Yağmuru çok sevdim
Toprağın kokusunu
Sırılsıklam ıslandığım da
Huzur buldum.
Gece daha bir güzeldir
Yağmurun sesi
(ciğer yanar/..yürek saklar sızısını. Hangi isimle çağırsam 'o' gelir bana/benden içre olan.. Şimdi cümleler yetmez..kelimelerin içi boş.. Ey anlamıma anlam katan anlam...gittiğinde anlamsızlaştığım kavram/varlığına suskunluğum/gözyaşım yokluğuna.....)
Senden uzakta korkular büyütüyorum.
Güneş eskisi gibi parlamıyor artık.
Geçmişe ağlarken, geleceğe yürünmez.
Tutup kaldırın kendinizi ayağa
Sağlam durmalı başınız, dimdik.
Hüzün yakışır elbet insana
Pervasızca her şeye gülünmez.
Lakin;
Güzel, sessiz bir gündü, ılık suların derinliklerinde, etrafına ışıklar saçarak salınıyordu. Kendine öyle hayrandı ki, ben yaratılmışların, en güzeli en asiliyim, diye durmadan kendi kendine bu sözü tekrar ederdi. Kendini şanslı bulduğundan, mutlu hisseder bazen bu mutluluğunu dile getiren şarkılar şiirler mırıldanırdı. Çok güzel ritmik sesler çıkartırdı. Fakat bazen yalnızlığı aklına gelir dert yanardı.
-Ne olurdu sanki, bu şarkılarımı, şiirlerimi duyabilecek bir can yoldaşım olsaydı. Arada bir sohbet eder ve canımız istediğinde, bütün bir gün, hiç yorulmadan, hatta sonsuza kadar onunla dans edebilirdik..dedi ve sustu. Birden heyecanla, gözleri sanki birisini arar gibi etrafına bakındı. Boynunu eğdi ve hafiften dudağını büktü. Dibine yaslandığı büyük kayadan başka hiç kimse yoktu. Hava kararmaya başlamıştı ve etraf soğuyordu, irkildi, titredi..
- Üşüyor muyum ne.. diye mırıldandı. Oysa bir arkadaşı olsaydı üşüdüğünde ona sarılıp ısınabilirdi, hem de karanlıktan korkmaz, yalnızlığına ağlamazdı.
Günler aylar birbirini kovalıyor, bir türlü vakit geçmek bilmiyordu. Sıkılmıştı. Her gün aynı şeyler, rutin bir hayat. Bunca güzelliğinin, bunca asaletinin kimse tarafından fark edilmemesi canını sıkıyordu. Bir gün yaslandığı kayanın dibinden, cılız bir ses işitti, şöyle bir etrafına bakındı ama kimseyi göremedi..
-Hay Allah.. dedi kendi kendine..
-Gaipten sesler duymaya başladım galiba. Hayal mi görüyorum, yoksa hastamı oluyorum.. diye hayıflandı. Aradan geçen bir kaç gün boyunca, bu sesi hep duydu. Sonra bir gün yosunların arasında, küçücük, çirkin bir çakıl taşı gördü. Bunu daha önce neden fark etmemişti ki, oysa yıllardır burada yaşıyordu. Üstelik etrafı çok iyi biliyordu, demek ki yosunlar üzerini kapatmış ve onu daha önce fark etmesini engellemişti. Dikkatlice bu küçük ve çirkin çakıl taşını incelemeye başladı. Evet dedi evet..
Yaz gelir sıcaktan, kış gelir soğuktan şikayet ederiz. Yazın güneşin altında tarlalarda ya da açıkta çalışan işçileri düşünüp şükretmeyiz. Kışın sokaklarda yaşayanları görüp kendimize ders çıkarmayız. Biz böyleyiz işte. Sıcacık evlerimizde oturup, yumuşacık döşeklerde yatıp, karnımızı tıkabasa doyurupta.. Elhamdulillah demekten aciziz. Neyin kıymetini biliyoruz ki, kaybetmeden.
