Her ne vakit Boğaziçi’nde
Süzülerek gökyüzünün o efsunlu maviliğini
Şehrin panoramasını karış karış arşınlayan
O' mağrur, haylaz martıları görsem,
Şafağı söken eflatun-i fecrin,
O’ Lale kokulu anacıl ellerinde
Bir son öpüştü, gülüştü İstanbul da gecesi uçurum hayat
Tarihi galata rıhtımında parmak uçlarından
Uçurtmasını kaçırmış, düşleri üşüyen bir çocuğun
Çaresizlikten ayaz kesen, mavisi kırık gözlerine,
Nasırlaşmış yüreğine, iflahı kesilen oltasına,
Son umutla asıldığı sıcacık bir gökkuşağı hayalleri
Ben hüznü bir gül perisi biliyorum
Tavan arası anılarında, mum ışığında
Yüreğini, usul usul, yıldız yıldız
Beyaz sayfalarına işleyen
Hazanı gelincik bir gül perisi tanıyorum
Geceleri bir buseyle hecelenen
İşte tanrı diyalektiği;
Akıl ile aşkın o sentez kabul etmeyen
İbretlik, seyirlik adaleti,
Sanatı
Bir yanda, hayatın kendiliğinden
Hoyratça, çocukça harcanan
Ah ne günlere kaldık
Haz aldığımızdan haz alamaz olduk
Asrın illeti hedonizme yakalanır olduk
Ah ne günlere kaldık
Has adamı arar olduk
Olur mu? Olmaz mı? Derken
Ölüm elbisesini giymiş kara kış
Canlanır Rahmanın nuru ile
Boyanır yeryüzü baştanbaşa
O latif bahar renkleri ile
Gökyüzü ve deniz mavi
Güller kırmızı
Çok arzulamıştım
Aşkıma ve şiirime
Güzel kelimeler
Tılsımlı sözcükler
Bulabilmeyi
Bulup yazabilmeyi
Kırkambar hüzne mayalandı
Yine en uzak uyanışlarım,
Döllenirken bir gece yarısı
Düşlerim fahişe Kamalanın
Şefkatli koynunda,
Gül dudaklarında
Ah o tavan arası odamda
Mumun ışığına, ayın şavkına
Deli güncesi çekmece pervazına
Sakladığım o çöl düşü, gülüşün yok mu?
Uçurumlarından uçurtmalar uçurduğum
Cümlesi bitmemiş bakışlarına süzüldüğüm
Günahlar eskittim…
Aşkı gökçe Tanrı sancısı
Bir bade beng içinde
Busesi secde, goncası susuz
Dudakları çöl lalesi
Prangalar eskittim…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!