İnsanları akıllılar ve aptallar diye ayırmak çok da akıllıca bir iş olmasa gerek. Bizim bilmediğimiz, hiç bir zamanda bilemeyeceğimiz bir sayı, dünyaya şimdiye kadar ne kadar insan gelmiş, bunların kaç tanesi kadın, kaç tanesi erkek? Kaçı aptaldı, kaçı akıllıydı? Bizim aptal zannettiklerimizin bazıları akıllı, akıllı zannettiklerimizin de bazıları aptal ve salak çıktı...
Niye bu sınıflandırma? Belki İstatistik Bilimi açısından gerekliyse de, benim gibi bazılarını da hiç mi hiç ilgilendirmiyor... Hani Nazım Hikmet diyor ya ''Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.'' Niye beceremiyoruz bir türlü farklılıklarımız ile birbirimizi kabullenmeyi ve kardeşçesine yaşamayı?
Bir Türk olarak, bir Somalili olarak, bir Papua Yeni Gineli olarak, bir Yemenli olarak, bir Aborjin olarak doğmak bizim elimizde değildi ki hiç bir zamanda olmadı, olmayacak. O zaman bizim gibi olmayan bizim milliyetimizde ve dinimizde doğmayan insanın hiç bir günahı yok doğduğu zaman. Ya sonrası? Sonrası yaşadıklarımız ve diğer insanlara yaşattıklarımız ile hayatımızı olgunlaştırıp iyi ya da kötüden yana, bir yöne doğru bizi götürüyor...
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta