]]Basligi okuyunca kafayi usuttu sanacaksiniz.Eger siz de benim
]]gibi 36 yildir hemoroid(basur) hastasi olsaniz,ilaçla tedaviniz yok
]]dense...Fistülünüzü ya lastikle bogarak çürütüp koparacaginiz veya lazerle
]]kesip yarayi yakacagiz deseler ve bunun için de 1 milyar 300 milyon lira
]]isteselerdi...Hem parasi çok,hem izdirabi çok bir isten,patlicanin,yesil soganin sayesinde saplarini kaynatip suyunu icerek 5 gunde parasi yok acisi yok bir sekilde kurtulsaydiniz.,bu basliga az bile derdiniz.
]] 36 yildir devamli sanki tuvalet ihtiyaciniz var gibi bir hisle
]]yasamanin,üstelik agri ve kanamanin olmasinin ne demek oldugunu ancak bu derdi ceken bilir.
]] Allah,sebep olandan razi olsun.Gazetede anlatildigi gibi, 10 adet
]]kemer patlicanin yesil sap kismini 10 bardak su ile kaynatip bu sudan
]]sabah aksam bir bardak içtim.Besinci gün sonunda basur diye bir derdim
]]kalmadi.
]] Sevincimden sokaklarda bagirip bu derdi hala çeken kardeslerime
]]duyurmak istiyorum ve ilaçla tedavisi yok denilen bu hastaligin çaresini
]]patlicanin sapina yerlestiren Yüce Rabbime sonsuz sükürler olsun diyorum.'
(ALINTIDIR ÇINARCIK'TA YAŞAYAN BİRİ TARAFINDAN YAZILMIŞTIR..)
Gönderen:huseyin Tarih: 4.02.2007 Saat: 14:49
E910 L-Cysteine, E920 L-Cysteine hydrochloride, E921 L-Cysteine hydrochloride monohydrate
Domuzu da kapsayan hayvan kökenlerden elde edilebilen sistain (cysteine): Müslümanlar, Museviler, Hindular ve Vejeteryanlar tarafından kaçınılan bir katkı maddesidir.
Bu katkı maddesi hakkında sitemizde çeşitli vesilelerle bilgi verilmişti. Ancak önemine binaen, hergün yediğimiz temel gıdalarımıza haberimiz olmadan katılabildiği için ilgili batı kaynakları yeniden taranmış ve yazımızın ekinde bu kaynakların metinleri original şekilleri ile de konarak, bilginize sunulmuştur.
Sistain(E920) , Un işleme ajanı. İnsan saçı, hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir.
Sistain(L-cysteine) Helâl midir?
E910,E920, E921 ile numaralanan Sistain, bir amino asittir. Amino asitler genellikle proteinlerde bulunur. Sistain, fırın ürünlerinde durdurucu ajan olarak kullanılır.
Bunlar;
1. Un hamurunun karışma zamanını kısaltmak için,
2. Yayıldıktan sonra pizza ve hamur tabakasının büzülmesini (kendini çekmesini) durdurmak için, hamurun şeklini muhafaza etmesini sağlamak için,
Çeşitli pastacılık işlem kademeleri arasında hamurun hareketine yardımcı olmak için,
3. Sistain, ay çöreği, rulolar, bazı kekler, pide ve ekmekler, kraker ve tost gibi çeşitli fırın ürünlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca bebek sütlerinde besleyici olarak, bazı diyet yiyeceklerinde katkı maddesi olarak, öksürük ilaçlarında balgam söktürücü olarak kullanılmaktadır.
Sistain’in kökeni, insan saçı, domuz kılı, sığır boynuzu, kuş tüyü ve petrol ürünleri ve sentetik malzemedir. Sistain yalnızca Japon, Çin ve Almanya’da üretilmektedir. İnsan saçı en ucuz olduğu için de en çok insan saçından üretilmektedir.
Avrupa Birliği Ülkeleri, Amerika, Kanada maalesef insan saçından üretilen Sistain’i kullanmaktadır. Halbuki Endonezya’da sentetik malzemeden üretim yapılmaktadır. Müslümanlar için insan saçından yapılan katkı maddesi kesin olarak haram durumundadır. İslam, insan vücudunun herhangi bir parçasını kullanma izni vermemiştir. Kuş (tavuk, ördek vs.) tüyünden, ya da sentetik yolla yapılması halinde Helâldir.
Diabetik hastalar, insuline zarar verebildiğine, Çin restorant sendromu olarak bilinen rahatsızlıktan müptela olan kimselerde E621 Monosodyum glutomatla etkileşebildiğine ve başağrısı, hararet hissi, baş dönmesi ve uyumsuzluk gibi bir seri septomlara dair bazı raporların var olduğundan haberdar olmalıdır.
Müslümanlar biryandan üreticileri yazı ile söz ile bu maddeyi kullanmamaları istikametinde ikaz etmeli diğer yandan etiketlerinde E910, E 920, E921 Sistain(L-Cysteine) yazılı olan ürünleri boykot etmelidir.
BOLUDA YENİ BİR DOMUZ ÇİFTLİĞİ DAHA!
İsrailli komandoların eğitim üssü olarak gündeme gelen Bolu, bu defa da yaban domuzu işleme tesislerinin kurulmak istenmesi ile çalkalanıyor.
Bolu’nun Mengen İlçesi Gökçesu Köyü’ne yıllık 12 bin yaban domuzu işleme kapasitesine sahip tesis kuruluyor. Ancak tesisin işlemek için bölgede bu kadar yaban domuzu bulması mümkün değil. Bu da akıllara, acaba bölgede yeni domuz üretme çiftlikleri mi kurulacak, yoksa bölge domuz avı turizmine mi açılacak sorusunu getiriyor.
Dünya Bankası’na gönderilen 24 proje arasında son sıralarda yer almasına rağmen kabul edilen domuz işleme tesisine, Bolu İl Genel Meclisi’nden de onay çıktı.
Önümüzdeki günlerde Köprübaşı barajını beslemekte olan Büyüksu Deresi kenarında yapımına başlanacak olan tesis, tartışmaları da beraberinde getirdi.
Bolu’da bulunan yaban domuzu popülâsyonu ortalama 11 bin adet civarında. Yaban hayatının korunması açısından yıllık avlanmasına izin verilen yaban domuzu sayısı yaklaşık 1000–1500 civarında. Tesisin 10 bin yaban domuzu açığını nasıl kapatacağı ise, sır gibi saklanıyor.
MİLLİ GAZETE
İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeye ve göstermeye çalışırlar.
İsmindeki iki kelimeden biri 'Cola' olan gazozlar var. Ülkemizdeki gazozlar 'Gazlı alkolsüz içecek' (gazoz) adlı, Türk Standartları Enstitüsü'nün Ekim 1992'de yürürlüğe giren TS4080 No.'lu standardına göre üretilir. Bu standart 20 sayfa olup isteyen her vatandaş, bedeli mukabilinde Türk Standartları Enstitüsü Merkezi'nden veya bürolarından temin edebilir. Bu standardın 2. sayfasında 'Gazoz Sınıfları ve Spesifik Maddeleri', 3. sayfasında da 'Gazozun Genel Özellikleri' tablo halinde verilmiştir. İkinci tablo 'Kimyasal Özellikler'in 3. satırında, gazoz cinslerinin litrede 5 gr. kadar etil alkol (bütün alkollü içeceklerde sarhoşluk verici) bulunabileceğinin belirtilmesi dikkati çekiyor.
Daha açık ve anlaşılır olarak söylemek icap ederse, binde 5 gr. etil alkol ihtiva edebilen herhangi bir gazoz çeşidinin (sade, meyveli, kola, tonik, aromalı) 330 ml'lik bir kutusunda 10 ml. şaraptaki kadar etil alkol vardır (şarapta %15 etil alkol bulunduğu göz önüne alınırsa) . Bu durumda, kendisine küçük bir kadehte sunulan 10 ml. şarabı, ihtiva ettiği 1.5 gr. etil alkol sebebiyle içmeyi reddeden birinin aynı miktar etil alkolü 330 ml'sinde ihtiva eden kutu gazozları hiç tereddütsüz içmeleri tezat olmuyor mu? İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama o lezzetin ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeğe ve göstermeye çalışırlar. Bu vesile ile, akla gelebilecek birkaç soru üzerinde durmak istiyorum:
1. Gazozlarda binde 5g. etil alkol bulunabiliyorsa, bunların standardına niçin 'Gazlı Alkolsüz İçeçek (Gazoz) ' standardı ismi verilmiştir? Bu standardın ismindeki alkolsüz kelimesi ile içinde bulunabilen binde 5g. alkol birbirini nakzetmiyor mu? Belki bir oturuşta içilebilecek miktarda olmayan etil alkolü, standardı hazırlayanlar 'kabil-i ihmal' gördükleri için, bu standardın isminde 'alkolsüz' kelimesini kullanmış olabilirler. Fakat bu standardı hazırlayanların nazarında 'kabil-i ihmal' görülen bu etil alkol nispetinin, 'başka standart'lara göre de 'kabil-i' ihmal olmayacağını gözden uzak tutmamak icap eder. Diğer bir sebep de 'alkol' kelimesini itici bulan bir halka bu meşrubatı benimsetmek için ticari bir taktik olarak 'alkolsüz' kelimesinin bilhassa standart ismine dahil edilmesi olabilir.
2. Gazozlarda az da olsa, niçin etil alkol bulunur? Sade gazozlar da dahil, bütün gazozlarda tat veya koku verici esanslar kullanılar. Bu esanslar, yağ cinsinden maddeler olup suda çözünmezler. Bunları suda çözünür hale getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen (çözünebilen) ara çözücülere ihtiyaç olur. Bu hususta en bol, en ucuz ve en yaygın olarak kullanılan ara çözücü de etil alkoldür. Etil alkol bunun için gazozların terkibine girer. Kimya bilimi açısından bunun biraz daha açıklaması şöyledir: Kimyada, 'benzer olanlar, birbiri içinde çözünür' kaidesi vardır. En mühim ve en çok kullanılan çözücü de su olduğundan suyun dışındaki bütün çözücülerde hidrofil (suyu seven, su ile tam karışan) ve hidrofob (suyu sevmeyen su ile tam olarak karışmayan) olarak ikiye ayrılır. Moleküllerinde hidrofil bulunduran maddeler su ile hidrofil assosiasyon yaparak berrak bir çözelti verebilir. Yağ cinsi maddeler, bu sebeple benzin, eter, toluen gibi çözücülerde çözünür. Etil alkol ise molekülünde hem hidrofil hem de hidrofob grub bulundurduğundan hidrofil grubu ile hidrofil assosiasyon, hidrofob grubu ile de hidrofob assosiasyon yaparak ara çözücü vazifesi görür.
Karmaşık gibi görünen bu mevzuu, aslında herkes çok basit bir deneme yaparak kolayca anlayabilir. Bir iki damla yağ cinsi madde (zeytinyağı, çiçek yağı veya diğer sıvı yağ ve esanslar) bir şişe suya ilave edilse, ne kadar şiddetle ve uzun müddet çalkalansa berrak bir çözelti vermez. Bu bir iki damla yağ-bulunursa, biraz etil alkolde kolayca çözülebilir. Etil alkol bulunamazsa, tuvalet ispirtosu veya kolonya da %75-80 etil alkol ihtiva ettiğinden, bunların az bir miktarları da yağ cinsinden bir iki damla maddeyi kolayca çözerek berrak bir çözelti verir. Bu berrak çözelti şimdi bir şişe suya ilave edilirse, suyun berraklığı bozulmaz.
İşte gazozlarda tat ve koku verici yağ cinsi maddelerin berrak bir çözelti verecek şekilde suda çözünür hale getirilmesi için ara çözücü kullanma işlemi budur.
3. Etil alkolden başka, sekerat (sarhoşluk) verici olmayan sağlığa başka zararı da olmayan ara çözücüler yok mudur? Vardır. Fakat bunlar etil alkole nispeten daha pahalıdır ve imalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa, etil alkolden başkasını kullanmaz.
