Bir közden arta kalanın bıraktığı izdi yaşananlar. Kömür karası idi, sidikçe bulaşan, izini belirginleştiren. Sus zamanlarının sözcükleriydi konuştuklarımız. Yarım kalmış hikâyenin kahramanlarıydık. Ne eskiye dönebiliyor, ne de yeni hayatlar kurabiliyorduk.
Denizin ortasında gemicilere yol gösteren deniz fenerini mesken tutmuş martıların yalnızlığıydı yaşananlar. Kalabalık içinde yalnızlığın hikâyesiydi.
İskelenin soluk ışıkları deniz üzerinde sallanırken yürek terk eyledi mekânını, sevgilinin gözlerinde kayboldu. Gitmekle kalmak arasında kalmadan yürüdü gitti, ardına bile bakmadan. Ay gözyaşlarını bulut ile silerken martı durgun kanatlarındaki hüznü denizin üzerine dağıtıyordu.
Ayrılırken söyleyemediklerimiz, yutkundukça boğazımızda büyüyen sözcüklerin infazı oluyordu. Ölümü göze almış duygu ihlallerinin ortasında kalıp, zamanın caniliğine inat sevdiğimin elinden mertçe ölümü yaşıyordum. Ölümden sonra geri gelmeyeceğini bilmek, yalnızlığın üzerine biraz daha toprak atarak derinlere gömmek gibiydin.
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan