Sen şimdi diyeceksin ki
Hangimiz daha çok yandık?
Küllerimiz terazide tartılırken
Savrulanı sadece rüzgâr bilir.
Ben ki ateşi içimde büyüttüm,
Dumanı ile gökyüzüne bir mektup yazdım
Her harfi yıldızlara dokunan.
Alevler omzumda bir örtüydü,
Sırtımda taşıdığım gölgeleri ısıttım.
Sonra düştüm, kırıldım, köz oldum.
Küllerim şimdi bir nehrin yüzünde yüzüyor,
Suyun şefkatiyle öğütülüyor.
Ve bilirim
Yanmak, yeniden doğmanın ilk sancısıdır.
Bir terazi kurdum kırık taşlardan
Bir kefeye acıyı, diğerine sabrı koydum.
Gördüm ki denge, bir yalana benziyor
Hafif olan hep ağır basıyor.
Rüzgâr estiğinde, terazi devrildi
Ve küller, gözlerimde bir bulut oldu.
Sordum
Hangi yara izi kalır en derinde?
Yanıktan geriye kalan mı,
Yoksa sönmeyen közün sessizliği mi?
Bir kuş geçti gökyüzünden,
Kanatlarıyla yazdı
"Acı, sadece ateşin dilini bilenlere bir lisan öğretir."
Şimdi bak,
Rüzgâr savurduğu her kırıntıyı
Bir başka diyara götürüyor.
Ben ki küllerimle konuşan bir harabeyim,
Duvarımdaki her çatlak, bir hikâye anlatıyor.
Ve sen,
Terazinin kefesinde tarttığın o an,
Aslında kendi ağırlığını ölçüyorsun.
Savrulmak, düşmek değil
Özgürlüğün kanat çırpışıdır.
Külümü tartma artık
Çünkü ateş, en çok söndüğü yerde
Yeniden doğar.
Kayıt Tarihi : 30.4.2025 09:11:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!