Şiir sokağından geç, sabır çeşmesinden iç.
Sevgi durağında bekle, umut penceresine bak.
Güven tak yakana, yürek heybende dürüstlük olsun, mertlik olsun, merhamet olsun. Bana getirir yollar merak etme. Hüzünlü gözler birbirini tanır nasıl olsa...
Bugün hüzünlü bir kelebeğim.
Baharda yağmura durmuş, ıslanıyorum.
Gözyaşlarımı fark eden yok...
Seni iyileştirmeye geldim.
Doktor değilim ama hüzünlü bir ruhtan iyi anlarım...
Hüzünlü şiirlerle tanıdınız beni...
Oysa bir de çocuk yanım var. Küçük yaramaz bir çitlembik taşırım içimde.
Kabına sığmayan haylaz bazen çıkarır kendini günyüzüne doğal, cana yakın, neşeli.
Bir de hüzün kokan yanım mağrurluğum, sakinliğim, sabrımın sınırı yok zaten, olgun, durgun,
suskun, yorgun yanım.
Çekilip kenara izleme, gözlemleme yanım.
Bir hevesle çıktığım kabuğuma artık geri dönüyorum. Hayal kırıklığı yaşamaktan korktuğumdan kimseye yaklaşamıyorum. Hem onlar gibide değilim zaten sahte veya içten neşeye bir anlık eşlik edebilirim, sonra farkındayım hüznü bir palto gibi taşıdığımın. Yalnızlığın ve suskunluğun getirdiği biraz keyif biraz keder olsa da, diyorum kendime: sen onlar gibi olamazsın asla, yüzüne sahte bir gülücükte koysan kendin yadırgarsın, kendinle barışık olmak için kendine dürüst olmalısın. Savaşmadan meydanı terkedişler, mücadele etmeden sessizce gidişler ve susarak her şeyden vazgeçişler biriktiriyorum. Akıl işi değil biliyorum bu benimki ne yapayım ne yapsam ayak uyduramıyorum. Çocukluğumdan beri bu hüznü bir palto gibi taşıyorum durgun naif hassas olduğum için daha fazla yara almak istemiyorum. Kendimi korumak için kabuğuma çekiliyorum...
Gülten Alp
Kederi giymiş üstüne susmuş yine hüzün ustası. Yüreğindeki gelgitlerle buğulu gözleri kuş misali uzak diyarlara yolcu. Yüzündeki tebessümde bir burukluk, yarı bitkin haliyle gülümsüyor, bunada şükür der gibi başını hafifçe öne eğiyor. Uğurlamış anılarından göçebe sevinçleri, kaç pencere önü beklemiş sevdiklerini, eskitmiş hayallerini. Dalgınlığı dargınlığına dönüşürken susmuş yine hüzün ustası...
Ruhum dans ediyor...
Hafifçe sallanıyor yanagımda gülümseyiş... Tebessümlü bir bakışla, dolanıyor dilime eski nameler. Huzurla hüzün arası bir zelzeliş...
İçli bir keman gibi,
hüznüme eşlik eder misin?
Aheste vakitler de başımı yaslayıp; omuzuna keder sararsa içimi,
anlar mısın gözlerimden.
Saçlarımı okşar mısın?
Avuç içlerimi öpermisin?
İnsanlar deprem görmüş binalar gibi.
Hep dıştan onarım yapıyor.
İçi harabe, ufak bir sarsıntı da çöktü çökecek...
İçim acıyor anne içim...
acılar dilsizleşiyor hüzün gözlerimden akıyor
sen hep güçlü kızım derdin ya gücüm tükeniyor
çocuk yüreğim anne şefkat bekliyor
beni yaralarımdan öp anne bu kez dizlerimin değil yüreğimin yarasından...
Tebrik ederim
“Yere” mim olmadan “yâre” lam olmaz.
Görmemişken bile, yüreğim kaldıramaz.
Cemalini göreyim, cennetten de geçerim
O Kevser şarabını, gece gündüz içerim.