Bir hafta öncesinden başladı gazetelerde yılbaşı gecesinin eğlence programlarının reklamları. Geçenlerde bir gazete de başlık atmış magazin sayfalarında kocaman. ''Yılbaşı Gecesi Nereye Gitmeli? '' Memlekette gözyaşı hâkim şu sıralar. Durmadan şehit haberleri geliyor yurdumun Güneydoğusundan, adamların derdine bak. Bir yere gitmesen ne olur sanki. Sakin sakin ev de geçirsen yılbaşını ve normal bir günmüş gibi de saat 23.00 ya da 24.00 yatı versen olmaz mı? Hiç bir hindinin de canına kast etmesen. Zaten aldığım bilgilere göre hindiler 30 Aralık günü geniş katılımlı bir protesto yürüyüşü düzenleyeceklermiş bu katliama son verin artık diye...
Cihangir'den, Etilere, Kuruçeşme'den, Uludağ'a, Kartalkayaya kadara çeşitli alternatifleri sıralamış magazinci dostlarımız. Tabi buralara Ortadirek diye tabir edilen vatandaşların gitmesine imkân ve ihtimal yok siz de biliyorsunuz ki... Ortadireği yerle bir ettiler zamanında. Onlar, yani anlı şanlı Otadireklerimizin hepsi o gece mecburen divan restoranda ya da sedir restoranda geçirecekler yıl başını, milli içkimiz ayran ile gün gibi aşikar. Canım restoran dediysem anlayın işte evde ki divan ile evde ki sedir. Sobalı evlerde kestane pişer, kaloriferli evlerde de fındık fıstık yenir, olacağı o, daha ne olsun ki? Bir de tombala oynanır işte üç beş kuruş para döner ortada. Eskiden tek kanallı zamanlarda ne heyecanlanırdık, Zeki Müren ya da dansöz Nesrin Topkapı çıkacak diye gece on iki sularında. Günler öncesinden onun hayallerini kuranlar olurdu...
Askerlerimizin birçoğu cephede terör ile mücadele ediyor. Bizler sıcacık evlerimizde televizyon karşısında kuruluyoruz, onlar vatan için, insanlık için patır patır toprağa düşüyor. Hele de evlatları asker olan anne ve babaların, yürekleri pır pır, belki gece uyku da uyuyamıyorlar. Onların hiç derdi değil yılbaşında bir yerlere gitmek ya da ev de televizyon karşısına geçip gece yarılarına kadar televizyon seyretmek.
..
Kim İster? İstenilen şeyi şimdi yazdığım zaman, kim istemez ki diyeceksiniz... Kim Milyoner Olmak İster? Evet ne diyorsunuz? Herkes ister mi bunu; sanmıyorum herkes de istemeyebilir. Senelerdir süren aslında güzel de bir yarışma lakin ben o her yarışmacıya sorulan soruya hayli gıcık kapıyor, sinir oluyorum. Hani sunucu diyor ya ''Bu Yarışmaya niye geldiniz? '' Bu kadar saçma sapan bir soru görmedim. Bir insan para ödüllü, hem de bir milyon, yani eski deyişle bir trilyon para ödülü olan bir yarışmaya niye gelir? Allah aşkına güldürmeyin adamı, güldürmeyin insanları bu kadar kendinize, yapmayın lütfen. Emniyette sorguya alırlar ya sanıkları, sonrada tepesinde bir ışık yanar, iki sivil poliste başındadır hani, durmadan soru sorarlar adamı çözmek için, çapraz sorguya alırlar. ''Konuş, isim ver bize kimler ile gerçekleştirdin bu eylemi, patronun kim, o ev de ne yapıyordun? '' Ben biraz buna benzetiyorum, o yarışmada ki ''Buraya neden geldiniz? '' sorusunu. Sunucu karşınızda size dönüyor ''Ahmet Bey konuş niye geldin bu yarışmaya, hadi söyle, işlerin iyi gitmiyor tabi buradan bir şeyler kazanıp işlerinde kullanacaksın değil mi, biz anlarız, yoksa yoksa dur dur, oğlunu evlendireceksin veya arabayı yenileyeceksin, belki de yazlık ev mi alacaktın, hadi itiraf et hadi bilelim buraya niye geldin? '' Uf ya biraz abarttım mı ne? Geldim kardeş, derdim var, verin para, verdin verdin, vermedin, ben de bir dolu yara. ''Sizi tanıdığıma çok sevindim.'' der çeker giderim ya, neyin kafası bu?
Kim Milyoner olmak isterse istesin, benim için çok da bir önemi yok, geçinebileceğim bir para bana yetiyor da artıyor. Esnafız, ayrıca zaman zaman gelirlerimizin azaldığı da oluyor, geçici olarak da olsa, maddi sıkıntılarımız oluyor. Yine de çok şükür namerde muhtaç olmuyoruz, en önemlisi de o değil mi zaten?
..
Ayıp yazık diyenlere,
Haram günah bilenlere,
Yaşamayı sevenlere
İstanbul bir bataklıktır.
Köye özlem duyanlara,
Malı hiçe sayanlara,
..
Horozları kesmişler kafaları yollarda,
Kediler yer, diyerek sakatat ortalıkta…
Saygı gösterilseydi, gömülebilirlerdi,
Çöplük içerisine gönderilebilirdi…
Bir de şahsımı düşün kedilerle dolu ev,
..
gür ateşe ağaç durur
dalından gazel kurur
geçeni değneği vurur
ev yanmış o yanmamış
daldan kedi yavrulasın
sıra saymış savrulasın
..
Yarın bayram
Bu gün erkenden uyuyacağım
Yeni ayakkabılarımı
Başucuma koyacağım
Yarın bayram
Sabah erkenden uyanacağım
Öpeceğim annemin-babamın ellerini
..
Ev,
Büyük umutlarla sefere çıkıp
bütün gemilemizi batırdığımızda,
Islak elbiselerimizle dönebildiğimiz
Tek yerdir...
Ve ev,
..
Müzik ile irtibatımız bir türlü ses güzelliğinden olamadı. Bu cümleyi kurduktan sonra karga ve saksağan hatta akbabalar gibi bet ve çirkin bir sesimin olduğunu anlamışsınızdır. Anlayacağınızı biliyordum, şimdiden teşekkür ederim anlayışınıza. Ses kötü olunca hali ile biz de bir müzik aletine yöneldik. Öyle keman gibi, piyano gibi, bağlama gibi bir müzik aleti de değil bu. Mızıka ya da ağız armonikası dedikleri bir alet. Ne yapalım biz de onu sevdik onun ile içli dışlı olduk. Bremen Mızıkacıları ve Kara Kuvvetleri Armoni Mızıkası ile hiç ilgim yoktur onu baştan söyleyeyim de.
Mızıkaya başladığım zamanlardan önce saz çalmayı denedim dımbır dımbırdan öteye bir türlü geçemedim. Bir ara daha tıfıl bebe iken melodika ve akordeon çalayım dedim, onda da garson rakı getir garson şarap getir, yaşa çarlistondan öteye geçit vermedi aletler ve benim yeteneksizliğim. Bir ara gitar çalayım, hatta ders alayım da öğle öğreneyim dedim. Arkadaşın müzik kursuna yazıldım. İki üç ders gittikten sonra adam baktı ben de en ufak bir umut ışığı yok, hatta ’’bu çocuk bunu çalsın ben bıyıklarımı dibinden yolarım.’’ Diye öğretmenin arkamdan ileri geri konuştuğunu duyunca, gitar çalmayı da süresiz tedavülden kaldırdım. Oysaki saz da gitarda özünde ne kadar güzel çalgılardır. Müzik ruhun gıdası ise bu aletlerde ruhun vitaminleri, besinleri oluyorlar haliyle...
..
Ev sâhibi gibi girdiğin bir kapıdan
El gibi kovuluyorsan..
Hatâ senin;
Ama mutlaka senin..
Yok;
El gibi girdiğin bir kapıdan
Ev sâhibi gibi uğurlanıyorsan..
..
Geçen seneki gibi kar yağmazsa bu sene yandığımızın resmidir. Mesleğimiz ayakkabıcılık olduğundan dolayı tabi ki böyle bir cümle kurdum. Kar suyu ve yağmur suyu yemeyen bir ayakkabının bizim satışlarımıza hiç bir faydası yok haliyle. Bir de şu var, kış yerinde ve zamanında yapmadığında kışlığını(Devamında gelen cümleyi es geçiyorum zaten çoğunuz biliyorsunuz.) bahar ve yaz ayları da güzel geçmiyor hem de meyve sebzenin kıtlığını çekiyoruz millet olarak. Ne pastırma yazıymış bu da bitmek bilmiyor bir türlü, gerçi iş yerinde sobamızı, evlerimizde kaloriferlerimizi yaktık yakmasına da yine de yakınıyoruz halimizden az yakıt gittiği halde. Kış kapıda, kış geliyor kış, hazır olun hanımlar beyler. Ha unutmadan ayva bolmuş bu sene, büyüklerimiz sert geçecek kış diyor...
