Halil Manuş Şiirleri - Şair Halil Manuş

Halil Manuş

Dün geçmiş zaman, yarınsa gelecek…
Bu günü dünden yakalamalısın.
Mademki her canlı bir gün ölecek,
Seni yaratana kul olmalısın.

Devamını Oku
Halil Manuş

DİL OLUR EBRUDA
Küçüklüğümden hatırladığım bir oyunu anlatmak istiyorum. Bakalım kaç kişi bu oyunu oynayıp oynamadığını hatırlayacak? Çocukluğun verdiği o bitmez enerji ile koşup oynadıktan sonra dinlenmek için kendimizi yere sırt üstü bıraktığımızda; gözlerimiz bulutlara bakarken, bulutların şekillerini bir şeylere benzetmeye çalışır, daha biz bazı bulutları herhangi bir şeye benzetememişken rüzgârın etkisi ile diğer bulutlarda şekil değiştirir, gözlerimiz baka dursun bulutlar halden hâle bürünürlerdi. O zaman bulutları pek çok şeye benzetmiştik ama hiç birimizin aklına ebruya benzetmek gelmemişti. Gelmemesi de çok doğal. Çünkü o yıllar ebru nedir kimse bilmez, okullarda da öğretilmezdi.
Sayın Uğur Derman; Türk Sanatında Ebru isimli eserinde; bizim çocukluğumuzda oynadığımız oyuna sanatçı gözü ile bakarak, “Bazı günler, şafak veya gurup vakti ufka bakarsanız; kırmızı, sarı, lacivert ve mavi renklerin en ilahi tonları ile bulutlardan bir ebrunun daha doğrusu ebrinin şekillendiğini görürsünüz. Yine bazı gecelerde, bulutlu semalar kadar geniş bir ebru teknesine, mehtabın usta fırçasıyla lacivert, mavi ve ışıklı beyazın bütün nüanslarını serpiştiriverdiğine elbet rastlamışsınızdır. İşte sanatkâr dedelerimiz, bir anda değişip kaybolan bu semavi güzellikleri yeryüzüne aksettirerek, onların ağaç yeşiline ve toprak rengine olan hasretini giderdikten sonra, bu şahane tabloyu kâğıt üstünde de ebedileştirmeyi bilmişlerdir. Bu anlayış içerisinde tanrısına boyun kesen sanatkârın benlikten uzaklaşan gönlü, sanki ebru teknesinde şekillenmiş gibidir. Artık o zaman büyümeye başlayan ebru teknesi derya kadar genişler, genişler ve kâinata döner. Ebrucunun gönlü gibi.” der.
Ebru; geri dönüşü olmayan, tekrarlanamayan ve kendine has özelliği olan bir Türk el sanatıdır. Atılan her ebru aslında tektir. Zaten ebru sanatını diğer sanatlardan ayıran özelliklerin en önemlilerinden birisi; yapılan ebruların aynısının tekrar yapılamamasıdır. Bu önemli Türk el sanatımızın kaybolmaması için çok emek veren üstat Mustafa Düzgünman; ebrucuyu,
“Besmele ile tezgâh açıp ebru yapan kişiyiz.
Fırça ile su üstünde hüner atan kişiyiz”

Devamını Oku
Halil Manuş

EY! SEVGİLİ

Biz günahkar ümmetine
Şefaat et Ey! Sevgili
Kusurlu olsak da yine
Şefaat et Ey! Sevgili

Devamını Oku
Halil Manuş

Düşünme ne yapsam diye
Gökyüzü hobin olsun.
Havacı dolsun Türkiye
Gökyüzü hobin olsun.

İlk uçağı kâğıttan yap

Devamını Oku
Halil Manuş

ŞÜKRET BE KÖKSAL'IM

Ne yazdıysam Köksal'a yazdım sözde
Okuyup anlayan sizlere özde...


