Kimlik aldatmacası bu dünya…Sarınmış varlıklar sıfatlara..bölünememişler içlerinde onca insanlığa..Görememişler boşluklarını zaaflarını tamamlandıklarını zannetmişler savaşlarda yıkımlarda, milli aşklarında..Emeklemişler, eylemsizlik buhranlarında..Emekle, emeklemek bu ne büyük acı,farklılık..öteki…uyu dünya uyu koridorunda..uyu bitecek bu uzun ve ince yol..bitecek saplantılar..kıvranacaksın özgürlük dağlarında..Kıvranacaksın ulaşamaycaksın doruklara..sisler düşecek üstüne..gri bir yalnızlığın koynuna düşeceksin..Ne akarsular alacak seni çoğalacaksın ne de yağmurlar yağacak üzerine en sonbahar sarısından..ağlayacaksın doğaya al beni yanına! Diyecek devrimdir benim adım..dur orda! Devrimdir kimlik,devinimdir ruhlarda..duymayacak sesini..sen saplanmış, sen tüketen, sen sömüren…kavrul dur! duyulmayacak dualarda…
..
herşeyın sonuydu sensizlik..
yalnızlıktı sensızlıgın adı..
yoklugunun ertesınde yitirdım o umudu..
yalnızlıgın ertesınde kaybettım senı..
gözyasımı saklamadan yurudum
senın gectıgın sokaklarda..
gri kaldırımlarda aradım seni..
..
Gri kanatlı
Beyaz martılar
Başımın üstünde kanat çırptılar.
Sonra,denize dalıp
Bir lokma ekmek için yarıştılar
Hepsi de arkadaştılar
Gri kanatlı beyaz martılar.
..
Bu akşam bir başka gri,
Ruhumu saran duygular,
Ya siyah olsa ya beyaz,
Beynimi yiyen kaygılar...
Siyah olsa üzülürüm,
Ağlarım, yüreğim yanar,
..
Hazan adı üstünde hüzün ayıdır, yavaş yavaş havaların soğumaya başladığı, ağaçların sararıp solmaya başlayan yapraklarının dökülmeye başlayıp çıplak kalmasıyla, tam tersine insanların sarınıp sarmalandığı, gri ve kasvetli, sanki ağlamaklı olan bir ruh hissiyatının, hakim olduğu günlere adım atmakta tüm canlılar... Hep hüzün ve ayrılık mevsimi olarak, duyumsamışımdır ve sevmişimdir hazanı. Romantizmi ve doyasıya yaşanabilecek aşklar barındırır yüreklerde. Sonbaharı aşk hüznünde yaşamayı seviyorum. Aşkın baladını dinliyorum hazanın bozkır yüreğinde. Buruk bir mutlulukla seyre dalıyorum evreni ve kucaklıyorum insan coğrafyasını...
..
sen güneş ol..
bütün bir yaz
yakıp kavur....
sonra da çek git.
ardında,
akarı kurumuş
..
incir ağacına vururken, ay ışığını...
gri panjurundan gözükürdün.sen varlığımdan habersiz,ben bilmem kaçıncı kez dallarına sarılırılırdım gençliğimin..akşam indiğinde tütsü gibi şehrimin üstüne,,,
yıldızdızların gösterdiği yollardan gelirdim sokağına.dikilirdim bir anıt gibi cesurca mutfağa gelişini beklerdim.düşlerim tutsağı değildi gözlerinin dikilirdim amansız dikilirdim kaskatı zaman akardı senden yana ben zamana kızardım...mutlak bir inancım vardı oysa, gelecek güzel günlere dair.belki yoktun belki habersizdin belki ben sensizdim belki mutfağa girip tuzluğu alman bişey ifade etmiyordu sana sen akşam yemeğine otururken bişeyleri unutman için ben dua ediyordum, incir ağacının dalları şahitti.sonra ortalıktan kaybolurdun öyle uzun sürmezdi ben sabırla beklerdim bi odanın pencerisinde gözükme ihtimalini herşeyden çok severdim...günler böyle gelip geçerdi ben zamana kızardım sen bilmezdin..sonra akşam çaylarınız vardı balkonunuzda. incir ağacı balkona yakındı, sen farketmezdin. çayları doldururken de güzeldin,şekeri atıp karıştırırkende.esmer bir hayaldin.evimde olabilmeni düşündükçe içim sevinçle dolardı bu arada cigaram sönerdi ayışığı şahitti...belki yılları törpüledim senin akşamcındım sen bilmezdin zaman akardı ben kendime kızardım...yazları koymazdı,kışlar çetin geçerdi incir ağacı yapraklarını dökerdi ben yalnız kalırdım bir dulda vardı orda dururdum mesafe yakındı sen balkona çıkmazdın mutfakta görünürdün içim seninle dolardı bilmezdin ben akşamlarını tüketirdim ağlardım sen duymazdın.sabahı iple çekerdim vuslatlar sanadeğer diye okulun merdivinlerinde dururdum adını bağırmak isterdim kendim bile duymazdım korkardım seni kaybemekten susardım, okul zilinin paydosta çalmasını beklerdim..ardına düşerdim gölgen gibi geçerdim sokaklarından şehrimin...kaldırım taşlarını sayardım caddeye varmak istemezdim bilmediğim bi dolmuşa el kaldırırdın ben üzülürdüm dönüp arkana bakmazdın, sonraki dolmuşa el ederim durmazdı kızardım... aynı dolmuşa hiç binmedik seninle aynı durakta hiç inemedin benimle.habersizdin sahipsizdim ne kadarda mütebessimdin....sonra yine akşam olurdu ben kenimi alıkoymak istesemde soluğu sokağında alırdım sanki nefes alırdım.sen ekmek almaya çıkardın ben cigaramı bahane eder dükkandan süzülürdüm sen garipçe yüzüme bakardın ben iyi akşamlar esmer kız derdim sen susardın....ben manidar bakardım ardın sıra.günleri,sana dair biriktirdiğim kurutulmuş kan kırmızısı güllerinde tüketirdim...bir anı seninle yaşayabilmeyi düşlerdim sen bilmezdin.yılları böyle tükettim ümit ve korkunun gölgesinde bölüşürdüm kalbimi seninle, sen olmadan.ve bir yağmur akşamında yoktun ki yanı başımda dokunup geçmiştin oysa yağmurla bir yağmur akşamında yalnızlığıma dönerken sende bıraktığım bir yüreğim var hala biliyorum dokunacak gözlerine...incir ağacı orada hala ben bakar dururum arada sırada... senden kalan ayışığı gökyüzümde,ışğını yontarım seni brakır avuçlarıma.caddelerde dolmuşlar esmer bir hayali taşır farkında olmadan.sonraki dolmuşlar el ederim durmaz hala.mahalle bakkalınız hala yerli yerinde ve ben hala cigaramı bahane eder uğrarım arada..hangi yaz ağaçlar çiçeklenmeye yüz tutsa bir umut belirir bende yaprakları saklar hala...sonra mevsimler döner kışa. kar yağar, kar yağmış saçlarıma.bitip tükenmez ümitle o duldada beklerim,zulamda bir sır gibi sakladığım cigaram avuçlarımda.adın dolanır dilime.gri panjurun hiç açılmamıştır hala.
..
evden çıktım, söz çarptı yüzüme
her yerde ve her an söz.
kulak verdim sokağa söz,
biteviye söz insanlarda
akşama düğüne gider gibi
süsleniyorlar dudaklar da.
bilmem bu kadar
..
Beklentili zamanda kaybolan hisler...Bir sahil kenarında dalgalara teslim edilen, yağmurlu bir günde seyahat edilen arabanın camına bir buğu olarak emanet edilen, parmak ucu dokunuşlarıyla anlamlandırdığımız hisler...Gri sokak kaldırımlarında renkli düşleri terkeden soluk ifadeler...Tarısını kaybetmiş meleklerin, elindeki şarap şişesini parçalayan çığlıkları...Gözyaşlarının eskittiği sokak kaldırımları...Yağmur altında yürümeyi, rüzgarın tenimden geçmesini özledim...
..
Gerçeğe doğdum sancılı,ve baktım.Sisli puslu koyu sarı etrafım.Sonra ona değdi gözlerim, ve gördüm.Artık hertaraf açık mavi. Dindi ağrısı iyileşti gerçeğim.Şimdi umut rengi sözlerim.Sevindim.Ve ama işte sonra.Belki öyle değildi yada birdenbire öylece.Koyu gri bulutlar fırtınayı taşıdı,Ve söndüm. Açık maviden Laciverte döndüm.Gücendim tükendim sövdüm.Umuda ihanet etti Sözlerim,Ve öldüm.
..
Ne tam siyahtır ne tam beyaz
Kurşun gibi ağır kurşuni
Yağmak için bekleyen bulutların rengidir dolu dolu hüzün
Bütün renkler anlamını yitirmiş
Renkler hüzün tozlu puslu
Karanlık perde inmiş gözüme
Her yer alabildiğine gri alabildiğince hüzün
..