Geçenlerde bu kış günü ev de bir sivrisinek, haliyle sinek sıklet, boş ver aldırma, kafana takma Ahmet diyeceğim ama diyemiyorum işte. Gece bir kızın odasında, bir benim odada. Gece yarısı lambayı yaksan bile onu bulmak o kadar zor ki. Samanlığını içinde belki toplu iğneyi bulursun da onu bulamazsın o derece yani. Yahu sivrisinek kardeşim geldik sonbahara, bak güzel güzel gidiver de almayayım ayağımın altına, sen mevsimleri mi şaşırdın yoksa beş altı ay sonra bekliyorduk seni. Beş altı ay sonrada gelsen yinede başımın üstünde yerin var diye bir cümle kuramayacağım kusura bakma...
Artık kardan adam yapmak da zor, kardan adamların burnuna havuç, gözüne kömür bulmakta zor. Doğalgaz çıkınca haliyle kömür ile çalışan kaloriferlerin hepsi iptal oldu. Eeee! Sebze meyve de ateş pahası. Şimdi bebeler annesine gidip de ''Anne kardan adam yaptık burnuna havuç lazım bir tane havuç verir misin? '' deseler, annelerinden kıçlarına şaplağı yerler. ''Ulan kerata havuç kaç para bu ev nasıl geçiniyor senin haberin var mı? '' diye de azar işitirler üstelik...
Bir de kahvehaneye ve birahaneye takılan vatandaşların hali içler acısı. Gelin kardeşim siz en kısa yoldan bu içkiyi ve sigarayı bırakın, hem cebiniz bayram etsin hem de sağlığınızı kazanın. Bu kış günü sigara içmek için kahve kapısının ve birahane kapısının önlerinde tiril tiril titreme nöbetlerine girmeyin, hasta da oldunuz mu on gün yatarsınız vallahi bu mevsimde, benden sizlere bir dost tavsiyesi...
..
Evin yoksa kardeş, maraton başlar
Kapı kapı dolaştırır el seni
Çileden çıkarır zamansız göçler
Kapı kapı dolaştırır el seni
Ev islenir diye soba yaktırmaz
Duvarlar dökülse çivi çaktırmaz
..
O yıllarda Çandarlı henüz kabuğunu kırmamış,Egenin keşfedilmemiş kıyı boylarından biriydi.Gerçi insanların keşfedemediği bu doğa harikasını rant kavgası içinde kendi çıkarlarını önde gören devlet erkanı keşfetmiş ve İzmir limanını Çandarlıya taşımak için sıkı bir alt zemin hazırlama çalışmalarına başlamıştı.Çandarlıya limanın gelecek olması belki daha fazla para,daha fazla insan daha büyük iş kapıları getirecekti,ama en çok beş yıl içinde o güzelim deniz ölecek sayfiyecilerin en gözde yeri olma yolunda büyük ilerleme kaydetmiş Çandarlı kasabası belkide denizinde yüzülemeyecek,balıkları yenmeyecek bir pis su birikintisine dönüşecekti.Hilal ve Arzu öğrencilik yıllarında bir haftalığına tatile geldikleri bu beldeye aşık olmuşlardı.Arzu sırf bu yüzden çalıştığı okula yüzon kilometre uzaktaki bu şirin beldede ev tutmuştu.Ama artık daha fazla dayanacak güçleri kalmamıştı,aldıkları üç kuruş ev kirası ve okula,dersaneye gidip gelirken eriyor bir birikim yapamıyorlardı.Arzu için çok önemli değildi,çünki aileden zengindi,ama Hilâl aldığı birkaç kuruştan artırmak zorundaydı,henüz kendisine bir çeyiz hazırlayamamıştı.Bırak çeyizi aniden önemli bir rahatsızlığı olsa,yada başına bir kaza bela gelse kenarda hiç parası yoktu.Zaten dersaneden aldığı para kendisine bir sonraki haftayı getirmek için yetmiyor,Arzudan destek alıyordu.Arzu belki geri istemiyordu ama onada epey borçlanmıştı ve çalışan biri olarak sürekli arkadaşına borçlu yaşamak canını sıkıyordu.Ogün Arzuyla beraber Muratın yanına giderkenyolda Arzuya artık Çandarlıda oturmak istemediğini söylemişti.Arzuya yine beraber İzmirin içinde okula dersaneye daha yakın bir ev tutmaları gerektiğini söylemişti.Arzuda aslında parasal anlamda çok sıkıntı çekmesede birkaç saat ders vermek için herdefasında yüz kilometre yol gitmekten sıkılmıştı.Arzunun ve Hilalin artık o öğleden sonra yapacakları bir iş daha vardı beraber oturabilecekleri,küçük şirin ucuz yollu bir ev bulmak.Tabiiki İzmirin içinde.
