MOR ŞİİRLERİ

MOR ŞİİRLERİ

Çocuk

Mor sokaklar gözlerimde
Köşede sakin köpek
Kendi halinde
Kendince

Hiç bilmezdim böyle
O sessizliğin içinde....
..

Devamını Oku
Güliz Ardilli

Bugün her yer sessiz,
Deniz suskun gök suskun,
Kuşlar cıvıldıyor ama.
Sarmaşığım mor bir çiçek açmış.
Mor bir çiçek karşımda.
Suskun ve serin denize bakıyorum.
Kuşların sesini dinliyorum.
..

Devamını Oku
Duru Cihan

Kırmızı, sarı, mor, pembe, turuncu, mavi, yeşil
Her renk güzelleştirdi dünyamızı
Renkler olmasaydı dünyamız ne hale gelirdi diye herkes düşünüyordu belki
Renkler dünyamızı güzelleştiren bir ışık gibi parlıyor
O ışık gelirse kalbimize gelecek
..

Devamını Oku
Emirhan Bala

Çekip gideceğim,
Mor gecelerin duygusallığında,
Ne Titrek gölgeler,
Nede Korkak yürekler,
Olmayacak peşimde..
Sıyrılacağım,
İçimdeki sığınağın kapısından,
..

Devamını Oku
Sevinç Başbuğ

Turuncuymuş gibi Saman yolu, geçiyorum adını bilmediğim caddelerden. Evimin ılık ve sessiz koridorları gibi benimsiyorum Arnavut kaldırımlarını bir başıma türküleri özlerken. Kurşuni rengini seviyorum dalgaların ve derken çocuk gibi gelip geçiyor zaman bazı parmaklıkların ardından içinde üşenip de yazmadığım satır satır şiirlerle.
Ailemin içimi ısıtan kağıttan gemileri ve çok sevgili ağabeyimin ruhundan içime eriyen ezgileri ve dostlarımın rengarenk sevda çiçekleri... Eflatun, lila, mor gibi düşlerim salınırken salıncaklarda rüzgara sarılıveriyorum hasretim buram buram...
Etrafımı saran sevgi selinin içersinde huzuru yudumlarken hızına yetişemiyorum dışarıda akıp giden kalabalığın ve ben de onlarla beraber koşturmaya başlıyorum öğrenerek, öğretmek uğruna; ellerle bir olup iki elden daha çok ses çıkartmak için.
Kanatlarında hayatın sırtına binmişim devasal bir kuşun. Sımsıkı yapışmış tüylerine bir güneşten bir diğer Aya süzülüp, yüreğimi ağzıma getirip, yaşantılar öğütüyorum; öğütleniyorum.
Bilmediğim dünyalar kadar çok dünyanın içersinde, sarıymış gibi güller dışarıdan gelen akardiyon sesinde hayatı seviyorum, biraz çay, biraz simit yapıyorum...
..

Devamını Oku
Ünal Beşkese

Bir İstanbul Nostaljisi: 'En Son Çıkan Şarkılar, 25 Kuruş'

Henüz, İstanbul'un, asfalta, betona ve arabesk kültüre esir düşmediği yıllardı. İstanbul sokaklarının, insana duygusuzca bakan, asfalt kaplı yüzleri yoktu. Eğri büğrü arnavut kaldırımıydı ama, kenarlarını dantel gibi süsleyen, yılların dostluğuyla kol kola girmiş ahşap evler, konaklar ve bahçe duvarlarından sarkan leylâklar, mor salkımlarla, daha şirin, daha sıcak, daha içten ve bizdendiler.

Sokak sakinleri, öylesine benimsemişlerdi ki sokaklarını, her sokakta 'Çöpçü' denen, elinde uzun saplı bir faraş ve çalı süpürgesiyle gün boyu sokağı temizleyen, üniformalı bir temizlik görevlisi bulunmasına rağmen, herkes, sokağın, kendi evinin bir parçası gibi gördüğü yakın bölümlerinin temizliğine itina gösterir, katkıda bulunurdu. Hattâ, hemen her evin bahçesi varken, çocuklar da, çoğunlukla, ortak bir bahçe gibi gördükleri sokakta, eğri büğrü taşlar üzerinde küçük bir lâstik topla, o da yoksa bazen bir çam kozalağıyla maçlar yapar, türlü oyunlar oynarlardı. Trafik veya kötü niyetli bir yabancı gibi tehditler de olmadığından, babaların iş dönüşü saatlerine kadar, sokak, çocuk cıvıltılarıyla dolar, daha bir şirinleşir, şenlenirdi.

