Çağdaş Nef’î, herkesi hicveyleme,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
Her doğruyu, uluorta söyleme,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
Ne’ne gerek, elin üç beş koyunu,
Racon buysa, bozma sakın oyunu,
Araştırma, hiç kimsenin soyunu,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
Falan rüşvet almış, filansa yemiş,
Filanca doymamış, daha istemiş,
Duyma, kime kim ne demişse demiş,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
Biri şunu yapmış, deki; “bana ne”,
“Şahsınla ilgili”, “peki, sana ne”,
Herkes zaten arıyor bir bahane,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
Çok ağlayıp, nadiren gülmelisin,
Uysal olup, hizaya gelmelisin,
Kelle gider, haddini bilmelisin,
Ürkütürsün, göldeki vakvakları.
(MART 2009)
Sezayi TuğlaKayıt Tarihi : 30.10.2012 17:06:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ÇAĞDAŞ NEF’Î LER Geçmişini bilmeyen, geleceğe sağlıklı adım atamaz. Bu düsturdan yola çıkarak biraz tarihin derinliklerinde ufak bir yolculuk yapmak istedim. Osmanlının ihtişamlı dönemlerinden bahsetmek istiyorum biraz. Hani, o zirveye çıkıp da imparatorluğun büyüme sürecinde vermiş olduğu savaş ve gayretlerin yorgunluğunu atmak için dinlenme ve safahat döneminden. Kan ter içinde bir dağa tırmanılıp, zirveye ulaşılır. Oradaki manzara İlâhî bir tabiat harikasıdır adeta. Temiz hava, eşine az rastlanılan kuşlar, çiçekler, ağaçlar, sayamayacağımız kadar bol ve güzel nimetler. Ve, bu güzelliklerin cazibesine kapılıp uyuşan insan. Öyle ya, sayfiyeye çıkılmıştır, zevkinin çıkarılması gerekir herhalde. Ne kadar mı kalınacak? Dışarıdan taşıttığın maddî desteklerin bütçeni zorladığı, borçların nefes almanı etkileyecek şekilde boğazını sıkmaya başladığı zamana kadar. Ondan sonra kaçınılmaz akıbet geriye dönüş başlar, ama faturası tüm ülkeye ödettirilir. Birçok padişahın ninnisini söyleyen mesire alanı Sadabad, güzellikte, ihtişamda, zevk’ü sefada başrolleri oynamıştı sahnede. Göze, ruha, nefse hoş gelen, geçmişteki yaşantıyı yerdiğim zannedilmesin sakın. Benim sorguladığım, her nimetin, birde külfeti olduğunun unutulmaması gerektiğidir. Hesabını, kitabını, fizibilitesini iyi yaparsın, bütçeni ona göre hazırlarsın ve ona göre işe girişirsin. Sonra gelen kuşakta aynı hassasiyeti göstermeli mutlaka. İşin bir başka boyutu olan o devrin sanat ve güzelliklerini de yabana atmamak gerekir. Nice edebiyatçı, şair, (yabancı da olsa) ressam yetişmiş bu devirde. Lâle bahçeleri arasında çelebiler, sultan hanımlar, şehzade ve diğer saraylılar arz’ı endam ederken, ünlü divan şairlerini de göz ardı etmemek gerekir. Baki’ler, Nedim’ler, Nef’î’ler ve daha nice değerler… Birçok ünlü; “Padişahım çok yaşa” şakşaklarıyla gözlerin önüne pembe tüller gerse de, tek tük Nef’î gibi (bazılarına göre) haddini bilmezlerde tekere çomak sokarak bu güzel rüyalara gölge düşürmüşlerdir. Peki, Nef’î ne yapmış; Hiciv ustası Nef’î, pembe gözlükleri çıkarmış, ileriyi de gören gözlükler takmış gözlerine. Çevresine bakmış, gidişata bakmış ninnilerle uyutulanlara bakmış ve, ve ileriyi gören gözlüğüyle geleceğe bakmış, uyuyanları uyandırmaya çalışmış kendi üslubuyla. Bu üslup bozukluğu (saraya göre) suç addedilmiş. Bazen iğneli, bazen küfürlü olan beyit ve rubailer hiciv sanatı olsa da üst kademeyi rahatsız etmiş. Birkaç kez uyarılmış, (en üst kademe de dahil) saray erkanı tarafından. Söz vererek bir süre kelleyi korumuş. Öyle bir zaman gelmiş ki, bir rivayete göre padişahı, bir rivayete göre de, sarayın en ileri gelen erkânından Bayram Paşa’yı, yapılan önemli bir hata, yanlış veya haksızlıktan dolayı dayanamayıp hicvetmiş. Vay, sen misin hicveden? Vurun kellesini… Ne diyelim, bülbülün çektiği dili belasıdır. Tabi bu durum üç aşağı, beş yukarı zamanımıza kadar benzer infazlarla gelmiş ve devam etmektedir. İnsanoğlunda nefis olduğu müddetçe birçok çağdaş padişahlarda çıkar, doğru bildiğinden şaşmayan, kellesini esirgemeyen çağdaş Nef’î’ler de çıkar. Yaşasın kelleyi kurtaran şakşakçılar.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!