Hani CâN deyince bin CâN çıkarya
Cañ dan.....
Bilmezsin han gi birini koyacaksın cân'a..
Sen oLan CâN_ımı
Yoksa Cân oLan Can_ımı
@dsız..
CâN
Sen misin canın sırrını bilip unutan o derin gönül?
Sen misin canı Can bilip, Can olan?
Kalem misali, içindeki mürekkebi akşama,
Gönlümün sayfalarına usulca akıtan…
İnsanı olduğu yerde donduran; nefes almayı zorlaştıran; gözlerini boşluğa diktiren o duygu… Sanki önünde bin kapı vardır da hiçbirinin anahtarı sende yoktur. Ne kadar uğraşsan, ne kadar çırpınsan da sonuç değişmeyecekmiş gibi gelir. Umutlarını alır; hayallerini alır; gücünü yavaş yavaş tüketir. Ve sen, her geçen saniye biraz daha ağırlaşan bir yükü sırtında taşır gibi yaşarsın.
Hayatında hiç çaresiz kaldın mı?
Hani öyle bir an olur ki; ne yapacağını bilemezsin. Kalbin bir şey söyler, aklın başka bir şey… Ama bedenin hiçbirine uymak istemez. Adım atamazsın. Konuşamazsın. Susamazsın da. Gözyaşın akar ama için boşalmaz; kelimeler boğazına düğümlenir ama kimseye ulaşmaz. İşte o an, insan kendini en çok yalnız hisseder. Çevrende onlarca kişi olsa bile, hepsi uzak birer gölge gibi görünür. Seslerini duyarsın ama hiçbirine tutunamazsın. Ellerini uzatsan bile hiçbiri sana değmez.
Bizim geç kaldığımız şiirler var,
mısraları yarım kalmış, dizesi eksik,
kalemin ucunda donup kalan kelimeler gibi…
Bir hevesle başlayan ama bitmeyen satırlar gibi…
Bilmediğiniz değerlerin değersiz edilişine mutlaka denk geleceksiniz…
Hayat, insana en çok da görmezden geldikleriyle ders verir.
Bir gün, bir köşede sessizce duran,
varlığıyla kalbinize dokunan,
ama farkında bile olmadığınız bir güzelliğin
Sevgi, tedavi edilmesi gereken bir hastalıkmış,
Bir sancıymış insanın içine işleyen,
Bir ateşmiş damar damar yakan,
Ve seni sevmek… delilikmiş.
Doğru kişi, sevdiğin kişi midir?
Sevgi tek başına yeter mi,
yoksa bazen kalp kandırır mı insanı?
Sevmenin büyüsü gözleri kör edince,
Duydum ki…
Başka yıldızlara meyletmiş gözlerin,
Sahi hangisi daha parlaktı da
Çaldı gözlerini benden?
Oysa ben seni en çok karanlıkta sevmiştim,
Elif… Lâm… Mîm…!
Her harfin içinde gizlenmiş bir sır,
Her sırrın içinde yanan bir umut var.
Hepsinin duracağı nokta bir cezim belki,
Ama bil ki, sönmez sana olan sevdamın umudu…
“Evim” demişti o kadın, gözlerinde güven arayan o derin bakışla. Ev onun için dört duvar değildi; sıcaklığıyla sarmalayan bir yürek, karanlıkta yolunu aydınlatan bir Yıldız, fırtınada sığınılacak bir limandı. Belki de yıllarca aradığı huzuru bulduğunu sanmıştı. Kırıklarını, yaralarını, hayallerini oraya bırakmıştı. Bir gün yorulduğunda dönecek, bir gün incindiğinde saklanacak, bir gün suskun kaldığında yeniden konuşacak yer sandı orayı.
Ama zaman, insanın hiç beklemediği yüzleri gösterir. Ev bildiği o yer, yavaş yavaş nefesini tüketti. Gözlerinde umut diye parlayan ışıklar sönmeye başladı. Bir zamanlar yüreğini ısıtan ateş, onu için için yakan bir kor ateş oldu. Sessizlik büyüdü, yalnızlık çoğaldı. Ve kadın, “evim” dediği yerde kendini her geçen gün biraz daha kaybetti.
Sonunda, ev sandığı o yürek mezarı oldu. Hayallerinin, gülüşlerinin, umutlarının mezarı. Belki bedeni hâlâ yürüyordu, nefes alıyordu, ama ruhu çoktan toprağa verilmişti. Çünkü bazı evler, insanı yaşatmaz; insanı yavaş yavaş tüketir, içine gömer. Ve işte o kadın, en güvenli bildiği yerde en derin , en büyük kaybını yaşadı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!