Murat onları Bornova büyükparkta bekliyordu.Okul yıllarında uğrak yerleri olan bu parkı her ikiside çok seviyordu.Büyük parka geldiklerinde Muratın yanından ayrılan iki kişiyi Hilâl farketmişti.Adamlar Arzuyla,Hilâlin geldiğini görünce kalkmışlarhızlı adımlarla masadan uzaklaşmışlardı.Kış ayı olmasına rağmen açık,güneşli bir gün yaşanıyordu İzmirde ve Murat oturduğu kafenin içini değil bahçesini tercih etmişti.İlk selam veren Hilal oldu
--Merhaba Murat nasılsın
Murat ayağakalkıp Arzuyla selamlaştıktan sonra
--Hoşgeldiniz Hilâl
Diyip iki sandalye açtı.Arzunun kendisine meraklı bakışlar attığını farkeden Murat
..
Kalp insanın kırılacak ev eşyasıdır.
Taşırken dikkat etmek gerek..
..
ev kuleke girane
bi ser ta da hati
ez di bem bese
edi siyar be
edi da rabe rojhilad
edi de be kece tu megri
min care nadit,le min nuzaniku
..
Sobaasız bir ev gibi sensizliğim
'Soğuk'
Ki bir çiğ gibi damlarken
Çıplak bedenime umut
'Sensizim'
Ve gidenim
..
YAŞAMAK NEDİR Kİ
Yaşamak nedir ki can neye yarar
Hayatta emelin var olmayınca
Yuva ne demektir,ev neye yarar
Evde güler yüzlü yar olmayınca.
..
Hilâl ve Arzunun veda yemeği tam bir komediye dönmüştü.Saatlerce sarmaya uğraştıkları sarmalar ocakta,Hilâlin özene bezene açtığı böreklerde fırında,Arzunun büyük zamanlama hatasına kurban gitmiş,iki tepsi,bir tencere kömür elde etmişlerdi.Allahtan komşuları bu iki acemi kızı fzala zorda bırakmayıp kendi yiyeceklerini kendileri getirmişlerdi.Vedalaşma faslı bitipte herkes evine gittikten sonra,gözlerinde biriken damlaları akıtmamak için direnen Hilâl biraz olsun efkar dağıtmak için Arzuya takılıyordu
--Birdahaki sefere veda yemeği vereceksen gündüzden hazır bişeyler alalım,gerçi sen onlarıda ısıtırken yakarsın ama....
--Yaa yeter ama ne yapayım,senin Muratını dinlerken dalmışım.Sende öyle uzun uzun anlatmasaydın sevgilini
--Yani şimdi benmi suçluyum
---Tabi,sen beni lafa tutmasaydın unutmazdım.Hem aslında börekler çokta yanmamıştı,yenirdi yine
--Yersen yenir tabide,börek olduğuna inanmazlar bizi dava ederler diye getirmedim.
Tam Arzu cevap verecektiki,Hilâlin telefonu çaldı.Murat arıyordu.Boyayı yaptırmış,tesisatı onarmış,temizliği sizmi yaparsınız bi kadın tutup yaptırayımmı diye soruyordu.
..
Pencere önlerinde, tok kedilerimiz var,
Mama ve suyu tamam biraz ortalıktalar…
Tek başıma da olsam kapımı açacağım,
Çok kedi var sokakta ki barındıracağım…
Sadece mutfağım var penceresini açsam,
..
Akvaryum ve oda
Oda ve ev
Ev ve sehir
Sehir ve ülke
Ülke ve planet
Planet ve günes sistemi
Günes sistemi ve galaksi
..
