Bir varmış, bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Bir masal ülkesinde
Bir turfanda şair varmış
Başında kavak yelleri esen,
Hem de aklı bir karış havada...
Karlı bir şubat sabahı
Hicranında yandın mı hiç?
Mecnun gibi ağlayarak
Bir zalimi andın mı hiç?
Yar hasretine düşerek
Başkentin ruhları bunaltan
Sıcak yaz günlerini,
Nefesiyle serinleten
Kırkikindi yağmurları...
Küllenmiş
Hicran ateşlerine dökülen
Birkaç gün geçmişti,
Sarı Ayşenin hazin hikâyesi üstünden...
Kız kardeşimin tavşan kanı çayını yudumlarken
Annem:
Gelin, hikâyemize devam edelim kaldığımız yerden! ..
Dedi...
Yağmur, yine yağmur,
Hüznü kalbinde saklayan bulutların
Gözlerinden dökülen pırlantalar...
Ve sessiz
Derinliklerinde,
Mor menekşe kokulu sitemler,
ah bu nisan yağmurları
hiç unutmaz ki eski sevdaları
kirpiklerinin arasında
iplik iplik hüzün damlaları
dudaklarından kalbe süzülen
elem nağmeleriyle
İki tarih arasına sıkıştırılmış,
Uzunluğu meçhul süreç...
Doğum tarihi şu,
Ölüm tarihi bu,
Yazılır beyaz, mermer bir taşa...
Sonra o gösterişsiz taş,
Sensiz gecelerin münzevi karanlığı
Çaldı birer birer renkli düşlerimi...
Yıldızların firari ışıkları
Giremedi
Kapısından sitemkâr gönlümün...
Yılların rüzgârında savrulan anılar
Hazan yaprakları gibi sararıp solmuş…
Bir zamanlar
Şuh kahkahalarınla uyanan kıyılar
Şimdi, artık
Hülyâlı gözlerine
Başımda dönen türlü belayı
Şu akan sellere sordun mu sen?
İçimi yakan aşk u sevdayı
Sert esen yellere sordun mu sen?
Birden perdelenen gözlerimi
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!