2001in yazında, okul tatile girdiği ve mahalledeki arkadaşlarım boncuklu tabanca seferberliği başlattığı vakitlerde bende annemden ve babamdan bana boncuklu tabanca almalarını istemiştim. Bana o oyuncağı almıyorlardı. Zararlı olduğunu anlatmalarına rağmen anlamamkta israr ediyordum. Derler ya Çocuk aklı işte.. Aynen öyle. Şu an düşünüyorum da açıkcası şunan benimde çocuğum olsa bende almam. Ancak o zamanlarda benim diretmelerime dayanamayıp Rus pazarındaki beğendiğim o siyah boncuklu tabancayı bana almışlardı. 
Sokakta çok zaman geçirdim küçük iken saatlerce, hemen hergün. Belirli bir yetişkinliğe erene dek sokakta beni babam oynattı, onun gözetmenliği altında arkadaşlarımla oynuyor, eyleniyor, zaman geçiriyordum. Gitmesini söylediğim halde gitmiyor hep yanmda kalıyordu. İyiki de kalmış ve İnşallah kalmaya devam edecek Allahın izniyle.
Bir de bakkalımız vardı oturduğumuz apartmanın altında. Hatta bakkalımızın adı da Yükseldi. Yüksel abiyi çok severdim arkadaşlarım da severdi. Babam kendisine ondan ne alırsam alayım para almamasını deftere yazmasını tembih etmiş. Bende gidip gidip arkadaşlarımla birşeyler alıp yiyor ve Yüksel bakkalın aldıklarımızı bize bedava verdiğini düşünüyordum. Bakın bu da çocukluk işte.
Yine güneşli bir yaz günün de öğlen vakti babamdan beni sokağa arkadaşlarımın yanına indirmesini istemiştim. Yanıma boncuklu tabancamı da alıp dışarıdaki arkadaşlarıma hava atacak böylece de tabancamı ilk kez kullanmış olacaktım. Ta ki Yüksel abinin benim elimden şakasına beni kızdırmak için  elimden boncuklarımı almasıyla bu hevesim son bulmuştu. Ağlamamı gördüğü halde hala kızdırmaya çalışan Yüksel abi gözümden düşmüştü. Ve benim ağlamama tahammül edemeyen babam apartman kapısına 10 15 adımlık bir mesafeden topa vurup şut atarmış gibi benim popoma tekme atmıştı. Tek hatırladğım ayağımın yerden kesildiği ve havada uçtuğumdu. O sırada meğersem en büyük amcamın oğlu Yavuz abim bize geliyormuş. Bir hatırladığım şey de şudur ki beni havada o yakalamış ve eve kucağında o çıkarmıştı.
Evet hayatımda babamdan yediğim ilk ve son dayaktı benim. Dayak denilir mi buna bende bilmiyorum açıkcası. Daha sonradan bunu yaptığına pişman olan aslına çok çok çok yufka yüreğe sahip babam bana onlarca balon almış ve barışıp boncuklu tabancamla, benimle birlikte o balonları patlatmıştı.
Bu küçük anımı anlatmaktaki amaçlarımdan birisi de annenizin yahut babanızın size yaptığı herşeyin eğitici olduğunu hatırlatmak ve sizi dünya da onlardan başkası kadar sevenin olmayacağını anımsatmaktı. Bana Okuduğun ve etkilendiğin en güzel kitap hangisidir?  diye soracak olursanız cevabım Annem ve Babam olacaktır.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta