Ali beş yaşındaydı ana ezildiğinde,
Bir kamyon karşısında kaldı eli böğründe.
Kirli, yağlı saçları terlerin içindeydi,
Körpe düşünceleri engin derinlerdeydi.
Kapkara gözlerinde gözyaşları donmuştu,
Anası ezilince nutku da tutulmuştu.
Soğuk bir kış rüzgarı çarpmaktaydı yüzüne,
Dikilmişti gözleri kapanık gökyüzüne.
Yamalı gömleğini hırpalıyordu rüzgar,
Lime lime şalvarı anasından yadigar.
Çevresini sarmıştı insanlar devler gibi,
Kış rüzgarı altında Ali alevler gibi.
Kendini yitirmişti bilinmezler yüzünden,
Çevresine bir perde çevirmişti hüzünden.
Anasının saçında-başındaydı elleri,
Kanlı saçlar olmuştu gözünde sırma teli.
Kadının her yanından kandır temizliyordu,
Anasını öpüyor, yalıyor, emiyordu.
Çıkmıyordu ağzından ne çığlık, ne de bir ses,
Sanki hiç almıyordu körpe ciğeri nefes.
Kadının kolu kopmuş, kırılmış bir bacağı,
Öyle şoför olursa böyledir olacağı.
Her kafadan bir ses var kamyonun çevresinde,
İnsanlık neredeydi? İnsanlar neresinde?
Kimi küfretmekteydi, kimisi lanetlerde,
Bir şeyler çiğnenmişti kadınla biryerlerde.
Kimi kadere yordu, kimisi kikirdedi,
Kimi kahrolup gitti, kimi değer vermedi.
Ali ‘yi bin güçlükle kopardılar anadan,
Bir grayder çekseydi; alamazdı kadından.
Ali yalnız çırpındı, kıvrandı, yumaklandı,
Anadan ayrılınca asfaltlara kapandı.
Sarıldı yaş asfalta anasının yerine,
Rüstem kuvveti geldi körpecik ellerine.
Asfalt kağıda döndü tırnakları altında,
Her yanı yarık-yırtık kesildi asfaltın da.
Linç etmek isteyenler şoförü bulamadı,
Kadının ölüsüne gazeteler kapandı.
Her bir şeyi Ali ‘den sorup soruşturdular,
Ali ordaydı ama onu bulamadılar.
Acıkmış itler gibi bakıyordu onlara,
Sanki yalvarıyordu devasa insanlara.
Nereden bilsinler ki; kadın cam-mam silerdi,
Ölümlere tırmanır, ölümlerden inerdi.
Her şey bir Ali için, şu; başında ağlayan,
Bir de kocası için, şu an kumar oynayan.
Ali hiç bilemedi neye uğradığını,
Babası öfkelerle beklerken kadınını.
Ceset yerde bekledi beş veya altı saat,
Ne kimseden bir yardım,ne kimseden şefaat.
Seyretmekten bıkanlar ayrılıp kayboldular,
Duyup yeni gelenler bakmaya koyuldular.
Vardiyalar kaç kere değişti, bilinmedi,
Kimler gelecektiyse bir türlü gelemedi.
Birileri çektiler kamyonu zorla yana,
Biri seyirci sanıp tekme attı oğlana.
Kimseler sormadı ki; ‘Sen in misin, cin misin? ’
Sonunda biri çıkıp kadını toparladı,
Bir körpe feryat vardı, kimseler duyamadı.
Koydular biryerlere, öylece götürdüler,
Ali ‘yi beş yaşında beş kere öldürdüler.
Güneş battı, ay doğdu, Ali hala yerinde,
Bir kirli, körpe başı körpecik ellerinde.
Ne bir arayan oldu, ne de bir kalkıp soran,
Nerdeydi filozoflar; toplumu sorgulayan?
Ali ‘nin üzerine bir it gelip hırladı,
Kurttan korkmaz eşekti, onu korkutamadı.
İt değmedi Ali ‘ye; ha ölecek, ha ölmüş,
Sabi bir burgu gibi derinlere gömülmüş.
Başsız bir çivi olmuş, kerpetenle çeksen boş,
İnsan hep içip olmaz, böyle de olur sarhoş.
Yanından vurup vurup geçenler sayısızdı,
Tümü de kendisinden gayriye hayırsızdı.
Ne yüzüne baktılar, ne bir şeyler sordular,
Ali ‘nin dramını numaraya yordular.