4. Tat ve koku verici yağ cinsi maddeleri suda çözünür hale getirmek için kullanılan etil alkol, gazoz içinde kimyevi bir değişime uğramaz mı? Etil alkol, hidrofil ve hidrofob assosiasyon yaparak yağ cinsi maddelerin suda çözülmesini sağlar. Kimyada bunun adı 'salvatasyon' olup fiziki bir olaydır. Fiziki olaya giren maddelerin asli mahiyeti genelde değişmez. Bir değişim olsa, bu fevkalede az oranda olabilir. Etil alkol tat ve koku verici yağları kimyevi değişime uğrayarak (solvaliz ile) çözmüş olsa idi, kendi ile birlikte çözdüğü maddelerin asli mahiyetinde de bir değişim olacaktı. Böyle bir değişim olsa idi, o yağların tat ve koku verme hassaları da kalmayacaktı.
Bu fiziksel özellikleri çözeltiye katmak için yapılan imalat işleminde istenen tat ve koku özelliklerinin işlem sonucu kaybolmayıp devamı, kimyevi olarak, ne bu tat ve koku verici yağlarda ne de onları suda çözünür hale getiren etil alkolde karşılıklı etkileşim (interaction) ile asli mahiyetlerinde bir değişikliğin olmadığının delilidir.
5. Son yıllarda 'cola' rekabeti'nin artmasının sebebi nedir? Her birinin piyasaya çıkışının özel bir sebebi olabilir. Bir genelleştirme yapılması doğru olmaz. Bir süper devletin kapitalizmine tepki duymak ve bu tepkiyi duyanlardan müşteri portföyü olarak istifade etmek, Filistin davasında taraflardan birine destek veren kola üretici bir firmaya karşı, buna tepki duyarak ve tepki duyanlara satın almaları için imalat yaparak kola markaları piyasaya çıkarmak, kola piyasasını kapitalizmle ve emperyalizmle savaşın mühim savaş alanlarından biri görmek ve biri haline getirmeye çalışmak, etnik sebepler v.s.
Ancak bu bizim için 'cola' rekabeti yapanların bunu niçin yaptıklarından çok, nefsimizin neyi, niçin yaptığı asıl önemli olanıdır. Yiyecek ve içeceklerden helalini araştırıp almak, hem kendimize hem bakmakla yükümlü olduklarımıza karşı temel bir vazifemizdir. Eğer helalini araştırıp seçmek zor geliyorsa, pratik bir kolaylık olarak helalini araştıran, seçen, yapan ve satan markaları seçmek elimizdedir. 'Allah (c.c.) bizleri hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan sakınanlardan eylesin' duasıyla akla kapı açıp, ihtiyarı (cüz'i iradeyi) elden almamak lazım geldiği inancındayım.
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
zeytin yagi“(Sizin için) Tûr-i Sina’da yetişen bir ağaç yarattık ki, bu ağaç hem yağ ve hem de ekmeğinize katık edecekleri verir”(Mu’minun, 20)
“Zeytinyağını yiyiniz ve onunla yağlanınız! Zira o, mübarek bir ağaçtan meydana gelmektedir.” (Hadis-i şerif)
Dinimizde övgü ile tavsiye edilen az sayıdaki gıda maddelerimizden biri olan zeytinyağının kansere karşı da hem koruyucu, hem de tedavi edici özelliklerinin bulunduğunu anlatan, kendi başından da kanser vakası geçmiş bir uzman doktorun anlattıklarını istifadeniz için sunuyoruz.
ZEYTİNYAĞI mucizesi!
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
Kuş Gribi İle İlgili Bilinmesi ve Yapılması Gerekenler
kus gribiÜlkemiz, son günlerde tekrar “Kuş Gribi” salgını ile karşıkarşıya. İnsan sağlığından, kanatlı hayvan yetiştiricilerine, kesimhanelerden, satış yerlerine kadar toplumun çok geniş bir alanında ekonomik, psikolojik ve sağlık üzerinde uzun müddet telafi edilemiyecek zarar oluşturması sebebi ile çok yönlü bir olay olarak görülmelidir. Rabbimizin bu tür ve benzeri afetlere maruz bırakmaması konusunda O’nun rızasına uygun olmayan amellerden uzaklaşarak ve O’nun rızasına uygun amellerimizi çoğaltarak kalbî ve fiili bir dua içerisinde olmamız ve gerekli tetbirleri almamız Müslüman olarak bize yakışan bir davranış olacaktır. Ekte, “Kuş Gribi” ile ilgili hastalığı tanıtan ve alınması gerekli tedbirleri açıklayan bir yazı bilginize sunulmaktadır. Allah yar ve yardımcımız olsun.
GIDA RAPORU
1. Kuş gribi nedir?
Kuş gribi, influenza-A virüsunun neden olduğu ve kuşlarda görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Hastalık daha çok ördek, hindi, tavuk, sülün, evcil kaz, bıldırcın, tavus kuşu, muhabbet kuşu, martı, bataklık kuşları, keklik, deniz kuşları, beç tavuğu ve papağan cinslerinde görülmüştür. Bütün kanatlı türleri hastalığa duyarlı olmakla birlikte evcil kanatlılar enfeksiyona daha duyarlıdır ve hastalık sürü içinde çok hızlı bir şekilde yayılır ve öldürücü olarak seyreder.
2. Etken virüsun özellikleri nelerdir?
Etken olan influenza virüsunun 15 alt tipi bulunmaktadır. Influenza virüslerinin içinde H5N1’in özel bir önemi vardır. Balıkesir’de görülen salgında H5N1’in etken olduğu Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü tarafından 13 Ekim 2005’ de açıklandı. Daha sonra 4 Ocak 2006’da Van’da pnömoniden (zatürre) ölen çocuklarda etken mikroorganizmanın kuş gribi virusu olduğu açıklandı.
3. H5N1 neden önemlidir?
H5N1 tipi enfeksiyon insanlarda hastalık ilk kez 1997 yılında bildirilmiştir. H5N1 diğer influenza türlerine göre daha ciddi ve öldürücü seyretmektedir. Ayrıca, H5N1 hızlıca mutasyon yapabildiği için daha hızlı yayılabilecek yeni virüsların oluşmasına kaynak oluşturabilecektir.
4. Virüs ne kadar dayanıklıdır ve nasıl etkisizleştirilir?
Virüs, enfekte olmuş alanlarda düşük sıcaklıkta en az 3 ay canlı olarak kalabilir. Enfekte olan kuşlar virüsleri en az 10 gün boyunca ağız ve dışkı yoluyla atarlar. Virüs, 60 derecede 30 dakika ısınma yoluyla ve ayrıca yaygın kullanılan dezenfektanlarla etkisizleşebilmektedir.
5. Salgın nasıl oluşur ve insanlara nasıl geçer?
Doğrudan ya da dolaylı yollarla vahşi göçmen kuşların evcil kuşlara enfeksiyonu bulaştırması en önemli salgın nedenidir. Ayrıca, canlı kuş pazarları salgının yayılmasında önemlidir. Özellikle ölü veya canlı hastalıklı kuşlar ve kuşların atıklarına maruz kalan kişilere solunum ve temas yoluyla bulaşır.
6. Ülke içinde ve ülkeler arasında nasıl yayılır?
Hastalık bir ülke içinde çiftlikler arasında hızlıca yayılım gösterebilir. Enfekte olmuş araçlar, elbiseler, ayakkabılar aracılığı ile bir yerden diğerine taşınırlar. Bir ülkeden diğerine ise uluslararası canlı kümes hayvanları ticareti ve göçmen kuşlar aracılığı ile taşınabilir.
7. Bugüne kadar olan salgınların özellikleri nelerdir?
2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında Vietnam, Kamboçya, Endonezya, Malezya, Thailand ve Türkiye’de toplam 142 kişi hastalanmış ve bu kişilerin 72’si (%52) ölmüştür.
8. Kuluçka süresi kaç gündür?
Ortalama 2-5 gün olup, 17 gün sonra hastalık geliştiği bildirilmiştir.
9. Hastalığın klinik özellikleri nelerdir?
Gripte görülen klasik bulgular bu grupta da geçerlidir. Ateş, baş ağrısı, yaygın vücut ağrıları, boğaz ağrısı, öksürük en sık görülen belirtilerdir. Ayrıca, bu hastalarda diğer grip türlerine göre daha fazla ishal bildirilmiştir.
10. İnsandan insana geçiş var mıdır?
Literatürde az sayıda sağlık çalışanları, kümes hayvancılığında çalışan işçiler ve aile üyeleri arasında şüpheli geçiş olguları bildirilmiş olsa da Dünya Sağlık Örgütü, insandan insana geçiş olmadığının altını çizmektedir.
11. Kimler risk altındadır?
Ölü ya da canlı hasta hayvanlarla veya hayvan atıklarıyla doğrudan teması olan kişiler en büyük risk altındadırlar. Ayrıca hasta insanlarla teması olan sağlık çalışanları da koruyucu önlemleri (eldiven, maske, önlük) almalıdırlar.
12. Yiyecek yoluyla geçer mi?
Hastalıklı hayvanların ürünlerini yemek yoluyla enfeksiyon alan bu güne kadar bildirilmemiştir. Ancak kümes hayvanlarının etlerinin iyi pişirilmeden yenmemesi önerilmektedir.
13. Korunma önlemleri nelerdir?
Hastalık şüphesi olan hayvanlarla teması olanlar mutlaka eldiven ve maske kullanmalıdırlar. Kümes hayvanları ürünleri pişirilerek yenmelidir. Eller sıkça yıkanmalıdır.
14. Tedavisi var mıdır?
Ülkemizde tedavi için lisans almış 2 ilaç bulunmaktadır; oseltamivir ve zanimivir. Bu ilaçların belirtiler başladıktan sonra ilk 48 saat içinde başlanması gerekmektedir.
15. Aşısı var mıdır?
Halen var olan grip aşıları H5N1 suşuna karşı koruyucu değildir. Ancak insanların diğer grip suşları için aşılanmaları önerilmektedir.
16. Salgının önlenmesi için yönetsel düzeyde neler yapılmalıdır?
a. Hızlıca hasta kuşların izolasyonu ve hasta kuşların itlafı sağlanmalıdır. Hastalık hayvanlar arasında çok hızlı yayılabilmektedir.
b. Göçmen kuşların gidebileceği yerler potansiyel salgın noktası olarak yakından izlenmelidir.
c. Tüm bu çalışmaları yürütecek ilgili tüm sektörleri barındıran bir örgütlenmeye gidilmelidir.
17. İnsanlar etkilenmemek için neler yapmalıdırlar?
a. Ölü ya da canlı kanatlı hayvanlarla teması olanlar gerekli temas önlemlerini (eldiven ve maske) almalıdır.
b. Canlı tavuk veya hindi alınmamalı, denetimden geçmiş ürünler tüketilmelidir.
c. Kanatlı hayvanlar uygun koşullarda iyice (60-70 derece) pişirilmelidir, az pişmiş olarak tüketilmemelidir. Çıplak elle dokunulduğunda eller mutlaka sabunla yıkanmalıdır.
d. Yumurtaların kabukları enfekte olabileceği için bol su ile yıkanmalıdır.
e. Hastalık şüphesi olanlar hızlıca sağlık merkezine başvurmalıdır.
f. Hasta olan veya hasta olduğundan şüphelenilen kişilerle temas eden aile yakınları ve sağlık çalışanları koruyucu maske ve önlük kullanmalıdırlar.
