Bunalım(dayım).
Ben değilim dayım.
Kumarda kaybetti her şeyini.
Kazada koparttı bir bacağı.
Polise kaptırmış ehliyetini
Aradım hemen bacanağı.
O dağları dele dele,
Gide gele, gide gele gurbet ele,
Sırtında taş,
Gözünde yaş taşıdın.
Evine ekmek getirdin.
Ömrünü bitirdin,
Seni kalemimle katlederdim Mualla.
İsteseydim en güzel sözlerimle küfrederdim sana.
Bir şiirde.
Ölmeye yakın hissederdin iğnemi, damarlarındaki zehri.
Gözünden, kulağından zerkederdim de ben,
Lakin akıttığım mürekkebe değmezsin.
Ne etmeli bilemedim, nasıl kurtulmalı bu dertten
Ağaçlar mı dikmeli sıra sıra, ceviz ağacı, zeytin ağacı.
Toplamalı mı o meyvaları, bilmem yeter mi ömür?
Hüzünlü yollar gibi yaralar açtı yıllarım
Diner mi acaba bu acı?
Deniz de kurur birgün.
Boğulur susuzluktan balıkların.
Taşa takılır derindeki ağ.
Misina kopar.
Ağlar balıksızlıktan o balıkçılar.
Oysa ben seni bir kadını sever gibi sevmedim aslında.
Ne ıslak iki dudak bekledim öpmeye, okşamaya pürüzsüz bir deri,
Ne sıkmaya yumuşak bir et.
İnan zerre yok içimde ihtiras, fokur fokur fokurdayan,
Ve karnımda ağrıyan bir şehvet.
Hatta üzülme diye söylemedim bile sana derdimi.
Öldürürler dağda keçiyi.
Sokakta kediyi.
Daldaki kuşu.
Atı öldürürler, çıkamazsa dik bir yokuşu.
Çölde gebertirler susuzluktan deveyi.
Zehir kustururlar martıya ellerinden..
Dikenli teller ardında şimdi bize gölgeli ağaçlar,
Yaşlı ağaçlar, genç ağaçlar.
Çam kokusu, serpme kahvaltı, mangal sefaları,
Tüten etin o keklemsi tadı.
Dikenli teller ardında.
Yaz tatilleri iple çekilen hani,
Yoksulluk değil yakan yüreğimi, beni üzen bu düzen.
İç içe geçmiş zengin ile fakir.
Kimi zevk-ü sefa çekiyor, adetâ mağrur birer muhterem.
Kimi derde gark oluyor, yıkılıyor üstüne gecekondu müstakil.
Ve uyutuluyoruz sanki beş vakit, herkes kandırıyor önce kendini.
Sonra da diyoruz ki; "o da böyle yaşamış efendimiz."
İnci arardım incinip.
İlmi arardım zincirli.
Tam düşecektim kuyuma, dipsiz.
Tuttuda yavaşça indirdi dost beni.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!