Yağmurlu bir gün,
Yağmurlu gri bir Ankara.
Gri şehir mi olurmuş söyle bana?
İçim nemli, içim kirli.
Yağmurlu bir günü içiyorum kederli...
Susuzluğum gitmiyor bir türlü.
..
Gri siyah deri ile uzaylıyı etkiler,
Uzaylı gri türlere su aygırları lider…
Onlar gececi türler barışsever hayvandır,
Uzaylılarımızla işbirliği kurandır…
Bu yüzden reddedilmez otoritelerimiz,
..
Bir yokmuş, hep yokmuş, hiç olmamış.. Evrenin bir gezegeninde, gezegenin bir ülkesinde kendi çıkarını düşünmeyen, akıllı, iyi kalpli insanlar yaşarmış. Bu ülkenin kralı da tıpkı insanları gibi iyi kalpli, akıllı ve kendi çıkarını düşünmezmiş.
Ülkede insanlar sabahları işlerine giderken, birbirlerine “iyi sabahlar efendim, sağlık afiyettesinizdir umarım” gibi güzel sözler söyler, yüzlerinde de hep tebessüm olurmuş. Kral da sabahları evinden dışarı çıkar çevresindeki işyerlerini ziyaret ede ede onların hatırlarını sora sora, bir sıkıntısı olanı var ise paylaşa paylaşa tezgâhının başına gider imiş. Bizim kral bir seyyar satıcıymış. Koca ülkenin kralı seyyar satıcı mı olur demeyin. Bu ülke de tüm insanlar dürüst, çalışkan, akıllı, erdemli insanlarmış. Kral olanla olmayanı kimse ayırmazmış. Kral olmak için de kimse çaba harcamazmış. Çünkü kral olmak aslında bir cezaymış. Bizim kral da bir gün yolda gördüğü kirli gri pis bir kediyi sevmeden ona şefkat göstermeden geçip gitmiş de sonra hatasını anlayıp ülkenin halk meclisine durumu anlatıp “ey beni kendilerinden ayrı görmeyen dürüst kardeşlerim bir hata yaptım, gri pis bir kediyi okşamadan, ona şefkat göstermeden geçip gittim. Bana ceza verin” demiş de, halk da ona ceza olarak, “bundan sonra kral olacaksın ve halk seni gördüğünde, şefkati, merhameti ve sevgiyi hatırlayacak” demiş. İşte böyle kral olmuş o gün bugündür.
Ülkenin adı tüm gezegende duyulmuş. Bir gün bizim ülkeye bir heyet gelmiş. Heyetin başındaki adam bizim kralın sarayını sormuş. Adı Mustafa olan bir halk “ buyur saray mı dediniz? Saray da ne ola ki, bizim kral sarayda oturmaz, sizin adınız nedir” demiş. Heyetin başı “benim adım YALANCI” demiş. Mustafa “YALANCI ha o ne demek bizim buralarda hiç böyle isim yok.” YALANCI; “yalan söyleyen, hile yapan, fitne, fesat çıkaran, dedi kodu yapan, insanlar arasında bozgunculuk, bölücülük yapanlara verilen addır” demiş. Mustafa; “hımm neyse, bizim kral orada duruyor bak” deyip YALANCI’yı kralın yanına göndermiş. YALANCI, kralın yanına geldiğinde hayret etmiş seyyar satıcı olmasına ve demiş; “siz bu kadar zenginliği olan bir kralsınız, saraylarda yaşamak, saltanat sürmek varken, ne diye böyle ırgat gibi çalışıyorsun” kral, heyete; hoş geldiniz, dedikten sonra şunları söylemiş; “krallığı bana halk verdi. Bana krallığı kim verdiyse kral odur. Gerçek saray ise halkın kalbidir. Saltanat sürmeye gelince; ben dürüst, şefkatli, merhametli ve paylaşımcı oldukça halkın kalbinde saltanat sürerim hem öldükten sonra bile” demiş. Bu sözleri duyan YALANCI’nın içinde bir gariplik olmuş ve demiş ki; ” ey yüce kralım izin verin ben de sizin ülkenizde yaşayayım. Sizler gibi mutlu ve huzurlu olayım.” Kral, “bizim