Kaynaklar:
1. Dünya Sağlık Örgütü ve CDC web sayfaları, 10.10.2005
2. WHO report. Avian Influenza A (H5N1) Infection in Humans. New England Journal of Medicine 2005; 353: 1374-1385.
SOFRADA TERÖR
Kapkara zeytin aramayın
Zeytin pazarında toz dumandan göz gözü görmüyor. Denetimsiz pazarda 5 binden fazla üretici ve toptancı firma iş yapıyor. Kayıt dışı çalışan korsan firmalar yaptıkları hilelerle halk sağlığını tehdit ediyor. Denetimsizlik yüzünden, kötü zeytin, iyi zeytini pazardan kovuyor. Dünyanın en iyi sofralık ve yağlık zeytin çeşitlerini yetiştiren ülkemizde, iyi zeytin yemek şans işi.
Tüketicinin iyi zeytin yemesini engelleyen etkenlerin en önemlisi yanlış alışkanlıklar.
Geçmiş yıllarda açıkta küfede, plastik leğende satılan zeytinleri satın alma alışkanlığı edinen tüketici, bu alışkanlığını günümüzde de sürdürüyor. Kapalı ambalajdaki zeytini tadamayan bilinçsiz tüketicinin, açık zeytini tercih ettiğini bilen satış noktaları, çok daha ucuza aldıkları açık zeytini, ambalajlı zeytin fiyatına satarak iyi bir kazanç elde ediyorlar.
İçme suyu yerine sanayi suyu
Zeytin piyasasında yapılan hilelerin en belirgini cins ve varyete karışıklığı. Piyasada çok tutulan Gemlik ya da Akhisar zeytinlerinin içine daha düşük fiyatlı yörelerin zeytini karıştırılıyor. Tam boylama yapılmayarak iri zeytinin içine küçük taneli zeytin de katılıyor. Böylece kâr oranı yükseltiliyor. Aradaki fiyat farkının çok az olmasına rağmen, bazı üreticiler zeytin salamurasında biraz daha pahalı olan gıda tuzu yerine daha ucuz olan sanayi tuzu, içme suyu yerine sanayi suyu kullanarak sağlık açısından tehlike yaratıyorlar.
Yeşil zeytin olarak satılmak üzere dalından yeşil olarak toplanan acı zeytinler ise yalnızca tuz ile muamele görerek doğal yeşil renklerini koruyorlar. Bu yöntemle tatlanma süresi 4 ayı buluyor. Bu süreyi kısaltmak için bazı zeytin firmaları tarafından kullanılan yöntemde, zeytin alkali ile 6 - 24 saat muamele edilerek tatlandırılıyor. Bu şekilde işlenen zeytinin renk ve aroma maddeleri kayboluyor. Doğal yeşil rengini kaybeden yeşil zeytin sarı bir renk alıyor. Tat özellikleri de kaybolduğu için, işleme sırasında dışarıdan sitrik asit (ekşilendirici) eklenen bu zeytinlere aslında turşu zeytin demek daha doğru olur.
Ölümcül hastalığı tetikliyor
Çoğu tüketici her nedense kapkara zeytin istiyor. Dalından toplandığı zaman bazıları kahverengi veya kızıl kahverengi olan zeytini karartmak amacıyla izin verilen madde olan ferroglukonatın dışında tekstil boyaları bile kullanan üreticiler oluyor. Hatta
tekstil boyası pahalı olduğu için zeytin havuzlarına paslı demir bile atılıyor. Tekstil boyası ya da paslı demir ile karartılan zeytinler ise insan vücudunda kanserojen etki meydana getiriyor ve alzheimer hastalığını tetikleyebiliyor. Zeytini, raf ömrü süresince sağlıklı ve hijyenik bir şekilde korumanın en doğru yollarından biri pastörizasyon. Ancak zeytini pastörize edebilmek için ciddi bir makine yatırımı ve bilgi birikimi gerekli. Bu yatırıma girmek istemeyen bazı üreticiler zeytinin raf ömrünü uzatmak için antibiyotik kullanmaktan çekinmiyorlar.
Bundan sonra, siz siz olun, ister yeşil, ister siyah zeytin alırken bu uyarılarımızı dikkate alarak soruşturmadan ve anbalajsız ürünler almayınız. Anbalajlı ve markalı ürünlerde de kimyasal katkı maddesi kullanılmamış olanı tercih ediniz.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur:
“Genelde kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmek tercih ediliyor. Halbuki,kepekli ekmek hem bol miktarda vitamin içeriyor hem de sindirim yollarını rahatlatıyor.Kepekli ekmek, sadece kilo sorunu veya şeker hastalığı gibi rahatsızlıkları olanlar için değil, bir sağlık sorunu olmayan tüm insanlar için faydalıdır.”
Sindirimi kolay olan kepekli ekmeği tercih edenlerin bol miktarda vitamin aldığını da anlatan Prof. Dr. Keleştimur, Türkiye'de ortalama günde kişi başına düşen 350 gram ekmek tüketiminde genellikle kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmeğin tercih edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmek sağlık açısından daha faydalıdır. Çünkü, sağlık açısından çok faydalı vitaminler içeren buğdayın besin değeri, öğütülme sırasında dış kabuğunun kepek olarak ayrılması nedeniyle azalıyor' dedi.
Kepekli ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, Keleştimur şu sözlerle açıkladı:
'Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeğin tercih edilmesi daha sağlıklı'.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmeği, şeker hastaları,kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı olanlar tarafından daha çok tercih edilmesi gerekiyor' dedi.
Rejim yapanlar tarafından daha çok tercih edilen kepekli ekmeğin herkes tarafından tüketilmesi öneriliyor.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur:
“Genelde kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmek tercih ediliyor. Halbuki,kepekli ekmek hem bol miktarda vitamin içeriyor hem de sindirim yollarını rahatlatıyor.Kepekli ekmek, sadece kilo sorunu veya şeker hastalığı gibi rahatsızlıkları olanlar için değil, bir sağlık sorunu olmayan tüm insanlar için faydalıdır.”
Sindirimi kolay olan kepekli ekmeği tercih edenlerin bol miktarda vitamin aldığını da anlatan Prof. Dr. Keleştimur, Türkiye'de ortalama günde kişi başına düşen 350 gram ekmek tüketiminde genellikle kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmeğin tercih edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmek sağlık açısından daha faydalıdır. Çünkü, sağlık açısından çok faydalı vitaminler içeren buğdayın besin değeri, öğütülme sırasında dış kabuğunun kepek olarak ayrılması nedeniyle azalıyor' dedi.
Kepekli ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, Keleştimur şu sözlerle açıkladı:
'Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeğin tercih edilmesi daha sağlıklı'.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmeği, şeker hastaları,kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı olanlar tarafından daha çok tercih edilmesi gerekiyor' dedi.
Rejim yapanlar tarafından daha çok tercih edilen kepekli ekmeğin herkes tarafından tüketilmesi öneriliyor.
Yemekten hemen sonra şu 7 şeyi yapmaktan kaçınınız.
Yemek yedikten sonra ne yaptığınız sağlığınız için çok önemli. Uzmanlara göre, yemek yedikten sonra yapılması sakıncalı olan şeyler, zamanla sağlık problemlerine neden oluyor...
Yürümeyin:
İnsanlar çoğu zaman, yemeklerden sonra 100 adım yürümek 99 yaşına kadar yaşamanızı sağlar derler. Gerçekte bu doğru değildir. Yürümek sindirim siteminin aldığımız gıdalardan besinlerin emilimini engeller.
Hemen uyumayın:
Aldığımız gıdalar yeterince sindirilemez. Bu durum bağırsağımızda gastrit ve enfeksiyona önderlik eder.
Banyo yapmayın:
Banyo yapmak ellerdeki, bacaklardaki ve vücuttaki kan akışını hızlandırır, böylece mide çevresindeki kan miktarı bu durumda azalır. Bu da midemizin sindirim sistemini zayıflatır.
Hemen meyve yemeyin:
Yemeklerin peşinden yenen meyveler midenin havayla davul gibi şişmesine neden olur.
Çay içmeyin:
Zira çay yaprakları yoğun asit içerir. Bu madde tükettiğimiz gıdalardaki proteinin hazmını zorlaştırıyor.
Kemerinizi gevşetmeyin:
Yemekten sonra kemeri gevşetmek kolaylıkla bağırsak düğümlenmesine ve tıkanmasına neden olur.
Sigara içmeyin:
Uzmanlarca yapılan deneyler, yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın 10 sigaraya eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır. (Kanser olma riski daha yüksek.)
KOLANIN BAĞIMLILIK YAPTIĞI RUSYA MAHKEMESİNDE BİR KERE DAHA ONAYLANDI
Rusya'da bir bayan Coca Cola'nın kronik bağımlılık yaptığı gerekçesi ile açtığı davada haklı bulundu ve Amerikan firması tazminata mahkum edildi. Rus bayan Natalia Koshuba, mide ve bağırsaklarında rahatsızlık hissetmesinin ardından hastaneye kaldırılmış, doktorlar da rahatsızlığının gazlı içeceklerden kaynaklandığı teşhisini koymuşlardı. Tedavisi için yaklaşık 200 dolar harcayan Koshuba, Coca Cola'yı mahkemeye vermişti.
Natalia Koshuba, Coca Cola firmasının kapakların getirilmesi karşılığında ücretsiz yeni ürünlerin verilmesi ile ilgili reklamlardan etkilendiğini belirterek, 'Kapak toplama reklamlarından sonra her gün daha fazla tüketmeye başladım. Son beş yıldan bu yana günde 2-3 litre Coca Cola tüketiyorum. Bağımlılık yapan bu durum mide ve bağırsaklarımda da ciddi rahatsızlıklara neden oldu.' dedi.
Koshuba'nın avukatı, mahkemede müvekkilinin alkol alışkanlığı olmadığını, bunun doktor raporu ile de tespit edildiğini belirterek sağlık sorununun tek nedeninin daha fazla Coca Cola içmek olduğunu savundu. Mahkeme de Amerikan şirketini suçlu bularak Koshuba'nın sağlık masraflarını karşılamaya mahkum etti. Coca Cola'yı 200 dolar tazminat ödemeye mahkum eden mahkemenin kararı Avrupa'da benzer kararlara göre çok düşük bulundu.
Bunun yanı sıra Koshuba, Amerikan içecek firması hakkında yeni bir dava daha açmaya hazırlanıyor. Psikolojik olarak da ciddi zarar gördüğünü savunan Rus bayan Coca Cola'dan 3 milyon ruble istiyor.
Dünya çapında 90.000’in üzerinde çalışanı, 9.700 tane mağaza ve haftalık 33 milyon müşteri hacmiyle Starbucks firmasına yıllık 6.4 milyar dolar kar ettirdiğiniz için ne kadar sevinseniz azdır. İçtiğiniz her bir fincan (latte ve macchiato) ABD ve İsrail arasındaki bozulmaz dostluğa ve yakın ittifakına katkıda bulunmaktadır. Bu dostluğun bir nişanesi olarak firma yetkilisine verilen, “50 yıllık İsrail Siyonist Dostu Ödülü” bu yönden siz Müslümanlar için çok derin manalar ifade etmelidir. Bu ödül, İsrail’in uzun yıllar, halkla ilişkiler ve ticari firmalarla olan bağlarını güçlendirmek ve onları teşvik etmek için kullandığı bir ödüldür.
Gelelim Starbucks yöneticilerine bu ödülü kazandıran nedenlere… Gününüzün vazgeçilmezi haline gelen ve her gün tükettiğiniz çikolata parçacıklı frapucinolardan gelen gelir, ABD ve İsrail arasında yapılan anlaşmayla gerçekleştirilen öğrenci projeleri için harcanmaktadır. Bu öğrenciler İsrail’in İntifada’da zarar gören öğrenciler olarak seçtiği gruplardan oluşmaktadır.
Starbucks, Jerusalem Fund of Aish HaTorah‘ı (Aish Hatorah Kudüs Fonu – uluslar arası özel Yahudi eğitim merkezlerini bir şemsiye altında toplayan organizasyon) kullanarak İsrail’de geliştirilen en son savunma teknolojilerinin, Amerika, Avrupa ve İsrail askeri mühimmat marketlerine tanıtılmasını sağlamakta ve böylelikle İsrail ordusuna yardım etmeyi hedeflemektedir.Orta Doğuda devam eden çatışmanın arkasındaki esas sebep olan anti semitizmin (yahudi düşmanlığı) , küresel yükselişine karşı sizin starbucksa verdiğiniz desteğinizle; savaşın İsrail tarafını haklı çıkartmak için yalan ve yanlı haberlerin üretimini üstlenen 'honestreporting.com' websitesinin sponsoru olan Aish HaTorah’a yardımları kesintisiz devam etmektedir.
Starbucks’ın değerli Müslüman müşterileri, sayenizde Müslümanların güya terörist saldırılarına karşı israil halkını korumaya yardım etmek için heryıl gerekli olan yüzlerce milyon doları temin etmeye muktedir olabiliyorlar. ABD devletinin her yıl verdiği 5 milyar dolar, Anti semitist Müslüman terörizmi(!) ’ne karşı masum israil halkını korumak için gerekli silah, bulldozer ve güvenlik duvarları örmek için yeterli olmadığından, sizler, tamamlayamadıkları ihtiyaçları Starbucks içerek sağlıyorsunuz.
Daha geniş perspektiften bakmak gerekirse, Starbucks teröre karşı açılan savaşta (war on terror) Amerikan hükümetine destek olmak için, bir tane mağazasını tamamiyle bağışlamıştır. Bu savaş, Starbucks’a göre yahudi eyaleti olarak anılan İsrail’in idame ettirilmesinde hayati önem taşımaktadır.
Starbucks’ın değerli Müslüman müşterileri, Starbucks Coffee, Amerika'da her yıl 27 Haziran'da düzenlenen homoseksüeller festivalini (Gay Pride Parade) destekleyenlerin de başında geliyor. Starbucks Coffee'nin Washington Müdürü Heywood McGuffy, şirketin bu tavrını savunarak 'Biz, çalışanlarımızı ve müşterilerimizi ilgilendiren her şeyi desteklemekle yükümlüyüz' dedi. Son festivalde, Starbucks Coffee çalışanlarından 75 homoseksüel, üzerlerinde homoseksüelliği ifade eden gökkuşağı renkleri ve Starbucks Coffee arması bulunan t-shirtlerle festivale katılanlara bedava kahve dağıttılar.
Starbucks şirketi, bu festivale destek vermek dışında kürtajı da teşvik ediyor. Şirket, 'Planned Parenthood Federation of America' kuruluşunun resmi sponsoru.
Şirket, görüldüğü gibi hem resmi hem de “sivil” hareketlerin her zaman yanında. Ama kimi sivil hareketlerle de başı dertte. Özellikle hormon karşıtı olanlarla… Starbucks'ın hormonlu maddeler kullanmaya son vermesi için 300 Amerikan kentinde ve 8 ülkede kampanya düzenleneceği bildiriliyor.
Lütfen tükettiğiniz herbir Starbucks amblemli ürünle, çok asil(!) bir gayeye hizmet veren bu firmaya destek olduğunuzu ve Müslüman kardeşlerinize ihanet ettiğinizi hatırlayın.
Halen ikna olmamışsanız, Her zaman Starbucks’u ziyaret edin ve bir bardak çikolatalı cips frappucino için… düşünün ki böylece Müslüman bir kardeşinizin kanını içiyorsunuz. Afiyet olsun!
Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr. İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1. Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı. Evinin bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu.
27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan 34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan, kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu, heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi Cevat Bey'den öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: 'Millet sizi istemiyor.' Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi. Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane konuştu: 'Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı? ' Emanuel Karasu (Yahudi) , Aram Efendi (Ermeni) , Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü) hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu 'son'u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir 'ilk'e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general) , Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi) , Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından) , Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı) , Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil) , David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat) , Emanuel Karasu (avukat) , Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof) , Mehmet Arif (avukat) , Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü) , Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat) , Sarim Kibar (tüccar) , Mithat Şükrü Bey (milletvekili) , Rahmi Bey (milletvekili, vali) , Katipzade Sabri Bey (tüccar) . Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Uzatmayalım. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi. Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: 'İkinci Meşrutiyet'in ileri simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934.' Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.
O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu. Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam 420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso. Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin mi! bir ses yankılandı belleğinde: 'Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var.' İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. 'Tabii ya' dedi, 'Tabii ya.' Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919.
Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti. Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek kavrayamayacaktı. 'İlaç' tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da 'Daniel'cik'in karşılığı çok hoştu doğrusu: 'Danon! ' Ancak bu özel ad olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir 'e' ekledi. Hoşgeldin 'Danone' yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun 'tahsili' ni yapmaya gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te 18'inci bölgedeki bir dükkanda 'Danone Yoğurtları Paris Şirketi' kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi. Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki, o 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin kişi çalıştırıyor.
- Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede (Türkiye dahil) 48 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.
İmparatorluğa -babasının sayesinde- adını verilen Daniel Carasso, Daniel'cik, Danone hala hayatta. 99 yaşında. Barselona'da yaşıyor. Uzun yaşamasının sırrı mı? Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kase yoğurt!
Ve Daniel'in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor: 'Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var...'
kanser yaptığını tehlikeli olduğunu duyduğum lakin apartmanımın üzerine dikiliveren 'zararlı hemşehrim yapmayın 'nidalarıma karşılık birilerinin 'abüüüü zararını gideren parça takmışlar ' dediği fakat bunu yutmadığım teknolojik, cep telefonların işlemesine ön ayak olan eski tabiriyle şekil ve görev değiştirmiş çanak anten,alet.
h.z isa dahi ölümü düşünmenin kendisine zor geldiğini söylemiştir.peygamber efendimiz ise ölümün şiddet ve ızdırabından Allah'a sığınmıştır.ölüm testereyle ikiye kesilmekten daha acıymış.göğüse saplanmış, dikenlerinden herbiri bir organa bağlanmış bir telin çekip çıkarılması sırasında duyulacak acıyla eşitmiş ölüm acısı.dayımın dizinde son nefesini veren büyükannemin ağzından dökülen son cümle şu olmuş:'ölüm ne kadar zor'
basur
25.02.2007 - 21:07'PATLICAN,SENi YARATAN ALLAH'A KURBAN OLAYIM! ! !
]]Basligi okuyunca kafayi usuttu sanacaksiniz.Eger siz de benim
]]gibi 36 yildir hemoroid(basur) hastasi olsaniz,ilaçla tedaviniz yok
]]dense...Fistülünüzü ya lastikle bogarak çürütüp koparacaginiz veya lazerle
]]kesip yarayi yakacagiz deseler ve bunun için de 1 milyar 300 milyon lira
]]isteselerdi...Hem parasi çok,hem izdirabi çok bir isten,patlicanin,yesil soganin sayesinde saplarini kaynatip suyunu icerek 5 gunde parasi yok acisi yok bir sekilde kurtulsaydiniz.,bu basliga az bile derdiniz.
]] 36 yildir devamli sanki tuvalet ihtiyaciniz var gibi bir hisle
]]yasamanin,üstelik agri ve kanamanin olmasinin ne demek oldugunu ancak bu derdi ceken bilir.
]] Allah,sebep olandan razi olsun.Gazetede anlatildigi gibi, 10 adet
]]kemer patlicanin yesil sap kismini 10 bardak su ile kaynatip bu sudan
]]sabah aksam bir bardak içtim.Besinci gün sonunda basur diye bir derdim
]]kalmadi.
]] Sevincimden sokaklarda bagirip bu derdi hala çeken kardeslerime
]]duyurmak istiyorum ve ilaçla tedavisi yok denilen bu hastaligin çaresini
]]patlicanin sapina yerlestiren Yüce Rabbime sonsuz sükürler olsun diyorum.'
(ALINTIDIR ÇINARCIK'TA YAŞAYAN BİRİ TARAFINDAN YAZILMIŞTIR..)
haram
25.02.2007 - 20:03Cysteine(Sistain) Grubu Katkı Maddeleri
Gönderen:huseyin Tarih: 4.02.2007 Saat: 14:49
E910 L-Cysteine, E920 L-Cysteine hydrochloride, E921 L-Cysteine hydrochloride monohydrate
Domuzu da kapsayan hayvan kökenlerden elde edilebilen sistain (cysteine): Müslümanlar, Museviler, Hindular ve Vejeteryanlar tarafından kaçınılan bir katkı maddesidir.
Bu katkı maddesi hakkında sitemizde çeşitli vesilelerle bilgi verilmişti. Ancak önemine binaen, hergün yediğimiz temel gıdalarımıza haberimiz olmadan katılabildiği için ilgili batı kaynakları yeniden taranmış ve yazımızın ekinde bu kaynakların metinleri original şekilleri ile de konarak, bilginize sunulmuştur.
Sistain(E920) , Un işleme ajanı. İnsan saçı, hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir.
Sistain(L-cysteine) Helâl midir?
E910,E920, E921 ile numaralanan Sistain, bir amino asittir. Amino asitler genellikle proteinlerde bulunur. Sistain, fırın ürünlerinde durdurucu ajan olarak kullanılır.
Bunlar;
1. Un hamurunun karışma zamanını kısaltmak için,
2. Yayıldıktan sonra pizza ve hamur tabakasının büzülmesini (kendini çekmesini) durdurmak için, hamurun şeklini muhafaza etmesini sağlamak için,
Çeşitli pastacılık işlem kademeleri arasında hamurun hareketine yardımcı olmak için,
3. Sistain, ay çöreği, rulolar, bazı kekler, pide ve ekmekler, kraker ve tost gibi çeşitli fırın ürünlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca bebek sütlerinde besleyici olarak, bazı diyet yiyeceklerinde katkı maddesi olarak, öksürük ilaçlarında balgam söktürücü olarak kullanılmaktadır.
Sistain’in kökeni, insan saçı, domuz kılı, sığır boynuzu, kuş tüyü ve petrol ürünleri ve sentetik malzemedir. Sistain yalnızca Japon, Çin ve Almanya’da üretilmektedir. İnsan saçı en ucuz olduğu için de en çok insan saçından üretilmektedir.
Avrupa Birliği Ülkeleri, Amerika, Kanada maalesef insan saçından üretilen Sistain’i kullanmaktadır. Halbuki Endonezya’da sentetik malzemeden üretim yapılmaktadır. Müslümanlar için insan saçından yapılan katkı maddesi kesin olarak haram durumundadır. İslam, insan vücudunun herhangi bir parçasını kullanma izni vermemiştir. Kuş (tavuk, ördek vs.) tüyünden, ya da sentetik yolla yapılması halinde Helâldir.
Diabetik hastalar, insuline zarar verebildiğine, Çin restorant sendromu olarak bilinen rahatsızlıktan müptela olan kimselerde E621 Monosodyum glutomatla etkileşebildiğine ve başağrısı, hararet hissi, baş dönmesi ve uyumsuzluk gibi bir seri septomlara dair bazı raporların var olduğundan haberdar olmalıdır.
Müslümanlar biryandan üreticileri yazı ile söz ile bu maddeyi kullanmamaları istikametinde ikaz etmeli diğer yandan etiketlerinde E910, E 920, E921 Sistain(L-Cysteine) yazılı olan ürünleri boykot etmelidir.
domuz
25.02.2007 - 19:57BOLUDA YENİ BİR DOMUZ ÇİFTLİĞİ DAHA!
İsrailli komandoların eğitim üssü olarak gündeme gelen Bolu, bu defa da yaban domuzu işleme tesislerinin kurulmak istenmesi ile çalkalanıyor.
Bolu’nun Mengen İlçesi Gökçesu Köyü’ne yıllık 12 bin yaban domuzu işleme kapasitesine sahip tesis kuruluyor. Ancak tesisin işlemek için bölgede bu kadar yaban domuzu bulması mümkün değil. Bu da akıllara, acaba bölgede yeni domuz üretme çiftlikleri mi kurulacak, yoksa bölge domuz avı turizmine mi açılacak sorusunu getiriyor.
