Dolunay kabzasına takılıp kaldığı gece
Tutsak oldum gönül cenginde
Okun zehirli temreni değil
Nal sesleri gürlesin ovada!
Uykunun ismine ket vurduğun yerdeyken
Keşke oyuncak olmasaydı şiirlerim elinde,
büyük harflerle incinmişliğin
uyandırdığı ismin silinseydi beynimde...
Derimi lime lime ederek işlenmiş ihanetin,
gözü kara yalnızlığımı kat kat geride bırakıyor.
Bizi birbirimizden ayıran,
Bitmesin dediğim sayılı günlerin son saatleri.
Son gecemizin buruk tadı kalacak birazdan geriye.
Yeni bir günü müjdelerken güneş
kuşlar bizim için ötmek yerine ağıt yakacaklar.
Güneş sarıp sarmalarken doğayı,
veda çanları vuracak penceremize.
Sıra sıra gözyaşı şişeleri
Palyaçolar kederli
Aslanlar dişsiz
Saçlarını çöz
Dışarı at kendini
Sol göğüs kafesimde sıkışan kuş
Ruh, toprak, bir damla su,
balçık, kan, kemik, et…
Ve evet, nihayet…
İnsan: yoğruldu bunlardan.
Galubela’da o “Büyük Ses”
Soruldu ruhlardan:
Ne hikmetse, bu romanın başlangıcı
ikimizden parçalar gibiydi.
Oysa iki eksi bir artıya eşit değildi.
Ama yok öyle kolayı seçmek!
Yok sana bu aşktan azatlık!
Paslanacak ellerinde kelepçe.
Sanki bir rüyanın içinden sıyrılıp çıkmışım,
Çarşafın buruşuk beyazlığından,
Soğuk fayanslara düşmüşüm.
Varlık harmanında bir saman çöpüyüm.
Karanlık, aydınlık…
İkisi de misafir odasında eşit…
Kendimi bildim bileli bu cümleyle beslediler beni.
Ana sütü gibi sindi her bir hücreme.
Benimle büyüdü, gölge misali takip etti.
Cümlelerde başlık oldu,
zihnimde ezber...
Kulağımda küpe oldu,
Seni çok özledim.
Mevsimlerden kış, aylardan ocak...
Aşk sanırım sana çok yakışacak.
Ben aşkın ta kendisiyim desem,
Gece gündüz seni gölgesine çağıranım desem,
Binlerce kardelen arasından
Ne vakit büksen bileklerimi
türlü telaş içinde varlığını hasretle arayıp durdum
Sırtımda umutsuzluğun küfesi
Kim olduğumu nicedir unuttum
Yanımdasın öyle mi?
Kuvvetle muhtemeldir ki
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!