Yağmur Şiiri - Uğur Balcıoğlu

Uğur Balcıoğlu
29

ŞİİR


60

TAKİPÇİ

Yağmur

Sobanın üzerinde fıkırdayan yemeklerin kokusunda, annemin güğümden ılıttığı ibrikten dökülen suyla elini yüzünü yıkıyor mavi leğende. Sabunu, kahverengi desenli muşambanın üzerindeki sabunluğa el yordamıyla koyarken buharla birlikte sabun kokusuna karışık mazot, buğday, tohum ilacı, ayrık, çördük, yandak, domuz pıtrağı ve toprak kokusu yükselip karışıyor evin havasına. Pardaya siniyor koku. Yıllardır bu kokuyu soluyor toprak damın altındaki kirişler ve üzerine serilmiş hasır boyra. Ortadaki kirişe saplanmış değirmi iki demir toka, ben dahil bu evde doğan altı çocuğun salıncağını taşımamış da sanki bir kürek mahkumunun bileklerinde küflenmiş çeyrek asırdır.
O gün ne iş yapıldıysa onun kokusu... Domuz pıtrağı mı var havada, bağ arası sürülmüş o gün. Tohum ilacı mı kokuyor, ekime başlamış babam. Buğday ekildiyse buğday, arpa ekildiyse arpa kokusu karışıyor sabun köpüğüne ve sarmaş dolaş olup yükseliyor yemek kokusuyla birlikte. Bunların hepsi babamın ellerinden, kollarından, yüzünden, ensesinden kopup bir buhur gibi sarıyor evi. Yüzünü ovalarken üç günlük sakalına sürten nasırlı avuçlarıyla bir olmaza, bir yanlışa, bir kahretsine zımpara atıyor babam. Tam da iş yastıklamaya geldiğinde tohumun yetmeyişini zımparalıyor belki. Belki sol arka tekerleğin artık daha fazla gidemeyecek oluşunu. Ya da artık eskiden olduğu gibi bir koyun, bir büyük altın ve bir kile buğdayın aynı para etmeyişini. Göl kurumaya yüz tutalı eski yağışların olmayışını belki de... Elini yüzünü kurularken, annem lüksün dökülen gömleğini hatırlatıyor. Elektriğin geleceği yok yenisini almalı akşam olmadan. Yoksa kızlar ne mum ne de gaz lambasının ışığında dokuyamazlar halıyı. Altı ay doldu mu çıkmalı bir binlik tezgah. Kolay mı, neredeyse bir harman parası.
’’Pantolonumu getirin,’’ diyor. Abime para verip ekliyor,’’Git bir kutu al, ikide bir bitip durmasın şu meret.’’
Bizde tarla işleri dört mevsim bitmez. Kar üstünde gübre atıldığı olur bazı seneler. Ben pek aşina değilim bu işlere. En fazla, traktör sesini duyduğumda koşup hayadın kapılarını açabiliyorum. Ve her iki kanadın önüne iki taş koyabiliyorum. Ya da mibzerin arkasına geçip büyüklerle birlikte itelemeye çalışıyorum. Faydam oluyor mu pek emin değilim ama artık ben de bir ucundan tutmak istiyorum bu hummalı koşturmaların. Vakit buldukça kontağı çevirip traktörü çalıştırmayı öğretiyor babam. Ama fazla basılı tutma marşı, diyor; dinamoyu yakarsın. Gün geliyor birlikte tarla sürmeye de gidiyoruz. Bazen gündüz oluyor bu, bazen gece. Anlatıyor babam. O anlatıyor ben dinliyorum;
-Ay’ı görüyor musun?
-Evet baba görüyorum.
-Etrafındaki pembe haleyi farkettin mi?
-Evet baba.
-Bulutlara bak, bıçak atılmış gibi dilik dilik ...
-Eee..Yani?
-Yağmur var. Sabaha kalmaz yağar. Bir an önce bitirelim hepsini. Yoksa uzar bizim iş, bir aydan önce ekemeyiz.
- Çok mu var sürülecek yer?
- Dört parça bizim var. Üç parça da başkasının.