Bedeni iki yarım, bir bütün yapıyordu,
Vücudunda hem yaşam, hem ölüm yaşıyordu.
Yaşamdan kopmaktaydı ölüme yaklaştıkça,
Yaşama dönüyordu ondan uzaklaştıkça.
Açlık kara kuş gibi üstüne çöreklendi,
Çocuk olduğu yerde titredi, debelendi.
İki kat duyar oldu soğuğu bedeninde,
Farkına varır oldu gidenin, gelenin de.
Paslı demir bir kepçe içini kazıyordu,
Midesinde bir ağrı azdıkça azıyordu.
Bir postalı kayıptı; kim almışsa almıştı,
Ali ‘ye bir üşüyen çıplak ayak kalmıştı.
Yürümedi tırmandı, tırmanmadı süründü,
Ancak sabaha karşı gecekondu göründü.
Çevresinde ne bir ses, ne de nefes mevcuddu,
Yoksul, körpecik beden tek yaşayan vücuddu.
Evler yoksul yoksuldu ağaran ufka karşı,
Sokaklar çamur çamur küpe vurulmuş turşu.
Yoksulluk bekçi gibi kolgezip durmaktaydı,
Doğacak güne karşı voltadır vurmaktaydı.
Babayı uyandırdı Ali ‘nin tokmak sesi,
Herif bir kükredi ki; uyandırdı herkesi.
Üstünden yıllar geçmiş, çağlar geçmiş gibiydi,
Kasketi pis ve yağlı, üstü-başı kirliydi.
Kalkmıştı uyandığı hasırın üzerinden,
Uykudur akmaktaydı çapaklı gözlerinden.
Kusmuklar içindeydi hasırın her bir yanı,
Eşiğe fırlatmıştı boşaltılmış sahanı.
Kumarda kaybettiği her halinden belliydi,
Suratı mosmor, çürük, nefesi içkiliydi.
Baba değil, bir devdi eşiklerde dikilen,
Ali cüceleşmişti küçüldükçe küçülen.
Evi temelden sarstı bir ifrit nağarası,
Öyle ses duymamıştı Ali, oldu olası.
‘Aman beyefendimiz! ... Buyurun! ... hoş geldiniz! ..
Dün sabahtan buyana acep neredesiniz? ..
Ulan it… Ulan hayvan… Bir evin yok mu senin? ..
Satarım anasını seni doğup gidenin! ..
Bu geliş ne geliştir; sabah ezanlarında? ..
Boynu altında kalsın senin de, ananın da! ..
Ne bir karı var evde; bir çorba pişirecek,
Ne bir velet var evde; işe gidip gelecek.
Öğle geldim, kimse yok. Akşam oldu, kimse yok,
Nasıl olsa karıyla veledinin karnı tok.
Zıkkımlanıp durdular cam silinen evlerde,
Babaya zerre kadar saygı yok gönüllerde.
Baba evde ac kalmış, ac uyumuş, kime ne?
Bunca mı hain olur insan babaevine?
Sana bir şüt çekerim, direkt gol olur, velet! ..
Haydi şimdi öt bana; nedir lan bu rezalet? ..
Nerde dangalak anan? .. Nerelerde kaldınız? ..
Umarım ki; kaybolup yolu bulamadınız! ..
Konuş lan, parçalarım, döktür olup biteni! ..
Denizlerde mi battı sermayen olan gemi? ..’
Sustukça dayak yedi, Ali konuşamadı,
Ne bir sözcük söyledi, ne de bir kez ağladı.
Bir küçücük top gibi savruldu duvarlara,
Kafasıyla bedeni çarpa çarpa taşlara.
Saçına, dudağına sıcacık kan bulaştı,
Bacakları körpecik kollarına dolaştı.
Böceğe benziyordu fırlatıldığı yerde,
Kolları bacaklardan kalmıştı gerilerde.
Camlaşan bakışları babaya dikilmişti,
Baba öyle bakışı ömründe görmemişti.
‘Anamı kamyon ezdi.’ Deyip bayılıverdi,
Adam şaşkın bir halde ona atılıverdi.
Salladı sarstı onu tutup omuzlarından,
Kulağı duymuyordu çıkanları ağzından:
Söyle, nereye gitti? .. Nereye götürdüler? ..
Kan parası olarak ne kadar ödediler? ..
O para kimde şimdi, sende mi lan, yumurcak? ..
Para vermedilerse halimiz ne olacak? ..
Gitti kadınla birlik cam silme paraları,
Soydular kadınımı gidinin yavruları.