Dünya Bankası’na gönderilen 24 proje arasında son sıralarda yer almasına rağmen kabul edilen domuz işleme tesisine, Bolu İl Genel Meclisi’nden de onay çıktı.
Önümüzdeki günlerde Köprübaşı barajını beslemekte olan Büyüksu Deresi kenarında yapımına başlanacak olan tesis, tartışmaları da beraberinde getirdi.
Bolu’da bulunan yaban domuzu popülâsyonu ortalama 11 bin adet civarında. Yaban hayatının korunması açısından yıllık avlanmasına izin verilen yaban domuzu sayısı yaklaşık 1000–1500 civarında. Tesisin 10 bin yaban domuzu açığını nasıl kapatacağı ise, sır gibi saklanıyor.
MİLLİ GAZETE
kola
25.02.2007 - 19:55İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeye ve göstermeye çalışırlar.
İsmindeki iki kelimeden biri 'Cola' olan gazozlar var. Ülkemizdeki gazozlar 'Gazlı alkolsüz içecek' (gazoz) adlı, Türk Standartları Enstitüsü'nün Ekim 1992'de yürürlüğe giren TS4080 No.'lu standardına göre üretilir. Bu standart 20 sayfa olup isteyen her vatandaş, bedeli mukabilinde Türk Standartları Enstitüsü Merkezi'nden veya bürolarından temin edebilir. Bu standardın 2. sayfasında 'Gazoz Sınıfları ve Spesifik Maddeleri', 3. sayfasında da 'Gazozun Genel Özellikleri' tablo halinde verilmiştir. İkinci tablo 'Kimyasal Özellikler'in 3. satırında, gazoz cinslerinin litrede 5 gr. kadar etil alkol (bütün alkollü içeceklerde sarhoşluk verici) bulunabileceğinin belirtilmesi dikkati çekiyor.
Daha açık ve anlaşılır olarak söylemek icap ederse, binde 5 gr. etil alkol ihtiva edebilen herhangi bir gazoz çeşidinin (sade, meyveli, kola, tonik, aromalı) 330 ml'lik bir kutusunda 10 ml. şaraptaki kadar etil alkol vardır (şarapta %15 etil alkol bulunduğu göz önüne alınırsa) . Bu durumda, kendisine küçük bir kadehte sunulan 10 ml. şarabı, ihtiva ettiği 1.5 gr. etil alkol sebebiyle içmeyi reddeden birinin aynı miktar etil alkolü 330 ml'sinde ihtiva eden kutu gazozları hiç tereddütsüz içmeleri tezat olmuyor mu? İnsanların büyük çoğunluğu 'Hedonism'in kölesidir. Kendilerine lezzet veren şeye yönelirler ama o lezzetin ötesini düşünmek istemezler. Aksine, lezzet peşindeki bu hallerini savunmaya, kendilerini bu mevzuda haklı görmeğe ve göstermeye çalışırlar. Bu vesile ile, akla gelebilecek birkaç soru üzerinde durmak istiyorum:
1. Gazozlarda binde 5g. etil alkol bulunabiliyorsa, bunların standardına niçin 'Gazlı Alkolsüz İçeçek (Gazoz) ' standardı ismi verilmiştir? Bu standardın ismindeki alkolsüz kelimesi ile içinde bulunabilen binde 5g. alkol birbirini nakzetmiyor mu? Belki bir oturuşta içilebilecek miktarda olmayan etil alkolü, standardı hazırlayanlar 'kabil-i ihmal' gördükleri için, bu standardın isminde 'alkolsüz' kelimesini kullanmış olabilirler. Fakat bu standardı hazırlayanların nazarında 'kabil-i ihmal' görülen bu etil alkol nispetinin, 'başka standart'lara göre de 'kabil-i' ihmal olmayacağını gözden uzak tutmamak icap eder. Diğer bir sebep de 'alkol' kelimesini itici bulan bir halka bu meşrubatı benimsetmek için ticari bir taktik olarak 'alkolsüz' kelimesinin bilhassa standart ismine dahil edilmesi olabilir.
2. Gazozlarda az da olsa, niçin etil alkol bulunur? Sade gazozlar da dahil, bütün gazozlarda tat veya koku verici esanslar kullanılar. Bu esanslar, yağ cinsinden maddeler olup suda çözünmezler. Bunları suda çözünür hale getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen (çözünebilen) ara çözücülere ihtiyaç olur. Bu hususta en bol, en ucuz ve en yaygın olarak kullanılan ara çözücü de etil alkoldür. Etil alkol bunun için gazozların terkibine girer. Kimya bilimi açısından bunun biraz daha açıklaması şöyledir: Kimyada, 'benzer olanlar, birbiri içinde çözünür' kaidesi vardır. En mühim ve en çok kullanılan çözücü de su olduğundan suyun dışındaki bütün çözücülerde hidrofil (suyu seven, su ile tam karışan) ve hidrofob (suyu sevmeyen su ile tam olarak karışmayan) olarak ikiye ayrılır. Moleküllerinde hidrofil bulunduran maddeler su ile hidrofil assosiasyon yaparak berrak bir çözelti verebilir. Yağ cinsi maddeler, bu sebeple benzin, eter, toluen gibi çözücülerde çözünür. Etil alkol ise molekülünde hem hidrofil hem de hidrofob grub bulundurduğundan hidrofil grubu ile hidrofil assosiasyon, hidrofob grubu ile de hidrofob assosiasyon yaparak ara çözücü vazifesi görür.
Karmaşık gibi görünen bu mevzuu, aslında herkes çok basit bir deneme yaparak kolayca anlayabilir. Bir iki damla yağ cinsi madde (zeytinyağı, çiçek yağı veya diğer sıvı yağ ve esanslar) bir şişe suya ilave edilse, ne kadar şiddetle ve uzun müddet çalkalansa berrak bir çözelti vermez. Bu bir iki damla yağ-bulunursa, biraz etil alkolde kolayca çözülebilir. Etil alkol bulunamazsa, tuvalet ispirtosu veya kolonya da %75-80 etil alkol ihtiva ettiğinden, bunların az bir miktarları da yağ cinsinden bir iki damla maddeyi kolayca çözerek berrak bir çözelti verir. Bu berrak çözelti şimdi bir şişe suya ilave edilirse, suyun berraklığı bozulmaz.
İşte gazozlarda tat ve koku verici yağ cinsi maddelerin berrak bir çözelti verecek şekilde suda çözünür hale getirilmesi için ara çözücü kullanma işlemi budur.
3. Etil alkolden başka, sekerat (sarhoşluk) verici olmayan sağlığa başka zararı da olmayan ara çözücüler yok mudur? Vardır. Fakat bunlar etil alkole nispeten daha pahalıdır ve imalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa, etil alkolden başkasını kullanmaz.
4. Tat ve koku verici yağ cinsi maddeleri suda çözünür hale getirmek için kullanılan etil alkol, gazoz içinde kimyevi bir değişime uğramaz mı? Etil alkol, hidrofil ve hidrofob assosiasyon yaparak yağ cinsi maddelerin suda çözülmesini sağlar. Kimyada bunun adı 'salvatasyon' olup fiziki bir olaydır. Fiziki olaya giren maddelerin asli mahiyeti genelde değişmez. Bir değişim olsa, bu fevkalede az oranda olabilir. Etil alkol tat ve koku verici yağları kimyevi değişime uğrayarak (solvaliz ile) çözmüş olsa idi, kendi ile birlikte çözdüğü maddelerin asli mahiyetinde de bir değişim olacaktı. Böyle bir değişim olsa idi, o yağların tat ve koku verme hassaları da kalmayacaktı.
Bu fiziksel özellikleri çözeltiye katmak için yapılan imalat işleminde istenen tat ve koku özelliklerinin işlem sonucu kaybolmayıp devamı, kimyevi olarak, ne bu tat ve koku verici yağlarda ne de onları suda çözünür hale getiren etil alkolde karşılıklı etkileşim (interaction) ile asli mahiyetlerinde bir değişikliğin olmadığının delilidir.
5. Son yıllarda 'cola' rekabeti'nin artmasının sebebi nedir? Her birinin piyasaya çıkışının özel bir sebebi olabilir. Bir genelleştirme yapılması doğru olmaz. Bir süper devletin kapitalizmine tepki duymak ve bu tepkiyi duyanlardan müşteri portföyü olarak istifade etmek, Filistin davasında taraflardan birine destek veren kola üretici bir firmaya karşı, buna tepki duyarak ve tepki duyanlara satın almaları için imalat yaparak kola markaları piyasaya çıkarmak, kola piyasasını kapitalizmle ve emperyalizmle savaşın mühim savaş alanlarından biri görmek ve biri haline getirmeye çalışmak, etnik sebepler v.s.
Ancak bu bizim için 'cola' rekabeti yapanların bunu niçin yaptıklarından çok, nefsimizin neyi, niçin yaptığı asıl önemli olanıdır. Yiyecek ve içeceklerden helalini araştırıp almak, hem kendimize hem bakmakla yükümlü olduklarımıza karşı temel bir vazifemizdir. Eğer helalini araştırıp seçmek zor geliyorsa, pratik bir kolaylık olarak helalini araştıran, seçen, yapan ve satan markaları seçmek elimizdedir. 'Allah (c.c.) bizleri hakkı hak bilip ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan sakınanlardan eylesin' duasıyla akla kapı açıp, ihtiyarı (cüz'i iradeyi) elden almamak lazım geldiği inancındayım.
PROF. DR. MUSTAFA NUTKU / AKADEMİSYEN
kanser
25.02.2007 - 19:51ZEYTİNYAĞI mucizesi!
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
zeytinyağı
25.02.2007 - 19:49ZEYTİNYAĞI mucizesi!
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
zeytin yağı
25.02.2007 - 19:46ZEYTİNYAĞI KANSERE İYİ GELİYOR
zeytin yagi“(Sizin için) Tûr-i Sina’da yetişen bir ağaç yarattık ki, bu ağaç hem yağ ve hem de ekmeğinize katık edecekleri verir”(Mu’minun, 20)
“Zeytinyağını yiyiniz ve onunla yağlanınız! Zira o, mübarek bir ağaçtan meydana gelmektedir.” (Hadis-i şerif)
Dinimizde övgü ile tavsiye edilen az sayıdaki gıda maddelerimizden biri olan zeytinyağının kansere karşı da hem koruyucu, hem de tedavi edici özelliklerinin bulunduğunu anlatan, kendi başından da kanser vakası geçmiş bir uzman doktorun anlattıklarını istifadeniz için sunuyoruz.
ZEYTİNYAĞI mucizesi!
Egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojenler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah var: EKMEĞİMİZ ve ZEYTİNYAĞIMIZ
Doktor İlhami Güneral, bugün dünyanın en önemli kanser ilacı olarak kabul edilen köpekbalığı kıkırdağının Küba'nın ihracat kalemleri arasında ilk sırada yer alışını gülümseyerek karşılıyor. Köpekbalığından çıkarılan squalene adlı madde sızma zeytinyağında bol miktarda bulunuyor. Günde 100 cl. Zeytinyağı tüketimi ile köpekbalığı kıkırdağından alınacak kadar squalene alınır...
Dr. İlhami Güneral ile sürdürdüğümüz dizinin beşinci gününde ülkemizde de bol miktarda bulunan, ancak ne yazık ki yeterince tüketmediğimiz zeytinyağı birinci tartışma konumuzu oluşturuyor.
Bu konuşma sırasında Dr. Güneral, Dr. Klinkhamer'in şu sözünü anımsamadan edemiyor: 'Büyük ilaç firmaları, havucun ya da baklanın sağlık yönünden değerini araştırmayı istemezler. Zira kendi ürünlerine büyük yatırımları vardır. Para musluğu neredeyse, ilgi ve araştırma da o tarafta. Böylece anlaşılıyor ki, konvansiyonel tıbbın kanser problemini çözmesi olanaksızdır'
Köpekbalığı kıkırdağı yerine ZEYTİNYAĞI
Dr. Güneral, zeytinyağının da ABD'de unutturulmak istendiğini anlatıyor. Biz de bir süre önce İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan 'Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı' adlı kitabımızda, zeytinyağının Akdeniz'in bir mucizesi olduğunun altını çizdiğimizi söylüyoruz. Gerçekten de, Akdeniz'de kalp krizleri ve kanser dünya ortalamalarının çok altındaydı.
