Meclisteki son bardak olayından sonra, tedbir olarak, meclis kürsüsüne cam bardak konulması yasaklandı…
Onun yerine ağzı kuruyan vekillerimiz için, bardak yerine, onlara yabancılık çekmeyecekleri bir ucu hayrat çeşmesine bağlı, hortum konulması uygun görüldü.
36-1= 35 bağımsızlar adına söz alan, adı söz ustası olarak da anılan Süreyya Sırrı Önder AK Parti vekillerine, kendi güvenlikleri için ve aynı zamanda sertleşen havayı yumuşatmak için esprili bir konuşma yaparak ‘’Önümden şu hortumu çekin ne olur ne olmaz! ’’ diye uyarıda bulundu…
Bu öneri ile, Kaplan örneğinin tekrarlanmaması için, bilinç altının hamlesini boş bırakmak isteğini belirtti ve aynı zamanda, o koltukların boş kafalarla dolu olmasının doğurabileceği felaketlerin uyarısını yaptı…
Kendine güç verdiğimiz derviş
Koruyucu kanatlar yerine
Yok edici silahlar edinmiş
Öyle çok inmiş ki derine
Karanlıkta insanlığını kaybetmiş
Ulaşılmaza duyulan o sonsuz aşk
Neler yaptırmıyor ki insana…
Öldürüyor, ölüme gidiyor koşarak
Kıyıyor, kendi gibi düşünmeyen cana.
Bekaretlerini hiç yitirmeyecek olan,
Ensar vakfı! Ensar vakfı!
Birilerinin tecavüz hakkı
ERK özgür, kadın köle
Bu nasıl adalet böyle?
Kadın öldürülüyor
Halkın kurtuluşu
ölmek için savaşıyor.
THKO-CP
savaşmak için ölüyor.
Savaşan savaşana,
Ölüp savaşanlar
Evet ‘’7 Haziran’’ seçimleri 35 yıllık faşist darbe barajını, Kürtlerin önüne engel olarak konulan barajı yıkmakla tarihimizde önemli bir sayfa açmıştır. Özellikle Kürtlerin diyorum çünkü Komünistlerin önünü kesmeye yüzde birlik baraj bile yetiyordu. Kürtler bu noktaya gelebilmek için çok kayıp verdiler, çok acı çektiler…
Seçim barajından daha da önemli bir olay daha var ki, bana göre seçim barajından daha önemli, büyük ölçüde Kürtlere karşı beslenen önyargıları yıktı, son iki seçim. Terörist olarak, lanetli olarak yıllardır beyinlerimize işlenen, en güçlü iletişim araçları ile yetmiş milyonu Kürtlere karşı rabotlaştıran ve bu düşmanlığı kendi iktidarlarını sürdürmek için kullanan egemen güçlerin yalanlarını fiili davranışları, yazıları sanatları ve eylemlerindeki samimi barışçı davranışları ile göstererek önemli ölçüde yıktılar. Önyargılar ki yıkılması en zor olan bir şey… Faturası çok pahalı olmasına rağmen bunu ısrarla sürdürdüler.
Çocukluğunu yaşayamamış, yaşayamayan bir halk. Daha 12-13 yaşlarında hedef alınarak infaz edilen, cezalandırılan, mücadeleye girmek zorunda kalan, dili ve eğitimi önemsenmeyen ve baskılarla ucuz işgücü olmaya zorlanan bir halk…
Çocuk yaşında olgunlaşan, mücadelenin en olgun karakterleri olan Kürt gençlerinin ve analarının zaferidir bu…
Devlet terörüne karşı, devlete ders veren bir kadın, genlik ve toplum… Kendini beğenmiş kibirli yöneticilerin en fazla kızdıkları ve öfkelendikleri nokta da bu olmalı…
Bu güne kadar Bütün siyasi toplantılarda okulları, resmi daireleri, şirketleri en yüksek koltuktan mitinge katılmaları için yazılı ve sözlü tehditler savurdukları halde ‘’Anne ve babası tutuklanan, işkence gören Kürt çocuklarının taşlı eylemlerine ‘’Çocukları kullanıyorlar’’ diyenlere ders oldu. 7’den 70’e Kürt halkı tarihte ders vermeye başladı.
Soma’da 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan olayın duruşmasındaki ‘MAAŞ ALDIĞI ŞİRKETİ DENETLEMİŞ’ ifadesini okuyunca geçmişte başıma gelenler aklıma geldi… 1964-1965 yıllarında Makine teknikerliği okulunda okurken aynı zamanda öğretmenlerle, o zaman henüz olmayan, üretimde standartlaşmaya gidilmesinin ekonomide büyük kazançlar sağlayacağını tartışıyorduk. Bununla ilgili basında da yankı bulan tartışmalar oluyordu. Okulu bitirdiğim 1970 yılında, yine yüksek okulu okumak üzere İstanbul’a gittiğimde, yine çalışıp okuyordum. TSE’ o yıllarda yeni kuruldu.
Çalışmak için müracaat ettiğim fabrikada işe alındım. Fabrikanın sahibi ve müdürü Burhan Bey, bana ‘’Siz bu standartlar enstitüsünün kurulması için çok mücadele ettiğiniz, seni kalite kontrol sorumlusu yapalım’’ deyince sevinmiştim. Fabrikada Traktör yedek parçaları yapılıyordu. Döküm Alibeyköy’de bir dökümhanede yapılıyordu. Dökümhaneden gelen 54 parçayı kontrol ettim 49 parça bana göre bozuktu. 5 parça üretime uygundu. Haberi alan Burhan Bey bir saat sonra başıma geldi ‘’Ne yaptın sen? ’’ dedi. Gayet normal ‘’Bu dökümler çürük’’ dedim. Eğildi parçaları kendi seçti. Üç çürük, 51 sağlam çıkardı. ‘’Efendim bunlar basıncı görünce patlar ve geri döner. Verilecek emekler boşa gider’’ dedim. ’’ Sen kimden maaş alıyorsun? ’’ dedi. Ağzım açık kalakaldım.
Tabi dökümden çıkan parçayı kullanabilmek için, torna, freze, planya, matkap vida delikleri conta kanalları gibi birçok işlemden geçecek, ve bu işlemler pahalı ve boşa gidecek. ‘’Bu fabrika batar’’ diye yeni iş aramaya başladım. Ama o yıllarda teknik eleman bulmak zordu ve benim istifama izin vermediler. Ücretimi artırdılar. Aradan üç ay geçti Türkiye’nin çeşitli illerine giden parçalar geri gelmeye başladı. Ama hiçbir şey olmadı. Yalnız ondan sonra çıkan parçalara başka etiketler yapıştırılmaya başladı. Meğer bizim bilmediğimiz neler varmış. Şirketin ismi değişince bütün arızalar gidiyor bütün motorlar çalışıveriyormuş…
Bir başka olay da 1990’lı yıllarda başıma geldi. Alüminyum doğrama atölyesi açmıştım. Bayındırlıkta çalışan arkadaşlarım da vardı. Bana iyilik olsun diye haber gönderdiler. Bir okulun Alüminyum doğrama işlerini yapmam istendi. Önce sevindim ama, resmi işlere girip de iflas etmeyen doğramacının olmadığını da çok duymuştum. O bakımdan hiç resmi iş almaya teşebbüs etmemiştim. Ama konuşulan hep ‘’adamın varsa kazanırsın’’. Arkadaşlarım olduğuna göre kazanırım düşüncesiyle gittim görüşmeye… İşler kilo ile kabul ediliyor. Ama Bayındırlık fiyatları o sıralar bizim piyasadan aldığımız alüminyum fiyatlarıyla başabaş. Aksesuar, işçilik, nakliye, montaj nasıl karşılanacak? Arkadaşlarım o senin bileceğin iş diyor. Kazanan kazanıyor diyorlar… Devlet müessesinin birinden söktüğüm eski bir doğramalardan köşe bağlantıları kurşun çıkmıştı, hem de 40-50 cm boyunda… Ben de öyle yaparsan para kazanabilecektim. Böyle yaparsam işi kabul eder misiniz? Kabul ederiz de demediler, etmeyiz de demediler…’’Sen kendine güvenmiyor musun? ’’ dediler. Ben kendime güveniyorum ama para kazanmam için aynı yöntemi kullanmam lazım. Bunun için de sizin onayınızı almam lazım. Yani size de güvenmem lazım. Devlet dairelerinde herkes birbirinin kurdu.’’ Git şirketle konuş’’ dediler. İşi şirket teslim alacak. Gittim şirketin bürosuna. Durumu aynen anlattım. Orada görevli olan bey, gözüme baktı. Benim duyabileceğim biçimde ‘’Ben aynı zamanda bayındırlıkta kontrolüm’’ dedi. Sonra araya giren %20 komisyon istedi. İşler iyice karmaşıktı. O gece düşündüm. Böyle karmaşık bir ieş bulaşmaktan korktum. İşi almadım.
Yıllar sonra görüldüğü üzere sistemin istikrarı hep usulsüzlüklerle sağlanıyor…’’ İSTİKRAR… ‘’ İSTİKRAR… Diye boşuna yırtınmıyorlar.
Babaerkil bir toplumda ana dil
Olacak iş mi?
Tanrı baba var
Devlet baba var
Para babaları var
Onların dili dururken
Yaş yetmiş sonsuz yol göründü
Rahattım bilmezken dönüm gününü
Dipten bir deprem sarsarak yayılıyor
Araf’ta olacağız yedi haziran günü…
Canpazarı Gündoğan, Kazlıçeşme
‘’Cumhur-Başkan’’lığın kokusu bile
Bir canlılık getirdi ülkeye.
Tecavüzlerde rekora koşuluyor
İş cinayetlerinde gene öyle…
Göçükte ‘’İhmal Yok! ’’ diyorlar
Çalışanları ise dinlemiyorlar
Sevdiğimiz bir abimiz kendisi. Bir grupta yayınladığı şiiriyle tanıdım kendisini. Mizahı kullanır şiirlerinde, bununla birlikte duygusal şiirleri de yok değildir. Popüler şiirleri de var, güzel tabi. Ayriyeten grup da kurdu sağolsun, ne de olsa mizah seviyoruz.