Heleki son zamanlarda, daha bir arar olduk eskileri. O eski komşulukları, muhabbetleri, imc usulü çalışmaları... Belki küçük yerleşim birimlerinde ve kırsalda durum hala aynıdır, bilemiyorum ama aynı bina içinde yaşayıpta birbirini görmeyen, tanımayan, selam vermeyen insanların olduğunu çok iyi biliyorum. Tabii bunlar yeni oluşumlar değil, epeydir böyle geldi böyle de gidiyor. Değiştirmek için kim bir adım atıyor ki, ya da çaba sarfediyor. Adam sendeciliğe, kolaycılığa fazla alıştık. Artık hiç kimseyle, hiç bir şeyle uğraşmak, emek vermek istemiyoruz. Üşengeç bir millet olduk.
Sonra da vefadan bahsediyoruz, utanmadan dostluktan bahsediyoruz ve kendimizi insan yerine koyuyoruz. Hangi insanlıktan bahsediyoruz arkadaşlar..
Geçici bir süre aradığınız insanlığa ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz (!)
1. Sayıdan Devam
Yumruk tesirini göstermiş narin beden kendinden geçmişti. Dilruba kendine gelince etrafına bakındı. Hatırlamaya çalıştı. Dilruba arabanın kapısını açıp arabadan indi.
Biraz ötede; ağabeyi, babası ve amcası ağız kavgasına tutuşmuşlardı.
Dilruba yumruğun sersemliği ile yanlarından geçerek eve girdi. Ne olup bittiğini tam anlayamamıştı ve şaşkındı. Bize nasıl buldular, ben neden arabada idim, neden bağrışıyorlar gibi suallerle araba ile ev arasındaki mesafeyi kat etmiş eve gelmişti. Hemen arkasından
Sinirlenmiş, eli ayağı titrer durumda ağabey eve geldi. Ağabeyin arakasında babasının Metin’le ilgili bazı utanç sözcükleri bağırarak söylediğini hepsi duyuyordu.
Abdest alıp
Niyet ediyorum sevdana.
İki rekat aşk kılıyorum
Vuslatına ermek için
Senin rızanla.
Dua dua, açılıyorsun ellerimde
Hiç bir sabaha
SENsiz uyanmak istemiyorum.
Yarınlarımda yoksan eğer
Ve sensiz doğacak güneşleri
Ve sensiz gelecek baharları
İstemiyorum!
TDK/Düşünce özgürlüğü: Düşüncenin dış baskı ve yasaklarla sınırlandırılmaması, fikir hürriyeti.
"Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır".
Özgürlük; başkalarının özgürlük alanına tecavüz etmek değildir. “Düşünceye zincir vurulamaz” sözü tüm insanlar için geçerlidir, belli bir zümrenin tekelinde değildir. Amma velakin sözlük anlamını iyi bilmek gerekiyor. Düşünce özgürlüğü, hakaret, küfür, gasp, özel hayata müdahale ve saygısızlık manasına gelmiyor. Eğer bu gün ağzı olan konuşuyor, yazıyorsa, dönsün önce kendine aynada bir baksın.
Üniversite okuyan bir çok birey, nedendir bilinmez kendinde böyle bir hak görüyor. Özgürlük sadece onlara aitmiş gibi, diğer insanlar düşünemezmiş gibi, bir eda içerisindeler tabi ki genelleme yapmak istemiyorum. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz. Okul insana bazı bilgiler sunar teoride fakat hayat ağırlıklı pratikten ibarettir. Tıpkı yemek kitabında ki tarifle yemek pişiren kişiyle, bu işte tecrübe sahibi olmuş pratik kazanmış ev aşçıları gibi (ev kadınları) arada ki lezzet farkını asla yakalayamazsınız o tariflerle.
Gözlerinin sahilinde
Karaya vurmuş
Ölü bir deniz yıldızıyım
Vurgun yedim
Yeniden; o sulara fırlatsan da
Hayata dönmem mümkün değil artık
Gündemi ve "insanı" meşgul eden tüm kirliliğe, nefret ve ayrıştırma diline rağmen, "ağız tadıyla" iyi bayramlar dilerim...
Saygı, sevgi ve muhabbetle...
Mustafa Bay
Daha güvenli, daha huzurlu, daha "insancıl" yarınlar dileği ile..
Anneler Gününüz kutlu olsun...