Çocuklardan sonra, bu sokakların en sadık müdavimleri, seyyar satıcılardı. Küfelere yerleştirilmiş damacanaları at arabalarına doldurup, uzak membalardan evlere içme suyu getiren sucular, özellikle sıkça yaşanan su kesintilerinde hayrat çeşmelerinden doldurdukları tenekeleri ellerinde taşıyarak, büyük eziyet karşılığı küçük ücretlerle evlere dağıtan sakalar, yine elde taşıdıkları güğümlerle bebeklerin süt gereksinimi hiç aksatmadan karşılayan 'sütçü amca'lar, hakîki Silivri yoğurdu satan çıngıraklı yoğurtçular, torbalı eskiciler, kalaycılar, bileyiciler, bir merkebin sırtına maharetle yüklediği altı-yedi küfeye, yerli bir bostanın tüm tazeliklerini sığdıran zerzevatçılar, kış geceleri bozacılar, yaz günleri kar gibi temiz ve beyaz donanımları içinde, bugün hiç bir lüks pastanede bulamadığımız hakîki saleple yapılmış gerçek dövme dondurmalarıyla, dondurmacılar...
..

Devamını Oku
Neşe Ustaosmanoğlu

Hayal ile olmasını arzu ettiğim tüm umutlarım aralık göz kapaklarımda ve Laciverde boyalı kirpiklerim gölgesi biraz buğulu, biraz sisli İstanbul gibi. Dudaklarım titrek, gözlerimde iki kristal ha düştü ha düşecek yalnızlığımın içime akması gibi duvarlara çarpıyor sensizliğim ve sonra bir tokat yanaklarım kanıyor…Yaslıyorum sırtımı sana benzettiğim bu şehre seyri aleme dalıyorum ve sanırım en çok bu halini seviyorum bu şehrin Gecenin matemi siniyor saçlarıma yokluğun kapı eşiğimde nöbette sanki …sanki…saçlarının kokusu penceremde, içimde tarifi mümkün olmayan bir sızı ta! ...parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum mor rengin her hali bileklerime kahpece düşüyor korkarak kapatıyorum gözlerimi. “Sana” biliyorum oyun oynuyor aklım bana işte yine karşımdasın mavi gömleğin var yine üzerinde ilk iki düğmesi açık ve tamda sol yanında bir boşluk ığıl ığıl sessizce bir ırmak akıyor çıplak ayaklarına, dolgun dudaklarında yine o masum güvercin oturuyor ve gözlerin her zamanki gibi İstanbul’a benziyor.
Nefretle / özlem – ihanetle / masumiyet arasında ki o ince çizgi gibi sensiz bu şehirde yaşamak. Kaç hançer darbesi vurdum yüreğime, unut…unut ihanet düşmüş bu aşka diye ama kime bu dil dökmeler? Kaç ayna parçaladım kendi kendine yalan söyleme diye, bin ısırık izi dudaklarımda anmasın adını diye naçar kaldım ey sevgili duy beni yaşanmıyor sensiz yedi tepeli muammalarla bezeli, yarısı sana yarısı bana benzeyen bu şehirde.
Şimdi senden sıyrılma vakti usulca aralıyorum göz kapaklarımı çırılçıplak karşımda yine tapılası şehir. Kadehimde kalan son yudum yırtarak iniyor içime ve iyi geceler deme vakti geliyor “size” iki gözünden öpüyorum İstanbulsun sen biliyorum. Bir elimi galata ya uzatıyorum bir diğerini kız kulesine ve sımsıkı sarıyorum sana hasretliklerimi tenine akıtıyorum. Gece veda etmek üzere bize usulca güneş salınıyor maviliklerde, irkiliyorum gerçeklerle bitti(m) bitti(niz) artık gerçekler doğan günle göz kırpıyor en cilveli hali ile ve buluşmak üzere bir sonraki gece.
..

