BIRAKMIŞ BEDELİNİ
Dağ taş işlenmiş ilme ilmek
Karşılığında, biraz ciğer biraz nefes
Kol çıkığı , ayak kırığı beyin travması
Bir evin bacası tütüyor dağ başında
Bıraksaydın kalaydım
Bir avuç bulut karıştırdım
Bir avuç karanlığa
Su ile yoğurup
Umut mayaladım
Bıraktığın boşluğunda
Gök deniz boğuluyor ya
Sığınıyor saçma sapan sorulara
Bu gün hava nasıl oralarda
Ulumuna bir soruyla...
Cevapta bilindik aslında
BİR ÇOK KÖTÜ ADAM
Ne çokmuşlar gökteki yıldızlar kadar
Dinlemekle bitmiyor kırdıkları haltlar
Kimi adam vurmuş sayısını unutmuş
Ramazan aylarında teravih namazı için köy odasına bir aylığına hoca tutardık,tutulan hoca çoğu zaman,uzak köylerden bazan da köyümüzde imamlık yapma ve Kur'an okumayı bilen iki üç hocadan bir tanesi olur du,Bu yıl tuttuğumuz hoca başka bir köyden yeni yetişen genç bir Kur'an kursu talebesiydi. Ramazan ayı boyunca kimsenin hırlısına gürültüsüne karışmadan kendi halinde görevini layıkıyla yerine getirmek telaşı içinde idi.Ramazan ayının son günleri yaklaşıyordu,yaklaşmasına ama hoca her Ramazan'da olduğu gibi bu Ramazan'ın sonlarına doğru olacaklardan habersizdi çünkü köyü,köylüyü tanımaya pek heves etmemiş henüz fırsatı da olmamıştı.
Ramazan ayı başlaması ile tutulan hoca ve akşamları köy odasına gelip oruç açacaklar için beş altı evden sıra ile yemek getirilirdi,yemek getirme işi genellikle çocuklar üstlenir böylece ramazan boyunca cami ile haşır neşir olurduk
İftar zamanı gelmeden on,on beş dakika kala yemekler köy odasına gelmiş olur,oda ya hoca ile muhabbet etmek en çok da vakit geçirmeye yaşlı amcalar dan iki üç kişi gelir bunlardan En yaşlısı ayağından aksayan topal Hasan amca,kardeşi Ahmet amca Ramazan boyunca köy odasının müdavimiydiler.Ara sıra koca İsmail,Topal Haşim,İbrama,Hüsnü çavuş,odaya gelip muhabbet de yer alırlar hem vakitlerini burada geçirir hem ibadetlerini yaparlardı. Geleneksel hale gelen oruç açması mahallenin başından sonuna kadar her evde cenaze hastalık gibi olağanüstü durumlar dışında hiç şaşmaz oruç açması yapılırdı. Ramazan'ın başından ve sonundan ancak üçer beşer gün serbest kalınır o boş günlerin sonlarında cemaat arasında kargaşa çıkması sanki yasalaşmış kuraldı.
