Bak, ben gidiş denen şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşümdür. Öyle aniden, bir kapıyı çarpıp gitmek değil benimki. Daha ziyade, her yutkunuşunda boğazında hissettiğin ama bir türlü indiremediğin o taş gibi, sessizce yerleşip, sessizce çekip giderim. İncitmeden, kırmadan, dökmeden...
Ve giderken, senden çok şey değil, sadece "az"ını alırım. Çok değil, bir yaprak hışırtısı kadar sesimi geri toplarım. Çok değil, göz bebeklerine düşen son yansımamı usulca söndürürüm. Çok değil, nefesimin buğusunu çekip alırım aynamızdan. Geriye kalan her şey, hatıraların enkazı olsun isterim. İşte o "az"ları topladığımda anlarsın ki, aslında her şeyinmişim; ve gidişim, varlığımın 'ne kadar' değil, 'nasıl' olduğunun son kanıtıdır.
Kendimi geriye doğru bırakırım, bir uçurumun kenarından sessizce. Düştüğüm yer, bir coğrafya değil, bir hiçliktir. Üzerine yazı yazılan kum gibi, dalganın gelişiyle birlikte teslim olurum sükunete. Dümdüz, pürüzsüz bir hal. Ne bir acı, ne bir özlem, ne de bir pişmanlık.
Nuh’un gemisi geçti gönlümün tufanından,
Kurtulan olmadı, ben battım isyanından,
Bir güvercin döndü, gagasında zeytin dalı,
“Affı buldun” dedi, “lâkin ders al bu yanışından"
Gözlerinde gizli bir hüzün var,
Güneşten kaçan bir bulut gibi;
Gülen dudakların arasında,
Yarım kalmış bir tebessüm gibi.
Bir zamanlar neşe doluydu bakışların,
Güneş gibi parlıyordu her yanın.
Çocuktum, bir gün kulağıma o günden sonra uzun yıllar ruhuma işlenecek derin bir nakış gibi bir şarkı ilişti. Orhan Gencebay diye biri “Yazıklar Olsun” diye hayattan yediği tokatlara sitem ediyordu. Çocuktum ama anlıyordum ki insanlığını kaybedenlere, taşlaşmış kalpleriyle karanlık dünyalarda yaşayanlara sesleniyordu.
Günler ayları aylar yılları takip etti ve büyüdüm. Hayat beni de kula kulluk eden insanlara, gözyaşları akan yığınlara bakıp kahkaha atanlara “Yazıklar Olsun” dedirterek defalarca haykırttı.
Yaşadıkça bu şarkıyı da ki her satırı adeta yaşamaya başlamıştım. Hasret çeken bir gönlün acı ve derin yaralı bir kalbin sahibi oluyordum günden güne. Bir gece kayan bir Çoban Yıldızına seslenip “Bu dertleri, ızdırapları ben mi yarattım? Günahın zevk oluşuna, vefanın yorgunluğuna, düzenin bozuluşuna ben mi sebep oldum?” diyerek hayatımı sorguladım.
Yahu söyler misiniz hasret çeken gönül neden hep benim olsun? Neden bu dertlerin yükünü hep ben taşımak zorundayım? Her sabah uyandığımda, içimdeki boşluğu dolduracak bir umut ararken, neden her defasında hüsranla karşılaşıyorum? Neden her geçen gün, bir diğerinin aynısı gibi, aynı acıları, aynı yalnızlıkları, aynı umutsuzlukları getiriyor? Bu dünyada sevdiklerimden uzak kalmanın, hasretle yanıp tutuşmanın neden hep bana düştüğünü anlayamıyorum. Her adımımda, her nefesimde, yüreğimde sevdiklerimin hasreti taşımak zorunda kaldığım bir yük neden! neden! Neden!
Ey insanlığın utancını yüzümüze çarpan, onurunu omuzlarında taşıyan çocuk!
Ey zulmün karanlığına inat, yüreği nurla dolu mazlum!
Ey Meryem'in sabrını kuşanmış, İsa'nın merhametini yüreğinde taşıyan evlat!
Sen ki, dünyanın unuttuğu her değeri, küçücük yüreğinde yeniden dirilten bir kahramansın.
Sen, betonların soğukluğuna inat, sıcacık bir umut ışığısın.
Her nefes alışınla "Kün" emrine eşlik eden bir yiğit, her bakışınla yokluğa varlık dersi veren bir bilgesin.
Nedir ki elimizde olan? Asıl kalbimizi sızlatan, varlıklarıyla değil, yokluklarıyla bizi derin bir yalnızlığa sürükleyenlerdir. Anılarımızı süsleyen yüzler, şimdi uzaklarda kalmış, sesleri sadece hatıralarımızda yankılanır olmuştur. Varlıklarıyla belki fark etmediğimiz ama yokluklarıyla içimizi kemirenlerdir asıl özlediğimiz. Zamanla anlıyoruz ki, en derin yaraları bırakanlar, bize en çok eksiklik hissettirenlerdir. Özlem, bir varlık değil de bir yokluk halidir, ruhumuzun derinliklerinde yankılanan bir boşluktur.
(Ahsar Zerafşan/ Denemeler -Haziran2024)
Bir gece kandil oldum, aydınlattı “La” nidası,
“İlâhe illa Allah”la doldu nefesin riyası,
Her “La”da bir benlik söndü, her “İllâ”da doğdum,
İşte o an anladım: Yokluk, varlığın hikayesi.
Tek dal sigaram vardı az önce masamda bir an da kaybettim arıyorum, bulamıyorum. Nereye gitti bu lanet olası. Sinirlerim bozuldu. Arayışlarımdan yorulduğum ve sıkıldım yeter artık. Gidiyorum ben hiçbir arayışın yükünü kaldıramıyorum, çekemem hiçbir arayışı ve senin kaprislerini… Kendine iyi bak ve inatçılığın muazzam gücünü kutla….
(Ahsar Zerefşan/ Denemeler - Temmuz 2024)
İnsan, kendine ettiğiyle eskirmiş meğer… Ve biz, kendimizi yıka yıka bitiremediğimiz o günahlardan daha da yaşlıyız.
Kimin günahına denk düştü doğuşumuz?
Bu dünya bize dar bir kabir gibi. İçinde dönüp durdukça duvarlar üstümüze geliyor. İnsanlar “umut” diyor, biz ise kırılmış aynalarda yüzümüzü arıyoruz hâlâ. Ne bir sevda tam oldu içimizde, ne bir kin tam öldü. Yarım kalmak bizim alın yazımız sanki...
bir nehrin akışına yetişemeyecek kadar yavaşım. İzin ver, sırtımdaki bu dünyayı gözlerinde bırakayım.bir denizin kıyısına adım atacak gücüm yok, Sadece yüzüne bakmak istiyorum, ne olur…(AhsarZerefşan)




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!