Nice düzlerim yokuşa meyillendi dizlerim na takat…
Kısaldı onca uzun yollar, yinede yürümez mecalim fakat…
Ummazdım bu yoldaş elinden, açıktan yedim bir tokat…
Hiç acımadan nasılda vurup gitti gençliğim…
Bükülmez dediğim bileğim, ihtiyarlığın önünde büküldü…
Gece saat üçtü kapı çalındı, aç diye bağırıyordu memur bey...
Açtım ters kelepce vurup yatırdılar yere ,dedim abi suçum ney...
Elini saalladı sivil olanı ,saymakla bitmez hey babam hey...
Emniyette yedi dosya koydular önüme aranıyormuşum hakim bey..
Memurun biri yanaştı, bak dedi canım kardeşim...
Hak sözü okuyup anlamaya ne gözlük nede sözlük gerek…
“O"na doğru yol almaya, dost doğru düzlük gerek…
Bu yol gidiş deyil dönüş yolu, sona varmaya içindeki özlük gerek…
Vuslat kapısına ulaşmaksa muradın…
Çek kendini aradan, ne benlik nede bizlik gerek…
Hayata dair bir kaç söz gerek bu aralar…
Pörsümüş aşkların bittikleri zina döşeklerinin pis kokusu etrafa yayılırken…
Bir samimi gölne Yetersiz gelen sevgiler, onlarca sevgiliye nasılda yetiyor konuşalım…
Saadet kendini parada bulamazken ,
bir tek taşa, etek kaldırıp,etek indirmekte…
🌹HU🌹
YA RAB sensiz göğsüm içinde kuş bulunmuyan kafes gibi…
İçindeki bütün varlığım , uçup giden bir nefes gibi…
Gittiğim yer ,yol tarifi bilinmeyen
bir adres gibi…
Vakti zaman içinde ademden bir ademoğlu
Arabasıyla bir menzile doğru yolculuk yapmakta.
Tahirdir adı, gençtir ,boylu poslu,güzel yüzlüdür.
yarım günü aşkın zaman ,yoldadır susayıp,acıkmıştır.
Ama susuzluğu daha galiptir.
Şu karanlık bedende nice saklı güneşlerim var benim...
İçim kıyısı olmayan bir deniz ,
nice sır yükü taşır şu gönül gemim...
Ben ne var ne yokum, ne yerde ne gökte yokki bir yerim…
Rotam belli ,pusula kırık , eleste başladı kendimden kendime seferim...
Dünya dediğin bir tarafı süslü bahçe,
bir yanı dipsiz yamaç…
Bir baharlık şu ömrün, daha başka eyleme amaç…
Ecelden değil , sen kaça biliyorsan kendinden kaç…
Gelince tatlı canın incinsede, sen ölümü incitme…
Ve RAB’ be uzattı ellini kaf dağının zirvesinden…
Ağlama sesiyle düşerken çığlar, alıp götürdü bütün günahları heybesinden…
Eteğinde ağır kar kütleleri kafın ve zirvesinde hafiflemiş bir beden…
Ve çıplak kaldı kaf ,
kardan elbisesi giydirlirken,
yağan her danede yankılanan ses İRCİİ, İRCİİ, İRCİİ…
Sana bir gövde borcum var, ey toprak çatma kaşı…
Musallada boş değil tabut, içinde bekler naaşı…
Şu gözlerde birikenler , sadece üç günlük gözyaşı…
İki kelimeyle sen anlat beni, ey dikilen kabir taşı…
Sorma, ölüm denen dehşeti çok fena buldum…




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!