Odaya yemek getirenler olarak bizler ezan okunurken bir yerlere sıvışabilmek için bahaneler üretir ama,hoca ve odanın iki müdavim amcası bizi bırakmaz cemaatle namaz kılmanın sevabını bu mübarek günlerde çocukların kıldığı namazın büyüklerin kıldığı namazdan çok fazla sevap olduğunu anlatır,bizi namaz kılmaya teşvik ederlerdi, geçerli mazeret uydurabilen yahut kimseye bir şey demeden kaçabilenler kaçardı ama illaki 5/6 çocuk akşam namazının saflarında hazır olurdu.Bu sefer de hep beraber namaz kılmanın zorluğu kendimizi tutamayıp gülme krizine girmemizdi,aramızda illaki birimiz güler yahut birine bir şey sorar hiç biri olmazsa cemaate uyamayıp yanlış hareket yaparak birimiz gülünce hepimizi birden gülerdik.Namazdan hemen sonra kurulan iftar sofrası bizim namazda yaptığımız haylazlığı unutturur sofra kurma telaşesine düşerdik. iftara yarım saat kala sobanın üzerine kaynayan çaydanlık demlenir yemekten hemen sonra çayları içimizden bardakları kırmadan servis edebilme cesareti olan arkadaşlar çayları koyardı.İftar sofrasında Ahmet amca önüne aldığı tarhana çorbasına ekmek doğrayıp yemesini o kadar çok severdi ki bazan çorba çanağı doğradığı ekmekler ile tepeleme dolar doğranmış ekmekler yere düşer,Ahmet amca düşen ekmekleri alır tekrar çanağına koyardı.yemek sonrası sıra çay içmeye geldiğinde Hasan amca oturduğu yerden hemen hemen her akşam tekrarladığı herkesin bildiği benim çay nemli (demli) olsun demesiydi ,her seferinde de maden ocaklarında çavuşluk yapmış koca İsmail ona homurdanır "sus be adam senin çayının nasıl olduğunu artık herkes biliyor" diyerek azarını basar o da ona karşılık vereyim demez,birlikte muhabbete devam ederlerdi.Cemaat ikinci üçüncü bardak çayları İçerken mahallenin ortasından geçen derenin kenarında bulunan odaya iki yakadan da insanlar gelmeye başlar,teravih namazı vaktine kadar muhabbet akıp giderdi.O sıralarda Almanya ülkemizden işçi alımı yapıyor,İşçi Bulma kurumlarına yazılanlar oluyor,ismi çıkıp doktor muayenesinden de geçebilen Almanya'ya işçi olarak gidiyordu. Askerden yeni gelmiş cemal ağaya iftar sonrası duvardaki gaz lambasının Aaevi ile yaktığı sigaradan bir iki fırt çekmeden Hasan amca "yahu içme şu sigarayı muayeneden geçemezsin Almanya ya işçi olarak gideceklerin dişlerine dahi bakıyorlarmış"deyince cemal ağa cebinden çıkardığı köylü sigarası paketini yere atıp, "Almanya ya gidemezsem bu cigara yüzünden gidemeyim diyerek"yanındakilere sigara paketini uzatarak sigara teklif etti, sonra cebinden kibriti de çıkarıp Sigaranın yanına koydu,kibriti eğer sigaranın üstüne koysa sigaradan kimse almasın demekti,Cemal ağa kibriti sigara paketinin yanına koyarak isteyen sigaramdan içsin müsadesi var demekti, hemen hemen tüm cemaat gelmiş hoca teravih için ezanı okumuştu, abdesti olmayanlar abdestini alırken gençlerden bir ikisi hem sigara içmek bahanesiyle,hem gelen giden var mı diye odanın dışına çıkıp odaya doğru gelen elektrik ışığı,çıra ışığı varmı diye bakmaya gitti.Namaza son dakika gelmeyi âdet edinen iki yakadan da birer kişi henüz ortalıkta yoktu, Onların herkes son dakika gelip namaza durmasına alışıktı namaz biter bitmez de hemen evlerine giderler cemaat ile pek içli dışlı olmazlardı. Çocuklar ve gençlerin esas maskaralığı teravih namazında olur cemaatin arkasında iki sıra saf tutan en az on,on iki çocuktan namazın bitimine doğru iki üç kişi ancak kalır, ara