ülkemizin kapısı herkese açıktır buyurun” demiş. O günden sonra YALANCI, kralın ülkesinde yaşamaya başlamış. Önceleri o da seyyar satıcılık yapmayı denemiş, olmamış. Başka işler denemiş olmamış. Baktı ki bu ülkede herkes dürüst, kendisi iş yapamayacak, azar azar tezgâhında sattığı ıspanaklara morfin sürmeye başlamış. Halk ıspanakları sürekli tüketir olmuş. Kralın tezgahından halk alış veriş etmez olmuş. YALANCI bununla da kalmamış, zencefillere, dereotuna ve her sattığı sebzeye uyuşturucular koymuş. Kralın işleri iyice bozulup aç kalmış. Bir gün YALANCI’ya “ sizin sattığınızla benim sattıklarım aynı niye sizinkileri alıyor halk anlamadım” demiş. YALANCI da; kralım alın siz de satın, sizin yardımınızı çok gördüm vaktiyle” demiş. Kral sebzeleri satmaya başlamış. Bu arada YALANCI seyyar satıcılığı bırakmış daha büyük işler yapmaya başlamış ve “kral, sattığı sebzelere morfin koyuyor sizleri aldatıyor, uyuşturuyor, kralınız sizin iyi niyetinizden istifade ediyor, sizin şefkatinizi, merhametinizi hak etmiyor” diye söylentiler çıkarıyormuş. Halk da beyni uyuştuğundan ne yaptığını bilemez olmuş ve bir gün halk kralı öldürmüş. Bizim ülkede “öldürmek” ne demek, kimse bilmezmiş o güne kadar. Kralın ölümüyle birlikte ülkede kimse kimseye selam vermez, iyi sabahlar demez, hatır sormaz, yardımlaşmaz olmuş. Ülkenin tüm zenginliklerinin sahibi YALANCI, bununla da kalmayıp kedini kral ilan etmiş. Bizim kralı, adına sürülen lekeden kurtarmaya çalışan olamamış, tüm halk uyurgezer olmuş. Başlarındaki YALANCI kral, ülkenin tüm insanlarını kendine benzetmiş. Ülke karışıklıklar içerisine düşmüş. Tüm bunlar olurken Mustafa, ticaret için gezegenin bir başka ülkesindeymiş, kendi ülkesine dönüp halkın ve kralın başına gelenleri öğrendiğinde o koca ülkede doğruyu bilen ve yapacağı şeyi bilen bir tek kendisi olduğunu anlamış ve “halkımı YALANCI’ dan kurtarmalıyım, kardeşlerim yine mutlu, huzurlu yaşamalı, kralımızın adını temize çıkarmalıyım” demiş...
..
Şimdi aşkın gerçek mi masal mı olduğu denkleminde bocalıyorum sevgili!
Eğer masal değilse neden yoksun yanım da, yıldızsız katran karası gecelerde kabuslarla uyanıyor ve kan ter içinde sevdamı arıyorum o koca yatakta yoksun işte,yoksun. neden uzaklarda bekleyensin, beklenensin, neden umutlarımızın rengi gri, sabahlar gri?
Efsaneydi sevdamız, taşırım sevdanı ölümüne zonklamalarla beynimde. Aşk adına düğümlenmiş,kanayan yaralı yüreğime söz anlatamam sevgili…Sensiz sabahlara uyanmak istemiyorum,doğmasın güneş, sabahlar olamasın sevgili,
Bilirsin!
Uyuyamam sesini duymadan, aklımın ağlarına takılır duru ve çocuksu gözlerin, yalnız mısın sevgili? Benim yerime bir başkasının ellerini tuttun mu? Peki bir başka kadına Ceylanım dedin mi? Acıyor sol yanım, yüreğimin üşümeleri hiç geçmedi,ellerimin üşümesini hiç sorma sevgili,
Ellerim seni bilmedi belki ondandır üşümeleri üşüyorum. Isıtamadığım yüreğim ve ellerim en kuytu köşelerde göz yaşlarımı silmek istemiyor,buz tuttu gözyaşlarım. Yokluğun da paramparça olan ruhum,sensizliğime isyan edemiyor sustu,sustu sevgili!
..