Belki de morglardadır, yevmiye üstündedir,
Gelince; bu can size kuruş kuruş ödetir.’
Güneş yeni doğarken çarpıp kapıyı çıktı,
Ne bir kez geri döndü, ne de Ali ‘ye baktı.
- 2 –
Sakın ağlatmak için yazdığımı sanmayın,
Salt birazcık düşünün fakat hiç ağlamayın.
Gülebilme yetisi sadece insandadır,
İnsan da bu nedenle varlıklara sultandır.
Mikroptan file kadar hiçbir varlık gülemez,
Hiçbir kuvvet bitkiyi, hayvanı güldüremez.
Gülün olanak varken ama yerinde gülün,
Üzüntü olan yerde ağlamayın, düşünün.
Zira; bu da insana tanınmış yetenektir,
Yetiyi kullanmamak yetiye ihanettir.
- 3 –
Bir ay bile geçmeden baba kalkıp evlendi,
Kendi gibi bir yoksul evine gelin geldi.
Adam gerdekte öldü, gitti elin hödüğü,
Bir günlük evlilikti kızın görüp gördüğü.
Başkasıyla evlendi bu kere gelin hanım,
Ali eline düştü artık üvey babanın.
Yalnız babası değil, üveydi anası da,
Bir-iki yıl geçmeden ölerek gitti o da.
Üveybaba dul kaldı, ne evlendi, ne etti,
Yoksulluk içersinde kendi kendine yetti.
Alkoliğin tekiydi; her ne bulsa içerdi,
Ne bir iş arar bulur, ne çalışıp terlerdi.
Yedi Uyurlar gibi yatardı uyuyunca,
Taş bulsa taşı yerdi, tek bir kez acıkınca.
Horladımı harap ev sarsılırdı her yandan,
İstanbul ‘da horlasa; duyulurdu ta Van ‘dan.
Bir tek gelir kapısı öksüz, körpecik Ali,
Durumu bilir ama önleyemez ahali.
Ali yedi yaşında, ne üstte, ne başta var,
Sabideki tahammül belki ancak taşta var.
İki yıl geçmiş ama varın siz ona sorun,
Ellere miras kalmak nasıl şeymiş, sordurun.
Ali ilkel boyacı; yalnız siyaha boyar,
Çocukta aramayın başka renkte boyalar.
Boya yaptığı sandık bir meyve kasasından,
Ona bir de bağ takmış şurası-burasından.
Kendi oturduğu şey bir teneke kutudur,
Görenlere sorarsan; Ali gayet mutludur.
İşini iyi yapar, ‘Onbeş’ dese; ‘Beş’ alır,
Bazen hiç kazanamaz, bazen az-çok iş olur.
Herkes bal-kaymak yese, Ali ‘nin hakkı simit,
Yarısını sonra yer, gün boyunca bekletip.
Eve öyle düşer ki; ya ölü, ya da külçe,
Düşer kuru hasıra bu yoksul, minik serçe.
Ev çok yoksul bir evdir, ne ekmek, ne duru su,
Rezillik barakada nöbet tutar, doğrusu.
Kundura boyatanlar ne bilsin koşulları
İndirim yaptırmakta ararken yararları?
Baba her gece arar küçük, eski ceketi,
Eğer para bulursa; uyandırmaz Ali ‘yi.
Çıktımı barakadan, doğru kafa öekmeye,
Sabi ac-mac uyurken ızgaralar yemeye.
Ali ‘nin düşlerinde ne çember, ne balon var,
Yalnız pazarlık edip iskarpin boyatanlar.
Anasını görünce; ezilmiş, kanlı bulur,
Fırlatır uykuları, köpekler gibi ulur.
Karanlıklar içinde sen ulu, bir sen dinle,
Sana boğuşmak düşer devimsi kaderinle.
Parayla gelmemişse Ali ‘nin hali yaman,
Tekmeler, yumruklar yer sarhoş üveybabadan.
Bir pestil çullaması olur sabaha kadar,
Şişmeyen ne kol kalır, ne de sıska bacaklar.
- 4 –
Kader yoktur sanmayın, mızrak gibi gerçektir,
Kaderde her ne varsa; başa o gelecektir.
Bazı akıldaneler kaderi yok sayarlar,
Kadere inananı örseler, hırpalarlar.
Kader; fizik bedenin fizik niteliğidir,
Bir varlığın kaderi fiziğinden bellidir.
Balık suda boğulmaz; kaderinde yoktur bu,
Kader canını alır dışarı konuldumu.