ara çıkarttığımız gürültü sebebi ile cemaatin içinden selavat ve tekbir sırasında ciddi tehditler alır İçimizden birinin dayak yemesini yine başka bir cemaat önlerdi herkes birbirine hır gür etsede hep ya kanbağı,komşuluk,hısımlık,madende iş arkadaşı,amele,usta postabaşı gibi ilişkilerden ötürü kimse kimseyi kırmayı düşünmezdi.Namaz bitince herkes evlerine dağılır,hocaya sahur yemeği verme sırası kimde ise o gece için ya hocayı evinde misafir eder,ya hoca ile odada kalıp Sahura kadar bekleyerek evinden getireceği yemek ile sahur yemeğini beraber yiyip öyle evine giderdi.Eğer ramazan okul tatillerine gelirse çocuklar için kuran kursu açılır dinimizin kuralları,abdest almayı,namaz kılmayı, namaz surelerini öğrenirdik.Bu ramazan okullar tatil olmadığı için kuran kursu açılmamıştı
Yeri gelmişken geçtiğimiz yıl ki Kur'an kursu döneminde hoca kendisi de Kur'an kursu talebesi ağabeyim di,biz kızlı erkekli kursa gidiyoruz kızlar ayrı bir bölümde ama bulundukları bölüm ile aramızda pencere niyetine konulmuş camı takılmamış geniş geniş bir boşluk var.Hoca iki sınıfıda da rahatlıkla kontrol edebiliyordu, kızlar aralarında beş altı kişi daire şekline gelip süreleri ezberlemeye çalışır,içlerinde süreleri bilen birinin okuyup diğerlerinin tekrarlaması ile daha kolay ezber yapabiliyorlardıdı bizim süre ezberlememiz ise tek başına içimizden veya sesli tekrarlar yaparak namaz sürelerini ezberlemeye çalışırdık. İştirah süresine kadar ezbeleyen hocaya evinden ailesi tarafından hazırlanan küçük bir hediye getirip verirdi iştirah süresinin okurken son ayeti "ve ila rabbike fergap"diye bitirince fergap hocanın külahını kap deyip hocamızın külahını kapmaya çalışırdık. Kurslarımız sabahtan akşama kadar olduğu için,öğle yemeğine evlerimize giderdik,bir oğlen,evde yemeğimi yedikten sonra abimden önce evden çıkıp odaya geldim,henüz hiç kimse odaya gelmemişti odanın tavanında tabutu görüp içine girmek aklıma geldi.Bunu meraktan mı gerçekten çocukları korkutmak için mi yaptım hala bilmiyorum. Tabutun içine girip beklemeye başladım, tabi tabutun kapağı yarı örtük benden hemen sonra odanın kapısını açan çocuk,tabutta ki benim tabutun kapağını üzerime kapatmaya çalışırken çıkarttığım sesi duyunca bir çığlık atarak kendini dışarıya attı,tabutun içinde birisi var diye herkes birbirine söyleyince korkudan kimse odaya girememiş. Bizim taraftan gelenler bizim tarafta öbür taraftan gelenler öbür tarafta beklemiş,abim hiç bir şeyden habersiz odaya geldiğinde durumu öğrenince o da korkup,bir hayli odaya yaklaşamamış abim"tüm cesaretimi toplayıp odanın kapısına geldim arkamdan da talebeler gelince odanın kapısında toplaşıp hep beraber kapıyı açtık tabiki kimseden çıt yok tavandaki tabutta yerinde birden sallanmaya başladı herkes bağırıp çağırınca ben sukunetimi korumaya çalışıyorum birden kardeşim gülerek tabutun içinden çıktı, hepiniiz rahatlamıştık çabuk aşağıya in bakalım dedim kardeşim yanıma geldi kulağından tutup ufak bir fiske vurdum çocuklardan özür dilettim "
Ben abimden azarı ve dayağı yiyince yerime geçip dersi dinlemeye başladım yıllar sonra yaptığımın hata olduğunu anladım ama olan olmuştu bir kere.
Sekiz on kartiyenin olduğu alanda kartiye şeflerinin yardımcıları sorumlu başçavuşlar o gün madende ne işler yapacak bir usta bir amaleden oluşan takım dediğimiz madenciliğin en küçük birimlerine tek tek talimat veriyorlardı.