Konuşmamızda hem fikir olduk ki, egzoz gazları, fabrika bacalarının kustuğu kanserojen- ler, içme sularımıza karışan sanayi atıkları, bir yandan da belediyelerin temizlemek için suya kattıkları klor, fast food gıdalardaki, hazır yiyeceklerdeki tehlikeli katkı maddelerine karşı elimizde iki silah vardı: Ekmeğimiz ve zeytinyağımız... ikisine de çok iyi sahip çıkmalıydık.
Bir süredir gazetelerde ilanlar çıkıyor, TV'lerde haberlerini izliyoruz. Köpekbalığı kıkırdağı AIDS ve kansere iyi gelmektedir, hatta önleyicidir. Doktor Güneral'e soruyoruz:
- Köpekbalığı kıkırdağı gerçekten önleyici mi?
- Evet önleyicidir. Köpek balığı karaciğerinde bulunan Squalene maddesi tümörlerin yok edilmesinde yapıtaşı niteliğindedir. Bu madde bazı böceklerde ve karıncalarda da vardır. Squalene kanser tedavisinde başarı ile kullanılmaktadır. En önemli üreticisi Küba'nın da önemli bir zenginlik kaynağıdır. Ancak unutmayınız ki bu maddenin en çok bulunduğ madde ise bizim sızma, geleneksel yöntemlerle çıkarılmış zeytinyağıdır. Zeytinyağında yüzde 2 oranında Squalene bulunur. Günde en az 100 cl. Zeytinyağı tüketen bir kişi gerektiği kadar Squalene almış olur. Amerikan Tabipler Birliği'nin yayınladığı Archive of Internal Medicine Dergisi'nin 12 Ocak 1998 sayısında çıkan bir makale hayati bilgiler içeriyor. İsveç'teki Karolinska Enstitüsü'nden başta Dr. Alicya Wolk olmak üzere 8 bilim adamının yıllar süren 61.471 kadın üzerinde yaptıkları araştırma da şu çok önemli sonucu vermiştir: Zeytinyağı kanser riskini yüzde 50'ye yakın azaltmaktadır. Buna mukabil soya, mısır, ayçiçek yağları, hayvani yağlar ve margarinler kanser riskini yüzde 69 yükseltmektedir. O nedenle buğday kadar önemli olan zeytinyağının tüketiminin artmasına çalışmamız gerekiyor.
Yüksek ateş tedavisi
İki yıl kadar önce Rusya'da bir grup hekimin kanserli hücreleri yüksek ateş tedavisiyle öldürdüğü iddia edilmiş, ancak başta Türkiye'deki 'ortodoks' hekimler tarafından bu iddia kabul görmemişti.
Dr. ilhami Güneral ile yaptığımız söyleşi de bu konuyu da gündeme getirdik. Güneral bu yöntemin de doğru bir yöntem olduğu kanısında, ancak sadece Ruslar'ın bildiği iddiasına katılmıyor. Bakın uzmanımız bu konuda neler diyor:
-Bu iddialar doğru mudur?
-Kanser hücreleri 42 derecenin üzerindeki ısıya dayanmaz ve ölür. Bu, ta Mısırlılar zamanından beri bilinen ve tedavi maksadıyla uygulanan bir yöntemdir. Günümüzde bu uygulamalar daha bilimsel yöntemlerle, lokal olarak iyi odaklanmış, ultrason, mikro dalga ve radyo dalgalarıyla yapılır. Kanser kitlesi 42-44 C dereceye kadar ısıtılır ve böylece sağlıklı komşu dokulara zarar vermeden tümör kitlesi tahrip edilir.
- Türkiye'de neden uygulanmıyor?
- Bu kadar sade, böylesine etkili ve zararsız bir kanser tedavisi, ne yazık ki, ülkemiz onkologları tarafından ya bilinmediğinden, ya da ilaç firmalarına sadakatten kanser hastalarına ulaşamıyor. Yüksek ateş şokunun kanseri tedavi etmesi yanında, koruyucu niteliğini de gösteren çok parlak bir örnek verelim: Bundan 50 yıl kadar önce Orta İtalya'da Pontine Bataklığı diye anılan ve adeta sıtma tarlası olan bir bölge vardı. 500 kilometrekarelik bir bölgede hemen herkes sıtma geçirmekte ve bu hastalığın sık sık nükseden yüksek ateş krizlerini yaşamaktaydı. Fakat bu bölge yerlileri arasında hiçbir kanser olayı saptanmamıştı. Görüldüğü gibi yüksek ateş kanseri önleyici bir etken…
Dr. Güneral'dan kanserlilere tavsiyeler...
1) Gün boyu, susadıkça, evde yapılmış fazla koyu olmayan sebze çorbaları ve taze sıkılmış sebze ve meyve suları içiniz. Bu vücudunuza gereken vitamin, mineral ve enzimleri depolar ve ayrıca vücudu toksinlerden temizler.
2) Ne içmede ne de pişirmede asla klorlu olabilecek su kullanmayın. Özellikle pişirme sırasında klor yoğunluk kazanabileceğinden daha da tehlikeli olabilir.
3) Gıdalarınızı paslanmaz çelik ya da cam kaplarda pişirin. Az su kullanın. Düdüklü tencere, mikro dalga fırını ve alüminyum kap kullanmayın.
4) Alkollü içki kullanmayın. Yoğun sigara dumanı olan yerlerden kaçın.
5) Rafine besinler ve muamele görmüş gıdaları kullanmayın. Yedikleriniz ne derecede doğal ve taze iseler o kadar yararlıdırlar.
6) Toksik maddelerle ilaçlanmış sebze ve meyveleri kullanmayın. Bahçeniz varsa bu ürünleri kendiniz yetiştirin.
7) Tuzu azaltın ve iyotlu tuz kullanın.
8) Patates, kuru fasulye, fındık, yeşil sebzeler gibi potasyum yönünden zengin gıdalar alın...
9) En az 8 saat uyuyun. Gündüz ara sıra dinlenin. Elinizden geldiğince hareketli olun.
10) Bitki çayları için, kekik, kuşburnu, ıhlamur, adaçayı gibi,
11) Beyaz ekmek yerine, çavdar, yulaf, kepek ekmeği ve bulgur kullanın. Esmer pirinç de tavsiye edilir.
12) Sadece koyun sütünden yapıldığına inandığınız peynir ve yoğurtları yiyin.
13) Taze meyve yerken, içerdiği şeker düzeyine göre elma, armut ve portakal gibi iri meyveler günde 3-4 tane, çilek, vişne; kiraz ve ahududu gibi meyveler 150/200 gram yenebilir.
14) Zeytinyağı kullanın.
15) Taze olarak beyaz etli derin su balıkları yiyin.
16) Kuzu eti ve ciğeri yiyin.
17) Kavrulmamış kayısı çekirdeği yiyin
18) Bol bol ısırgan otu yiyin... Tohumunu balla karıştın, kendisini börek ya da salata şeklinde yiyin.
19) Acı biber dışındaki baharatları kullanabilirsiniz.
20) Soğan ve sarımsağı da bol bol tüketin...
kuş gribi
25.02.2007 - 19:44Kuş Gribi İle İlgili Bilinmesi ve Yapılması Gerekenler
kus gribiÜlkemiz, son günlerde tekrar “Kuş Gribi” salgını ile karşıkarşıya. İnsan sağlığından, kanatlı hayvan yetiştiricilerine, kesimhanelerden, satış yerlerine kadar toplumun çok geniş bir alanında ekonomik, psikolojik ve sağlık üzerinde uzun müddet telafi edilemiyecek zarar oluşturması sebebi ile çok yönlü bir olay olarak görülmelidir. Rabbimizin bu tür ve benzeri afetlere maruz bırakmaması konusunda O’nun rızasına uygun olmayan amellerden uzaklaşarak ve O’nun rızasına uygun amellerimizi çoğaltarak kalbî ve fiili bir dua içerisinde olmamız ve gerekli tetbirleri almamız Müslüman olarak bize yakışan bir davranış olacaktır. Ekte, “Kuş Gribi” ile ilgili hastalığı tanıtan ve alınması gerekli tedbirleri açıklayan bir yazı bilginize sunulmaktadır. Allah yar ve yardımcımız olsun.
GIDA RAPORU
1. Kuş gribi nedir?
Kuş gribi, influenza-A virüsunun neden olduğu ve kuşlarda görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Hastalık daha çok ördek, hindi, tavuk, sülün, evcil kaz, bıldırcın, tavus kuşu, muhabbet kuşu, martı, bataklık kuşları, keklik, deniz kuşları, beç tavuğu ve papağan cinslerinde görülmüştür. Bütün kanatlı türleri hastalığa duyarlı olmakla birlikte evcil kanatlılar enfeksiyona daha duyarlıdır ve hastalık sürü içinde çok hızlı bir şekilde yayılır ve öldürücü olarak seyreder.
2. Etken virüsun özellikleri nelerdir?
Etken olan influenza virüsunun 15 alt tipi bulunmaktadır. Influenza virüslerinin içinde H5N1’in özel bir önemi vardır. Balıkesir’de görülen salgında H5N1’in etken olduğu Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü tarafından 13 Ekim 2005’ de açıklandı. Daha sonra 4 Ocak 2006’da Van’da pnömoniden (zatürre) ölen çocuklarda etken mikroorganizmanın kuş gribi virusu olduğu açıklandı.
3. H5N1 neden önemlidir?
H5N1 tipi enfeksiyon insanlarda hastalık ilk kez 1997 yılında bildirilmiştir. H5N1 diğer influenza türlerine göre daha ciddi ve öldürücü seyretmektedir. Ayrıca, H5N1 hızlıca mutasyon yapabildiği için daha hızlı yayılabilecek yeni virüsların oluşmasına kaynak oluşturabilecektir.
4. Virüs ne kadar dayanıklıdır ve nasıl etkisizleştirilir?
Virüs, enfekte olmuş alanlarda düşük sıcaklıkta en az 3 ay canlı olarak kalabilir. Enfekte olan kuşlar virüsleri en az 10 gün boyunca ağız ve dışkı yoluyla atarlar. Virüs, 60 derecede 30 dakika ısınma yoluyla ve ayrıca yaygın kullanılan dezenfektanlarla etkisizleşebilmektedir.
5. Salgın nasıl oluşur ve insanlara nasıl geçer?
Doğrudan ya da dolaylı yollarla vahşi göçmen kuşların evcil kuşlara enfeksiyonu bulaştırması en önemli salgın nedenidir. Ayrıca, canlı kuş pazarları salgının yayılmasında önemlidir. Özellikle ölü veya canlı hastalıklı kuşlar ve kuşların atıklarına maruz kalan kişilere solunum ve temas yoluyla bulaşır.
6. Ülke içinde ve ülkeler arasında nasıl yayılır?
Hastalık bir ülke içinde çiftlikler arasında hızlıca yayılım gösterebilir. Enfekte olmuş araçlar, elbiseler, ayakkabılar aracılığı ile bir yerden diğerine taşınırlar. Bir ülkeden diğerine ise uluslararası canlı kümes hayvanları ticareti ve göçmen kuşlar aracılığı ile taşınabilir.
7. Bugüne kadar olan salgınların özellikleri nelerdir?
2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında Vietnam, Kamboçya, Endonezya, Malezya, Thailand ve Türkiye’de toplam 142 kişi hastalanmış ve bu kişilerin 72’si (%52) ölmüştür.
8. Kuluçka süresi kaç gündür?
Ortalama 2-5 gün olup, 17 gün sonra hastalık geliştiği bildirilmiştir.
9. Hastalığın klinik özellikleri nelerdir?
Gripte görülen klasik bulgular bu grupta da geçerlidir. Ateş, baş ağrısı, yaygın vücut ağrıları, boğaz ağrısı, öksürük en sık görülen belirtilerdir. Ayrıca, bu hastalarda diğer grip türlerine göre daha fazla ishal bildirilmiştir.
10. İnsandan insana geçiş var mıdır?
Literatürde az sayıda sağlık çalışanları, kümes hayvancılığında çalışan işçiler ve aile üyeleri arasında şüpheli geçiş olguları bildirilmiş olsa da Dünya Sağlık Örgütü, insandan insana geçiş olmadığının altını çizmektedir.
11. Kimler risk altındadır?
Ölü ya da canlı hasta hayvanlarla veya hayvan atıklarıyla doğrudan teması olan kişiler en büyük risk altındadırlar. Ayrıca hasta insanlarla teması olan sağlık çalışanları da koruyucu önlemleri (eldiven, maske, önlük) almalıdırlar.
12. Yiyecek yoluyla geçer mi?
Hastalıklı hayvanların ürünlerini yemek yoluyla enfeksiyon alan bu güne kadar bildirilmemiştir. Ancak kümes hayvanlarının etlerinin iyi pişirilmeden yenmemesi önerilmektedir.
13. Korunma önlemleri nelerdir?
Hastalık şüphesi olan hayvanlarla teması olanlar mutlaka eldiven ve maske kullanmalıdırlar. Kümes hayvanları ürünleri pişirilerek yenmelidir. Eller sıkça yıkanmalıdır.
14. Tedavisi var mıdır?
Ülkemizde tedavi için lisans almış 2 ilaç bulunmaktadır; oseltamivir ve zanimivir. Bu ilaçların belirtiler başladıktan sonra ilk 48 saat içinde başlanması gerekmektedir.
15. Aşısı var mıdır?
Halen var olan grip aşıları H5N1 suşuna karşı koruyucu değildir. Ancak insanların diğer grip suşları için aşılanmaları önerilmektedir.
16. Salgının önlenmesi için yönetsel düzeyde neler yapılmalıdır?
a. Hızlıca hasta kuşların izolasyonu ve hasta kuşların itlafı sağlanmalıdır. Hastalık hayvanlar arasında çok hızlı yayılabilmektedir.
b. Göçmen kuşların gidebileceği yerler potansiyel salgın noktası olarak yakından izlenmelidir.
c. Tüm bu çalışmaları yürütecek ilgili tüm sektörleri barındıran bir örgütlenmeye gidilmelidir.
17. İnsanlar etkilenmemek için neler yapmalıdırlar?
a. Ölü ya da canlı kanatlı hayvanlarla teması olanlar gerekli temas önlemlerini (eldiven ve maske) almalıdır.
b. Canlı tavuk veya hindi alınmamalı, denetimden geçmiş ürünler tüketilmelidir.
c. Kanatlı hayvanlar uygun koşullarda iyice (60-70 derece) pişirilmelidir, az pişmiş olarak tüketilmemelidir. Çıplak elle dokunulduğunda eller mutlaka sabunla yıkanmalıdır.
d. Yumurtaların kabukları enfekte olabileceği için bol su ile yıkanmalıdır.
e. Hastalık şüphesi olanlar hızlıca sağlık merkezine başvurmalıdır.
f. Hasta olan veya hasta olduğundan şüphelenilen kişilerle temas eden aile yakınları ve sağlık çalışanları koruyucu maske ve önlük kullanmalıdırlar.
Kaynaklar:
1. Dünya Sağlık Örgütü ve CDC web sayfaları, 10.10.2005
2. WHO report. Avian Influenza A (H5N1) Infection in Humans. New England Journal of Medicine 2005; 353: 1374-1385.
Zeytin
25.02.2007 - 19:43SOFRADA TERÖR
Kapkara zeytin aramayın
Zeytin pazarında toz dumandan göz gözü görmüyor. Denetimsiz pazarda 5 binden fazla üretici ve toptancı firma iş yapıyor. Kayıt dışı çalışan korsan firmalar yaptıkları hilelerle halk sağlığını tehdit ediyor. Denetimsizlik yüzünden, kötü zeytin, iyi zeytini pazardan kovuyor. Dünyanın en iyi sofralık ve yağlık zeytin çeşitlerini yetiştiren ülkemizde, iyi zeytin yemek şans işi.
Tüketicinin iyi zeytin yemesini engelleyen etkenlerin en önemlisi yanlış alışkanlıklar.
Geçmiş yıllarda açıkta küfede, plastik leğende satılan zeytinleri satın alma alışkanlığı edinen tüketici, bu alışkanlığını günümüzde de sürdürüyor. Kapalı ambalajdaki zeytini tadamayan bilinçsiz tüketicinin, açık zeytini tercih ettiğini bilen satış noktaları, çok daha ucuza aldıkları açık zeytini, ambalajlı zeytin fiyatına satarak iyi bir kazanç elde ediyorlar.
İçme suyu yerine sanayi suyu
Zeytin piyasasında yapılan hilelerin en belirgini cins ve varyete karışıklığı. Piyasada çok tutulan Gemlik ya da Akhisar zeytinlerinin içine daha düşük fiyatlı yörelerin zeytini karıştırılıyor. Tam boylama yapılmayarak iri zeytinin içine küçük taneli zeytin de katılıyor. Böylece kâr oranı yükseltiliyor. Aradaki fiyat farkının çok az olmasına rağmen, bazı üreticiler zeytin salamurasında biraz daha pahalı olan gıda tuzu yerine daha ucuz olan sanayi tuzu, içme suyu yerine sanayi suyu kullanarak sağlık açısından tehlike yaratıyorlar.
Yeşil zeytin olarak satılmak üzere dalından yeşil olarak toplanan acı zeytinler ise yalnızca tuz ile muamele görerek doğal yeşil renklerini koruyorlar. Bu yöntemle tatlanma süresi 4 ayı buluyor. Bu süreyi kısaltmak için bazı zeytin firmaları tarafından kullanılan yöntemde, zeytin alkali ile 6 - 24 saat muamele edilerek tatlandırılıyor. Bu şekilde işlenen zeytinin renk ve aroma maddeleri kayboluyor. Doğal yeşil rengini kaybeden yeşil zeytin sarı bir renk alıyor. Tat özellikleri de kaybolduğu için, işleme sırasında dışarıdan sitrik asit (ekşilendirici) eklenen bu zeytinlere aslında turşu zeytin demek daha doğru olur.
Ölümcül hastalığı tetikliyor
Çoğu tüketici her nedense kapkara zeytin istiyor. Dalından toplandığı zaman bazıları kahverengi veya kızıl kahverengi olan zeytini karartmak amacıyla izin verilen madde olan ferroglukonatın dışında tekstil boyaları bile kullanan üreticiler oluyor. Hatta
tekstil boyası pahalı olduğu için zeytin havuzlarına paslı demir bile atılıyor. Tekstil boyası ya da paslı demir ile karartılan zeytinler ise insan vücudunda kanserojen etki meydana getiriyor ve alzheimer hastalığını tetikleyebiliyor. Zeytini, raf ömrü süresince sağlıklı ve hijyenik bir şekilde korumanın en doğru yollarından biri pastörizasyon. Ancak zeytini pastörize edebilmek için ciddi bir makine yatırımı ve bilgi birikimi gerekli. Bu yatırıma girmek istemeyen bazı üreticiler zeytinin raf ömrünü uzatmak için antibiyotik kullanmaktan çekinmiyorlar.
Bundan sonra, siz siz olun, ister yeşil, ister siyah zeytin alırken bu uyarılarımızı dikkate alarak soruşturmadan ve anbalajsız ürünler almayınız. Anbalajlı ve markalı ürünlerde de kimyasal katkı maddesi kullanılmamış olanı tercih ediniz.
kepek ekmeği
25.02.2007 - 19:40Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur:
“Genelde kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmek tercih ediliyor. Halbuki,kepekli ekmek hem bol miktarda vitamin içeriyor hem de sindirim yollarını rahatlatıyor.Kepekli ekmek, sadece kilo sorunu veya şeker hastalığı gibi rahatsızlıkları olanlar için değil, bir sağlık sorunu olmayan tüm insanlar için faydalıdır.”
Sindirimi kolay olan kepekli ekmeği tercih edenlerin bol miktarda vitamin aldığını da anlatan Prof. Dr. Keleştimur, Türkiye'de ortalama günde kişi başına düşen 350 gram ekmek tüketiminde genellikle kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmeğin tercih edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmek sağlık açısından daha faydalıdır. Çünkü, sağlık açısından çok faydalı vitaminler içeren buğdayın besin değeri, öğütülme sırasında dış kabuğunun kepek olarak ayrılması nedeniyle azalıyor' dedi.
Kepekli ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, Keleştimur şu sözlerle açıkladı:
'Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeğin tercih edilmesi daha sağlıklı'.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmeği, şeker hastaları,kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı olanlar tarafından daha çok tercih edilmesi gerekiyor' dedi.
Rejim yapanlar tarafından daha çok tercih edilen kepekli ekmeğin herkes tarafından tüketilmesi öneriliyor.
ekmek
25.02.2007 - 19:39Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur:
“Genelde kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmek tercih ediliyor. Halbuki,kepekli ekmek hem bol miktarda vitamin içeriyor hem de sindirim yollarını rahatlatıyor.Kepekli ekmek, sadece kilo sorunu veya şeker hastalığı gibi rahatsızlıkları olanlar için değil, bir sağlık sorunu olmayan tüm insanlar için faydalıdır.”
Sindirimi kolay olan kepekli ekmeği tercih edenlerin bol miktarda vitamin aldığını da anlatan Prof. Dr. Keleştimur, Türkiye'de ortalama günde kişi başına düşen 350 gram ekmek tüketiminde genellikle kepeği ayrılmış beyaz undan yapılan ekmeğin tercih edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmek sağlık açısından daha faydalıdır. Çünkü, sağlık açısından çok faydalı vitaminler içeren buğdayın besin değeri, öğütülme sırasında dış kabuğunun kepek olarak ayrılması nedeniyle azalıyor' dedi.
Kepekli ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, Keleştimur şu sözlerle açıkladı:
'Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepekli ekmeğin tercih edilmesi daha sağlıklı'.
Prof. Dr. Keleştimur, 'kepekli ekmeği, şeker hastaları,kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı olanlar tarafından daha çok tercih edilmesi gerekiyor' dedi.
Rejim yapanlar tarafından daha çok tercih edilen kepekli ekmeğin herkes tarafından tüketilmesi öneriliyor.
yemek
25.02.2007 - 19:37Yemekten hemen sonra şu 7 şeyi yapmaktan kaçınınız.
Yemek yedikten sonra ne yaptığınız sağlığınız için çok önemli. Uzmanlara göre, yemek yedikten sonra yapılması sakıncalı olan şeyler, zamanla sağlık problemlerine neden oluyor...
Yürümeyin:
İnsanlar çoğu zaman, yemeklerden sonra 100 adım yürümek 99 yaşına kadar yaşamanızı sağlar derler. Gerçekte bu doğru değildir. Yürümek sindirim siteminin aldığımız gıdalardan besinlerin emilimini engeller.
Hemen uyumayın:
Aldığımız gıdalar yeterince sindirilemez. Bu durum bağırsağımızda gastrit ve enfeksiyona önderlik eder.
Banyo yapmayın:
Banyo yapmak ellerdeki, bacaklardaki ve vücuttaki kan akışını hızlandırır, böylece mide çevresindeki kan miktarı bu durumda azalır. Bu da midemizin sindirim sistemini zayıflatır.
Hemen meyve yemeyin:
Yemeklerin peşinden yenen meyveler midenin havayla davul gibi şişmesine neden olur.
