Ne büküyorsun boynunu
Hatırla geçmiş soyunu
Alacaklar şimdi donunu
parmak uçlarımı bir araya getirip
vurdun bana öğretmenim
öğretmenim öğretmenim
bana ağlamayı öğrettin
siz o kendini bilmez çocuklardan olmayın
çünkü o felsefenin çocuğudur
ne de olsa sokağa atılan serseri bir piçtir
siz o zavallılardan olmayın
ben ucu kırılmış bir kalemin bitmiş mürekkebiyim
yani bir gün felsefe uğruna tükeneceğim
İçeride üç kadın
Bir adam
Şarkı söylüyorlar gecenin bu saatinde
Zamanın en sinsi köşesinde pusuda beklerken
Yani bir şiir için adam öldürüldüğü çağdan bahsediyorum sizlere
Saklandığım mahalleyi kimseye söylemeyin ne olur
Ey benim yüce kutsal yalnızlığım
Koşarken kalabalığın tam ortasında
Yere düşüp de dizlerimin kanamasına izin verme ne olur
dönmekten vazgeçen bir dünyada yaşamak isterdim ya hep sıcak olsa yaşadığım şehir ya da bir daha martılar hiç uğramasa bahçemdeki çöplüğe ya da ne biliyim işte siz tahmin edin gözlerime düşen perdeyi hatta bu çileyi benim yerime siz çekin ben hiç yaşamayayım yaşlanmayayım hep genç kalayım geç kalan ölümle hanginiz benim kadar ölümü dansa davet eder bu nasıl bir çığlıktır böyle ne kadar da ıslakmış gözyaşların beni içine gömerler dünyanın yeşil bir yorganın altında uyumak ama uyanmamak en iyisi hiç kıpırdamamak ben deniz yüzmesini bilmeyen bir dalga geri geri koşan beyaz tüylü kör bir at belki de bir savaş meydanı hey yabancı bu nasıl bir çığlıktır böyle ne kadar da kırmızıymış dökülen kanım gözlerime düşen perde yine mi sen yine mi sen geldin her yerde sen her yerde sen varsın
param yoktu cebimde
‘iki tane ekmek almak istiyorum…’ dediğimde bana herkes ağlayarak gülmüştü sonra bir ses duyuldu boğazımdan çıkmaya çalışan hıçkırık gibi bir türlü peşimi bırakmayan ısrarcı bir ses sanki benden alacağı varmış gibi bacağımı istedi mayınlar bilemezdim yağmurun göğsünden vurulduğunu saçlarımın ucundan damlayan kanın toprağa düşmeden kırıldığını sonra yüzlerce yağmur yağdı tükürük gibi boğazımdan bir türlü geçmek istemeyen inatçı bir ıslaklıkı bu
ceketim paslandı
onu kurutmak için bakışlarının önüne astım
o kadar sıcak bakıyordu ki gözlerin
sana aşık olmayı beceremeyecek kadar korkaktım
Silahımın mermisi olsaydı önce kendimi vururdum
Sonra yine kendimi vururdum
Sonra yine kendimi birkez daha vururdum
kargaların yas tuttuğu saçları beyaz omuz omuza soğuğa göğüs geren çöle yakın cehenneme uzak ürkek dağların arasındayım çırılçıplak köleleştiği yapraksız kavak ağaçlarında yeşil rengini arayıp ölümsüzlüğü andırarak etrafa gece saçan siyah bir karganın söylemek istediği şarkıyı dinliyorum gövdesine güneşin yapıştığı beyaz bir gölgenin beni takip ettiğini fark ettim yere düşmek istedi bakışlarım gözlerimle açtığım çukurun içine attım kendimi üstümü örten uykunun sarhoşluğuyla verdim bildiğim bütün sözleri zoruma giden küfürleri kişneyen bir atın ayakları altında ezildim
Ağzımızın tadı, huzurumuz, ruh sağlığımız bozulmadan, iyi bir bayram geçirmemiz dileği ile, sevgiler, selamlar...
Sağlık, esenlik ve 2024'ü aratmayan bir yıl dilerim,
Sevgi, saygı, muhabbetle...
Gündemi ve "insanı" meşgul eden tüm kirliliğe, nefret ve ayrıştırma diline rağmen, "ağız tadıyla" iyi bayramlar dilerim...
Saygı, sevgi ve muhabbetle...
Mustafa Bay