Tertip işi bitip başçavuş aramızdan ayrılır ayrılmaz işçi arasında homurdanma fısıltı hâlinde konuşmalar başlasa da çok sürmeden gırgır şamata başlamış,kafesin önüne doğru hareketlenen kalabalığın arkasına doğru sıraya dizilen arkadaşlarının arkasına sıraya girmeye başlanmıştık bile ,
Akşam işçi yurtlarındaki yemekhaneye gitmek yerine beldedeki lokontalardan birine girdim garson menüdeki yemekleri saydıktan sonra yanımdan ayrılıp yemekleri yarım ekmek ile getirip masaya koydu sürahide su olup olmadığını kontrol ettikten sonra ben yemeği bitirmek üzereyken aynı vardiyada çalıştığımız kazmacı şahin usta içeri girer girmez her akşam olmasada en fazla bir akşam ara ile içtiği ufak rakı ve yemeklerini söyleyip yan masalardan birine oturdu ben yemeğimi bitirip hesabı deftere yazdırmaya çalışırken lokontanın sahibi veresiye defterinde benim ismimi aramak için açması ve kapaması bir oldu,
Yemekleri Şahin Usta'dan deyip beni gönderdi dönüp Şahin usta ya teşekkür ettikten sonra doğru gazeteciden günlük gazetemi almak için girdiğimde her zaman sinirli olan gazeteci yine birine kızmış olmalı ki içeride o yana bu yana dönüp duruyor du ve klasikleşmiş bir tavırla istediğim gazeteyi önüme doğru fırlattı parasını masaya koyup dükkandan hızlı bir şekilde dışarı çıktığımda makinist bu akşam sinemada oynayacak filmin ismi ni anons ediyordu ve filmin başlamasına az bir zaman kalmıştı ben biletimi alıp Sinamanin kapısındaki görevliye biletimi uzatıp üç film peş peşe oynayacak olan sinanamada Beyaz perdenin dört beş sıra gerisinde güzel bir yere oturdum. Filmler peşpeşe iki film üç film ardı ardına gösterildiği için sinemada bazan öğleden sonra girip hava kararıncaya kadar kalabiliyorduk bu gün Fatih'in fedaisi kara murat filmini bitirir bitirmez dışarı çıktım köprünün üzerine geldiğimde köprünün bu kadar yalnız olduğunu görüp merak etmeye fırsat bile bulamadan karşımda bir iki yere yığınlar halinde işletmenin işçilere göndermiş olduğu yakımlık kömür geldiğini mahalle sakinlerininde buraya toplanmış olduğunu gördüm, kömür yığınlarının başında beş altı katırın herkese ayrı ayrı payının dağıtıldığı kömürlerin yanında semerin her iki yanındaki saçtan imal edilmiş küfürlere kürekler ile doldurulup evinin kömürlüne doğru katırcının ye kendisi haraket edeyirdu dehhh çüşşş dooor duuur sesleri arasında gözlerden uzaklaşırken 50 kg lik kazanların en az on kg sini eksik tartıldığını kazanın içinde tortu halini almış görüntüsünden anlaşılıyordu .1
Sabah işe gitmek için evden dışarı çıktığımda henüz gün aydınlanmamıştı buraya taşındığımda mahallenin tobi adlı köpeği bana ve aileme hiçte hoş davranmamış har hır sesleri ile sağımızda solumuzda dolaşarak mahalleden yanımızda kimse olmadığı zamanlarda endişeli anlar yaşamamıza sebep olmuştu aradan geçen zaman içinde ailemizi mahallesinin insanı olarak görmüş olmalı ki iyi bir köpek olduğu referansının olduğunuda duyduğum köpeğin mahalleden madene giden işçilerden kime denk gelirse kuyu başına kadar arkasından gider tekrar geri dönmesini bildiğim için köpeğin benimle birlikte gelmesini hiç yadırgamadım,Tobi normal boylarda cinsinin ne olduğunu bilmediğim siyah renkte bize sevimli yabancı ya ürkütücü bir köpekti mahalleli tarafından bakıldığı için kimin köpeği olduğu zaman içinde unutulmuş,sanırım o da sahibinin kim olduğunu unutmuştu,mahallemizin gönüllü gece bekçisi idi yabancı kim gelirse gelsin hırlayıp havlar bazı zamanlarda gelenleri ısırdığı bile olurdu misafir gelen komşumuzun kayınbiraderini köpeğin huyunu bildiğim için önümden yürümesini söyleyerek gideceği evin kapısına kadar getirip kapıyı açmak üzereyken hemen önümdeyken ısırışına tanık olmuştum.