Çay içmeyin:
Zira çay yaprakları yoğun asit içerir. Bu madde tükettiğimiz gıdalardaki proteinin hazmını zorlaştırıyor.
Kemerinizi gevşetmeyin:
Yemekten sonra kemeri gevşetmek kolaylıkla bağırsak düğümlenmesine ve tıkanmasına neden olur.
Sigara içmeyin:
Uzmanlarca yapılan deneyler, yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın 10 sigaraya eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır. (Kanser olma riski daha yüksek.)
Haber7
coca cola
25.02.2007 - 19:26KOLANIN BAĞIMLILIK YAPTIĞI RUSYA MAHKEMESİNDE BİR KERE DAHA ONAYLANDI
Rusya'da bir bayan Coca Cola'nın kronik bağımlılık yaptığı gerekçesi ile açtığı davada haklı bulundu ve Amerikan firması tazminata mahkum edildi. Rus bayan Natalia Koshuba, mide ve bağırsaklarında rahatsızlık hissetmesinin ardından hastaneye kaldırılmış, doktorlar da rahatsızlığının gazlı içeceklerden kaynaklandığı teşhisini koymuşlardı. Tedavisi için yaklaşık 200 dolar harcayan Koshuba, Coca Cola'yı mahkemeye vermişti.
Natalia Koshuba, Coca Cola firmasının kapakların getirilmesi karşılığında ücretsiz yeni ürünlerin verilmesi ile ilgili reklamlardan etkilendiğini belirterek, 'Kapak toplama reklamlarından sonra her gün daha fazla tüketmeye başladım. Son beş yıldan bu yana günde 2-3 litre Coca Cola tüketiyorum. Bağımlılık yapan bu durum mide ve bağırsaklarımda da ciddi rahatsızlıklara neden oldu.' dedi.
Koshuba'nın avukatı, mahkemede müvekkilinin alkol alışkanlığı olmadığını, bunun doktor raporu ile de tespit edildiğini belirterek sağlık sorununun tek nedeninin daha fazla Coca Cola içmek olduğunu savundu. Mahkeme de Amerikan şirketini suçlu bularak Koshuba'nın sağlık masraflarını karşılamaya mahkum etti. Coca Cola'yı 200 dolar tazminat ödemeye mahkum eden mahkemenin kararı Avrupa'da benzer kararlara göre çok düşük bulundu.
Bunun yanı sıra Koshuba, Amerikan içecek firması hakkında yeni bir dava daha açmaya hazırlanıyor. Psikolojik olarak da ciddi zarar gördüğünü savunan Rus bayan Coca Cola'dan 3 milyon ruble istiyor.
starbucks
25.02.2007 - 19:22Starbucks’ın Değerli Müslüman Müşterileri (!)
Dünya çapında 90.000’in üzerinde çalışanı, 9.700 tane mağaza ve haftalık 33 milyon müşteri hacmiyle Starbucks firmasına yıllık 6.4 milyar dolar kar ettirdiğiniz için ne kadar sevinseniz azdır. İçtiğiniz her bir fincan (latte ve macchiato) ABD ve İsrail arasındaki bozulmaz dostluğa ve yakın ittifakına katkıda bulunmaktadır. Bu dostluğun bir nişanesi olarak firma yetkilisine verilen, “50 yıllık İsrail Siyonist Dostu Ödülü” bu yönden siz Müslümanlar için çok derin manalar ifade etmelidir. Bu ödül, İsrail’in uzun yıllar, halkla ilişkiler ve ticari firmalarla olan bağlarını güçlendirmek ve onları teşvik etmek için kullandığı bir ödüldür.
Gelelim Starbucks yöneticilerine bu ödülü kazandıran nedenlere… Gününüzün vazgeçilmezi haline gelen ve her gün tükettiğiniz çikolata parçacıklı frapucinolardan gelen gelir, ABD ve İsrail arasında yapılan anlaşmayla gerçekleştirilen öğrenci projeleri için harcanmaktadır. Bu öğrenciler İsrail’in İntifada’da zarar gören öğrenciler olarak seçtiği gruplardan oluşmaktadır.
Starbucks, Jerusalem Fund of Aish HaTorah‘ı (Aish Hatorah Kudüs Fonu – uluslar arası özel Yahudi eğitim merkezlerini bir şemsiye altında toplayan organizasyon) kullanarak İsrail’de geliştirilen en son savunma teknolojilerinin, Amerika, Avrupa ve İsrail askeri mühimmat marketlerine tanıtılmasını sağlamakta ve böylelikle İsrail ordusuna yardım etmeyi hedeflemektedir.Orta Doğuda devam eden çatışmanın arkasındaki esas sebep olan anti semitizmin (yahudi düşmanlığı) , küresel yükselişine karşı sizin starbucksa verdiğiniz desteğinizle; savaşın İsrail tarafını haklı çıkartmak için yalan ve yanlı haberlerin üretimini üstlenen 'honestreporting.com' websitesinin sponsoru olan Aish HaTorah’a yardımları kesintisiz devam etmektedir.
Starbucks’ın değerli Müslüman müşterileri, sayenizde Müslümanların güya terörist saldırılarına karşı israil halkını korumaya yardım etmek için heryıl gerekli olan yüzlerce milyon doları temin etmeye muktedir olabiliyorlar. ABD devletinin her yıl verdiği 5 milyar dolar, Anti semitist Müslüman terörizmi(!) ’ne karşı masum israil halkını korumak için gerekli silah, bulldozer ve güvenlik duvarları örmek için yeterli olmadığından, sizler, tamamlayamadıkları ihtiyaçları Starbucks içerek sağlıyorsunuz.
Daha geniş perspektiften bakmak gerekirse, Starbucks teröre karşı açılan savaşta (war on terror) Amerikan hükümetine destek olmak için, bir tane mağazasını tamamiyle bağışlamıştır. Bu savaş, Starbucks’a göre yahudi eyaleti olarak anılan İsrail’in idame ettirilmesinde hayati önem taşımaktadır.
Starbucks’ın değerli Müslüman müşterileri, Starbucks Coffee, Amerika'da her yıl 27 Haziran'da düzenlenen homoseksüeller festivalini (Gay Pride Parade) destekleyenlerin de başında geliyor. Starbucks Coffee'nin Washington Müdürü Heywood McGuffy, şirketin bu tavrını savunarak 'Biz, çalışanlarımızı ve müşterilerimizi ilgilendiren her şeyi desteklemekle yükümlüyüz' dedi. Son festivalde, Starbucks Coffee çalışanlarından 75 homoseksüel, üzerlerinde homoseksüelliği ifade eden gökkuşağı renkleri ve Starbucks Coffee arması bulunan t-shirtlerle festivale katılanlara bedava kahve dağıttılar.
Starbucks şirketi, bu festivale destek vermek dışında kürtajı da teşvik ediyor. Şirket, 'Planned Parenthood Federation of America' kuruluşunun resmi sponsoru.
Şirket, görüldüğü gibi hem resmi hem de “sivil” hareketlerin her zaman yanında. Ama kimi sivil hareketlerle de başı dertte. Özellikle hormon karşıtı olanlarla… Starbucks'ın hormonlu maddeler kullanmaya son vermesi için 300 Amerikan kentinde ve 8 ülkede kampanya düzenleneceği bildiriliyor.
Lütfen tükettiğiniz herbir Starbucks amblemli ürünle, çok asil(!) bir gayeye hizmet veren bu firmaya destek olduğunuzu ve Müslüman kardeşlerinize ihanet ettiğinizi hatırlayın.
Halen ikna olmamışsanız, Her zaman Starbucks’u ziyaret edin ve bir bardak çikolatalı cips frappucino için… düşünün ki böylece Müslüman bir kardeşinizin kanını içiyorsunuz. Afiyet olsun!
FARKLI BİRŞEY YAPABİLİRİZ… GELİN STARBUCKS’I BOYKOT EDELİM
WE CAN MAKE THE DIFFERENCE... BOYCOTT STARBUCKS
KAYNAKLAR:
http://www.ziopedia.org/content/view/578/1/
http://www.inminds.co.uk/boycott-starbucks.html
danone
25.02.2007 - 19:13DANONE YOĞURTLARI
Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr. İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1. Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı. Evinin bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu.
27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan 34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan, kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu, heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi Cevat Bey'den öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: 'Millet sizi istemiyor.' Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi. Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane konuştu: 'Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı? ' Emanuel Karasu (Yahudi) , Aram Efendi (Ermeni) , Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü) hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu 'son'u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir 'ilk'e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general) , Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi) , Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından) , Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı) , Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil) , David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat) , Emanuel Karasu (avukat) , Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof) , Mehmet Arif (avukat) , Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü) , Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat) , Sarim Kibar (tüccar) , Mithat Şükrü Bey (milletvekili) , Rahmi Bey (milletvekili, vali) , Katipzade Sabri Bey (tüccar) . Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Uzatmayalım. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi. Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: 'İkinci Meşrutiyet'in ileri simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934.' Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.
O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu. Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam 420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso. Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin mi! bir ses yankılandı belleğinde: 'Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var.' İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. 'Tabii ya' dedi, 'Tabii ya.' Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919.
Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti. Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek kavrayamayacaktı. 'İlaç' tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da 'Daniel'cik'in karşılığı çok hoştu doğrusu: 'Danon! ' Ancak bu özel ad olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir 'e' ekledi. Hoşgeldin 'Danone' yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun 'tahsili' ni yapmaya gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te 18'inci bölgedeki bir dükkanda 'Danone Yoğurtları Paris Şirketi' kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi. Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki, o 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin kişi çalıştırıyor.
- Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede (Türkiye dahil) 48 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.
İmparatorluğa -babasının sayesinde- adını verilen Daniel Carasso, Daniel'cik, Danone hala hayatta. 99 yaşında. Barselona'da yaşıyor. Uzun yaşamasının sırrı mı? Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kase yoğurt!
Ve Daniel'in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor: 'Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var...'
george w.bush
24.02.2007 - 22:15merhametten yoksun. şeytanın en yakın dostlarından.
recep yazıcıoğlu
24.02.2007 - 20:06büyük insan. yüksek zekası ve ahlakıyla vatan sevgisiyle zamanında birilerini korkutan kişi.
morris
22.02.2007 - 20:01red kid in çizeri.
stan lee
20.02.2007 - 23:55marvel comics in kurucusu başkanı.john buscema yla conan ı tekrar gündeme oturtan stan lee dehasıdır.örümcek adamın çizeri,babası.
baz istasyonu
20.02.2007 - 23:49kanser yaptığını tehlikeli olduğunu duyduğum lakin apartmanımın üzerine dikiliveren 'zararlı hemşehrim yapmayın 'nidalarıma karşılık birilerinin 'abüüüü zararını gideren parça takmışlar ' dediği fakat bunu yutmadığım teknolojik, cep telefonların işlemesine ön ayak olan eski tabiriyle şekil ve görev değiştirmiş çanak anten,alet.
kara ilim
20.02.2007 - 13:15'genetik tohum yasası'nında kara ilmin bir parçası olduğu yönünde açıklamalar vardır
kara ilim
20.02.2007 - 13:14labaratuar ortamında yanlızca tek bir ırkı hedef alabilecek virüsler üretmek.kuş gribi,kene acaba kara ilimle açıklanabilirmi?
cehennem
13.01.2007 - 18:26zalimler için yaşasın cehennem! ! ! ! ! !
ölüm
18.12.2006 - 21:00h.z isa dahi ölümü düşünmenin kendisine zor geldiğini söylemiştir.peygamber efendimiz ise ölümün şiddet ve ızdırabından Allah'a sığınmıştır.ölüm testereyle ikiye kesilmekten daha acıymış.göğüse saplanmış, dikenlerinden herbiri bir organa bağlanmış bir telin çekip çıkarılması sırasında duyulacak acıyla eşitmiş ölüm acısı.dayımın dizinde son nefesini veren büyükannemin ağzından dökülen son cümle şu olmuş:'ölüm ne kadar zor'
Toplam 265 mesaj bulundu