Kağıdın kaderinde yırtılmak var, yanmak var,
Kalkın bu örnekleri siz çoğaltın, ağalar.
Ali kadere bağlı, çektikleri ondandır,
Gördükleri şimdilik bir üveybabadandır.
- 5 –
Kış geldi, işler yattı, ortalık çamur ve kar,
Bir tek müşteri bile arasan yetmez mumlar.
Ali hurdahaş oldu, çok acıktı, üşüdü,
Para kazanamadı, günün sonu göründü.
Kime yanaştı ise it gibi terslediler,
Hangi dala el atsa kapıyı gösterdiler.
Topraklar mühürlendi, ıssızlaştı sokaklar,
Her bir yerden çekildi başlar, eller, ayaklar.
Kimi bulacak Ali? Kimleri boyayacak?
Mızrak gibi gerçekte mucize mi olacak?
Porsumuş enik gibi Ali döndü evine,
Bıraktı kendisini bir ifritin eline.
Kapıdan girer girmez gördü devbabasını,
Bekliyordu Ali ‘yi, sarınmış hasırını.
Kaf Dağı ‘nın ardından gelmiş bir dev gibiydi,
Elleri el-mel değil, ifritin pençesiydi.
Gözleri kanlı kanlı, suratı kıpkırmızı,
Versen; çiğner atardı birkaç kilo sakızı.
Kafa bir dumanlı ki; olsa o kadar olur,
Köpürmüş deve gibi, önünde mi durulur?
Bir şişe tepesine yerleştirmiş bir mumu,
Gövdesi devleşiyor duvarlara vurdumu.
Köleyi görür görmez ol padişah emretti:
Kopardığı nağralar kulübeyi inletti:
‘Nerdesin ulan deyyus? .. Hiç vicdan yok mu sende?
Baban birasız kalmış bu yoksul kulübede.
Dolmuştur pis ceplerin şimdi yığınla para,
Bir bira getirseydin çok muydu fukaraya?
Haydi bas git, bira al, yanında meze getir,
Bugün yine dertliyim, derttir beni söyletir.
Biraları almadan eve gireyim deme,
Etlerini serperim diderek kulübeye.
Haydi durma, bas, yallah, mazotsuz kaldım billah,
Elimi kana sokma, çekmeyeyim bismillah.’
Elde yok, avuçta yok, çıktı Ali dışarı,
Usanmış adımlarla dolaştı sokakları.
Gören dilenci sanıp tersledi uzaklardan,
Tek umut bulamadı uzaktan, yakınlardan.
Önce pis bir çeşmeden ac karnına su içti,
Mide mide değildi, suyla dolan sarnıçtı.
Sonra buldu çöplükten boş bira şişeleri,
Su altında yıkadı o üşüyen elleri.
Başladı aramaya şişeler için kapak,
Yürüdü her buluşta ceplerine atarak.
Şişeler tamam oldu, kapaklar tamam oldu,
Ali boş şişelere işemeye koyuldu.
Su içtikçe doldurdu, dolanı kapakladı,
Soktu ceket altına, biraları sakladı.
Kapıdan girer girmez ilk şişeyi uzattı,
Kapağını kendisi açarmış gibi yaptı.
Herif kaptı şişeyi alıcıkuş misali,
Onun diklediğini görünce şaştı Ali.
Alkolik indirmişti şişeyi dibe kadar,
Daha beter çatıldı, zaten çatılmış kaşlar.
Sağa-sola püskürttü sonuncu yudumları,
Yumruklarıyla sisli köpürmüş dudakları.
Dedi: ‘Kahrolsun puştlar! .. Biralar sidik gibi,
Bunlar bizden adamlar, tanıdık-bildik gibi.
El-alem aya gider, bunlar bira yapamaz,
Birayı yapar amma mayayı tutturamaz.
Ver lan, bir şişe daha, tek şişe yetmez bana,
Onu-onbeşi yeter ancak benim kafama.
Aldığın birkaç şişe, namerd oğlan, pis cimri,
Yat şimdi, gebertirim, biraları içtimmi.
Biraya gel, biraya! .. Aynen atın sidiği,
Biradan ne anlar ki; yapsın elin hödüğü.’
- 6 -
Boyacılıklar bile mafyalar elindeydi,
Bu branşta olaylar sille-tokat biterdi.
Ali ‘yi uyardılar ‘Çek git buradan! ..’ diye,
Gitmezsen çalış ama yalnız Arap Kadri ‘ye.