Devamını Oku
Yasemin Yarar

Ibrahim Sarıaltın kızıl ötesi, mor ötesi ışık hızında değdin ya gençliğime kraterler gölet oldu gözlerimde. Çarçabuk vardın oraya, çarçabuk varmak istiyorum yanına. Ibrahim bu en güzel kelime putların, tabuların devriliş sesi gibi. Yanında küçük oldum, yanında dinleyen oldum, bilmeyen oldum. Su sesini dinlemek, yıldızı güneşi görmek oldum. Aksayan atımlarım hızlanırdı hep ama o hıza varmak haddime değildi. Zaman akıyor di’li, miş’li geçmişler arasında bir ışık gibi sızmak en güzeli..
Gençlik imparatorluğumuzun şövalyelerinden birini kaybetmişiz; // acıyorsam sana anam avradım olsun ama aşk olsun sana çocuk aşk olsun! ! ! //.
Omuz omuza olduğumuz arkadaşların her biri tek tek giderken dik yürünmüyor.
86 yazında sınavı kazandığını söylemen en güzel haberdi; 30.1.2000’de en kötü haberi verdin;
İbrahim iki kelime; yer kaygan, zaman kaypak İbrahimsizde yaparlar elbet!
..

Devamını Oku
Reşit Akdağ

Sen bilmezsin bizim dağları!
Bembeyaz, apak, soğuk mu soğuk kar’ısı vardır…
Kırmızı, yeşil, mavi, beyaz,
İlle de dallarda sarısı vardır…

Bir değil, üç değil, her yer dağdır dağ!
Zirveleri siste ve yapayalnızdır…
..

Devamını Oku
Münevver Erilmez

Bahar gelmiş neyleyim,

Bedende güç, kuvvet olmayınca.

Mor dağlarda açmış çiçekler,

Uçuşur kelebekler, böcekler,
..

Devamını Oku
Erhan Kartal

Bir kadın öldürdüler sokakta

Alı al mor mordu kanının

Öylesine dişi kokuyordu sokaklar


..

Devamını Oku
Yusuf Sinan Berber

Adını görünce, balonu olan çocuklar gibi adımlarım
Adının harflarini doluyorum parmaklarıma
Mor bir ipe dolanmış, morarmış parmaklarım
İpin ucun da, rengarenk sen...
İpin ucun da, dilekten balonlarım
..

Devamını Oku
Yusuf Sinan Berber

İçimde ki mor kiraz ağaçlarından,
Mavi çilekler toplayan,
Sarışın, kıvırcık saçlı kız çocukları var,
Anneleri olmayan...
ayaklarının baş parmaklarından öpüyorum onları...
Anlayamazsınız!
..

Devamını Oku
Hüseyin Atacan

Çek ey insan kirli ellerini rüyalarımdan
Bir melek saflığı var şimdi ruhumda
Mor yıldızlar dökülmeden semanın avuçlarından
Ve kana boyamadan gözlerin her yeri
Çekil git buradan!
..

Devamını Oku
Selahattin Yetgin

Yorgun bir aşkın seyir defterine adını yazdım, hüzünler ektim bekleyişlerin ovalarına
Acının sargılarını değiştirdim her mevsim, ırmaklar boyadım ah sevdanın fırçalarıyla
Yangınlar biriktirdim seni özledikçe, geçtim ulaşılmaz çağlarını sabrımın fışkınlarıyla
Yalan bir ömrün gölgesinde bekledim seni, kavruldum sönmeyen sevda yangınlarıyla


Yorgun yılların yol dokunuşlarıyla sürüp içimizdeki emsalsiz sevinçleri uzaklara bir kol ararız bedenimizi saracak, çocuk mutlulukların terkisinden toza bulanmak için. İç dökülüşlerimizin sureti yansır ah aynalarda, kırık bir şarkının dimağındaki hıçkırıkları duymak için. Oysa, aynı yaşamın içinde kırık bir akşamüstünün düşünsel nidasına avuçlarımızı uzatınca dalar gideriz dünlerin suskun günlerine. Bir çığlık asılır gölgemizden, umarsız gülüşlerin parklarına çocuk gölgemiz sokulur ve içimizdeki o dingin yaşanmışlıklar hüzünlü bir şiirde son bulur.
..

Devamını Oku
Özlem Bogner

Mor beyaz bir sabahın sesinde
Sisler arasından gelir elini tutar
Dudağına ıslak dokunurum
Anıların kıyısından topladığım
Pembe çakıltaşları yanar ellerimde
..

Devamını Oku
Hasan Parlak

Beter mi? beter bir kuş ulamakta.

Bak görüyormusun gokyuzu düstu avuclarimiza
mor ciceklerin seviştiği bahçamizda.

Oysaki biz ciplak ayaklarimizla basardik
herdem yesil umutlarimiza.
..

Devamını Oku
Sabiha Serin

Deli bir rüzgâr gibi gelip geçti ilkbahar
Gönül telimden söyler, saçlarıma düşen kar
Şu koskoca kâinat, sensiz her gün daha dar
Ey benim kır çiçeğim, gül nakışlım nerdesin


Bana kastın ne felek, soldurdun gül yüzümü
..

Devamını Oku
Mustafa Yılmaz 4

Gideceksin yine...

Her gidişinden farklı bir gidiş olacak biliyorum...

Ellerini özleyeceğim, bakışlarını sesinin tınısı...

Farklı bir gidiş olacak bu sefer, ellerinin kahredişli sıcaklığını da yok edip gidecek avuçlarımdan.
..

Devamını Oku
Hacer Gezer

FİRUZEYE MEKTUP

Birazdan güneş doğacak,hava aydınlanacak.Bitmek bilmeyen gecenin sabahı öğütülen zamanda, ruhumda bedenimde bırakılan izler küle dönmüş enkazın altında yeni bir gün başlayacak. Yıllar boyu araladım tülü, saadet güneşi doğar mı içeriye diye. Beyaza inat katran karası Firuze…. İnsan anatomisinde ne kadar damar vardır bilmiyorum.Ama benim içimden kopan teller.Gün geçtikçe beni bin parçaya bölüyor.Göz pınarlarımdan akan yaşlar kuruyacak ve gün ışığına hasret kalacağa benziyor.Ağacı kurt insanı dert yer der atasözü.Çok doğru, dertler zinciri beni halkaların içinde aldı.Kopmuyor ki bir zincir kurtulayım çemberden.İçim acıyor, göğüs kafesim sızlıyor Firuze….Acılar vardır isot acısı…Hem tatlı hem acı. Acılar vardır yürek acısı dil yarası. Boğazım düğüm düğüm, şarkılarda türkülerde gider gelirim uzak diyarlara. Kara tren gecikir belki gelmez.Trenden inecek yolcum yok, halimi soracak bacım yok.Denizlerde boğulan mı.Kaderde mi deseler.Tabii ki dert deryasında derim Firuze…. Sükut altındır deyip susmaktan, kaz gibi tüy tüy yolunmaktan. Yazın yanmaktan, kışın donmaktan yoruldum. İyi niyet değirmenlerinde dönmekten. Geleceğin çizelgesini çizmekten. Evren ağaçlarında ki meyvelerin çekirdeklerini taşımaktan yoruldum.Yaralı ceylan olmama rağmen, kürek kürek toprak attım acılarıma.Alev alev yanan kalbime hançerler saplanırken sevgi bantları ile bağladım akan kanlarımı Firuze… Terk edilmenin acısı beni yiyip tüketirken açtım gözlerimi yüzlerce yüzbinlerce.. Her açıp kapatıkça unuttum hançer yaralarımı. Sevgi aradım Firuze… Her gecenin sabahı vardır. Elbette bende çıkarım gün ışığına.Bende unuturum acılarımı diye avunuyorum.Rütubetin koktuğu, güneşin görmediği, kuşun uçmadığı, kervanın geçmediği bir yerdeyim. Düşlerim kum taneleri gibi ufalanıp gidiyor.Öyle özledim ki dalına yağmur vurmuş bir gülü koklamayı.Dumanlı dağların sabır taşlarında.Kar yağarken mor dağların ucunda.Efkarım sert tütünlerde yıkanırken kinlendim karanlık gecelerde.Soğuk kaldırım taşlarına haykırdım. Kırık bir mızrak kurcalarken içimi. Yalnızlık içinde taradım kimsesizliğimi Firuze… Çiğ gibi yağar gözyaşlarım her gece. Göklerin tomurcuğumu yoksa yüreği geniş kristal çiçeği miydim? Kayboldum ayak izlerinde. Devleşen dalgalarla alabora oldum bir perdelik sahnede. Canımdan usanmaktan dallarımda solmaktan.Saçlarımı yolmaktan yoruldum. Musalla taşına konmak istiyorum. Konmak istiyorum Firuze…
..

Devamını Oku