Hikmet der; çobandım, derbeder idim,
Aşkı durur sandım, sürdüm yürüdüm,
Düştüm bir ateşe, yandım, eridim,
Kurudu çamurum kalmadı yerde.
Hikmet der; atlara çakıyorum nal,
Bırak kuşum aracılık etmeyi yarla aramda,
Sen bir muhabbet kuşusun,
Bir sevda kuşusun,
Bir ev kuşusun.
Yazık o minicik kanatlarına.
Ne o uzak yollara dayanır bu kanatlar,
İlk Öfke
Hikmet Genç, görkemli bir mağazanın önünde durarak varsıl vitrinlerden birine şöyle bir baktı.
Vitrin, akşam güneşinin solgun sarı ışıkları altında, parıldayan bir durgun su yüzünü andırmaktaydı. Onu ilgilendiren vitrindeki büyüleyici varsıllık değildi, dışın içteki görüntüsüydü. Dışarının vitrindeki görünüşü, kendi doğal görünümünden çok daha güzeldi. Benzer güzelliğe koyu renkli bir güneş gözlüğünün camlarında, bir fotoğraf makinesinin objektifinde de rastlamıştı. Ağaçlar ağaçlardan güzel, dallar dallardan güzel, yapraklar yapraklardan güzel, yapılar, duvarlar, pencereler yapılardan, duvarlardan, pencerelerden güzel, akşam güneşinin yapraklar ve dallar arasından süzülüşü daha güzel, insanlar insanlardan daha güzeldi. Zira; iç, öze ve sevgiye dıştan daha bir yakındı. Dışın sıvası dökülmüş duvarları burada sıvalı, boyası kabarmış, kendileri kağşamış kapı ve pencere pervazları burada cilalıydı. Dış dünya, eksiği-gediği tamamlanarak getirilip vitrine koyulmuş bir tablodan farksızdı. Bu tabloda, varların tümü görünmediği halde, yokların cümlesi görünmekteydi. Çünkü vitrin, Hikmet Genç ‘e, yokları da var edebilen bir hayal aynası gibi geliyordu. Aşağıyı yukarıya çıkaramadığı, yukarıyı aşağıya indiremediği için güzel ve doğruydu ama solu sağa, sağı da sola aldığı için çirkin ve yalancıydı. Biçimleri daha bir küçülttüğü, renkleri daha da bir güçlendirdiği için de öyleydi. Gerçekteki kendisi bu vitrindeki kendisi kadar yakışıklı mıydı? Sırtındaki tornistan ceketi, ayağındaki ters-yüz edilmiş pantolonu bu kadar yeni miydi? Cebinde tek kuruşu bulunmadığı, karnı yine ac olduğu halde, hiçbir şeye aynen böyle, muhtaç değil miydi?
Hikmet Genç, başını sol omzuna bırakıp dudaklarından eksilmeyen gülümsemesiyle vitrinin önünden ayrılıp yürümeye başladı.
Mahzun bir sonbahar kenti hüzünlü bir sevgiyle kucaklamıştı. Akşam güneşinin halsiz-mecalsiz ışıkları kentin yorgun ve yaşlı yüzünü incitmeden okşamaktaydı. Yaşayanlar sabaha oranla biraz daha yorgun, biraz daha solgun, biraz daha eksilmiş ve biraz daha çevrelerine ilgisizdiler.
İlk Evden Kaçış
Huzursuzluk beş numara gaz lambası şişesinin kırılmış olmasından kaynaklanmaktaydı.
Hikmet Çocuk ‘un körpe yanağının üstünde beybasının beş parmağının izi vardı ve beyba evin içinde direk direk bağırmaktaydı:
- Ben parayı çaydan mı topluyorum? Bütün bir aile kalmışız bir tek aylığın umuduna. Aklınıza gelebilen-gelmeyen tüm giderlerimiz bunun içinde. Boğazımıza bile zor yetiyor aylık. “Davranışlarınıza birazcık dikkat edin, bana hesapta olmayan yeni bir gider kapısı açmayın.” Diyorsam; hata mı ediyorum, yanlış mı söylüyorum? Ben bugüne kadar ele-güne el-avuç açmadım, veresiyeye asla soyunmadım. Zira; borçtan yemem, aileme de yedirmem. Aylık gelirimiz ne kadarsa; aylık giderimiz de ancak bir o kadar olmalı. Bunun dışında, kendisine sığınabileceğimiz tek olanağımız yok bizim. Kazık kadar adam oldun ve işte ilkokulu bitirmek üzeresin ama hala daha ev içinde top oynamamak gerektiğini dahi bilemiyorsun. Top bu; elbette ki, çarpıp kıracaktır bir şeyleri. Hiç düşündün mü, akşam olunca nasıl yanacak bu lamba? Nasıl aydınlanacak bu ev? Kırman bir yana, bir de kalkıp yalan söylüyorsun “Ben kırmadım.” Diye. İnsanın yanlışını kabullenmesi bu kadar mı zor?