Kazancını o alır ve sana harçlık verir,
Bir tek kuruş saklarsan bir it gibi gebertir.
Haydi topukla buradan, aldınsa; navlununu,
Boyacılığa ‘Pas’ de; ıslatırız donunu.’
Sandığını aldılar ‘Para etmez’ demeden,
Çekip atıp ezdiler, tenekeyi elinden.
Ali iflas edince dayak yedi sarhoştan,
İş bulmaya girişti ayni gün yeni baştan.
Para yok, sermaye yok, nesiyle iş yapacak?
Bakalım aklı ona nasıl kapı açacak.
- 7 –
Buluşları yapanlar çaresiz insanlardır,
Topluma kapı açan anahtalar onlardır.
Her buluşun altında parlak bir zeka yatar,
En güzel hayalleri yoksullar yaratırlar.
Küçük Ali az-biraz benziyordu bunlara,
Çözümdür buluyordu zorlayan sorunlara.
Bu kez de öyle yaptı sermaye konusunda,
Ölçtü, biçti ve tarttı körpecik kafasında.
Satmayı planladı çakmaklar için benzin;
Hem eller çakmak çaksın, hem kendisi kazansın.
Fakat benzin parayla, paraysa yok kendinde,
Bir kıvılcım parladı Ali ‘nin tam beyninde.
Pis bir boş şişe buldu çöplükleri eşerek,
Yıkayıp temizledi, doldurdu işeyerek.
Girdi çayhanelere, masalar arasına,
Herkes oyuna dalmış, dünya umurlarına.
‘Çakmaklara benzin var! .. Benzinim saf amcalar! ..
Bu benzinden doldursan bir yıl yanar çakmaklar.
Uzatın çakmakları, benzin görsün gözleri,
Her çakışta bir alev mutlu etsin sizleri.’
Zarları düşeş gelen biri çakmak uzattı,
Ali ‘ye hiç bakmadan gür bir kahkaha attı:
‘Doldur şu çakmağımı, delikanlı ufağı,
Sonra yanıma bırak bu güzelim çakmağı.
Benzinin şerefine; haydi zarım, bir düsse,
Hakkın tam iki misli, eğer düsse gelirse.
Vay anam, düsse geldi, al evlat iki misli,
Tavlayı öğren de gel, çay ağacım Kilis ‘li.’
Birçok müşteri çıktı çakmak-makmak uzatan,
Ali sidiktir sattı gezinerek ufaktan.
Sonra hemen fırladı dışarı çayhaneden,
Bir şişe benzin aldı hiç vakit kaybetmeden.
Sonra yeniden daldı o ayni çayhaneye,
Adamlar ufak ufak başlamıştı nağmeye.
Biri dedi: ‘Yumurcak benzinin pis kokuyor,
Çakıyoruz çakmağı, çakmak alev almıyor.’
Başkası homurdandı: ‘Benzin mi bu, sidik mi?
Sanki biz ömrümüzde hiç benzin görmedik mi? ’
Gülüp takıldı biri: ‘O çakmağı çöpe at,
Sana çakmak ne gerek, dişsiz kalmış Hacivat? ’
Adam karşılık verdi: ‘Çakmağım has çakmaktır,
Çakmağıma laf atan benden de Hacivat ‘tır.’
Yaşlı bir adam çekti Ali ‘yi az öteye,
Dedi ‘Evlat yanmıyor bu çakmak, acep niye?
Eskiden has yanardı; her çakılşta bir alev,
Sen ki benzin doldurdun, kalmadı alev-malev.’
Ali başka çakmağa benzin koydu ve yaktı,
Çakmaktan çıkan alev güneş gibi parlaktı.
Dedi: ‘Amca, işte bak. Ya bu nasıl yanıyor?
Belli ki; bu Beyamca has çakmak kullanıyor.
Ver senin çakmağını bir güzel kurutayım,
Onu bu saf benzinle bir daha doldurayım.
Eğer yanmazsa çakmak, tükürüver yüzüme,
İnsan hiyle mi yapar, yediği ekmeğine? ’
Dolmuş tüm çakmakları Ali alıp kuruttu,
Doldurup benzinleri sermayeyi doğrulttu.
Kahve dolusu millet Ali ‘nin hayranıydı,
Yoksulun tüm ömründe, bu bahar bayramıydı.
(ARAP isimli Şiirsel Gülmeceler 'inden > 75-89/100)
İsmet BarlıoğluKayıt Tarihi : 14.11.2004 09:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!