Devamını Oku
Halil Manuş

Nasipmiş ki gidiyorsun
Güle güle git kardeşim
Gönlüm senle, biliyorsun
Güle güle git kardeşim

Bir arzum olacak senden

Devamını Oku
Halil Manuş

KABUKTAN ÖZE

Kabuktan ayıramazsan gözünü
Görürüm sanma cevizin özünü
Külünü gören görmeli közünü
–Baktıklarına dikkat et bakarken

Devamını Oku
Halil Manuş

Cehle karşı savaş açtık
Kalemin silahın olsun
Nur misali ışık saçtık
Ruhun aydınlıkla dolsun.

Güller dağıt hep elinle

Devamını Oku
Halil Manuş

Başımızda som altından
Taçtın, bire Koca Reis
Kardelence kar altından
Açtın, bire Koca Reis.

Nasıl dayanır ki eşi?

Devamını Oku
Halil Manuş

VATANI SEVMEK... AMA NASIL?
Vatanı seviyor musun? Diye sormaya gör. Mangalda kül bırakmaz, hatta hatta senin sevmene bile tahammül edemez. Vatanı sevmek onun tekelindedir sanki. Peki, vatanı sevmenin göstergesi nedir? Vatan üzerine şarkılar yapıp vatani görev denilince kaçmak mıdır? Vatani görev sadece durumu iyi olmayan, sırtını dayadığı dayısı olmayan vatan evlatlarına mı has bir görevdir? Birde vatanı sevmenin karşılığı ne olmalıdır?
Bu ve buna benzer çok soru sorulabilir elbette. Hani bazı duygular vardır anlatılmaz, yaşanır. Yıllardır vatan sevgisini en kutsal sevgi olarak yüreğimde yaşatır dururdum ama bir kere olsun bu cennet vatanı bize emanet eden şehitlerimizin kanları ile yoğrulan “Geçilmez” dediğimiz Çanakkale’yi görme fırsatım olmamıştı. 2009 Temmuz ayında içimde kalan bu ukde sonunda güzel bir gezi ile gerçekleşti. Gezi boyunca rehberlerimizin Çanakkale savaşları hakkında verdikleri bilgiler, yıllardır ders kitaplarında okuduğum ve birçok tarih kitaplarındaki Çanakkale savaşlarına hiç benzemiyordu. Yıllarca anlatılanlar ve yazılanlar çok soğuk ve sıradan gibi geliyor, pek ilgi uyandırmıyordu. Oysa ki rehberlerin anlattığı Çanakkale savaşları ve savaş ortamı o kadar ilgi çekiyordu ki pür dikkat bir kelimesini dahi kaçırmamak için kelimenin tam anlamıyla nefeslerimizi tutmuştuk. Sıra hepimizin bildiği Seyit Onbaşıya gelmişti. Hani o 276 kg.lık üç adet mermiyi her defasında “Ya Allah Bismillah” diyerek topun namlusuna süren, bu işlemi yaparken her defasında üç basamaklı metal bir merdivenden çıkan, üçüncü atışta İngilizlerin “Ocean” zırhlısının dümenini parçalayan, dümeni kırılan “Ocean”ın Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak havaya uçtuğu ve bu olayla Çanakkale savaşının seyrini değiştiren Seyit Onbaşı. Rehberimiz anlatıyor biz dinliyor, anlattıkça sanki o anı yaşıyor ve Seyit Onbaşının büyüklüğü karşısında acizliğimizden sadece ağlıyorduk. Bakın savaş sonrası köyüne dönen Seyit onbaşı neler yaşamış rehberin anlattıklarına kulak verelim.
“Cumhuriyet kurulduktan çok sonra Mustafa KEMAL’in Edremit’i ziyareti sırasında Seyit Onbaşıyı sorar ve Kaymakam dahil kimse bilmez, Kaymakam Seyit Onbaşı’yı Mustafa KEMAL’in huzuruna çıkarmadan önce kılığını beğenmeyip, tıraş ettirip takım elbise giydirir, bu olayın farkına varan Mustafa KEMAL derinden yaralanır, Kaymakam dahil orada bulunan herkesi azarlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçer.
BüyükGazi:
–Koca Seyit isimli topçu onbaşı sen misin evlat?

Devamını Oku