De sene, diyorum içimden; sabahlayacağız ovada? Toprak yoldan çıkıp anlardan devam ediyoruz. Bazı tarlaların içinden çaprazlama geçiyoruz diğerine. Sürülecek ilk tarlaya varır varmaz duruyor, yedek mazot bidonunu indiriyoruz traktörden. Azığı ve suyu indiriyoruz. Uzaklardan çan sesleri geliyor. Yakınlarda otlayan sürüler var. Otomatiği indir, diyor babam ve ekliyor; ’’Dikkatli ol, köpekler var civarda.’’
O vanvayle dolaşırken kuru otlardan bir minder yapıp oturuyorum. Tarla bitince kornaya basıyor, vitesi ağır takviyeye alıp arkasına baka baka ilerlerken ben koşup otomatiği kaldırıyorum. Arka rekerleğe bağlı düzenek bir tur atıp küt diye oturuyor yerine. Artık demir saçlar havada. Yükümüzü alıp devam ediyoruz yine tarlaların anlarından. Koca arazide dolambaç oynuyor, zikzaklar çiziyoruz ve yine bir başka tarla. Yükümüzü indirip otomatiği atıyorum. Rüzgarın yönü değişiyor ve artık kesik kesik geliyor çan sesleri. Karanlık şimdi daha da koyu, etrafımı görmekte zorlanıyorum. Elime yandak dikenleri batıyor, bir kibrit çakıp ayağımla ite kaka topluyorum anızları ve yeni minderime uzanıp uyuklamaya başlıyorum. Peşinde bir toz bulutuyla dolanıyor traktör. Uykum sayrılı, gökteki bulutlar gibi delik deşik, ayın etrafı gibi haleli, hülyalı uykum. Arada bir farlar hızla geçiyor üzerimden bir ışın kılıcı savurur gibi. Korna sesiyle kalkıyorum yine. Mazot bidonunu depoya boşaltıp, farların önüne açıyoruz soframızı. Yumurtaları soyup yufkanın üzerinde eziyoruz. İçine biraz yeşil soğan, biraz tere, biraz tuz. Salatalık var, domates var, tulum peyniri var küflüsünden, yemyeşil. Yılın son ürünü yamuk bir karpuzun kafasını uçurup elma soyar gibi soyuyor babam elinde çevire döndüre. Bir helezon şeklinde aşağı inen kabuk yılan gibi çöreklenip bir tabağa dönüşüyor. Ortasındaki boşluğa karpuzun kafasını koyup içine doğruyor karpuzu. Anadolu’da bu işi hep babalar yapar. Çocuklar da izler keyifle. Açık arazide yenen bu yemeğin lezzetini büyüyüp yaban ellere gidince anlarlar. Hiçbir yerde bulamazlar o damak tadını. Yerken bir taraftan etrafıma bakıyorum. Uyuyup uyanmaktan, tarla tarla dolaşmaktan tersim dönmüş. Her yer küme küme ışıklarla dolu. Hangisi bizim köy, kestirmek çok zor.
-Baba nasıl buluyorsun bu tarlaları gecenin bu vaktinde? Hadi bizimkileri anladım, el alemin tarlasını nasıl buluyorsun? Hem de yol bile yok. O tarladan o tarlaya, andan ana atlayarak...
-Ben on üç yaşımdaydım buralarda koyun kuzu otlatmaya başladığımda. Üç yüz başlık sürüyü tek başıma gezdirirdim. O zaman daha ayrılmamıştık, birdik. Amcamın sürüyle bizim sürü bir dolaşırdı ovada. Sonraları çoban tuttuğumuz da oldu ama askere gidene kadar bu ovadaydım. Dönüşte Almanya’ya gitmek istedim. Deden izin vermedi. ‘’Burayı hak ittin de gavurun işi kaldı.’’dedi. Gönderirdi aslında, gönderirdi de, kıyamadı. Bu arazide her tarlayı bilirim. Hangi tarla kimin sayarım tek tek. Bak şu yanımızdaki nadas filancanın. Onun ucunda göpcüklü olan var, göle doğru uzanır, o da kolancanın. Onun üstündekini filancalar filan sene kolancalara sattılar yetmiş beş toklu karşılığında. Sonra caydılar mahkemelik oldular falan filan. Toklular da tokluydu hani. Peşpeşe sıralıyor babam, o anlattıkça benim kafam karışıyor.
-Peki hiç korkmaz mıydın, o yaşta tek başına bu karanlıkta?
-Korkardım bazen, korkulmaz mı? Ama köpeklerim çok sağlamdı. Üçü de fırtınaydı. Ne atlı ne yaya kimse yanaşamazdı sürüye. Yeri göğü yıkarlardı. Kardeşti üçü de. Ben daha başlamamıştım koyun gütmeye üç aylıktılar, analarını canavar parçalamış. Kardeş olduklarından mı ne, öteki ağılların köpekleri yanaşamazdı bir türlü. Hele Duman şöyle göğsünü kanırıp kuyruğunu dikti mi altı yedi köpeği durdururlardı üçü. Aynı karından doğanla ötekiler bir olur mu hiç?
Babam burada bana kardeşin değerini anlatıyor aslında; Kardeşin ve daha da önemlisi birbirine tutkun olmanın önemini. Sayıca çok olmak bir yere kadar. Bağ hepsinden önemli. Üstü kapalı nasihat veriyor, bilinçaltıma birşeyler tıkıştırıyor sürekli.
-Önlerine koyduğum yalı yerken hırlaşmadan boğuşmadan yerlerdi. Birbirlerine çıkıştıklarını hiç görmedim. Bu kısımda ise, elindekini bölüş diyor kardeşlerinle. Sakın mal mülk için birbirinizi kırıp kavga etmeyin.
O gece yedi parça yer sürdü babam. Son kornayı çaldığında duymamışım, yanıma kadar gelmiş. Ortalık ağarıyordu yavaş yavaş, dönüş yolunda uyukladım hep. Babam bu kez daha yüksek sesle anlatmaya devam ediyor traktörün gürültüsünü bastırıyordu.
-Bir gece sürüyü yatırıp uyuyakalmışım. Allah’tan, Duman’ı elime bağlamıştım. Kepeneğimin dışı naylon kaplıydı. Yağmur pıtırtıları geliyordu uykumun arasında. Duman’ın havlamasına uyandım. Baktım ki, sürü yok. Aklım çıktı. Daha yaşım kaç ki, senden azıcık canlıyım. Sağa sola koşturdum görünürde hiçbir şey yok. Yerdeki izleri görebiliyordum ancak üç yüz başlık sürünün ne yana gittiğini anlamak için çok daha geniş bir alana bakmak lazım. Duman etrafımda fırıl fırıl dönüyor, inceden inceden sinliyor. Bileğimdeki ipi çözüp ‘’Hadi aslanım, dedim. Bu tam sana göre bir iş. ‘’O önde ben arkada, bastıran yağmurun altında daldık karanlığın içine. Duman önümde zikzaklar çiziyor, gah durup havlıyor, gah yeri koklayıp koşmaya devam ediyor. Arada bir durup arkasına bakıyor, aradaki mesafeyi kapatmam için zaman veriyor bana, yaklaştıkça kızıl köz gibi yanan gözleri içimi ferahlatıyor. Benden asla uzaklaşmazdı Duman, asla. -- Babam bu kısımda da şöyle demek istiyor galiba; ‘’Gün gelir yaban ellere gidecek olursanız hiç olmazsa biriniz kalın ata ocağında. Kalın ki ocağımız hep tütsün. Bu topraklar sahipsiz kalmasın.’’—Ve anlatmaya devam ediyor ; ‘’Kan ter içinde kalmış sırılsıklam olmuştum. Gün ağarana kadar aradık. Sonunda ötekilerin havlama seslerini duyunca içime serin sular serpildi. Hiç unutmam o geceyi. ‘’
Köye girdiğimizde yağmur başlamıştı ufaktan ufaktan. ‘’Gördün mü? ‘’ diyordu babam. ‘’Sabaha kalmaz başlar dememiş miydim?’’ Nasihatlerini pekiştiriyordu bu kısımda da. Ne diyorsam yaz aklının bir köşesine, diyordu. Ve sakın unutma. Babalar ne derse, mutlaka çıkar.

Uğur Balcıoğlu

Uğur Balcıoğlu
Kayıt Tarihi : 11.9.2021 23:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kısa Anadolu Öyküleri

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Uğur Balcıoğlu