Kurtulsam da unutmuyorum,
Mahkum olduğum zamanları..
Seni öldüresiye sevmekten,
İki sene Kalphane’de tutuldum...
Zihnimdeki herkes olmuş gardiyan,
O kadar bağırıp, çağırdılar.
Seni tanımadan önce meditasyondu,
Zihnimdeki bahçıvan..
Yabani otları söküp, çekidüzen vermiştim kendime.
Seninle tanıştıktan sonra, istemsizce,
Küçük bir çiçek belirmeye başladı.
Yel gibi aklıma esmedin öylece;
Sen kendini bir gül sanabilirsin,
Ama her zaman güzel kokar mısın?
Olsa olsa seninle biz, yıllar önce,
Bir gül ağacının tohumlarıydık.
Tohum kalbimde yeşerirken,
O kadar dikenli yollardan geçtim ki,
İnsan sevdiğine, sadece elindeki gülleri vererek yeterince sevdiğini gösteremezdi. Aşkın aroması geçicidir. Gerçekten sevenin gösterdiği gül elinde kalırdı. Çünkü dikeni kendi kanıyla yapışmıştır. Ve insan karşındakine ancak, dikenin tesiri sayesinde pereştiş edebilirdi. Yüreğin altyapısı haz değil, acıdır. Zira ona verdiğin gülü değil, göstermediğin külü koklamasıyla yaşanırdı kusursuz sevdalar... Yalnızca duyular ile karşılık verilen aşk, katıksız bir hazdır.. Hiç kimse sıradışı görünmez, çünkü hepimiz sadece dikenleri görünen, olgunlaşmamış birer gül ağacıyız. Kendinizi sevmeye devam edin, kimse sizi umursamasa bile.. Issız çöllerde bile kıpkırmızı güller açmışsa, kalabalığın içinde sen ıssız değilsin. Bilakis kalabalık senin yanında ıssızdır. İsteyen gelir koklar sizi, ama hiç kimseyi hayat bahçenize kök salacak kadar sevmeyin. Şiddetli bulutlardan kaçıp, susuz bırakmayın elinizdeki gülleri, sizi anlayışla sulayacak ve uğruna soluklanacak insanı bulana dek...
Ben kimim ki, senin için bir aynadan başka?
Sen tohumu çirkin sanmasaydın, 'biz' yeşerecektik.
O şehrin seni değiştireceğini asla düşünmemiştim.
Zira birlikte şehrin gürültüsünü ezgiye çevirirdik.
Ama şimdi sana hissettiremediğim bu duygular,
Gürültü kirliliğine sebep oldu.
Bir sen varsın, bir yoksun...
Yalnızlık zaman ayırırdı sık sık,
Sana dair yazmaya nice kartpostallara.
Onlar metruk bir çiftliğin çam ağacına asık.
Sahi bu kez uzun sürdü bu kış..
Ama kalbimde iyi yandı attığın kazık.
Takılı kaldık iki farklı şehirde,
Kız kulesi ben, saat kulesi ise sen..
Seni sevmek gibi abartılı hayallerim vardı diye,
Bu şehirde yalnız kaldım.
Belki de sen kalabalıktan hoşlanıyorsun.
Bu nedenle anlatamadım sana,
Seni nasıl seveceğim, küçük sevgili?
Kelimelerime alınma, onlar aslında birer kuş,
Göğe karşı huşu duymakla ilgili.
Fakat seni zirveye çıkarıyorsa ters yokuş,
Gözlerime karşı soluk bulutlarla çevrili.
Fırın hızında ısınmıştı kalplerimiz,
Tam zamanında, kıvamında ve tarifsizdi.
Ekmek de yapmıştın bana unuttun mu?
Uzakta olsan da bir evim olmuştu…
Yaşadığımız manik aşktı veya bir serap.
Yağmurlu havalarda mercek topuna dönüşüyor zihnim. Bir süreliğine buharlaşıyor; dolup taşan sokaklar, yalnızlığımın yükü ve buluta kaydettiğim aşk… Sokaktaki ağaçların gövdesinden mantarlar çıkabiliyorsa, onlarda kalıcı mercek topu var demektir. Üst tarafında sıradan bir küçük şehir, alt tarafında ise derin bir bilinmezlik.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!