Bir şehre uyum sağlamak ne kadar zordur dersiniz? Hepimiz belli bir dönemde kısa veya uzun süreli olarak, okumak,çalışmak,tedavi vb. için yeni yaşamların peşinde köyümüzden,kasabamızdan çıkıp şehirlere geldik. Bizi önce ne karşılar bir şehre girişte? Geceyse yol boyunca inci bir kolye gibi sıralanmış yol ışıkları ve yüz binlerce ateş böceği misali ev ışıkları karşılar bizi ve içimizde hem bir şaşkınlık hem bir ürperme hem de bilinmezlikle dolu duygular çatışır. Sanki yıldız sanırsın bu ışıkları,ürperirsin,ürkersin,sorgularsın; ayakların geri gider beynin ileri.Gündüzse girişte şehrin ismi,nüfusu ve rakımı olur hep.O tabelayı görünce aklıma hep o siyah beyaz bir film olan 'gurbet kuşları' gelir.İstanbul'a göç eden aile tabelanın önünde durur ve tebeşirle nüfusa artı beş yazar.Filmin devamında ise uyum sağlama derdi,geçim kavgası derken ailenin başına bir çok kötü olaylar gelir ve filmin sonu acıklı bir sahne ile biter.
Son yıllarda bir çok insan işsizlik,terör,okumak vb. bir çok nedenden ötürü evini,köyünü,toprağını bırakıp büyük şehirlere göç etti.son otuz yılda ülkemiz nüfusunun neredeyse üçte biri yer değiştirdi ve büyük şehirlere geldi,ama geldi de ne oldu acaba? İstanbul'da yaşayıp denize hasret yığınlar,İzmir'de yaşayıp bir sinema,tiyatro bilmeyen çocuklarımız ve kadınlarımız varoşlarda kendilerine özgü bir yaşam biçimi kurdular.Buralar tabiidir ki bir çok kesimin de hedefleri oldu(terör,uyuşturucu,oy deposu vb) Varoşlarımız gün geçtikçe büyümekte,amaçsız ve umutsuz kitleler,istismara hazır gençlerimiz,şehrin kabul etmediği kendilerinin de şehir yaşamını kabul etmeyen/edemeyen ama çıktığı topraklarına da dönemeyen insanlarımız.Tam bir kısır döngüdür bu.Erkekler çok zaman kahvelerde,kadınlar evlerde,çocuklar sokaklarda ve sahipsiz.
Şehirlerin nüfus yoğunluğu artarken alt-üst yapı yetersizlikleri,çarpık kentleşme,dere yataklarında evler,selden boğulanlar,kaderine mi yoksa sahipsizliklerine mi yenik düştüler acaba? Oysa ki bir şehrin insanlara verebileceği daha nice güzellikler de vardır ama insanlarımız bunlara maalesef ulaşamamaktadır.
Şehirler canlıdır,geceleri çok zaman uyur,gündüzleri uyanır ve telaş başlar bir makine dişlisi gibi monoton bir yaşam sürer gider.Ne bir çıplak ayakla toprakta yürünür,ne çocuklar çimlere basar,doğa ve yeşile hasret bir yaşam sürer gider.Hızla büyüyen şehirler mahalle yaşamlarını da aldı götürdü bırakın mahalledekileri çoğumuz karşı komşumuzu bile tanımaz olduk.Yaşamlarımız iş,ev,alışveriş merkezi üçgeninde sürüp gitmekte.
Nereden başladık nerelere geldik dostlarım,bir şehir ışığından,tabelasından şehre bir girdik çıkamadık bir türlü.Artık tersine göç zamanı da geldi bence,bakın ilk kez et ithal ettik bu kurban bayramında üretim yok hep tüketim ve çılgınca bir tüketim,tabi medya da bu tüketimi körüklemekte.Peki nereye kadar böyle tüketmek,üretmeden tüketmek nereye kadar?
Beni sorarsanız ben köyü de kenti de yaşadım,küçük yerlerde de büyük şehirlerde de yaşadım hepsini sevdim veya sevemediğim yönleri de oldu,ama bunların hiç biri bu koca koca şehirlerin ışıltılı ve cazibeli acımasızlığını yok etmeyecektir.Bir daha düşünelim ve çözümler üretelim yönetenler,yönetilenler ve tüm toplum.
..