ayın altında solarken yüzümüz
gecenin hüznünü paylaştı deniz
kuytular iç çekişirken, sulara
eğilip gözyaşı döktük ikimiz
(8 Kasım 2003/İst.)
Can çekişen bir imparatorluktan cılız gayretlerle cılız devletcikler çıkaran ve bunu, kendilerince büyük başarı sayanlar tarihin karşısında, çoğu kez, yalancı durumuna düşüyorlar. Çünkü aynı zamanda, kendilerine bir tarih yaratma çabası içinde oluyorlar ve bunun için de tarihi çarpıtmak, bazı kavramları yanlış kullanmak gibi zincirleme hatalar işliyorlar.
Dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğunun, Rusya, İngiltere gibi devletlerin gayretleri ve kendi iç çekişmeleri sebebiyle çökmesi sonucu elde ettikleri bağımsızlıklar onların yüzünü hiç güldürmedi. Geçmişi yorumlarken, birçoğu tarihsel bir güce sahip olmayan küçük kavim olma komplekslerinden kurtulamadılar. Bu yüzden de Osmanlılar hakkında, çoğu zaman, iftiraya varan iddiaların sahibi oldular. Kafalarındaki fanatik ve dar anlamdaki kavmi milliyetçilikle suları yokuşa akıtmaya, Osmanlı dönemini iftiralarla izah etmeye çalıştılar. Üstelik, bu hususta müslim ve gayri-müslim kavimler arasında, ilginç bir söylem birliği, bir dayanışma da mevcut. Bu çabalar hala da sürmekte.
Genel iddialara göre, Osmanlı dönemi bir “esaret” dönemidir. Bu dönemde hırıstiyanlar müslüman, müslümanlar da zorla Türk yapılmıs, kabul etmeyip karşı duran herkesin kellesi kesilmiştir! ?
Aklıselim sahibi her insan, biraz tarih bilgisi ve biraz da müsbet vicdana sahipse, Osmanlıdan “kurtulan” bu ülkelere ve halklarına bakarak iddiaların ne kadar dayanaksız ve “geçmişten kavgalar çıkarmaya yönelik” olduğunu hemen anlar. Eğer Osmanlı, iddia edildiği gibi bir yönetim anlayışı içinde olsaydı, 600 yıl boyunca hakim olduğu topraklarda, müslümanlıktan başka din, Türklükten başka milliyet kalmazdı; Kuzey Afrıka da dahil bütün Orta Doğu, Hindistan yarımadasının büyük bir kısmı, Kafkaslar, Karadenizin bütün Kuzeyi ve Orta Avrupa’ya kadar bütün Balkanlar’da Türk ve Müslüman unsurlardan başkası olamazdı. Eğer Osmanlı dinler ve milliyetlere, halkların geleneksel hayatlarına saygı duymasaydı, hoşgörü ile bakmasaydı; tek din, tek milliyet, tek tip sosyal hayat, tek tip giyim-kuşam isteseydi, çöküşünden kısa bir süre öncesine kadar bunu başaracak güçteydi.
Osmanlı sonrası ortaya çıkan müslim-gayri müslim devletçikler Osmanlı düşmanlığı ile dimağlarını besliyorlar. Onu aşağıladıkları ölçüde yükseleceklerini, büyüyeceklerini, “ var” olacaklarını sanıyorlar.
Falih Rıfkı Atay, imparatorlukların işi sömürmektir; oysa biz Osmanlılar, kendimizi “sağmal bir inek gibi” sömürttürdük der..Ne kadar haklı olduğunu, ortalama bir akıl ve vicdana sahip, herkes anlayabilir.
Taş Köprü’nün üstünde
Yaz kış bir çocuk yatar
Esmerdir teni esmer
Bir mukavva üstünde
Gelen geçene bakar
Gözleri dinar dinar
parmağınla ikiye
böldüğün günden beri
ay ninniler söylüyor
durmadan geceleri
aşkınla yaratıldı
ezelinden verilir insana her türlü nasip
ama dostluk denilen haz'neyi kul kendi bulur
.. _ _ /.. _ _ /.. _ _ /.. _
(Ağustos 1998-Düzce)
Dünya hızla gelişiyor,
Herşey çabuk değişiyor.
Sakın durma! Duran düşer.
Bak, tüm çocuklar koşuyor.
...............Dünü bil, bugünü yaşa,
doruklarda tükendik bir çift yorgun diz gibi
zaman engeller taşır yollarımız üstüne
ve kuşların uçarken bıraktığı iz gibi
bir görünmez ağuyu karıştırır sütüne
bilinmez bir mevsimin rüzgârları önünde
-------eski bir gidişin anısına
Gitme çocuk
Sularım üşüyor bir kuşun ıslak kanatlarında
Yapraklarda gözlerini düşünüyorum
Bir çerçevede donmuş en güzel tebessümün
Kurban Bayramı sabahı... Hava kapalı ve sert... Sert bir rüzgâr yüzleri tarıyor. Şubat ayında bir sonbahar manzarası var. Çarşı ıssız, tek tük simit poğaça dükkânları açık. Minarelerin şerefelerinden hilâlli bayraklar sarkıyor, kandiller yanıyor.
Bu bayram sabahında, Yahya Kemâl’in Süleymaniye gibi muhteşem bir abideye yaraşır ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirini hatırladım. Düşüncelerim mâzî ile hâl arasında bir saat sarkacı gibi gidip gelmeye başladı.
Belki yine böyle bir bayram sabahında bakır renkli kaldırımlarda, hafif yan duran fesi, yeni terlemiş bıyıklarıyla Yahya Kemâl yürüyordu. ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiirinin nüvesinin bu topraklarda, hatta bu çarşıda filizlendiğini düşünüyor, hissediyor ve yaşıyorum.
ay gözelim fidan diktim içime
gonca veren dallarını sevmişem
derviş gibi çevrende dolanıram
sene geden yollarını sevmişem
ay gözelim aksam iner sulara
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!