Ana çekingen bir tutumla araya girmeye çalıştı:
İlk Açılış
Astronomi Öğretmeni, karatahta üzerindeki beyaz tebeşirli çizgilerle anlattığı dersin birinci bçlümünü bitirince, ellerini kürsünün üzerine dayayıp öne doğru eğildi:
- Bundan sonraki derste konumuzun ikinci bölümünü gözden geçireceğiz. Zilin çalmasına dokuz-on dakika var. Ben bu süreyi konunun anlaşılamamış bölümlerini anlaşılabilecek hale getirmek için kullanmak istiyorum. O nedenle de hemen soruyorum: Anlattığım bölümü veya bu bölümün herhangi bir alt bölümünü yahut alt bölümün herhangi bir noktasını anlamayan kaldı mı?
Sınıftan çıt çıkmadı. Öğretmen sert bakışlarını öğrenciler üzerinde şöyle bir gezdirdi ve sonra alışılagelmiş sertliğiyle söylendi:
- Soru sorulmadığına göre; konu öğrenilmiştir. Yani sen? .. Bana kalırsa; konuyu anladın. Sen? .. Sen? .. Sen? .. Anladın… Tümünüz anladınız…
Uçağa İlk Biniş
Belirtiler bir ay önceden kendilerini göstermeye başlamışlardı.
Heyecanlar ve korkular Hikmet Baba ‘ya karşı tam bir elbirliği içindeydiler. Geçmişinde bir tek uçağın bile yanona-yakınına gitmemişti. Uçak konusundaki tüm bilgisi, filmlerden ve kitaplardan öğrenebildiği şeylerden ibaretti. Gerçekte, korkularının bu yarım-yamalak bilgilerinden kaynaklandığını da pek sanmıyordu. Kaynak belki derinlerde, çok derinlerde, ta çocukluk algılarındaydı. Zira; Hikmet Baba, içindeki uçağa binme korkusunun bir yükseklik korkusundan ileri geldiğini düşünüyordu. Yüksek yapılara çıktığında; yerlerin, dağlara tırmandığında; uçurumların, denize gittiğinde de; enginlerin kendisine gel gel ettiğini deneyimleriyle öğrenmişti. Korkuyu altetmenin tek yolunun, onun üstüne üstüne gitmekten geçtiğini biliyordu. Van Kalesi ‘ne, Bitlis Kalesi ‘ne, Kars Kalesi ‘ne, Şeytan Kalesi ‘ne, Ferhat ‘la Şirin Kalesi ‘ne hep bu korkunun üstüne üstüne gitmek için birçok kereler tırmanmaya çalışmışsa da, her keresinde kale bedenlerinden geri dönmek zorunda kalmıştı.
Düşüncesi bile insanın yüreğine keskin bir neşter gibi saplanan zor bir ameliyatı beklemenin kaygıları içindeydi.
Oturduğu yerde kendisini alabildiğine yükseklere çıkmış buluyor, içinin havalandığını sanıyor, tedirginlikten eli-ayağı titriyor, ivedilikle kendine gelmeye uğraşarak güvenli bir yerde bulunmanın kurtarıcılığına sığınmaya çalışıp duruyordu.
Bir Ermişe İlk Hayır
Telefondaki ses ciddiydi:
- Baba… Diyordu. Ben Başkomiser Selim. İki elin kanda, iki ayağın bir pabuçta da olsa biryerlere ayrılma. Geliyoruz. Yardımını gerektiren bir iş peşindeyiz.
Hikmet Baba telefonu kapatıp önündeki yazıya birkaç sözcük daha ekledikten sonra başyazısını gözden geçirmeye koyuldu:
“Kişinin kendi noksanını bilmesinin büyük bir erdem olduğu söylenmiştir ve bu doğrudur. Kendisini oluşturan Teşri, İcra ve Kaza kuvvetleriyle yani Yasama, Yürütme ve Yargı güçleriyle birlikte Devlet de bir kişiliktir. Bu kişilin bir gerçek kişilik olmayıp bir tüzelkişilikten ibaret bulunması durumu fazla değiştirmemektedir. Bu açıdan bakıldığında; Devlet ‘in de kendi noksanlarını bilmesi erdem gereğidir. Onun bugünkü noksanlığı bazı ekonomik yanlışlıklara düşmüş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yanlışlıklar yavaş yavaş ekonomiyi sarsmaya ve uygulanan ekonomik politikanın da sanıldığı kadar doğru olmadığını ortaya koymaya başlamıştır. Bir yumurtanın 50 kuruşa, bir kilo kurufasulyenin 7.5 liraya, bir kilo pastırmanın 20 liraya, bir batman yani sekiz kilo patatesin 4.5 liraya çıkmasının altında hep bu yanlış ekonomik politikalar yatmaktadır. Piyasadaki yani emisyondaki para hacmi 50 milyar lirayı bulmuş ve halk 500 liralık para kupürlerini bile kullanmak zorunda kalmıştır. Ülkedeki enflasyon, sadece petrolün varilinin 2.74 dolardan bir yıl içinde 11.65 dolara çıkmasına değil, kendine özgü başka nedenlere de dayanmaktadır. Bunların başında; bütçe açıklarının açık finansmanla kapatılması, İktisadi Devlet Teşekkülleri ‘nin yani Ekonomik Kamı Kuruluşları ‘nın içine düştükleri zararların Merkez Bankası kaynaklarıyla giderilmesi, tarımsal ürünlerin yüksek tutulması gelmektedir. Bu nedenle, bugünkü bir aylık ücretle ancak bir öğün yemek yiyebileceğimiz günlere doğru pupayelken gitmekte olduğumuzu söyleyebiliriz…”
İlk Hakkını Arayış
Banka yine mudi saldırısına uğramıştı.
Mudiler kadınlardan, erkeklerden, gençlerden, yaşlılardan ve çocuklardan oluşan çekirge sürüleri gibiydiler. Sabahtan akşama kadar kara bulutlar halinde akın ediyorlardı.
Bir vezneci, veznesinin önüne üşüşen kızlı-oğlanlı bir çocuk kalabalığının kumbaralarını açıyor, içindeki bozuk paraları bankoya döküyor, onlara, miktarlarına göre ayırttırıp kulelettiriyor, kuleleri eline birer birer alıp bir metal şelalesi halinde obir avucuna şırıl şırıl boşaltıyor, alışageldiği bir el becerisiyle hesaplıyor, uzatılan banka defterine yazıp yetkililerin imzalarına gönderiyordu.
Gelen ve Giden Havale Servisleri ‘nin bankolarına dayanan müşteri kuyrukları salonun içinde bir-iki kıvrım yaptıktan sonra kapıdan sokağa uzanmaktaydı.
Eksiği İlk Gideriş
Ana, dört kalın bacaklı hantal bir tahta masanın üstüne yerleştirdiği teknede çamaşır yıkıyordu. Elleri, sıvalı kollarına kadar çivitli sular içindeydi. Ağarmaya yüz tutmuş saçlarının bir bölüğü terden sırılsıklam olup alnına yapışmıştı. Masanın alçacık oluşu yüzünden sırtı kambur kamburdu. Bedeninin tüm gücü incecik parmaklarının uçlarından akıp kirli sulara karışmak üzereydi. Bulunduğu yerden kendisine seslenirken başını geri çevirmeye bile gerek görmemişti:
- Hikmet… Oğul, evde yemek pişirmek için bile bir damlacık su yok. Bana pınardan iki kova su getiriversen diyorum. Bırak artık roman-moman okumayı yavrum. Nerdeyse Beyba ‘an kapıdan girer şimdi. Ders kitaplarının içine roman saklayıp okuduğunu bir görürse; inan ki kıyametleri koparır başımıza.
Hikmet Dede, biyoloji kitabının arasına saklayarak okumakta olduğu romandan ayırdığı bakışlarını Ana ‘ya çevirdi. Ak-pak olmuş saçlarını, uzun bembeyaz sakalını sağ elinin parmaklarıyla hafiften tarayarak yanıt vermeksizin kadını incelemeye koyuldu. Zavallı Ana ‘sı, kendisinden 30-35 yaş daha genç olduğu halde, ondan daha yaşlı, daha yıpranmış, daha tükenmiş, daha güçsüz ve daha umarsız görünmekteydi. Başörtüsünün önünden görünen kara kara saçlarına yeni yeni aklar düşmeye başlamıştı. Yorgun yüzünde bir-iki körpe kırışıklığın filizleri vardı.
- Haydi oğul. İki kova su getiriver pınardan.
Akşam 17:00 gibi bahçede oturup bir kitabı okumaya devam ediyordum (Vakit başka nasıl geçirilebilir ki?) .
Bir patırtı geldi, baktım; bir güzel kız: Ecem.. Koşuyor ama bana doğru değil, apartmanın arka tarafına doğru.
Bana bir selam verip rüzgâr gibi geçiyor. Arkasından bakıp kalıyor ve bugünleri yaşadığım için kendimi memnun hissediyorum.
Ne tatlı şey bu küçük yakınlar...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!