Bu sabah kalktığımda eşimle birlikte kahvaltımızı yaptıktan sonra eşimin evde ocağa yanına verebilecek bir şey yok giderken bakkaldan alıverirsin diye söylediğinde mecburen ailem ile taşındığımdan bu yana yani evci olduktan sonra bakkaldan ekmek sardırmak için bakkala girdim, tezgahın üzerinde en az Yirmi Beş kilogram kaşar peyniri ve kavurma (döğmec)yeni gelmiş yanlarından çok azı harcanmış ben onlara bakarken bakkal çırağı benim bakkal dükkanına neden girdiğimi anlamış olacak ki bunların ikisi de yeni geldi hangisinden vereyim der demez benim kararımı beklemeden kaç gram vereyim ne vereyim sorma zahmetinde bulunmadan iki domates iki haşlanmış yumurta bir ekmek ve kavurmadan biraz helvadan oluşan menüyü el çabukluğuyla gazete kağıdına sarıp önüme koyması bir oldu zaten hepimiz hemen hemen aynı erzakları aldığımız için böyle olmuştu,elimi cebime atıp ücretini vermeye yeltenirken daha önceden veresiye defterinden ismini silinmedik verirsin sonra diyen bakkalın sahibi kara kaplı defter diye tabir ettiğimiz epeyce zamandır kullanıldığı anlaşılan eskimiş kalınca defterin yapraklarını açıp ismimin yazılı olduğu yaklaşık A grbu işçilerinin kayıtlı olduğu 750 müşteri sayfasından benim kayıtlı olduğum sayfayı bulmaya çalışırken benim de küçük küçük notlar aldığım işe İlk girdiğim zamanlarda buradan verdikleri aldığımız ürünleri aramızda anlaşmazlık çıkmaması için bir nüshası bakkalın veresiye defterine bir nüshası da bize verilen küçük not defterine yazıldığı için defteri çıkartıp bakkala uzattım,veresiye defterine yazdığı meblağın aynısını benim defterime yazıp verdiği defterimi tekrar cebime koyup ekmeği cebimden çıkardığım fileye yerleştirdim, ismimi grup listesinden çıkartıp daimi işçilerin kayıtlı olduğu veresiye defterine kayıt ettirip yeni bir numara aldım bakkalın A grubu B grubu DAİMİ işçileri kaydettiği defterleri ayrı bir de mahalleli için ayrı bir veresiye defteri vardı,kapıdan çıkmak üzereyken Tobi'nin dışarıda beni beklediğini görünce onun için yarım ekmek alıp masanın üzerindeki peynir ve kavurma kırıntılarından avucuma süpürüp ekmeğin arasını açarak kırıntıları ekmeğin arasına doldurup elimle ikiye bölüp tobiye ikram ettim hayvan ekmeği sabah saatlerinde aç olduğu için ekmek de taze olduğundan çabucak midesine indirdi,büyük bir minnetle yüzüme bakarak iş yerine doğru yola çıktık işçi yurtlarını da geçtikten sonra etrafımızdaki işçiler de çoğalmaya başladı.
