toprağı yiyemeyecegini bildigi icin onu meyvelere giden bir aracı olarak kullanıyordu. Aynı zamanda meyveleri beslemeyen çakıllardan ve taşlardan toprağı uzak tutuyordu. Toprağın da gönlü olsun diye toprağa ara ara su tutuyor ama yine de bu durum topraktan gelen fikirleri engellemiyordu. Birgün toprak canavara, toprağın içinde yetiştirilebilecek meyvelerden bahsetti; fakat canavar bu teklife sıcak bakmadı çünkü toprağın üzerinde yetiştirilen meyveler daha tatlıydı. Canavar yediği meyvelerin çekirdeklerini tekrar toprağa attığı için meyve sayısı giderek artıyor; ama bu durum canavarın toprağa ithal meyve fidanları dikmesine engel olmuyordu. Toprak kendi meyveleri ile uğraşırken artık ithal meyvelerle de uğraşır olmuş, bünyesinde bulunan ve meyveleri beslemek için gerekli olan mineralleri zamanla kaybolmuştu, toprak açıkcası can çekişiyordu. Yine de yukarıya baktığında gördüğü meyveleri yıldız olarak hayal ediyor, onları mitleştiriyor ve birgün kendisinin de meyve veren bir dal olacagını hayal ediyordu. Canavar ise sırf rant için toprağı başkasına bile devredebilirdi, toprağın altında ne olup bittiği umurunda değildi, orada bir hazine olduğunu hiç sanmıyordu. Midesi büyüdükçe acıkan canavar biliyordu ki meyveleri ölebilirdi ama toprak ölümsüzdü, bu yüzden meyve ağaçlarının üzerine titrerken hep toprağı hor gördü, ezdi, çiğnedi, kazık çaktı… Toprak olmasaydı meyvelerin ve kendisinin olmayacağını biliyordu; ama bundan daha önemli bir bilgiye sahipti: Bunu toprağın bilmediğini de biliyordu. Kendi engebesini ve yükseklik farkını kendi yaratan toprağın üzerinden bir daha asla mutluluk araçları toprağın düz olduğu zamanlardaki gibi geçemedi, hep sarsıldı.
Ben başımı eğdikçe senin gururun şaha kalktı.
Sigara içmek öldürüyor
Peki ya senin yaptıkların çok mu farklı?
Canım sigara istediğinden başlamadım ben.
Ben seni istediğimden…
Sigaramın ucu gibi alev alevdi bakışların.
Ayrılığın bana bir yükse taşırım sırtımı kamburlaştıran bu yükü.
Yükünü sevdiğim, dilim dön demekten başka bilmez ki bir sözü.
Sen beni sensizliğe hapset, ben seni kalbime hapsedeyim.
Hala anlamadın mı, ben sana sevgimi kiralamadım, verdim.
Sende kaybolan benliğimle saklambaç oynuyorum
Ve henüz sobeleyemedim.
Şeytan, putlarına yuva yapmış göğsünüzdeki Kabe'yi.
Atomdan galaksiye döner tüm bir evren semazen gibi.
Yılmadım, yeri geldi çamura nurdan bahsettim.
Dinledi ve "Ne kadarı su, ne kadarı toprak" dedi.
Hayat yaşam ekinleri ile ekilmiş çorak bir tarla.
Kadın bir adamı kendi canından çok sevdi.
Daha önce hiç kimseyi böyle sevmemişti.
Adam ondan canını istemiyordu.
Önce sevdiğini söyledi kadına ve kadının ruhuna değdi.
Sonra kalbine aşk, zihnine gelecek koydu.
Kadının kalbi, beyni, ruhu adamın zerreleri ile doldu.
Anlamsızlaştı tüm gayeler.
Öteleri sorgularsın da yoktur gökyüzünden bir haber.
Anlamsızlık başkan, manalar üye oldu.
Aklım bir gezegen ölüm ise uydu.
Çalışmak için yaşayan, makine dişlileriyiz.
Onca derde yaşamak pahasına göğüs germek bir giz.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!