Naime Erlaçin - Şiir Ülkesinin N’inci Bo ...

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


45

TAKİPÇİ

Dün gece şiirle söyleştik biraz. Derinleştikçe derinleşti muhabbet. Birbirimizi anlıyor muyduk bilemiyorum. O bana bir şeyler fısıldayıp duruyor; bense bir yandan düşünüyor, bir yandan da yanıtlıyordum. Kah umutlanıyor, kah umutsuzluğa kapılıyordum. Sonra düşüncelerimi yüksek sesle dile getirmeye karar verdim…

Şiirin bir tarihi olduğu gerçeğini sanırım hiç birimiz inkar edemeyiz. Bizlere ışık tutan; muhtelif dillerde neredeyse insan ömrüne sığmayacak genişlikte bir kütüphane sunan, zengin bir tarih. Ancak şiirin bir de keşfedilmeyi bekleyen coğrafyası, iklimi ve atmosferi var. Sıradan parametrelerin önem yitirdiği; 'şiirküre'ye uzanan dalgaboyundaki bir yolculuktan söz ediyorum. Matematiksel bağlamda düşünülürse, n-boyutlu bir evrende sürdürülen sonsuz bir serüvenden… Üstelik sırf tarihe takılıp kalınırsa eğer, “Şu, şunu demişti; bu, bunu böyle yazmıştı” diyerek, kısır bir fikir ortamında köşeye sıkışma ve hatta düşünceyi alışılagelmiş alıntılarla besleme alışkanlığı edinme gibi bir tehlikeyle burun buruna gelinebilir. Bu durumda araştırma, sorgulama ve irdeleme yeteneği daralır. Sonuçta, “çiçek açtıran, şen yüzlü ve sağlıklı bilgi”yi (La Gaya Scienza – Nietzsche) yaratmaz ama bilgi satar hale geliriz. Bu ise, şiirin temel ögeleri olan arayış, yaratım gücü, özgünlük ve özgürlüğü tümden yitirmek demektir…

Beynimde bir dolu soru dolaşıyor. Şiir ne için ve kimler için yazılır? Anlam ne oranda önemlidir? Şairin diğer bireylere ve onların oluşturdukları topluluklara karşı duruşu ne olmalıdır? “Şair duruşu” diye bir şey var mıdır gerçekten? Nasıl bir şeydir bu? Peki o halde, insan duruşu nedir? İnsan deyince, kafam büsbütün karışıyor. Hangi insandan söz ediyorum ben? Toplumun öyle veya böyle ürettiği; “sıradan” deyip geçtiğimiz ama aslında hiç de sıradan olmayan insandan mı? Yoksa, bilinçdışının hakimiyetinde veya libidonun güdüsünde yol bulmaya çalışan çaresiz ve tutkulu insandan mı? Düşünen-düşünmeyen; özverili-vurdumduymaz; acı çeken–acı veren; arzulayan-nefret eden; ihtirasların yarattığı orgazmların esiri olan insandan mı? Hepsi insan değil mi sonuçta? Ve aynı anda pek çoğu bir tek insanın içinde yaşamıyor mu?

Peki “şair” nereye sıkışıyor ve kendine nasıl yer buluyor bu kalabalıkta?

Tamamını Oku