Dedim ya seni antlamak için açtım bu sayfayı...Hazırladım beynimin en gizli köşelerini...Uzayda yer almam manada yer almam anlamında gelmiyordu önceleri...Seninle kütle olmaktan çıktım...Hamdım yandım yandım...Pişmek için ne kadar acele etsede yürek çiğ tanesi kıvamında sende kaldım...Olgunlaşmak biraz da az sevmek anlamına gelecekti...kavrayamadım... Bir şehirde tanıdım seni...yokuşları dik rengi gri....Düğünlerinde türküler okunan bir şehirde...Nasır tutmuşken benliğim sen kesip attın....kızıl bşr kan boşandı topraga altındanda sen yeşerdin ilk baharda....Nasıl koşarsa kötürüm düşler ayağa kalkınca ehl-i alimin dilinde öyel koştum sana...yılların yorgunluğu vardı dizlerimde...Hamamönü dergah-ı taceddin evinde...çikolotadan düşlerdi varlığın bayram sabahları sen orada ben burada dalgalanırken derya, Konstantin şehrinde... Maviyi severdin...Mavi Anka kanatlarında bir safirdi...bazen yeşil bir ayakkabıda bazen rengarenk bir bilezikte bulurdum seni...Kubbe altında karışırdı nefesler nefeslerede... Han-ı cincide amin derdik Ezan-ı Muhammediyeye...Kuleler vardı yirmiydi sayılarıda her biri gelişini müjdelerdi müjganın...o mamur beste çalardı...beklerdi Firuze...toprak kokardı Başkent...Nisanın bereketi yağmur...yürüdün sen öylesine...bakardım ardından...Bilirdim vakti geldiğinde gidecektin...Çekecektim ardından kırmızı bir mendilinden kokunu....Yusufun zindanında kaldım gidişinle...Kıtlık oldu yüreğimde....Can taşı...Vursam bir parçanı diğerine....Çıkarmı bir kıvılcım...Başlarmı nar-ı ateş....
..
Arkasına dahi bakmadan uzaklaşırmış, gri olanlarımız mavilerinden!
Bazı hüzünlerimize sarı açık gelmiş olmalı ki, siyah da kullanmışlar nadiren.
..
Bağ duvarları..........................dikdörtgen kare. beyaz sarı..........çizgi çimento araları.................keski tıraşlı taşlı......................... hatasız..............dümdüz............................. bağ duvarları...............ben diyen adamdan yüksek.............................. saklar aşılı gülleri mahremleri.................... kambur üçgen çoğu tombalak.................. dağ tarla taşı..................rüzgar yağmur nakışlı..............en güdüğünden adamın bel ortası boyunda..................... eğri büğrü kıvrık........gri siyah bağ duvarlları...................... saklamaz .............elmasını...................................o bağların mahremi mi..................görmedin mi hiç........................................... pembe pembe...................... sarı........................beyaz beyaz açan...................................... yaban güllerini...............................
..
Başımızda kavakların yelleri ile daha bir sürü ağacın yellerinin estiği tarihlerdir yetmişli yıllar. Tıfıl tıfıl bebeleriz. Macera bizde, ne ararsan var. Yazın sokaklarda alabildiğine top tepmek, kızların peşinden bir sürü şaklabanlıklar yapmak. Pazar gününü iple çekiyoruz, çünkü Gırgır dergisi alınacak, fıkralar ezberlenecek, millete parasız pulsuz satılacak, gösteriş yapılacak. Ara ara boş arsalarda gazozuna, kolasına maçlar yapıyoruz, ama kabiliyet düşmanı olduğumuz için, yenilip kıçımızın üstüne oturuyoruz çoğu zaman...
O zamanın popüler gençlik ve çocuk edebiyatı yazarlarından Enid Blyton diye bir adam var, kitapları bizim gibi delikanlıların elinden düşmüyor pek revaçta. Bir kitabının adı''Gizli Yediler'' seri halinde, diğer bir kitabı''Afacan Beşler'' yine aynı şekilde seri, her kitap birbirini takip ediyor devamlı...
Mahalle arkadaşım Reha ile okuyoruz kitapları, beynimiz doluyor doluyor, sonra değiştiriyoruz, benimki ona onunki bana. ''Yok yok''dedi Reha''Bu böyle olmayacak'', "Eeee ne yapacağız o zaman? '', "Biz de gizli örgüt olacağız, adımız da Gizli İkiler onlardan esinlenerek sonra örgüte adam aldık mı, iki kelimesini üçler yaparız, beşler yaparız, hatta ve hatta onları geçer, gizli onlar bile yaparız", maksat vatana millete hizmet, hizmet de nasıl olacak ki, daha oniki onüç yaşında bebeleriz, akıl beş karış havada''
..
Akşam oluyor
Yine sisler çöküyor ruhumun kuytuluklarına
Kazandığımı sandıklarım
Kayıp gidiyor bir anda avucumun arasından.
Orada biliyorum
O beyaz dumanın arkasında saklı
..