İşçi yurtlarının önündeki baraka bakkalın yanındaki çılbır yoldan tren yoluna indiğimizde artık sıraya dizilmek zorundaydık henüz alaca karanlık olduğu için uyku mahmurluğunda olan işçi arkadaşların bazıları yanıbaşında beliren köpeği görünce panik yapar gibi olsalarda köpeğin benimle geldiğini anlayınca rahatlayıp yoluna devam ediyorlardı zaten herkes yolda yürüyor olsa da belkide ayaklarının hafızası sayesinde yolda ilerliyordu akıllarda kimbilir neler vardı evinde köyünde bıraktığı ailesi mi ocağın zorlu çalışma koşulları mı hak etmediği bir söz işitmesi mi birinden haksız bir hakaret görmesi mi yeni günün içinde olumlu olumsuz nelerle karşılacağını mı kim bilebilirdi. İstemediği hâlde geçim derdinden ve bu yörede babadan oğula adeta geleneksel hâlini almış maden işçiliğinde bu gün çalışacakları kartiyede nelerle karşılaşacak çekecekleri 5 veya 6 domuzdamı sarmanın altlarına vuracak direklerin malzemelerini,bazen beline ip bağlayıp çat arasından geçirerek çekerken göreceği zorluklar mı dünya ile bağlantılarının tamamen kesildiği yerin 525 metre altındaki maden kömürünü yeryüzüne çıkartmak için verdikleri mücadelede baretine taktığı ve sadece şarz ömrü 8 saat olarak bildiği lambasının anlık söndürdünğüde bile içinde kaldığı karanlık ortamın korkusunu iliklerine kadar hissettiği hâlde köylerde ocak başlarında erkek adam Korkmaz destürü ile yetiştirdikleriden kendilerine takılan bu çakma korkusuzluk rutbesinin yanlış olduğunu bildikleri hâlde karanlık delhizledeki korkunç korkularını kendimize bile söylemeye çekiniyoruk
Köyden evimi buraya taşıdıktan sonra epeyce zaman geçmiş çocuklar da epeyce büyümüştü geçen zaman zarfında maden ocağında ve mahallede epey çevre edinmiştik köye bayramdan bayrama ancak gidebiliyor her geçen gün köye olan özlemimiz çoğalıyordu örneğin pazar yaptığımız zaman yaz ve kış meyvelerini parayla bizim istediğimiz gibi değil satıcının insafına kalmış çürüğü ile iyisi ile kaç kg alacaksak alıp eve getiriyor eve gelince pazar tezgahında görüp aldığımız ürün ile aldığımız ürün arasında kalite bakımından arada çok fazla fark olduğunu üzülerek görüyorduk pazarcı esnafı kaşla göz arasında nasıl yapıyorsa çürük çarığı kese kağıdına doldurup veriyordu tâbi iş ahlakı ve imanı sağlam güzel pazar esnafımız da az değildi onlar tane tane ürünü seçer kese kağıdına dolduranlardı.
Köylerde nerdeyse yolda yürürken başımızdan aşağı akacak şekilde bol olan kirazı eriği armutu kel armutu ayva böğürtlen kiren yumurta tereyağı v.s köyde iken değerini bilmediğimiz bir çok şeyin kıymetini ancak burada anlamıştık bir kiraz mevsiminde köye gittiğimde bir insan boyundan biraz uzunca kirazın dallarında o kadar çok kiraz varmış ki ağacında çürüyen yere dökülenden hariç aileme bana ve aileme güzel bir ziyafet vermişti bu durum insana ister istemez duygusal anlar yaşatıyordu, mahalle sınırları içine girdiğimiz andan itibaren dere üzerine kurulmuş incecik ağaçtan yapılmış köprüyü geçtikten sonra etrafımızdaki ağaçların yüksekliği ve arazinin konumu nedeniyle sanki ıssız bir yer hissi veren belkide 50 metrekare lik bir yere vardığımızda oldum olası burası bana gizemli gelirdi dere kenarında kelebekler, kaplumbağa,kurbağa, ateş böceği, teyyare