Gizli kalmış umutlarıyla,
Gölgedeki yarınlarıyla,
Kızıla çalan sevdasıyla,
Neden yeniliyorum sana? Neden unutamıyorum dünlerimi? Bu gün zamandaki hangi zehri tadıyorum? Yarın hangi zamanda olacağım ve zaman denilen zehirde nasıl öleceğim?
Hangimiz karşı koyabildi, kim yenilmediki zamana? Zehirli bir hayatın içindeyiz ama hangimiz bunun farkında? Zaman bize neler kazandırır? Ya da yüreklerimizden neleri alır götürür? Bütün bunların hepsinin cevabı var. Fakat en doğru gerçek şudur ki: zaman zehirlidir…
İçine alabildiği hayatları sürükler peşinde… Geride kalanlar mühim değildir zamanca,bizim vazgeçilmezlerimiz olsalar bile…
Hatırlarım bugün; Dedem, bana,yedi yaşımdayken bir kırmızı bisiklet almıştı. Sevinçliydim. Zamanın zehrini henüz fark edememiştim.Bu gün bu dünümdeki,bu sevincimi hatırlarken, zamana yenildiğimi fark ediyorum. O küçücük kalp yok, o sevinç yaşanmıyor artık… Çünkü zaman zehiriyle olgunlaştırıyor insanı. Bu gün bir kırmızı bisikletim olsa ne kadar sevinebilirimki? Yarın oğlum yedi yaşına geldiğinde onunda kırmızı bisikleti olacak mı? Ya da o nelere sahip olunca, benim yedi yaşında yaşadığım o eşsiz sevinçle karşılaşacak? Daha önemlisi zaman, onu ne şekilde mutlu edecek.Tüm bu çelişkili sorular hem oğlumu (bu gün her ne kadar farkında olmasa bile) hemde beni hatta bütün insanlığı zehirlemekte…
Hangimizin elinden bir şey geliyor? Hangimizin ‘’keşke’’ leri yok? Hangimiz gelecek kaygısı olmadan rahatça gülebiliyoruz? Zamanın zehrine hangimiz kapılmadık?
Evet zaman… Zehrinle yoğrulmuş bir yüreğim…Bir kere içine almışsın beni, bizleri…Güçlüsün, yenilmezsin. Ama şunu söylemeliyim: dünlerimden çok acılar aldın,çok mutluluklar çaldın.Yarınlarımda keşkeler olmayacak.ileriye doğu her adım atışımda ‘’bir dahaki sefere’’ diyeceğim.Geriye dönüp seni yenemem. Ama bu günümde ve gelecekte zehrinden koruyabildiğim kadar korurum kendimi.Her şeyin ilacı değilsin, sen bir zehirsin.Tedavisi olmayan, panzehiri bulunmayan!
Sıcak bir yaz akşamında,
Sevgiliden gelen,
Acı bir elveda ile,
Bütün bedenim buz kesiliyor...
Kuşlar ötmekten vazgeçiyor,
Dünya ise dönmekten...
Derinden derine gizlediğim bir sır oldun içimde...
Sussam derdime çare yok,
Konuşsam kelimeler yetmiyor.
Yalnızca sessiz çığlıklar atıyorum içimde...
Düşlediğim sadece sen varsın ama,
Ne yazık ki sen bile isyanlarımı duymuyorsun!
Tek Gerçeğimsin
Sen ki; uzak ufukların bilinmezliklerine doğru,
Sessizce yok alan en son teknesin…
Sen ki; acı yalnızlığımı yüzüme vuran,
İçimde bir his var büyütüp yeşettiğim
Kelimelerle anlatamadığım.
Ne aşk, ne nefret, ne bir tutku
Biliyorum bir sevgi büyütüyorum
Ama diğerlerinden çok farklı.
Yoksun Gül Güzeli
Sende mi solacaktın gülgüzeli, daha küçücük bir goncayken? hani tüm gücünle hayata meydan okuyacaktın? Dikenlerin vardı, kimse dokunamazdı sana, dokunmuşlar gül güzeli, yıpratmışlar seni!
Bak yaprakların yerlerde sararmış ve yırtılmış. Taç yapraklarına düşen yağmur damlaları ağlıyor senin için gül güzeli.
Hani her bahar dalına konan bal arsı vardı ya, işte o geldi. Kokunu duymak istiyor. Yoksun gül güzeli yıpratmışlar seni.,
Aşıkların bakıp doyamadığı, bahçelerin en narin çiçeği...!
Her gece gözlerimden
İki damla yaş olup akıyorsun
Soluk tenimden çatlamış dudaklarıma doğru,
Yol alıp,
Ve son bir dokunuşun ardından kayboluyorsun.
Her gece söz veriyorum kendime
Düşler ve umutların yan yana olduğu bir gündü…
Siyah beyaz hayallerin ardından kırmızı bütün şiddeti ile kendini gösteriyordu…
Alev gibiydi bakışları gerçekti…
Alabora olmuş bir dünyanın kırmızı denizinde savaşan yorgun ve durgun kahramanlardı…
Kim diye sormayın, onlarda benim, sizin yani herkes gibi, kalabalık bir dünyanın, kırmızı yalnızlığını yaşayan insanlardı…
Türkü tadında ezberlemiştim gözlerinin rengini,
Çığlık çığlık anmıştım bu sevdanın ismini,
Anlayabilmiş değilim ne zikrini ne fikrini,
Ama avuçlarımda sızlar mavi matem gülleri...
Dalyan mısın, dalgam mısın gönlümdeki insafsız?



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!