dediğimiz hızlıca çiçeklerin üzerinden süzülüp üzerlerine kısa ziyaret yapıp tekrar uçup giden dört beş cm renkli böcekler, sivrisinekler,sinekler sanki buraya ayrı bir dünya havası veriyor burasının hemen üst tarafında mektebimiz az ötesinde de evimiz vardı ilkokul çağlarında belkide babam ve anamın tarlada en fazla yanlarında bir kişiye ihtiyacı olduğu zaman benim de oyun çağım olmalıki babam ve anam yolun altındaki tarlamızda mandalar ile çift sürerken onların yanına girmeden adeta koşarcasına uzaklaşırken babamın arkamdan çağırdığını duymazlıktan gelip köy meydanında oyun oynamam ile aslında göğsümün ortasına buruk bir kökem çaktığımı ve yıllarca taşıyacağı mı nereden bilirdim ki? Bizim maden ocağından kısa süreliğine geleceğimizi bilen anam köyden bizim yanımıza erzak olarak ne koyulacak ise hepsini hazır etmiş sadece çuvallara koyması kalmıştı fasulye, mısır unu,yumurta, süzme yoğurdu, süt peynir,yağ, süt çiyi pazardan aldıkları yöremize has cevizli helva helvayı saklamak için mısır unu elma armut anam elinin altında ne varsa hepsini unutamayım diye ocaklığın yanıbaşına sıralamış üzerlerini kapatmış hazır etmişti. Doğup büyüdüğüm dağların arasında bu küçük köyde bana hoş geldin denmesine alışamamıştım ben buraya ayittim tarlası, ormanı, samanlığı, harmanı, deresi ile her bir cm karesinde basmadığım yerin olmadığı yerde misafir olmak garibime gidiyordu, izin sürem bitene kadar çoluk çocuk yapabildiğimiz kadar ziyaret yaptık evimize gelip gidenler oldu çocuklar sayatta ki tarım aletlerine bakıp inceliyorlar ne işe yaradığını hayal meyal biliyorlar ama yine de soruyorlar pulluğu, kazmayı sivrici, odun civisini, yivleyi darabayı, badavra tahtasını, herkili, saç ayağını, şişi, yünü, örekeyi ekmek sacını sağda solda ne görürlerse soruyor ne işe yaradıklarını merak ediyorlardı,en çok da dedeleri ve nineleri ile oynamayı özlemişler ama en çokta anamın babamın onlara nasıl baktıklarını bu odanın içindeki kendileri için hayatlarındaki en büyük gururları en büyük yaşam kaynakları Allah'ın ileri yaşlarda herkese nasip etsin diye dualarını şimdi tekrarlar gibi olduklarını duyuyor gibiydim,bir insanın yüzüne hem en büyük mutluluk hem en büyük keder birden nasıl görüntü verirdi yüz gülerken altındaki verdiği hüzün net bir şekilde odanın duvarlarına vuruyor, onları bu matem atmosferinde bırakıp gitmek zorundaydık gittik de akşam olduğunda hem gurbet saydığımız hem sıla saydığımız evimizdeydik, anam babam çok üzülmüştü şimdi de üzüldüklerini biliyordum, şartları zorlasak belki birlikte yaşayabilirdik ama anamın babamın topraktan koparmaya gücümüz yetmeyeceğini biliyorduk artı oturduğumuz ev iki aile için müsait değildi
Yavaş yavaş iş çıkışlarında kahveye gidiyor köylülerimin ve civarında ki köylerin beraber takıldığı kahvehaneye gidiyorduk iş yeri temsilcileri ve sendika yöneticilerinin seçim Zamanı geldikleri için gittiğim her yerde sendika seçimleri konuşuluyor henüz seçimlerin yapılmasına 4-5 ay vardı ama şimdiden şube adayları delege adayları belirlenmeye çalışılıyor daha önceden kemikleşmiş gruplar bir birine seçmenlerini kaptırmamak için şimdiden seçmenlerini kontrol altına tutmaya çalışıyor lardı, kahvehane ve lokonta nerede toplantı müsaitse orada üç beş kişi de olsa dahi konu seçim oluyordu, artık iş çıkışı kahvehaneler lokontalar da daha fazla işçi oluyor daha fazla para kazanıyorlardi , açık hava kahveleri kapalı kahveler tıklım tıklım dolup taşıyor elli iki okey elli bir altmış altı tombala gibi oyunlarda içilen çay ayran kant kuş burnu oralet gibi içeceklerin tüketimi yüzde elli artmış oluyordu işçi ve sendika yöneticileri çoktan seçim atmosferine girmişti tabiki bu atmosfer doğal olarak iş yerlerimize de yansıyor üretim ve iş güvenliğinde de iş disiplinin de aksaklıkları beraberinde getiriyor bu durum üretim düşüşüne ve iş kazalarına sebebiyet veriyordu bu durumdan işçi işveren sendika tarafından herkes rahatsızdı ama adı konulmamış bir kural gibi devam edip gidiyor du zaten iş yaşamında bir çok şey mantıklı değildi olmaması gerekiyor nedense bir işçi kafası ile bile gördüklerin yanlışlıklar yıllarca devam edip gidiyor du kan ter içinde arın ilerlemesi yapılırken bir maden işçisine müdürünün yanına gelip konuşma esnasında işçiye giden müdür mü iyi idi şimdiki mi sorusuna muhatap olan bir işçinin soruyu soranı tanımayan işçinin cevap olarak ben burada sekiz saat kazma kazıyorum giden de gelen ile işim olmaz herkes kendi görevini yapıyor dediğinde müdürün gözleri yaşararak yanından ayrılması . malesef hiç bir şey o saf ve masum işçinin bakış açısından bakılmıyor her kes işini yapmıyor
yaptırmak isteniyor ise de yaptırmaları yordu bulaşıcı bir hastalık gibi her kes birbirinden görerek çalışmamaya meyil ediyordu, keşke bir işim olsun ne olursa olsun çalışırım diyerek harcadığı enerjiyi işe girince bu sefer de iş yerine gelip bir iş yapmıyayım işe gelmeden yevmiye alayım diye girmediği kılık kalmıyor bu tiplere müsemma gösterenlerde her dönemin siyasi
görüşünün adamı oluyor her siyasi partiye üye olup dereyi geçene kadar ayıya dayı dercesine evinde bile bulamayacağı konforda yaşayıp hem hiç bir şey yapmadan ücretini alıyordu bazıları sadece ismini yazdırıp iş yerinin bile görmeden işçinin tüm haklarından yararlanıyor du böyle bir şey ne akla ne ahlaka ne Allah'ın kurallarına uygundu ama malesef duyduklarımız ve gözümüze çarpan bunlardı .
İş güç geçinme derdi çocukların okulları derken ekonomik sıkıntılar araya girince köye gitmeyi ihmal ederken anamın babamın köye gelin çağrılarına kaçamak cevap veriyoruz onlarda ümitlerini kesmiş olacak ki bu çağrılarını zaman içinde seyrek kleştirmeye başladılar arasıra gittiğimizde köyümde evimizin içinde etrafında bağda bahçede tarlada bostanda mezarlık yanında değirmen de fırınlarda yemişlikte gözle gözükür değişiklikler oluyor yavaş yavaş özenle bezenle olması gerektiği gibi bize bırakılan yaşam alanları tahrip oluyor sonun başlangıcının izleri kendini fark ettirmeye biz farkında olalım olmayalım başlamıştı bile. Bu onulmaz bir yaraydı
Biter ancak dört omuzda
Şahsa özel süresiz piyango gibi
Uzadıkça uzuyor süresi
Ahit sandığı mı
Alaaddinini sihirli lambası mı
Bitlis Şehitlerine
Karabasan gibi
Çökmüştü üzerimize
Terör denen illet
Acı,acı üstüne
Evet insana keşke seneler önceki durum hiç değişmeseydi olmasaydı şu teknoloji meknoloji dedirtecek dizeler tebrikler efendim
Allah böyle acılar göstermesin birdaha. Dmuyarlı yüreğinize sağlık